Kezban Şahin Taysun

Araştırmacı, Yazar, Şair

Doğum
10 Mart, 1967
Eğitim
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri
Burç

Şair ve yazar, araştırmacı. 10 Mart 1967, Eskişehir doğumlu. Prof. Dr. Alaettin Taysun’nun eşidir. Eskişehir Namık Kemal İlkokulu’nu (1978), 19 Mayıs Ortaokulu’nu (1981) ve Atatürk Lisesi’ni (1984) bitirdi. 1988 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü’nü tamamladı. 1999 yılında Akdeniz Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Toprak Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisans yaptı. 

Ziraat Yüksek Mühendisi olan Kezban Taysun; 1989-91 yıllarında Antalya Tarım AŞ’de, 1992-97 yıllarında Antalya Antbirlik’te, 1997-99 yıllarında Antalya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’nde, 1999-2005 yıllarında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nde, 2005 yılından itibaren de Tarım Bakanlığı (İzmir)’da çalıştı. Toprak Korunumu ve Çölleşme konularında 24 adet bilimsel yayını bulunmaktadır.

Kezban Şahin’in Zor Ödev başlıklı ilk öyküsü, Ekim 2006’da, İzmir Belediyesi Kültür Yayını olan Seyrekte yayımlanmıştı. Öykü, şiir ve makalelerini daha sonra Havuz Özgür Pencere, Afrodisyas Sanat, Güncel Sanat ve Berfin Bahar dergileri ile kendi Öykü ve Şiir Molası adlı bloğunda yayımlandı. Ayrıca, yarışma seçkileri ve derleme kitaplarında da yayımlamayı sürdürdü. Birçok ulusal yarışmalarda çok sayıda öykü, yazı ve şiiri dereceye girdi.

Evli ve Kardelen isimli bir kız çocuk annesi olan Kezban Taysun, çeşitli radyo ve TV programlarında da yer aldı. Ülkemizde kadına bakışı sorgulayan Kafesteki Kalp adlı romanı Nisan 2013’te yayımlandı. Basılı kitapları yanı sıra henüz basılmamış Aynadaki Göz adlı bir öykü kitabı vardır. Dil Derneği üyesidir.

KAYNAKÇA: Hülya Soyşekerci / Kadın Yazarların 2009’daki Öykü Kitapları Arasında Bir Gezinti (Lacivert Öykü Şiir, Şayı: 33, Mayıs- Haziran 2010), Nail Güreli / Rengârenk Evler (Milliyet, 19.9.2012), Oğuz Güler /  Bu Güzel Kitabın Adı: Kafesteki Kalp (Anayurt, 29.8.2013) – Kafesteki Kalp (Anayurt, 2 Ocak 2014) -Ertuğrul Erdoğan / Kafesteki Kalp’i Okuyun, Kadınları Daha İyi Anlayacaksınız (Tek Ulus Siyasi Haber Portalı, 03.12.2013), Yekta Güngör Özden / Kitap Yağmuru (Sözcü Gazetesi, 30.11.2013), Gökmen Küçüktaşdemir / Kadın Sorunları Kafesteki Kalp Adlı Romanda Dile Geldi (Sabah Gazetesi/ Egeli, 29.07.2013), Hande Baba / Doğa, Yazın ve Sanat Tutkunu: Kezban Şahin Taysun (Kurgu, Sayı:11, Şubat-Mart 2013), Bilgi Formu (2014), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2017).

BİR GÖÇTÜ GÖZLERİNDE

sevdam terk ettiğinden beri

martılar göçmüş gözünden

sevi uçmuş yüzünden

gözlerin boşluğa bakar

aktarılmış gibi başka yüze

 

yüzün eski bir şarkıdır

sevi günlüğümden kalan

adın dilde bir çağrışım

yürekte unutulmuş gül

   ciğerime batan

 

bedenin taş bir heykel

eski aşığı anımsatan

gamzeleri donmuş

   saçlarına ay düşmüş

 

sesin dönen bir plak

sanki hiç susmamış

yüreğimde soluyan

   buruk aşkı anlatır

 

ellerin kuru yaprak gibi

avucumda ufalanan

gölgen ses duvarını aşmış

dünyamdan gitmiş gibi

 

görüntün eski bir resim

ansızın karşıma çıkan

sert bir rüzgar bakışın

yüreğimi delip geçen

bir eski sevgilinin elleri

belki eski bir umudu

üflüyor yel

 

31ocak 2012

 

5.Uluslararası Geleneksel Şiir Yarışması (2012)/“Göç Şiirleri”/Yayınlanmaya Değer/ BERFİN BAHAR DERGİSİ/ Sayı:172/ Haziran 2012/ s.55

 

 

DÜZYAZI METİN ÖRNEKLERİ

“…Komşu kızlar evde. Gramofonda Muzaffer Sarısözen’in türküsü çalıyor. Oynamaya başlıyoruz. Babaannemin gölgesi düşüyor kapıya. “Hayırrrr” diyorum, “Olamaz bu!” diye evin içinde korkudan sağa sola koşturuyorum. Ama boşa çırpınışım. İçim eriyor korkudan. Gramofonuma son kez bakıyorum. Babaannem ona doğru ilerliyor. Elleriyle tutuyor. Ne yapacağını tahmin ediyorum. “Hayır, hayır babaanne! Ne olur onu parçalama! O benim babamın tek hatırası, ne olur yapma!” diye yalvarıyorum. “Baban içinde şeytan olan şey mi bıraktı sana? Künah kızım! Künah!” diyor. Büyük bir satır görüyorum. “Başlarım o şeytana. Sustururum şimdi ben onu!” diyor. Bahçeye götürüyor gramofonumu. “Çaaaaaaaaat!” diye güçlü bir ses çıkıyor. Gramofonum dağılırken, ben de parçalara ayrılıyorum. Her bir darbe yüreğimi kanatıyor. “Hayırrrrrrrr” diyorum, “Hayıııııııır vurma babaanne! Parçalama anılarımı ne olur! Yok etme babamdan kalan tek hatırayı”. Sonra sıra taş plaklara geliyor. Onlar toz duman olurken şarkıların nağmeleri de toz dumana karışıyor belleğimde. Bembeyaz nağmeler yağıyor etrafa. Kendimi kaybetmişim. Yanan sadece yüreğim değil. Ateşim çıkmış! Hasta yatıyorum. “Babam yavrum üzülme yine alırım!” diyor rüyamda. Babaannem hâlâ yaptığı kusurdan bihaber, alnıma ıslak bez koyuyor. Hiçbir suçluluk duymuyor. Aksine şeytanı parçalamanın onuru var üzerinde. Kıldığı namazların sayısını her geçen gün artırıyor.”

(Kafesteki Kalp romanından)

 

“…Gökyüzünde uçuşan tek tük kuşlar, alçakgönüllü sokak kemancıları gibi cıvıltılarıyla konser vermeye çalışırken, rüzgâr yanağına ılık bir öpücük konduruyor…  Sen bu manzaranın içinde yerini alıp direksiyonunun başında duman ve gürültü yutarak evine doğru yol alırken, pek çok şey düşünüyorsun. Çocuğunun okul giderleri, iş takvimindeki aksaklıklar, hastalığının iyileştirilmesi...

Sabuncubeli’ne geldiğinde, batan güneşle İzmir Körfezi’nin turuncuya dönüştüğünün ayırımına varıyorsun. Evine yaklaşmanın sevinciyle doluyor yüreğin. Ancak arkanda bıraktığın yeşil mantolu dağlar olmasa ne yapardın, bunu hiç aklına getirmiyorsun. Bu görkemli eserin oluşmasına katkı sağlayan doğanın fırçalarının neler olduğunu da.

Aslında rüzgâr, yağmur, kar, görünen ve görülmeyecek kadar küçük canlılar doğayı şekillendiren birer fırça değil mi? Tüm canlıları bir yaşam boyu konuk ederken doğa, sana da evrende yalnız olmadığını anlatmaya çalışır. El ele iki penguen aşkın evrenselliğini belgeler. Bir soba yanında isen, lapa lapa yağan kar seni huzura boğar. Beş duyunun varlığını dört mevsimde sana değişik biçimlerde anlatır. Sarının derinliğini, pembenin hayallere daldırdığını ve kızılın soluk kestiğini söyler…”

 

(Yitik Gezegen’in Son Yaratığı öyküsünden)

 

“…Merdivenlerden çıkarken gözleri sırdaş basamaklara yoğunlaştı. Yanındaki telsiz seslerini duymazdan geldi. Çatı katına ulaştığında durdu. Dağarcığında bir çığlık koptu yine. ‘…Hayırrrrrrrr! Bunu bana yapmayacaktın!..’ O gün hissettiği alkol kokusu tekrar ciğerlerine işledi ve yüreğindeki kıvılcımı tutuşturdu. Yandığını hissetti. Sanki külleri kasabanın en kuytu köşelerine ulaştı.

“Delilleri dikkatli toplayın” dedi araştırma ekibine.

Kapıyı açtılar. Soğuk rüzgâr yüzüne çarpıp kaçtı. Onu son kez gördüğü an’ı geri getirdi. Kara saçların örttüğü suskun ve dargın gözler, sanki hala merdiven boşluğunda duruyordu.

İçeride cellât urganı gördü. Suç ortağı şarap şişeleri de yanındaydı. Tekli koltuktaki kuru kan lekelerine baktı. Orada onun ince ayak bileklerini görür gibi oldu...”

 

(Sincap öyküsünden)

 

 

GÖZLERİMDEKİ BULUT

kalma artık düşlerimde

saçından dökülen yıldızları al

gül yüzün dolunayda ışıldasın

bırakma bende ne varsa  

                   tümünü al götür

 

oyalanma artık usumda

durdur dilimdeki sözcükleri

sustur kulağımdaki kemanı

bırakma bende ne varsa

                    tümünü al götür

 

durma artık yüreğimde

kopar içimdeki gülü

kanatmasın canımı dikenin

konuşmasın tatlı dilin

bırakma bende ne varsa  

                 tümünü al götür

 

kalma artık bedenimde

sök at kulağımdan sesini

yağdır gözlerimdeki bulutu

söndür yüreğimdeki yangını

bırakma bende ne varsa

                   tümünü al götür

 

bekleme artık anılarımda

çıkar belleğimden adını

al elimden kuru manolyanı

kökle yüreğimden sevdanı

bırakma bende ne varsa  

                  tümünü al götür

 

 

kezban şahin taysun

izmir, 17 ocak 2012

 


Berfin Bahar Edebiyat Dergisi/ Sayı:174/ Ağustos 2012/ s.77


SENİN GÖZLERİNLE SEVMEK

nakarat gibi dolanır durur sevi dilinde

ben senin gözlerinle görmedim ki seni

gönül çelmeyi bilmem

ben beni bilirim sadece

sevdaya koşan adamı

 

kıvılcım gibi saçılır sevi bakışından

ben senin gözlerinle bakmadım ki sana

can yakmayı bilmem

ben beni bilirim sadece

sevgiye doyamayan çocuğu

 

mermi gibi çıkar sevi sözünden

ben senin gözlerinle görmedim ki seni

severken öldürmeyi bilmem

ben beni bilirim sadece

aşkı uğruna öleni

 

kelebek gibi uçar sevi gözünden

ben senin gözlerinle bakmadım ki sana

sevip kaçmayı bilmem

ben beni bilirim sadece

yüreği dili bir aşığı

 

saman alevi gibi söner sevi yüreğinde

ben senin gözlerinle görmedim ki seni

hemen unutmayı bilmem

ben beni bilirim sadece

ölene dek seveni

 

yediveren olur sevi gerdanında

ben senin dudaklarınla öpmedim ki kimseyi

aşk savurmayı bilmem

ben beni bilirim sadece

dağlarken bir delinin sözü yüreğini

damarında gezeni dilinden sileni

 

izmir, 13 nisan 2012

 

Kaygusuz Abdal 3. Şiir Yarışması /Alanya Kızıl Kule Şiir Ödülü/ Güncel  Sanat Dergisi/Sayı:24/ Mayıs-Haziran2013

 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör