Cahit Sıtkı Tarancı

Şair ve Yazar

Doğum
04 Ekim, 1910
Ölüm
12 Ekim, 1956
Eğitim
Galatasaray Lisesi
Burç
Diğer İsimler
Hüseyin Cahit Tarancı

Şair ve yazar (D. 4 Ekim 1910, Diyarbakır - Ö. 12 Ekim 1956, Viyana / Avusturya). Asıl adı Hüseyin Cahit Tarancı’dır. Hikâyelerinin bir bölümünde Cevad Sadık ve İrfan Kudret imzalarını da kullandı. Eski bakanlardan Feyzi Pirinççioğlu amcasıdır. İlköğrenimine Diyarbakır’da Numune-i Terakki-i Hamidi Mekteb-i İptidaisinde (ilkokul) başladı ve Diyarbakır Mekteb-i Sultanisi ilk kısmını bitirdi. Ortaöğrenimini, İstanbul’da Saint-Joseph Lisesinde dört yıl okuduktan sonra sınavla geçtiği Galatasaray Sultanisinde (lise, 1931) tamamladı.

Galatasaray Lisesinde, ömrü boyunca yakın dost olacağı şair ve yazar Ziya Osman Saba ile tanıştı. Mülkiye Mektebi (Siyasal Bilgiler Okulu) ve Yüksek Ticaret Okulundaki öğrenimini tamamlamadan bıraktı. Yüksek Ticaret Okulunda okurken Sümerbank’ta memur olarak çalışmaya başlamıştı.

Sonra yükseköğrenimini tamamlamak için Paris’e (1938) gittiyse de İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Türkiye’ye dönmek (1940) zorunda kaldı. Oktay Rifat ile birlikte Paris Radyosunun Türkçe yayınlarında bölümünde sunuculuk yapmıştı. Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Diyarbakır’da kaldı. 1941-43 yılları arasında Ankara, Balıkesir Burhaniye ve Erzurum Ilıca’da askerliğini yaptı. Bir süre, İstanbul’a taşınmış olan babasının yanında ticaretle meşgul oldu.

1944’ten itibaren Ankara’da Anadolu Ajansı, Toprak Mahsulleri Ofisi, Çalışma Bakanlığı ve MEB Tercüme Bürosunda çevirmen olarak çalıştı. 1951’de evlendiği Cavidan Hanım’dan 1954’te ayrıldı. Aynı yıl kısmi felç nedeniyle konuşma ve hareket yeteneğini yitirdi. Türkiye’de sonuç vermeyen tedavisini sürdürmek için 6 Eylül 1956’da götürüldüğü Viyana’da bir ay kadar yaşayabildi. Cenazesi yurda getirilerek Ankara’da Cebeci Asrî Mezarlığında toprağa verildi

Cahit Sıtkı’nın ilk şiirleri lise öğrencisi iken Muhit ve Servetifünûn-Uyanış (1930-31) dergilerinde yayımlanmaya başladı. İlk yazısı 15 Kanunusani (Nisan) 1931 tarihli Akademi dergisinde çıkmıştı. Sonraki yıllarda şiir, hikâye ve düzyazıları Varlık, Yücel, İnkılapçı Gençlik, İnsan, Gündüz, Akpınar, Kültür Haftası, Demet, Ülkü, Pınar, İşte İstanbul, Yaratış ve Ankara dergileri ile Cumhuriyet, Akşam (sanat sayfası), Vatan (sanat yaprağı) ile Sanat ve Edebiyat gazetelerinde yer aldı.

“Otuz Beş Yaş” şiirinin 1946 CHP Şiir Yarışmasında birincilik kazanmasıyla üne kavuştu. Hece ölçüsünü büyük bir ustalıkla kullandığı ve serbest koşukla yazdığı şiirlerinde kelime oyunlarına gerek görmeden temiz, anlaşılır bir dil, yalın bir anlatıma önem verdi. Konu olarak, ömrün geçiciliği, hayatın güzelliği ve insan sevgisini işledi. Sağlam tekniği ve zarif lirizmiyle çağdaş edebiyatımızın en başarılı şairlerinden biri oldu.

Cihad Baban’ın değerlendirmesiyle Cahit Sıtkı Tarancı; “Geniş Batı kültürünü Türkçe kalıplara dökerek kendi duyguları ile millileştiren ozandır. O, Fransız düşüncesini taklit etmedi.” Şiirleri dışında şiir çevirileri ve önemli sayıda hikâyesi de vardır.

Otuz üç şiiri 1972’de Necdet Adabağ tarafından İtalyancaya çevrilerek Milano’da yayımlandı. Hikâyelerinin çoğu Cumhuriyet gazetesinde çıkmıştı. Diyarbakır Cami-i Kebir Mahallesinde doğduğu ev, 1973 yılında “Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi” olarak düzenlendi.

 

Muvaffak Sami Onat, Cahit Sıtkı’nın vefatı ardından şunları söylemişti:

 

 “Daha ölüsü bile toprağa, girmedi bugün ona ait hatıralardan bahsetmek erken olur. Bir zamanlar Baudelaire’in peşinden gittiydi. Meselâ ‘Abbas’ın çilingir sofrasında yal­nız değildir. Kadehtaşı oydu. Ama Baudelaire’in pek ardında kalmadı. Kendisinden son­raki neslin dörtte üçünü peşine taktı.

“Hep yanlış söylüyorlar. Hayır katiyen Ca­hit ölümden korkmazdı. O’nun nasıl gelirse gelsin bir gün behemahal geleceğini bilirdi. Mesele ölmekte değil, bu canım dünyanın, nasıl bırakılacağında idi. Dikkat edin ölüm şiirlerine, öleceğine değil öldükten sonra ar­kada kalan güzelliklere yanar.

“Bütün tevazuuna rağmen her sanatkâr gibi alkış isterdi. Yine göründüğünün aksine yalnızlıktan hoşlanmazdı. Nisyan ve uzlet; bu iki kelimeyi hem kelime, hem de mâna kad­roları ile sevmezdi. Yirmi beş sene önce şöyle der:

‘Semada yıldızlardan yerde kurtlardan başka,

Yaşayıp öldüğümü kimseler bilmeyecek.’

“Şimdilik bu kadar Cahit. Allah’ın rahmeti üstünde olsun."

 

ESERLERİ:

 

Şiir: Ömrümde Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşen Güzel (1952), Sonrası (kitaplarına girmemiş şiirleri, on şiir çevirisi ve hakkında yazılanlarla birlikte, 1957). Şiirlerinden seçmeler ölümünden sonra Gültekin Samanoğlu tarafından Seçmeler (1971), Asım Bezirci tarafından Bütün Şiirleri (1983) adlı kitaplarda derlenip yayımlandı.

 

Hikâye: Cahit Sıtkı Tarancı’nın Hikâyeciliği ve Hikâyeleri (Selahattin Önerli tar. derlendi, 1976).

 

Mektup: Ziya’ya Mektuplar (Galatasaray Lisesinden arkadaşı şair Ziya Osman Saba’ya 1930-46 arasında gönderdiği mektuplar, ölümünden sonra derlendi, 1957).

 

Düzyazı: Yazılar (makaleler, konuşmalar, yanıtlar, haz.: Hakan Sazyek, 1992).

 

İnceleme: Peyami Safa (1940).

 

Çeviri: Fransa’da Müstakil Resim (Ahmet Muhip Dıranas ile, Adolphe Baseler - Charles Kunstler’den, 2 cilt, 1938).

 

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA: Peyami Safa (Cumhuriyet, 27.10.1932-3.11.1932-10.11.1932), Varlık (sayı: 441, 442, 444, 445), Tarancı dergisi (sayı:1), İlhan Geçer / Düşten Güzel (Hisar, c. 2, sayı: 34, 1 Şubat 1953), Muvaffak Sami Onat (Hisar, c. 4, sayı: 73, Kasım 1956), Muzaffer Uyguner / Tarancı’nın Şiir Üzerine Düşünceleri (1960), Muzaffer Uyguner / Cahit Sıtkı Tarancı (1966), Güngör Gençay / Cahit Sıtkı Tarancı (1964), Şevket Beysanoğlu / Cahit Sıtkı Tarancı (1969), Gültekin Sâmanoğlu / Cahit Sıtkı Tarancı (1971), Mehmet Kaplan / Cumhuriyet Devri Türk Şiiri (1973, s. 86-96), Selahattin Önerli / Cahit Sıtkı Tarancı’nın Hikâyeciliği ve Hikâyeleri (1976), İlhan Geçer / Cahit Sıtkı Tarancı (1977), İnci Enginün / Evime ve Nihal’e Mektuplar (1989), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013) - Diyarbakır Ansiklopedisi (2013) - Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014), Reşid İskenderoğlu / Cahit Sıtkı Tarancı ve Anılar (1993), Şevket Beysanoğlu / Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatının Diyarbakırlı Üç Büyük Şairi Cahit Sıtkı Tarancı - Ahmed Arif - Sezai Karakoç (s.163-206, 1997), Vedat Yazıcı / Sözümüz Şairlerden Şiirlerden (1997), Adnan Binyazar / Cahit Sıtkı Tarancı (Ozanlar Yazarlar Kitaplar, 1998), Ruhi Nedimoğlu / Bir Kültür Yumağı Diyarbakır’dan (2002), Halil Soyuer / Şair Dostlarım (2004).

 

OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ

 

Yaş otuz beş yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağımızdaki cevher,

Yalvarmak yakarmak boşuna bugün,

Gözünün yaşın bakmadan gider.

 

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünürsünüz,

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar.

 

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim.

Nerde o eski güler o şevk o heyecan.

Bu güler yüzlü adam ben değilim;

Yalandır kaygısız olduğum yalan.

 

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;

Hatırası bile yabancı gelir.

Hayata beraber başladığımız,

Dostlarla da yollar ayrılır bir bir,

Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

 

Gök yüzünün başka rengi de var mış!

Geç farkettim taşın sert olduğunu.

Su insanı boğar ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu,

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

 

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!

Her yıl biraz daha benimsediğim.

Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

Nerden çıktı bu cenaze ölen kim?

Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.

 

Neylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanmadın olacak.

Kimbilir nerde nasıl kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında.

GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN

 

Ne doğan güne hükmüm geçer,

Ne halden anlayan bulunur;

Ah aklımdan ölümüm geçer;

Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

 

Ve gönül Tanrısına der ki:

- Pervam yok verdiğin elemden;

Her mihnet kabulüm, yeter ki

Gün eksilmesin penceremden!

MEMLEKET İSTERİM

Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

 

Memleket isterim

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

 

Memleket isterim

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

Kış günü herkesin evi barkı olsun.

 

Memleket isterim

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

ABBAS

Haydi abbas, vakit tamam;

Akşam diyordun işte oldu akşam.

Kur bakalım çilingir soframızı;

Dinsin artık bu kalp ağrısı.

Şu ağacın gölgesinde olsun;

Tam kenarında havuzun.

Aya haber sal çıksın bu gece;

Görünsün şöyle gönlümce..

Bas kırbacı sihirli seccadeye,

Göster hükmettiğini mesafeye

Ve zamana.

Katıp tozu dumana,

Var git,

Böyle ferman etti Cahit,

Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;

Yaşamak istiyorum geçliğimi yeni baştan.

BAHAR SARHOŞLUĞU

İlk sevgilimin gülüşüne benzer

Bir nisan havası değil mi esen?

Zincirlere, kelepçelere inat,

Kanatlarımı açmak zamanıdır;

Allahaısmarladık kaldırımlar.

 

Giyenler düşünsün dar elbiseyi;

Ölçülü sözü, hesaplı adımı

Ben kurtuldum kafeste kuş olmaktan;

Saltanat sürer gibi uçuyorum,

Erik ağacı gelin olduğu gün.

 

Hayranım bu şehrin bacalarına.

İrili ufaklı hep bir ağızdan,

Nasıl derinden gökyüzüne doğru

Bir türkü söylüyorlar öyle sessiz!

Dumanın daim olsun güzel baca!

 

Yuvası saçakta kalan kırlangıç,

Yavrusu dallara emanet serçe.

Derken camiler üstünde güvercin,

Minareler katından geçiyorum,

Gökyüzü mahallesi İstanbul'un.

 

Süt beyaz bir martıyım açıklarda,

Gemilere ben yol gösteriyorum.,

Buğday ve ilaç yüklü gemilere.

Bir kanat vuruşta bulutlardayım;

Bir süzülüşte vatanım dalgalar!

 

(Simge, Eylül, 2006)

CAHİT SITKI TARANCI KÜLTÜR MÜZESİ

Diyarbakır mimarisine özellikle Akkoyunlu, Artuklu ve Osmanlı stili hakimdir. Diyarbakır’da köklü bir mimari gelişimin varlığını duyuran yapıların başında evler ve köşkler gelir.

Diyarbakır evlerinin özelliklerini en özgün biçimde muhafaza eden ve güzel örneklerden birisi olan ünlü şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı’nın doğduğu evdir. Diyarbakır il merkezinde Camii Kebir Mahallesi, Cahit Sıtkı Tarancı sokak No: 3'te bulunan ev, 1733 yılında inşa edilmiştir. Daha sonra da Cahit Sıtkı Tarancı’nın ailesine intikal etmiştir.

Yapıya daracık bir sokaktan, tek kanatlı ahşap bir kapıyla giriş sağlanmaktadır. Ayrıca Haremlik kapısı da iki kanatlı olup şehrin kuzey istikametine bakmaktadır. Bina iklim şartlarına uygun olarak yazlık (Kuzeyde), Kışlık (Güneyde), ilkbahar (Doğuda), Sonbaharlık bölüm de (Batıda) bulunmaktadır.

Binada büyüklü küçüklü toplam 14 oda, mutfak, kiler ve tuvalet bulunmaktadır. Binanın en önemli yeri iki katlı olan yazlık kısmıdır. Bu bölümün ikinci katındaki büyük odaya baş oda denir. Cahit Sıtkı Tarancı 2 Ekim 1910 yılında bu odada dünyaya gelmiştir. Cahit Sıtkı Tarancı Diyarbakır’ın soylu ailelerinden olan Pirinçcizadelerdendir. 2 Ekim 1910 yılında dünyaya gelen Tarancı'nın Babası Bekir Sıtkı, annesi Arife hanımdır. İlk tahsilini Diyarbakır’da daha sonra Galatasaray Lisesinde devam etti. Mülkiye Mektebini bitirmeden 1938 de Fransa’ya gider, orada Radyoda Türkçe spikerliği yapar. 2. Dünya savaşı nedeniyle Türkiye'ye döner. 1951 ‘de Cavidan Tınaz’la evlenir. Ve 12 Ekim 1956 yılında Viyana’da ölür. Şairin önemli kitapları arasında “Otuzbeş Yaş”, “Ömrümde Sükut”, “Düşten Güzel” ve “Ziya’ya Mektuplar” sayılabilir.     

2 Ekim 1910 yılında bu evde dünyaya gelen Cahit Sıtkı Tarancı’nın çocukluk ve gençlik yıllarının bir bölümünün geçtiği bu tarihi ev 1973 yılında Kültür Bakanlığı tarafından satın alınarak onarıldıktan sonra, Cumhuriyetin 50. Yılında 29 Ekim1973 yılında Cahit Sıtkı’nın anısını yaşatmak ve ismini ebedileştirmek amacı ile müze olarak hizmete açılmıştır.

26 yıldan beri müze olarak hizmet veren evde, şairin şahsi eşyaları, el yazısı ile yazılmış mektupları, aile fotoğrafları ve kitaplarından oluşan zengin bir kolleksiyonla Cahit Sıtkı Tarancı Evi (Kültür Müzesi) adıyla) ziyarete açılmıştır.

Müzeyi ziyaret edenler hem şairin anısını tazelemekte, hem de Diyarbakır’ın sivil mimarlık örneğinin en özgün yapılarından olan tarihi bir mekânda ziyaretçiler hazzın doruğuna ulaşmaktadırlar. 

Yazar: Nevin SOYUKAYA

CAHİT SITKI TARANCI İÇİN

Mehmet Emin’in kaleminden şehir şiirinde geçen hece vezni, RIza Tevfik aşısı ile halk ağzının edasına ve ahengine kavuşmakla kalmadı. Ziya Gökalp’in getirdiği engin tarih şuuru ve millet aşkı ona daha çok derinlik ve özgürlük kazandırdı. Beş hececilerin İstanbul şivesini bütün inceliği ile şiire sokup memleket meselelerini sanatın içinde eriterek kıvrak ve güzel bir ifadeye kavuşturmaları, şiirimizde yeni bir çığır açtı. Arkasından Ahmet Kutsilerin, Kemalettin Kâmillerin, Ömer Bedreddinlerin getirdiği yerli yenilik, Avrupaî şiir telâkkisiyle kaynaşıverdi. Yahya Kemal’in halis şiir görüşü, titiz ilerleyişi, devamlı sohbet ve telkinleri de maya oldu, öz oldu... Yedi meşalenin şairlerinden sonra, Ahmet Muhip Dıranas’ı  ve Cahit Sıtkı’yı şiirimizin iki genç ve büyük müjdecisi olarak selamladık. Bu acele mukaddemeyi yaparak Cahit Sıtkı Tarancı’ya geçivermemizin sebebi  Dünya gazetesinde gördüğümüz bir mülâkattır. Bir tarafın konuştuğu, öbür tarafın sustuğu, asıl konuşması umulanın ve beklenenin sustuğu bir hazin mülâkat!.. Bunda röportajı yapanın kabahati veya acemiliği yok! Bu bir hazin zaruret! Dili ve eli işlemez olmuş bir şair! Bir genç şair! İşte röportajdan birkaç parça:

“Şairin babası, ayağa kalkmıştı. Bana (buyurun yanına gidelim) dedi. Beraber bir sofaya geçtik. Sokaktan gelen suların değişmez gürültüsü buradan da duyuluyor. Saçaklardan durmadan su akıyor... sola döndük. Her taraf eski konakların zarafet ve sadeliği ile döşeli. Yine beraber bir odanın kapısı önünde durduk.

- Affedersiniz , bir şey soracağım. İşitiyor fakat konuşamıyor değil mi? Başıyla (evet) işareti yaptı. İçeri girmiştik, o, yalnız değil. Yanında annesi Arife hanım da var. Kapı sesine her ikisi de başlarını çevirerek bakmışlardı. Tarancı geniş bir karyolanın içinde tertemiz yastıklara başını dayamış bize bakıyordu. Yanına yaklaştım ve (geçmiş olsun) diyerek kendisine Tanrı’dan acil şifalar diledim. Karyolanın yanına bırakılan bir sandalyeye oturdum. Gözlerinde derin bir merakın parıltılarıyla bana bakıyordu. Annesi ve babası da bizlere bakıyorlardı. Ben kendimi ona tanıtarak bu sihirli sükûnu araladım. Fakat bu kâfi değildi. Ona daha bazı şeyler söylemem lâzım geldiğini biliyordum. Fakat kafamın içinde dolaşan bin bir çeşit düşünce beni de şaşkına çevirmişti. İlk defa olarak hayatta işiten fakat konuşamayan bir hasta ile karşı karşıya bulunuyordum. (Efendim) dedim, (Sizin hasta olduğunuzu haber alan birçok okuyucular gazetemize telefon ederek sıhhatinizi sormuşlar. Bunun için İstanbul’dan bana telefon ederek sizi ziyaret etmemi istediler. Bunun...) Lafımı tamamlayamadım. Bu sözlerimden ziyadesiyle memnun ve müteessir olan şair yüzünü sağa çevirerek sesiz sessiz ağlamaya başlamıştı. Annesi mendiliyle yanaklarından beyaz yastık örtülerine damlayan gözyaşlarını siliyordu.

Babası yanıma gelerek (Heyecanlandı) dedi. Bir müddet tekrar sustuk. Yüzünü bana doğru çevirmiş gözlerimin içine bakıyordu. Alnında iri ter damlaları birikmişti. Bir annesine bir de babasına baktım. İkisi de bir şey yapamamanın acılığı içinde idiler. O, kıpırdayan dudakları ve ıslak gözleriyle benim konuşmamı biraz evvel kaldığım yerden sözlerime tekrar devam etmemi istiyor gibiydi. Fakat artık onu üzmemem lazım geldiğini anlamıştım. Bunu evvelce düşünmediğim için çok üzülmüştüm.

Şimdi perdeleri aralık duran pencereden semaya bakıyordu. Acaba neler düşünüyordu? Bu yağmurlu hava ona şimdi neler ilham ediyordu? Gözleri gene buğulanmıştı. Bizleri unutmuştu adeta. O, şimdi kendinden tecerrüt etmiş başka âlemlerde idi sanki. Acaba için için:

Ne doğan güne hükmüm geçer,

Ne halden anlayan bulunur;

Ah aklımdan ölümüm geçer;

Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

Ve gönül Tanrısına der ki;

- Pervam yok verdiğin elemden;

Her mihnet kabulüm, yeter ki

Gün eksilmesin penceremden.

 

Şiirini mi okuyor. Neler düşündüğünü ancak sağ elini de kullanmaya başladığı gün öğreneceğiz belki. Evet o zaman kalemi tekrar eline alacak ve bu saatlerde ruhundan geçenleri bize şiirleriyle anlatacaktır. Fakat bu bugün için imkansız. Çünkü sağ eli ve sol bacağı tamamen hareketsiz...”

 

Behçet Kemal Çağlar, 20. Asır, “Biraz da Edebiyat” köşesi, 17 Şubat 1955.

Yazar: BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR

CAHİT SITKI TARANCI HAKKINDA

“Bugünkü dil keş­mekeşi içinde Tarancı’nın dili dört başı mamur, ne demek istediğini bilen berrak ve akıcı bir dildir. Ke­limeler onun eline geçti mi munisleşiyor, sevimli bir hal alıyor. Dilindeki bu olgunluk, mısralarının ger­çek şiirin harcıyla yoğrulan kuvvetli yapısı ve keli­meleri yerli yerine koymakta gösterdiği titizlik Ca­hit Sıtkı’ya haklı olarak usta şair unvanını kazandır­mış, şahsiyet sahibi bir sanatçı yapmıştır. Geniş bir okuyucu kitlesi de, onu bu yüzden tanır ve sever. İşte, Türk şiirinden yarına kalacak üç-beş imzadan biri de Cahit Sıtkı Tarancı.”

Yazar: İlhan GEÇER

CAHİT SITKI TARANCI HAKKINDA

“Cahit Sıtkı Tarancı günümüzün en iyi Türk ozanlarındandı. Ondan çok gözü çeken­ler oldu, yırlarında (yır=şiir) yenilik pek bellidir de onun için. Tarancı yeniliği eski biçimler için­de gizlemesini bilirdi. Bir yapıtın yarına kalıp kalmayacağı bu­günden kestirilemez. Gene de ben Tarancı’nın yırlarının uzun yıllar okunacağını sanıyorum. Diyelim ki okunmayacak... Yarın geleceklerin bizden daha doğru düşünecekleri nerden bel­li?”

Yazar: Nurullah ATAÇ

CAHİT SITKI TARANCI HAKKINDA

“Cahit Sıtkı’da, elbette bütün yenileşme şiirimizde olduğu gibi, batıdan esen yellerin kokularını almak olağandır. Ama, onun şiirinde, bu koku, Türkçeden ve Anadolu’dan geçerek gelmektedir. Karacaoğlan’ın obasına uğrayıp gelen bir bahardır onun baharı. Türkçeye getirdiği cemrenin özelliği buradadır. Dala değen, insancı şiirin cemresidir, ama açan, kendi tarihimizin, kendi dilimizin, kendi insanımızın baharıdır.”

Yazar: Ceyhun Atuf KANSU

CAHİT SITKI TARANCI HAKKINDA

“Cahit yeni şiirimizin kurucularındandır. Ahmet Haşim’le yeni kuşağın arasını bağlar. Şiirinde zaman zaman Türkçe yi büyük bir ustalıkla kullanır. Türkçeyi o cana yakın haliyle, ilk önce Cahit kuşağındaki şairler kullandı. Cahit Sıtkı, şiiri, güzel sanatların bir kolu olarak ele alan şairlerimizin ilki değilse, ya ikincisidir veya üçüncüsü. Kişiliği vardır, kimseye benzemez. Şiiri okunmaya başladı mı, hemen onun olduğunu anlarsınız. Yaşamanın tadını söyler. En üzüntülü şiirinde, hiç yoktan coştuğunu sanır, üzüntüsünü unuttuğunu görürsünüz. O , şiirimizi,e o gelinceye kadar bilmediğimiz duygular getirmiştir. Boheme’liği batılı anlamda bir boheme’liktir. Doğunun rintliğine benzemez. Günah anlayışı, pişmanlığı da batılıdır. Cahit Sıtkı, bir yandan batıdan taşıdığı yeni duygularla, bir yandan şiir sanatına getirdiği değişikliklerle şiirimizin gücünü arttırmıştır. Az şey mi? “ 

Yazar: Oktay RİFAT

TARANCI HAKKINDA

 

“1946 yılında ödül kazanan, Cahit Sıtkı'nın 35 yaş şiiri­ni kendi ağzından pek çok dinleyenlerden biriyim. 1945 yılında yazdığı bu şiir onun 35 yaşını belirler. Onun 1910 yılında Diyarbakır'da dünyaya geldiğini he­pimiz biliyoruz. Belki de 70 yaşına kadar yaşayacağını düşlemişti ama olmamıştı. Onu, hayatının en verimli çağında henüz 46 yaşında iken (1956) Viyana'daki has­tanede kaybetmiştik. Bugün Ankara'daki Asrî Mezarlı­ğın sakin bir köşesinde ebedî uykusunu uyumaya de­vam ediyor. Kabrinin başındaki mermer mezar taşında şöyle yazıyor:

Gitti gelmez bahar yeli

Şarkılar yarıda kaldı

Bütün bahçeler kilitli

Anahtar tanrıda kaldı.

Cahit Sıtkı ile 1945 yılının bir bahar akşamında, Posta Caddesindeki ünlü Kürdün Meyhanesi'nde ta­nışmıştım. Ahmet Muhip Dıranas ile birlikte oturuyor­du.O yıllarda Toprak Mahsulleri Ofisi'nde çalışıyordu. Kısa boylu, esmerdi. Sağ yanağında Diyarbakır çıbanı izi vardı. Geç vakte kadar oturmuştuk. Bekârdı ve İtfa­iye Meydanındaki Seyhan Oteli'nde kalıyordu.

Cahit Sıtkı, mutlu evliliğini böylece devam ettirip giderken, 1954 yılı gelip çatmıştı. Aynı yılın mart ayı içinde bir gece, Ahmet Muhip Dıranas felâket haberini getirmişti. Cahit Sıtkı Tarancı’mız felç olmuş, evinde yatıyor. İnme inmiş kendisine, ne kalkabiliyor ne de yazabiliyormuş. Tam bir felâket. Kaderine yanmaktan başka elimizden bir şey gelmiyordu. Çalışma Bakanı emriyle, Ankara Numune Hastanesi’ne yatırıldığı­nı duymuş, ertesi günü şair Azmi Güleç ile birlikte zi­yaretine gitmiştik. Onunla birlikte biz de ağlamıştık. Numune Hastanesi’nde uzun süre yattığı hâlde bir iyi­leşme olmamıştı. Bunun üzerine, yine Çalışma Bakanı­nın emriyle İstanbul Nişantaşı Sosyal Sigortalar Has­tanesi’ne yatırılmıştı. Eşi, Ankara'da çalıştığı için, ya­nında olamıyordu. Bu sırada, bir işim için İstanbul'a gitmiştim. Sözleşip Behçet Kemal Çağlar ile birlikte zi­yaretine gitmiştik. Ne sevinmişti. Uçmuştu sevinçten dersem mübalâğa olur. Felçli insan nasıl uçar!

Ne yazık ki, Nişantaşı Sosyal Sigortalar Hastanesin­de de derdine bir çare bulunamamıştı. Evinden ve eşinden de ayrıydı. Bütün şikâyeti de bundanmış. Bu­nun üzerine Cahit Sıtkı'yı bir ambülâns ile Ankara Tıp Fakültesi Hastanesi’ne getirmişlerdi. Kendisi de eşi de bir parçacık rahatlamışlardı ama bir iyileşme olmu­yordu durumunda. Bazen yalnız bazen arkadaşlarla zi­yaretine giderdik. Ağlamaklı gözlerle yüzümüze ba­kar, bir şeyler söylemek isterdi ama gücü yetmezdi.

Viyana'ya Gönderiliyor

1954 seçimlerinden sonra kurulan Adnan Mende­res hükümetinde bizim hikâyeci dostumuz Samet Ağaoğlu, Başbakan Yardımcısı olmuştu. Cahit Sıtkı'nın da yakın arkadaşıydı ve durumunu o da yakından izliyordu. Yurt içinde şifa bulunamayan Cahit Sıtkı için araş­tırma yapılmış. Avusturya'da Viyana hastanesinde felçliler için çok mükemmel bir bölüm varmış. İyileşip çıkan da çokmuş. Denize düşen yılana sarılır. Yine Samet Ağaoğlu'nun girişimleri sonucu Cahit Sıtkı'yı 1956 yılının Temmuz ayında Viyana'ya götürmüşlerdi. İyileşir de  yeniden  aramıza  sağlıklı olarak  karışır umudu içindeydik. Aradan iki ay geçmişti ki, karahaber gelivermişti. Cahit Sıtkı henüz 46 yaşında iken 6 Eylül 1956 günü Viyana'da hayata gözlerini yummuştu.Yine kendi deyimiyle her mihnet kabulüydü ama artık penceresinden gün eksilmişti” (Halil Soyuer).

Yazar: HALİL SOYUER

CAHİT SITKI

“Korktuğum Şey” gelenekle açık açık el sıkışmasına karşın, yeni birtakım duygular, bu yeni duygulara uygun görüntüler taşıyan bir şiirdir. Türkçe’nin, yapı ve duygululuk bakımından en güzel şiirlerinden biridir. Belki. Üstelik, son günlerdeki deyimi ile “otantik” içeriği: İslâm-Anadolu, biçimi:ilk elde oldukça Türk, bir parça Fransız zerafeti karışsa bile.

Ne var ki, bir kuşağın, dağılıp gitmiş ya da gidecek bir kuşağın bütün belirtilerini de taşıyor.

Cahit Sıtkı bir “imla” şairidir. “Korktuğum Şey” i yukarıya alırken basbayağı sıkıntı çektim. Her ilk dizeden sonra bir “öbür dizelerde” O kuşağın, daha doğrusu o kuşaktan birçoğunun öğretilenlere bağlılığı, bu kadar somut bir temsilci bulamazdı. Bir parçacık isyan duygusu yada afacanlık taşıyan, itaatli bir izci obası! 1933 lerde büluğa ermiş, aklı ve hayal gücü aç bir kuşağın en iyi, en yetkin temsilcisidir Cahit Sıtkı. Aklını kurtardığını sanacak kadar isyanda, hayal gücünü kurtaracak kadar serbest ve rahat. Bu yüzden ortamalı, daha yumuşak deyimi ile “ortaklaşa duyguların ozanı” oldular onlar. Ortada, kararsız, hece, rakı ve “Beşiktaş”la yerelleşmeyi kıvıran, “boşverdiciliği”, “sevimli hayta” lığı kullanmakta usta, gerektiğinde çok uslu ve düzene uygulanan içgüveyi.

Cahit Sıtkı’nın Türkiye’de çok sevilmesi, çok tutulması, kitaplarının sekizinci baskı yapması, yayınevlerinin bunu övünçle ortaya koyması, sosyolojik bir olaydır bence.

Çünkü Cahit Sıtkı, Türkçe’de hiçbir olayı, hiçbir duyguyu değiştiremez. Böyle bir şey yoktur düşüncesinde; bir duyguya, bir duruma yeni bir yorum getirmez. Üstelik, yaşadıklarının izine bile rastlanmaz yazdıklarında (oysa II. Dünya Savaşında, bombardıman altında, bisikletle kaçmıştır Fransa’dan) ; Türkiye, bu kuşak için, Batının dağdağasından Piyer Loti dünyasına bir sığınış demektir. Kısacası, ortalama aydının kendini yeterli ve başkaldırmış sandığı ortamda şiirler yazarlar. Sözgelimi, Orhan Veli çıkmamış olsaydı. Cahit Sıtkı, Yahya Kemal’den sonra en büyük Türk şairi olabilirdi. O, yerleşik aşk duygusuna da karşıdır sözüm ona ya da bunu yeniler; değerleri kendine göre düzeltir, onlara çekidüzen verir, toplumun geçirdiği bütün değişmeleri, sıradan biri gibi yorum yapmadan izler; bu arada Fransız şiirini de bilir ve sürer bütün bildiklerini ortaya. O zaman da ister istemez “imla”şairi olur, “kıraat kitabı” şairi. Kendisi şair olduğu, Fransız şiirini de iyi bildiği için, söylediği şeyin anlaşılamayacağı kaygısıyla her ilk dizenin sonuna bir noktalı virgül koyar. Savrukluğu yoktur, içerse gizli içer, evlendiğinde karısına, daha doğrusu karısının ailesine söz verir ve içkiyi bırakır. Bu şairlerin çoğu Fransız romantiklerinin intihar dönemini yaşarlar. “Şair içer, verem olur, ölür. Ölmezse intihar eder” içki, çoğu için, bir intihar aracıdır; bunu ustalıkla kullanırlar.

Sonradan “daha batılı, daha aydın, daha ileri” bulduğu için katıldığı Orhan Veli hareketi, manevi değerler bakımından Cahit Sıtkı’nın özlediği düzeyden bile daha yalınkattır. Zaten o yüzden rahatsızca buluşurlar (Orhan Veli için bu ,ayrıca konuşulmalıdır). Baştanberi bir tek manevi değeri vardır Cahit Sıtkı’nın ya da birkaç: ölüm korkusu, aşk ve doğruluk... Bunlara bir açılım kazandırmak umuduyla Orhan Veli hareketine katılır; aradığını bulamadığı için sonradan vazgeçer. Çünkü Orhan Veli kendi gerekçesini, Cahit Sıtkı ise başka bir gerekçe taşır. Aslında sözünü ettiği duygular, değerler, yeter bir kişinin insan olmasına, ne var ki Cahit Sıtkı’da ve etkilediklerinde bütün bunlar tartışılmaz bir değer, değişmez bir sağlamlık, giderek birer postulat halini alırlar (“divan” alışkanlığı).

Diyebiliriz ki Cahit Sıtkı ve öbürleri, sadece öğrendiklerini biraz geliştirmiş, uslu akıllı iyi öğrencilerdir; fazladan öğrendiklerini çekingenlikle katarlar eski bildiklerine ve ilk sarsıntıda susarlar. Bu yüzden biraz nazlıdır Cahit Sıtkı. Duyarlığı tamdır ama çevreden ötürü, algılaması yetersizdir:

          

              Ben ne geceleyin yıldız

              Ne kelebeğim gündüzün

              Bana ben gibi riyasız

              Yüzün gerek Yarab yüzün

 

Peki niye sevilir, niye tutulur Cahit Sıtkı? Çünkü sıradan aydının bütün ortalama özlemlerini ve değişiklik sezgilerini taşır.

       

          Koskoca Tanrı gökler katında

          Beyler, paşalar saltanatında

          Birçokları sefalet katında

          Mecnunu, Leylası vuslatında

          Kim yalnız değil ki hayatında?

          Ya ölüler serviler altında?

-Yalnızlığımız-

 

Yalnız bu sezgiler, hedefe bilinçle yönelmemiş sezgilerdir. Kendi yurdunu tanımadan birtakım soyut bilgilerle şaşalamış kişilerin sezgileridir. Bu yüzden de, bir Fransız bir Türk arasında gider gelirler. Bu arada ısrarla uyguladıkları tek şey ise sağlam bir “imla”dır. Yazık ki Türkçeyi doğru kullanmak yeter onlara. Çoğu zaman, çevirileriyle sağlamlaştırmışlardır yerlerini. Bu, yalnızca çevirilerin sağlamlığı, vazgeçilmezliği yüzünden değildir; çoğunluğunun dil bilmediği bir ortamda bilgi ve o bilginin yanısıra çevirdiğini Osmanlı-Türk duyarlığına özellikle dikkat ederek aktarma ustalığından da kaynaklanır.

Bütün yeteneklerine, bütün sağlam sezgilerine karşın bir yitik kuşağın, bir “araya gitmiş kuşağın” şairidir Cahit Sıtkı. İyi bir divan- hece uygulayıcısı, kötü bir gözlemci. Onu sevenlerin, onu en yüksek şair belleyenlerin zayıflığı da burada: hiçbir şeye, hiçbir şey katmadan gelip geçmiş bir yaşama...

Şairin mutlaka yeni bir şey getirmesinin gerekli olup olmadığı sorulabilir. Gerekli değildir kuşkusuz. Ama şiir özellikle yapısı ve varlığı gereği değişen toplum şartlarının. Dolayısıyla değişen insanın intibak huzursuzluğunu taşır; bir değişmenin varlığını, geçerliğini; huzursuzluğu  ve yerleşmişe aykırılığı ile topluma iletir. Bundan ötürü hep yeni olmak, değişmenin yeni şartlarını ve yeni oluşumu sezmek zorundadır. Aksi halde yapılan da şiirdir belki; yalnız bir çoğaltmadan, farkına varılmayan bir “istismar” dan öteye geçemez. Devralınan değerler ve duygular da sürgit kullanılamaz zaten. Bir yerde, birden toplum eskitiverir şairi.

 

Turgut Uyar / Bir Şiirden (1982)  içinde. 

Yazar: TURGUT UYAR

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör