Leyla Zana

Milletvekili, Gazeteci, Siyasetçi

Doğum
03 Mayıs, 1961
Eğitim
Lise mezunu
Burç

Gazeteci, Siyasetçi, 19 ve  24. Dönem Diyarbakır - 25. Dönem Ağrı Milletvekili. 3 Mayıs 1961 tarihinde Diyarbakır'ın Silvan ilçesine bağlı Bahçeköy’de doğdu. Baba adı Fahrettin, anne adı Hediye'dir. On dört yaşındayken, kuzeni ve bölgenin büyük ailelerinden birinin oğlu olan Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana ile evlendi (1975).

Mehdi Bey, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra tutuklanarak, cezaevine konuldu. Bu nedenle Leyla Zana; eşinin on dört yıl süren Diyarbakır, Aydın, Afyon ve Eskişehir cezaevlerindeki yaşamı sırasında onun ardından şehir şehir dolaştı. Eşini ziyaretlerinin biri sırasında gittiği cezaevinde gözaltına alınarak mahkûm edildi. Cezaevinde Türkçe okuma yazmayı öğrendi. Yeni Ülke gazetesinin Diyarbakır bölge temsilciliğini yaptı. 1989 yılında İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nde görev üstlendi. Dışarıdan sınavlara girerek ilkokul, ortaokul ve lise diplomalarını aldı.

Leyla Zana, Türkiye’de Kürt siyasetinin hak arayışları mücadelesinde aktif olarak yer aldı. Siyasete girerek, TBMM XIX. Dönem (20 Ekim 1991 - 24 Aralık 1995) Genel Seçimlerinde bölge kadınlarının desteği ile o zamandaki Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) listesinden ve Halkın Emek Partisi (HEP) kontenjanından Diyarbakır Milletvekili seçilerek parlamentoya girdi. XIX. Dönem Diyarbakır Milletvekiliği Anayasanın 84/3 maddesine göre üyeliği, 30.06.1994 tarihinde sona ermiştir.

6 Kasım 1991 tarihinde yeni yasama dönemine girerken yapılan yemin töreninde, başında Kürtlerin sembol renkleri olan yeşil - sarı - kırmızıdan oluşan bir saç bandı vardı. Türkçe yaptığı yeminini Kürtçe, “Ez vé sondé li ser navé gelé kurd û tirk dixwînim” (Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum) cümlesi ile tamamladı. Yemin töreninin ardından oluşan tepkilerin odağı durumuna geldi.

TBMM Genel Kurulunda başlayan ve devam eden tepkiler nedeniyle, öteki Kürt parlamenterlerle birlikte SHP’den ayrılarak yeni kurulan Demokrasi Partisi (DEP)’ne geçti. 1994 yılında TBMM’de yapılan bir oylama ile Zana ve öteki DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı, tutuklanarak cezaevine konuldular. Hemen ardından da DEP Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Zana ve öteki DEP Milletvekilleri yasadışı örgüt üyeliği suçlaması ile 15 yıl hapis cezasına çarptırıldılar.  

Leyla Zana’nın 17 Mart 1994’ten 8 Haziran 2004 tarihine kadar süren cezaevi dönemi, yurtiçi ve yurtdışında pek çok barış kuruluşu ile insan hakları merkezli olarak çalışan sivil platformunun desteği ile geçti. Bu dönemde cezaevinden yazdığı mektuplar önce bir gazetede süreli olarak yayımlandı, ardından da kitap olarak basıldı…

2004 yılında serbest bırakılan Zana, hemen ardından “Demokratik Toplum Hareketi” çalışmalarına başladı. 2005 yılında Demokratik Toplum Partisi (DTP)’nin kurucuları arasında yer aldı. Ancak serbest kalmasının ardından uzun süre, seçme-seçilme ve diğer siyasi haklarından yoksun bırakıldı. Dokuz ayrı konuşması nedeniyle 55 yıl hapis cezası istemi ile yargılanmaktadır.

Bağımsız olarak girdiği 12 Haziran 2011 seçimlerinde yeniden Diyarbakır Milletvekili (XXIV. Dönem) seçildi. Bu tarihe kadar Diyarbakır’da yaşayan Leyla Zana, 17 yıl aradan sonra tekrar Ankara’ya, parlamenterliğe dönmüş oldu. Evli ve 3 çocuk annesidir.

Leyla Zana;  Rafto Ödülü (Profesör Thorolf Rafto / Norveç 1994), Roma Onursal Vatandaşlık Ödülü (İtalya 1994), Bruno Kriesky Ödülü (Avusturya 1995), Rose Ödülü (Danimarka 1995), Aix-la- Chapelle İnsan Hakları Ödülü (1995), Aachener Friedenspreis Ödülü (Almanya 1995), Avrupa Parlamentosu, Sakharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü (1995), Valle D’Aosta Yılın Kadını Ödülü (İtalya 1998), Paris Şehri Altın Madalyası (Fransa, 2004), Cenevre Onursal Vatandaşlık Ödülü, Yılın İnsan Hakları Ödülü (Diyarbakır İHD, 2010) gibi ulusal ve uluslararası ödüllerin sahibidir.

1 Kasım 2015 seçiminden sonra yemin ederken “Türk milleti” yerine “Türkiye milleti” dediği için andı kabul edilmeyen HDP Ağrı Milletvekili Leyla Zana’nın milletvekilliği 11.01.2018’de düşürüldü.

Siyasete SHP’de başlayan Leyla Zana, parti kapamalarının sonucu olarak siyasi çalışmalarını ÖZEP, HEP,  DEP ve HDP’de sürdürmüştür.

Leyla Zana, evli, 3 çocuk annesidir.

KAYNAKÇA: TBMM Albümü 3. Cilt 1983-2010 (2010), Kendisinden alınan bilgiler (Kasım 2012), TBMM Albümü 25. Dönem (tbmm.gov.tr, 18.11.2016), 24 yıl sonra yeniden: Leyla Zana’nın milletvekilliği düşürüldü (hürriyet.com.tr, 11.01.2018).

KÜRT AÇILIMI’NIN LEYLA ZANA’NIN EVLİLİĞİYLE NE İLGİSİ VAR?

SONER YALÇIN

KÜRT AÇILIMI’NIN LEYLA ZANA’NIN EVLİLİĞİYLE NE İLGİSİ VAR?

 

Mehdi Zana, Mehmed Uzun, Canip Yıldırım, Musa Anter, Şivan Perver gibi sosyalist Kürt aydınlarının evlilikleriyle, son dönemde dinci şeyhlere, toprak ağalarına, gerici yönetimlere methiye düzülmesi arasında nasıl bir ilişki olduğunu irdelemek istiyorum. Evet işin sırrı evlilikte...

 

 BİR dönemdir kafamda yer eden bir soruyu sizinle paylaşmak istiyorum: Kürt toplumu neden entelektüel birikim yaratamadı?

“Açılım” sürecini yaşadığımız bugünlerde bu soru çok önemlidir.

Çünkü entelektüel birikimin yaratılamaması çözümsüzlük kaynağıdır.

Bugün ne yazık ki bazı DTP’lilerin sözleri ve tavırları bunun göstergesidir. Yeni düşünsel oluşumlar yaratamayanlar, “mahalli dili” aşamayan milliyetçi tavırlarla, sorunu içinden çıkılmaz hale getiriyor.

Bu durum “Kürt kimliğinin” oluşumuna da zarar veriyor.

Ve...

Bu nedenle aşiret yapısını aşamıyorlar.

Bu nedenle feodal dinci ilişkileri sürekli yüceltiyorlar. Bugün “Kemalist Cumhuriyet’i gerici” bulan bazı Kürt aydınlarının, toprak ağalarına, dinci şeyhlere-şıhlara övgüler düzmesinin sebebi nedir?

Bu nedenle kurtuluşu Batı hegemonyasında arıyorlar. Bugün “Türkiye’yi emperyalist” gören bazı Kürt aydınlarının, İsrail’in, ABD’nin himayesi altına girme istekleri nasıl açıklanabilir?

“Kürt milliyetçiliği” yanıtı tek başına pek ikna edici değildir.

En iyisi bu soruyu somut bir örnekle biraz açayım...

 Sosyalist Kürtlerin evlilikleri

Üç Kürt aydınının; Mehdi Zana, Canip Yıldırım ve Mehmet Uzun’un hayatından minik bir kesit sunayım:

Sosyalist Mehdi Zana, 1963’te Türkiye İşçi Partisi’nin Diyarbakır kuruluşunda öncü rol aldı. Silvan İlçe Başkanlığı yaptı. Doğu Mitingleri’nin organizasyonunda görev aldı. 12 Mart 1971 darbesinde cezaevine atıldı. 1977’de Diyarbakır’dan bağımsız belediye başkanı oldu.

Böylesine donanımlı sosyalist bilinçte biri kiminle evlendi; dayısının 14 yaşındaki kızı Leyla Zana’yla! Aralarında 21 yaş fark vardı!..

Sosyalist Canip Yıldırım, Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Fransa’da master yaptı. Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşunda yer aldı. Cezaevinde bile papyon takanCanip Yıldırım kiminle evlendi; dayısının kızı Selma’yla!

Sosyalist Mehmed Uzun, 1977’de zorunlu olarak Türkiye’den ayrılıp göç dönemi yaşadı. Yıllarca İsveç Yazarlar Birliği üyeliği yaptı. Uluslararası Pen Kulüp’te çalıştı. Romanlar yazdı. Uzun yıllar Avrupa’da yaşayan Mehmed Uzunkiminle evlendi dersiniz; amcasının kızı Zozan’la! Aralarında 20 yaş fark vardı...

Sayının üç kişiyle sınırlı olduğunu düşünmeyiniz.

Liste kabarık... Sosyalist Şivan Perver akrabası Gülistan ile dünya evine girdi. Vs. vs...

Sosyalist Musa Anter akraba evliliği yapmadı. Ama bakın “Hatıralarım-1”kitabında evliliğe bakışını nasıl yazıyor: “İstiyordum ki evleneceğim hanımın ailesi Kürt kökenli olsun; örf ve âdetlerimize uysun.”

Sosyalist Musa Anter bu nedenle İslamcı-yazar Abdurrahim Rahmi Zapsu’nun Avusturya Saint George Okulu’nda okuyan kızı Ayşe Hale ile evlendi!

Tıp doktoru, Sağlık Bakanı, Kürt aydını Yusuf Azizoğlu ölen amcasının eşiyle evlendi.

Bucak Aşireti’nin en “okumuşu”; İstanbul Üniversitesi ve Belçika’da hukuk tahsili gören Mustafa Remzi Bucak amcasının kızı Zehra ile evlendi.

Uzatmayayım...

Sebep Kürt milliyetçiliği mi?

Anlatmak-vurgulamak istediğim bölgedeki akraba evlilikleri değil. Geçen hafta toprağa verilen Şeyh Said’in torunu Abdulmelik Fırat’ın amcasının kızıyla evlenmesi gibi örnekler konumuz dışı.

Benim anlamadığım; sosyalist bilince sahip, Avrupa görmüş, önemli üniversitelerde okumuş insanların bile bu feodal/gerici kültüre boyun eğip akraba evliliği yapmalarıdır!

Bakınız sayı bir-iki kişiyle sınırlı değildir. Çoktur.

Burada “Niye” sorusu önemlidir. Niye bu tür evlilikler yaptılar, yapıyorlar?

Bu soru bugün yaşadığımız süreci anlamamıza yardım edecektir.

Çünkü...

Bu evlilikler sonucu mudur ki, bugün Kürt aydınları bölgedeki gerici/feodal yapıya hiçbir itiraz/eleştiri getirmemektedir?

Örneğin...

Kuzey Irak’ta bir erkeğin dört kadını almasına izin veren yasayı onaylayanMesut Barzani’ye niye hiçbir Kürt aydını karşı çıkmamaktadır?

Sebep sadece Kürt milliyetçiliği ile açıklanabilir mi?

Kavramsal tartışmalara girerek kafa karışıklığı yaratmak istemem ama, tarihsel sürece baktığınızda milliyetçilik ilerici bir düşünce olarak doğmuştur. Anımsayınız ki feodalizmi tasfiye etmiştir. Kürt aydını bu noktadan daha geridedir.

Bölgedeki feodalizmle iç içedir; birbirini beslemektedirler.

Baksanıza...

Bölgenin dini şeyhlerini “uçurtmak” için adeta birbirleriyle yarışıyorlar!

Toprak ağalarına methiyeler düzüyorlar. Kürt derebeylerine kahraman gözüyle bakıyorlar.

Aydınlanmacı Cumhuriyet’e düşman yapıp, Kuzey Irak’taki gerici/feodal yönetimi elleri kızarırcasına alkışlıyorlar.

Tüm bunların sebebi nedir? Tartışmamız gereken budur. Bunlar konuşulmadan“açılım” olmaz.

Şaşırtıcı gelebilir ama bunun üzerine kafa yoran tek kişi İmralı’daki Abdullah Öcalan’dır!

Kürt aydını ise ucuz bir popülizmin peşinde koşup durmaktadır.

Bu halleri Engels’in “İnsanlar yaşadıkları gibi düşünürler” tezini; Marks’ın“Sosyal ilişkiler iktisadi ilişkileri belirler” tezini doğrulamaktadır.

Israrla sormalıyız: Akraba evliliği yapan sosyalistler bu nedenle mi; bugün toprak reformunu hiç ağızlarına almıyorlar?

Özgürleşme sorunu

Görünen o ki; Kürt aydını kendi rönesansına koşmuyor; ortaçağını güçlendirmeye çalışıyor.

Temmuz Devrimi’nden Cumhuriyet Devrimi’ne kadar tüm modernist kazanımları kötülemelerinin başka türlü açıklaması olamaz.

Soğuk Savaş döneminde dondurulan-gericileştirilen ilerici Kemalist Cumhuriyet sürecini, Kürt aydınının daha da geriye döndürmek için değil, aksine ileriye taşımak için mücadele vermesi gerekiyor.

Ama ne yazık ki Kürtler umudunu; dinci şeyhlere/şıhlara, toprak ağalarına, köhnemiş düzeni sürdürmek isteyen siyaset bezirgânlarına ve emperyalist güçlere bağlamış görünüyor.

Şeyhlerle, ağalarla bir toplum özgürleşebilir mi?

Böyle ilericilik, sosyalistlik, çağdaşlık olur mu?

Diğer yanda kendilerinden yana “taraf” olanlara çok inanmaktadırlar.

Sadece şu soruyu sormamaları bile olayın uluslararası karanlık boyutunu göstermektedir:

Türk Solu’nu ulusalcılıkla/milliyetçilikle suçlayanlar; şeyh uçuran, toprak ağalarına boyun eğen, Batı’nın himayesini isteyen Kürt Solu’nu niye yüceltiyorlar?

Ne ilginç değil mi bu “taraf” yazarları en büyük desteği dinci çevrelerden görmektedir.

Bilinmelidir ki, Türkler ve Kürtler her türlü gericilikle mücadele ederek kardeşliklerini koruyabilir ve özgürleşebilirler.

Bunun ilk adımı ise, dil ile düğümlenenin diş ile çözümlenemeyeceğine olan inançtır...

 

Milliyetçi yazarın Ermeni yengeleri

 

TÜRK Sağı’nın önemli yazarlarından Ergun Göze geçen hafta toprağa verildi.

Ergun Göze 1969 yılından itibaren Tercüman Gazetesi’nin sembol isimlerinden biriydi.

Solcu yazarlarla sık sık polemiğe giren Ergun Göze’nin yazıları hayli sertti.

Hassas olduğu konu Türk milliyetçiliği idi.

1931 Sivas doğumlu olan Ergun Göze, aynı yıl Kadıköy’de doğan Hicran Gözeile evliydi.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tanışıp evlendiler.

Hicran Göze de eşi gibi yazar. Çeşitli yayın organlarında makaleler kaleme aldı; kitaplar yazdı: “Türk Kadını”, “Maveradan Gelen Ses”, “Kılıcın Hakkı”, “Sulh Peygamberi”, “Ayetler ve Kadınlar”, “Zor Yılların Zor Kadını Halide Edip Adıvar”gibi...

Hicran Göze’nin “Kadıköylü Yıllarım” adlı kitabını 2007 yılında çıktığında bir çırpıda okudum.

Tiyatro tarihi denince ilk akla gelen isim olan Prof. Dr. Özdemir Nutku ile kuzen olmalarına şaşırmıştım. Keza yine kitapta beni şaşırtan bir diğer bilgi ise, ressamMehmet Güleryüz ile Hicran Göze’nin üvey kardeş olmalarıydı. Biri solcu diğeri sağcı iki kardeşin birlikte yaşadıkları yıllar şaşırtıcıydı. (Mehmet Güleryüz’ün“Güldüğüme Bakma” adlı kitabında anlattığı çocukluk anılarına Hicran Göze bu kitabında sert yanıt verdi. Ama konumuz bu değil. Geçelim.)

Hicran Göze’nin de eşi Ergun Göze gibi, Ermeni meselesi konusunda radikal tavırları vardı.

Keza Hicran Göze’nin kitabını yayınlayan Kubbealtı Neşriyat Rıfai Dergâhı’na aitti. Hicran Göze’nin kuzeni Şaziye Berrin Kurt dergâhın önde gelen kadınlarından biriydi.

Ve bu dergâhın Samiha Ayverdi gibi yazar kadınları Ermeni meselesine çok hassastılar.

Bu bilgileri vermemin bir nedeni var.

Rıfai Dergâhı’na bağlı Hicran Göze’nin yengeleri arasında iki Ermeni vardı.

Biri; kuzeni Kemali Bey’in eşi Fehime.

Diğeri; kuzeni Nuri Bey’in eşi Fitnat.

İki yengesini de çok sevdiğini yazan Hicran Göze’nin Türk milliyetçiliğinin sembol ismi Ergun Göze ile evliliğinde bu yengeler “sorun” yaratmış mıydı?

Çok kişi bu soruyu anlamsız bulacaktır. Haklıdırlar.

Yengelerin Ermeni kökeni ailede hiç sorun olmamıştı.

Fitnat yengesi uzun yıllar boynunda haç ile dolaşmış kimse bir şey dememişti.

Keza terzileri Matmazel Zabel de Ermeni’ydi.

Kadıköy İbrahim Ağa Mahallesi’ndeki komşuları arasında çok Ermeni vardı.

Demem o ki...

Ermenilerden hep iyi niyetli duygularla bahseden kişi Türk milliyetçiliğinin sembol adı Ergun Göze’nin eşi Hicran Göze.

Eşi gibi radikal milliyetçi olan Hicran Göze’nin bile Ermeni vatandaşlarımız hakkında bu kadar sıcak duygular beslediği bu ülkede, hâlâ içimizden birilerinin soykırım iddialarında bulunmalarını nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Bu iddia bu toprakların tarihine haksızlık değil mi?

 

Aziz Nesin’e ödül kazandıran sağcı sanatçı

CİNUÇEN Tanrıkorur’a sağcı denilebilir mi?

Bilemedim.

Bilemediğim onu siyasal kimliğiyle tanıtmanın haksızlık olup olmayacağı.

Cinuçen Tanrıkorur’un siyasal kimliğinden çok sanatçı kişiliği hep ön planda oldu. Bestekârdı ve tabii Türkiye’nin en önemli udilerinden biriydi.

Tanrıkorur 1938 senesinde İstanbul Fatih’te dünyaya geldi.

Babası Zaferşan Tanrıkorur oğluna, kendi isminin Türkçedeki tam karşılığı olarak “Cinuçen” ismini koydu.

Cinuçen Tanrıkorur daha çocuk yaşlarında ilk müzik derslerini annesi Adalet Hanım’dan aldı.

Gümrük müdürlüğünde ayakkabıcılığa kadar birçok işe girip çıkan Zaferşan Beyoğlunun, eğer müzikle ilgilenecek ise Batı müziğiyle ilgilenmesini istiyordu.

Kendisi on dört yaşında Beyoğlu’nda dans hocalığı yapmıştı. O dönemin moda dansları çarliston, fokstrot, tango, vals hepsini öğrenmiş, öğretmişti. Ancak babası her kadar oğluna Batı müziği aşılamaya çalışsa da Cinuçen Tanrıkorurklasik Türk müziğinden vazgeçmedi.

Neyse yazmak istediğim Cinuçen Tanrıkorur’un sanat hayatı değil. Aziz Nesin’i dünyaya tanıtan bir ödülle ilgisinin olmasıydı.

Yıl 1955.

İtalya’nın Genova yakınlarındaki Bordighera kasabasında Uluslararası Altın Palmiye Karikatür ve Mizah Yarışması yapılacak.

Aziz Nesin yarışmaya “Fil Hamdi” adlı öyküsüyle katılmak istiyordu.

İstiyordu ama bir engel vardı. Eserler İtalyancaya çevrilip gönderilmek zorundaydı.

Aziz Nesin Türkçe-İtalyanca bilen birini aradı.

Aklına Kuleli Askeri Okulu’dan arkadaşı Zaferşan Tanrıkorur’un oğlu geldi.

İtalyan Lisesi 12’nci sınıf öğrencisi Cinuçen Tanrıkorur, çeviriyi yapmamak için epey direndi. Çünkü korkuyordu. Okuldan öğrendiği İtalyanca ile bir edebiyat eserinin çevrilemeyeceğini söyledi.

Aziz Nesin, “İstediğin kadar kötü çevirebilirsin, hiç merak etme benim eserim birinci olacak” diye moral verdi.

Cinuçen Tanrıkorur çeviriyi yaptı.

Ve “Fil Hamdi” dünya birincisi oldu.

Aziz Nesin’e hikâyeyi kimin çevirdiğini sorduklarında hep “Bir Türk genci”yanıtını verdi.

Bu “Türk gencinin” kim olduğunu ben yıllar sonra, Cinuçen Tanrıkorur’un hatıralarını kaleme aldığı “Saz Ü Söz Arasında” adlı kitaptan öğrendim.

Peki Aziz Nesin neden “Türk gencinin” adını açıklamamıştı?

Aziz Nesin o yıllarda (ve hayatının tabii sonuna kadar) devlet tarafından fişlendiğinden, genç Cinuçen Tanrıkorur’un başına bir şey gelmemesi içinCinuçen Tanrıkorur’un adını saklamıştı.

Yine hatıratta yazdığına göre, Aziz Nesin de tıpkı Zaferşan Tanrıkorur gibiCinuçen’i müzik konusunda etkilemek istemişti.

“Aziz Ağabey ile birkaç yıl sonra Cağaloğlu’nda çalıştığı yayınevinde karşılaştık. Merhaba der demez başladı bana müzik konferansı vermeye (babam tarafından doldurulmuş olduğu belliydi). Alaturka müzik, Arap-Acem-Bizans karması bir saray artığıymış. Müzikle uğraşacaksam piyano filan çalmalıymışım; ancak böyle dünyaya açılabilirmişim. Ud çalarak Türkiye’nin dışına çıkamazmışım. Eğer bir daha karşılaştığımızda da beni yine alaturkayla meşgul görürse, sadece merhaba der, çayımı söyler, benimle konuşmaz, işine devam edermiş.

Ayrıldık ve bir daha hiç görüşmedik.”

Aslında bu hatırada çıkarılacak ne çok dersler var değil mi?

Aziz Nesin gibi büyük bir yazarın bu tavrını nasıl yorumlamak gerekiyor?

Batı’nın kültürünü “ilerici” bulup kendi tarihsel mirasını “gerici” görüp sırt çevirmenin sebebi salt kaba pozitivizm mi?

Solcular için klasik Türk müziği neden “gericiliğin” sembolü sayıldı? “Eskiyi”devam ettirdiğinden mi?

Osmanlı “ilericiliğinin” sembolü Mehter Takımı’na bile tavır alınması tarihimizi bilmemekten mi kaynaklanıyor? Ya da geriye dönüş korkusundan mı?

Soru çok.

Tüm bunları serinkanlılıkla tartışmalıyız.

Ama tüm bunları konuşurken ortak bir paydamızın olması şart:

Aziz Nesin de bizimdir, Cinuçen Tanrıkorur da...

 

KAYNAK: Soner Yalçın / Kürt Açılımı’nın Leyla Zana’nın Evliliğiyle Ne İlgisi Var? (hurriyet.com.tr, 18 Ekim 2009).

 

Yazar: Soner Yalçın

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör