Şair ve yazar (D. 4 Ağustos 1927, Ankara – Ö. 22 Ağustos 1985, İstanbul). Harita binbaşısı bir babanın beş çocuğundan dördüncüsü olan oğludur. İlkokula İstanbul’da, adı daha sonradan 19. İlkokul olarak değiştirilen Hırka-i Şerif İlkokulunda başladı. İlkokul öğrenimine babasının tayini sebebiyle gittikleri Eskişehir’de devam etti. Dördüncü sınıfa kadar Eskişehir’de okuduktan sonra babasının emekliye ayrılarak İstanbul’a yerleşmesi üzerine dördüncü sınıftan itibaren 5. İlkokulda okudu.
Ortaokul
birinci sınıfı da İstanbul’da okuyan Uyar, babasının Kızılay’da müfettiş olması
üzerine ortaokul öğrenimini Ankara’da tamamladı. 1941 yılında yatılı olarak
Konya Askerî Ortaokuluna girdi. Bursa Askerî Lisesi (1946) ve Askerî Memurlar
Okulundan (1947) mezun oldu.
1948
yılında personel subayı olarak ilk görev yeri ve o zaman Kars’ın ilçesi olan
Posof (Ardahan)’a tayin edildi. Daha sonra Terme Askerlik Şubesine, oradan da
Ankara’ya atandı. Ankara’da, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Dairesi
Başkanlığında üsteğmen olarak görev yaptı. Çok genç yaşta evlenen Turgut Uyar
on sekiz yaşındayken baba oldu.
Yirmi bir
yaşında ilk görev yeri Posof’a gittiğinde evli ve bir çocukluydu. 1958 yılında,
zorunlu hizmetini tamamladıktan sonra yüzbaşı rütbesinde iken ordudan ayrıldı.
Ankara’da, SEKA İrtibat Bürosunda ve Sanayi Bakanlığında memur olarak çalıştı.
1969
yılında emekliye ayrılarak İstanbul’a yerleşti. 1966 yılında ilk eşi ve
Semiramis, Şeyda, Tunga adlarındaki üç çocuğunun annesi olan Yezdan Şener’den
boşandı. 1969’da yazar Rana Tomris’le (Tomris Uyar) evlendi. Bu evlilikten
Turgut adında bir oğlu oldu.
Edebiyat Çalışmaları
Turgut
Uyar’ın ilk şiiri “Yad”, Yedigün (sayı: 46, 22 Haziran 1947)
dergisinde yayımlanmıştı. Uyar, 1948 yılında Kaynak dergisinin açtığı
bir şiir yarışmasında ikincilik kazandı. Yarışmadan sonra, seçici kurulda
bulunan Nurullah Ataç, birincilik adayının Turgut Uyar olduğunu açıklayarak,
ileride Turgut Uyar’ın çok iyi bir şair olacağını söyledi. Nurullah Ataç’ın bu
açıklamasından sonra dikkatler Turgut Uyar’a çevrildi.
1949’da
ilk kitabı Arz-ı Hâl, Kaynak Yayınlarından çıktı. Kitabın tam
adı, Arz-ı Hâl ve Akşam Üzeri Türküsü’dür. Kitabın Akşam Üzeri
Türküsü kısmı, söz konusu yarışmada üçüncü olan Çetin Tezcan’a aittir.
Çünkü Kaynak Yayınları, kendi açtığı yarışmada ikinci ve üçüncü olan şairlerin
kitaplarını birleştirerek yayımlamıştı.
1952’de
ikinci kitabı Türkiyem, Nurullah Ataç’ın önsözüyle birlikte yayımladı.
Kitap, o ve sonraki dönemlerin ünlü şairlerinin kitaplarının yayımlandığı
yayınevlerinden biri olan Varlık Yayınlarından çıktı.
Turgut
Uyar’ın ilk iki kitabı; Arz-ı Hâl ve Türkiyem’de toplanan
şiirleri, hece şiirinin ve Orhan Veli etkisinin algılandığı ilk dönem
şiirleridir. Turgut Uyar daha sonradan, Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Edip Cansever
ve Cemal Süreya gibi şairlerin içinde olduğu İkinci Yeni şiirine katıldı. Bu
dönemde yazdığı şiirlerle hem bu akımın hem de modern şiirimizin ustalarından
biri olarak öne çıktı.
1959
yılında Açık Oturum Yayınlarından çıkan Dünyanın En Güzel Arabistanı, Tütünler
Islak (1962) ve Her Pazartesi (1968) Turgut Uyar’ın İkinci Yeni’ye
ve modern şiirimize katkısını gösteren en önemli kitapları sayıldı. Divan
(1970) adlı kitabıyla geleneği gündeme taşıyan Uyar, bu kitabından sonra
yazdığı her kitabıyla, gerçek karakterini 1950’li yıllarda bulan şiirini biraz
daha güçlendirdi.
Şiirimiz
üzerine az yazmasına rağmen, yazdığı her yazı ilgiyle okundu. “Efendimiz
Acemilik”, “Çıkmazın Güzelliği” gibi yazıları bir yandan poetikasını ortaya
koyarken, bir yandan da şiirimizin bir döneminin kavranmasında başvurulan temel
yazılar arasında yer aldı.
Abdülhak
Hâmid’den Orhan Veli’ye kadar geçen süreci, her şairin bir şiirini esas alarak
incelemeye tâbi tuttu. Şiirimizin modernleşme dönemini İkinci Yeniye bağlayan
bu yazıları Bir Şiirden (1983) adlı kitabında topladı.
Şiirleri
İngilizce, Fransızca ve Sırpçaya çevrilen Turgut Uyar’ın şiir ve yazıları Varlık,
Yeditepe, Pazar Postası, Dost, Değişim, Türk
Dili, Yedigün, Kaynak, Şimdilik, Forum, Yeni
Dergi, Hürriyet Gösteri, Milliyet Sanat, Düşün, Dönem
ve Papirüs dergilerinde yayımlandı. Uyar, Hüseyin Cöntürk’ün
çıkardığı Dönem dergisinin kurucuları arasında da yer almıştı.
Ödülleri:
Tütünler
Islak (1962) adlı kitabıyla 1963 Yeditepe
Şiir Armağanını, Kayayı Delen İncir ile 1983 Behçet Necatigil Şiir Ödülünü,
yeni şiirlerinin eklendiği ve tüm şiirlerini toplayan Büyük Saat (1981)
ile 1984 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülünü aldı.
Turgut Uyar İçin Ne Dediler?
“Bilmem yanılıyor muyum Turgut Uyar’ı iyi
bir şair saymakla? Hiç sanmıyorum. Ne olursa olsun, onun
için atıyorum zarımı. Övünerek söyliyeyim, şairler için attığım
zar, şimdiye kadar çoğu iyi geldi, doğru seçtiğimi gösterdi. Turgut
Uyar için de iyi geleceğinden hiç şüphe etmiyorum.” (Nurullah Ataç)
***
“Orhan
Veli akımında düz anlatış vardı. Bu şiirde (İkinci Yeni) düz
anlatıştan ileri bir alan gelir. İlhan Berk, yaşamayı, salt
yaşamayı anlattığı için, daha çok ‘hareket’e ve ‘fiil’e önem verir. Şiirleri
‘fiil-şiir’lerdir âdeta. Olay, hikâye, fiil konur
ortaya. Anlatım önemli olur; en önemli kelime fiildir. Kelimeler
ve mısra, fiilin fonksiyonu olur. Böylece insan ve yanı sıra
tabiat çıkar. Burda, biz, ‘insan’ı yakalarız, ‘yaşama’yı.
Edip Cansever maddeyi anlatıyordu. Ve şiiri bir soyutlama oluyordu.
İlhan Berk, ‘yaşama’yı anlatıyor; şiiri bir ‘hikâye etme’
oluyor. Cemal Süreya ve Turgut Uyar bu yaşamaya bir sıfat katıp ‘kişi’de
paylaşıyorlar. Biri ‘yaşama’yı varoluş problemi bakımından didikliyor
(Turgut Uyar), öteki insanlararası çatışma ya da sevişme yönünden
(Cemal Süreya). Yani birinde insan tabiatın ortasında, öbüründe
insan insanın yanında. Her ikisinin şiiri de somutlama oluyor.”
(Sezai Karakoç)
***
“Soluklu,
soluklu olduğu kadar da görkemli bir şiirdir Turgut’un şiiri. Okuyanları
şaşırtıp sarsarak parçalara ayırmaz, tersine bütünleştirir, bir
düzene sokar onları. (…) Türk şiirinin en seçkin, en usta
şairlerinden biridir Turgut Uyar.” (Edip Cansever)
***
“Ben
Turgut Uyar’ın şiirini iki kitabını (Dünyanın En Güzel Arabistanı, Tütünler
Islak) eksen kabul ederek anlayabilirim. Böyle anlaşılmasının
doğru olduğu görüşündeyim. Çünkü şairin bu kitaplarını içine alan dönemi,
bütün dönemlerinde sürdürdüğü şiir kaygusunun fiilen yazmakta olduğu şiirle
en çok örtüştüğü dönemdir. Bu dönemle Turgut Uyar ‘mükemmeliyetçiliğe’
karşı açtığı savaşın ileri hatlarına ulaşmayı başardığı kadar, toplumun
yaşadığı değişmenin derin anlamına inebilmektedir. Bunu ‘visionnaire’
bir tutumla gerçekleştirmektedir. Modern Türk şiirinin konformizme
düşman sesidir Turgut Uyar. Şiirini nelerin rağmına kurmuştur? Bunu
düşünmek bir büyük burukluk bırakıyor insanda. Ama hep bunu düşündürüyor.”
(İsmet Özel)
ESERLERİ:
Şiir: Arz-ı Hâl (1949),
Türkiyem (1952), Dünyanın En Güzel Arabistanı (1959), Tütünler
Islak (1962), Her Pazartesi (1968), Divan (1970),
Toplandılar (1974), Kayayı Delen İncir (1981), Büyük Saat
(Bütün şiirleri, 1981).
İnceleme: Bir
Şiirden (1983).
Eleştiri: Sonsuz ve
Öbürü (1985).
KAYNAKÇA: Mehmet Kaplan / Cumhuriyet Devri Türk Şiiri-II (1973),
Turgut Uyar’ın “Büyük Saat”i (incelemesel eleştiri, Varlık, sayı: 937, Ekim
1985), Sezai Karakoç / Edebiyat Yazıları-II (1986), İhsan Işık / Yazarlar
Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –
Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü
Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of
Turkey’s Famous People (2013), Emine Edibe / Turgut Uyar ve Borges (Kırklar,
sayı: 5, Ocak 2004), Ali Bayram / Turgut Uyar’da Suyun Simgelediğidir (Kökler,
sayı: 7, Ekim 2004), Yakup Altınyaprak / Edip Cansever ve Turgut Uyar Şiirinde
Modern Yaşamın Parametreleri (Dergâh, sayı: 172, Haziran 2004), Fatih Altuğ /
Onunla O Eksik Geldi (Yasak Meyve, sayı: 15, Temmuz-Ağustos 2005).
Sorun,
şiirin -üstelik insanın kendi şiirinin- çıkmazda olduğunun bilincine varmaktır.
Bu çıkmazın bilincine varmak biraz da çözmek demektir onu.
Şiirimiz,
-dolayısıyla edebiyatımız, çünkü ülkemizde edebiyatın, hatta bazı ölçülerde toplumun
birçok sorunları, açık kapalı, şiirde tartışılır, şiirde çözülür yahut çözülmez
veya bu sorunlardan şiirde vazgeçilir. Belki de sağlam düşünce zeminleri
kurulmamış bütün ülkelerde böyledir bu- gerçekten bir çıkmazdadır. Nasıl ki Nâzım
sonrasında da, Orhan Veli sonrasında da çıkmazda idi. Çünkü şiirin çıkmazı,
yukarıda değindiğimiz sebepten insanın çıkmazına, toplumun çıkmazına sıkı
sıkıya bağlıydı ülkemizde. (Belki de bir bakıma şiirin görevi hep çıkmazda
olmaktır. Rahat işleyen şiir kuşku vermelidir. Belki yaşanandan geride
kalmıştır onun için. Divan şiiri hiç çıkmaza düşmedi. Hiç değilse Tanzimat’a
kadar düşmedi. Çıkmaza giren insanla birlikte sarsıldı ve eskidi. Hece geride
kalmayı kabullenerek başladı, onun için çıkmazda değildi. Sık sık dalgalanan,
dalgalanmaları büyük bir toplumda, toplumu, yaşanandan değil, bir çeşit
vocabulaireden kovalıyordu, sunulmuş sözcüklerden izliyordu. Buna boyun eğmişti.)
Şiir
çıkmazda. Şimdiye değin, ne romanın, ne tiyatronun, ne sinemanın izleyemediği,
anlayamadığı bir çıkmazda. Belki yalnız öykünün farkına vardığı bir çıkmaz.
Bu
çıkmazın en önemli sebeplerinden biri, şiirin kendi sebep ve sonuçları
(denebilirse bir çeşit otofaji) ise, öbür nedenleri arasında, toplumsal
koşulların, toplumsal dayanakların değişmesi, yani insanın, insanın alıp
verdiklerinin, insan ilişkilerinin değişmesi ise, önemli bir başkası da: geri,
sorunsuz, bilinçsiz gelişen insanın, dolayısıyla şiirin imkânlarına dar
anakronik bir ortamın ve buna bağlı bir şiir ortamının türemesidir. (Bu ortamın
bahse değmeyecek kadar önemsiz, etkisiz olduğunu söyleyecekler çıkabilir.
Önceleri biz de böyle düşünüyorduk. Ama şiir kendi başına yaşayan, soyut bir
yaratık değil. Geldiği sebepler, seslendiği, seslenmek zorunda olduğu yerler
var. Ülkemizde daha bir süre, sözü edilmeye değmeyen şeyleri yılmadan ortaya
koymak, tartışmak zorundayız. Herkes, savaşmaya zorunlu olduğu şeylerin,
budalaca çetinliğini bilmek, hesaba katmak zorundadır.)
Her
beğeninin bir ortamı, her tür şiirin bir alıcısı vardır. Yapılmakta olanı
kimsenin küçümsemeye hakkı yoktur. Ama budalaca aşk şiirlerinin, budalaca biçim
denemelerinin birdenbire yarattığı ortama, ses çıkarmamaya, görmezden gelmeye
pek katlanamıyor insan.
Şiir
çıkmazdadır. Bütün şiir yazanlara, edebiyat yazanlara hatırlatmak gerekir: Şiir
çıkmazdadır. Çünkü insan çıkmazdadır, sorunlar çıkmazdadır. Toplum değişiyor,
insan değişiyor, insanın yeri değişiyor, insanın ilişkileri ve sorunları
değişiyor. Ülkemizde en azından birtakım kavramlarla yeni yeni karşılaşıyoruz.
Şiirin en azından artık bir avunma, oyalanma değil, bir saptama, belki bir
önerme olduğu anlaşılıyor.
İnsan,
dolayısıyla şiir değişiyor. Bu değişme ancak değişmenin ve değişenin, eskimenin
ve eskiyenin farkına varmakla izlenebilir. Bilgi şartı yanında bunları ayırt
etmenin asgari baz’ı sağlam bir duyarlıktır.Yüzyılımızın bütün gereçleri de
bunu sağlamaya elverişli üstelik. 1930’un eksik idealizmi, 1940 realizmi ve
1950’nin hastalıklı romantizmi ile bugünün insanını betimlemek mümkün değil.
Evet
şiir çıkmazda. Çünkü insan çıkmazda. Ama bütün sorun bir çıkmazın bilincine
varmakta. Şiirin çıkmazda olmadığını düşünenlerden yana değiliz.
Çünkü
bu çıkmaz; bilince, bilgiye, uygunluğa, çağdaş şiire ve insana yeni bir imkândır.
(Arz-ı Hâl ve Sonrası, 1999)
ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım.
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
(Dünyanın
En Güzel Arabistanı, 1959)
Her
şey akıp gider
Oh onlar
birer ayçiçeğidir yüzleri
güneşe ve aya
dönen
Hep güneşe
—Ve
ben ruhçulara göre şaşkın
Zevcelere
göre alkoliktim
Evet
gerçekten hayatımda çok içtim
Ne
kadar içtim, ne kadar duraklardan geçtim
öfkenin
ve sevincin özrüne sığınıp
Ama.
Bir akşam oldu muydu iyi bir akşam
yani
saksı çiçeklerinin üzerine tozlar konan
ve
çalışmışsam o gün, dürüst ve islâm kalmışsam
bu
iyi bir başlangıçtır derim aşk yapmaya.
Sular
ısıtılmalı güğümlerde ve karım
birtakım
moda dergilerinden bile olsa karım
güneşin
batışını fark etmeli ve deniz
bir
kavga gibi girmeli aramıza
fark
etmeli ki iyi bir güneş iyi bir yataktır
benim
kollarıma
ve
fayton seslerini duymalıdır loşluğa giden
benim
kollarıma
Bilmem
yetkim var mıdır söylemeye onun
anadan doğma mutsuz olduğunu.
Mutluluk evrenseldir kolayca bölüşülür
Kolayca ha kendiliğinden
(Kimine bir kadın kimine bir başkaldırma)—
Oysa
şimşekler çaktı mıydı Bolkar’ın üzerinden
sular
tarlaları bozdu muydu
ve
bir kadın azıcık davet taşıdı mıydı
neden
söylememeli, Anadolu’da
gecelerin
zifaf olmaması imkânsızdı
Ve
kocaman bıyıklarıyla
ayışığını
zorlayan
Çoğalma
duyguları
—Bu arada tiyatrolar oynanır
hakedilmiş gece ayasını kaşındırır insanın
ve birden karşı karşıya gelir
Romeo ile Kerem ve ben
bir düzeni eğitimli bir adam olarak kabullenen
susarım aşklarına her ikisinin
—araya koca gözlü bir küçük kız girmese—
sevmek başka bir yetenektir hemen anlarım.
Hemen anlarım, hiç yanılmam
ve çarşılarda, cami avlularında
ahşap çatılar altında nice kültürler gelişmiştir
bilirim. Ama bir akşam
hakedilmemiş bir akşam
dürüst ve islâm kalmamışsam
yeter kendimi yargılamama
bir şey yapmam
biraz daha beklerim.—
—Her
şey akıp gider, bir katı hüzün kalır
Her
zaman geceleyin kalır o, bazan gündüzün kalır
Beyaz
gömleklerin ve kayıt defterlerinin
banka
sıralarının ve sıra beklemelerin
Ve
bir düzenle yüz yüze gelmenin anısı
Bugün
başka şey ve başka bir şeydir yarın
Ah!
İşte öyle bakmayın
Bir
geçmişi anmaya var mısınız
Biraz
benimle, biraz benimle, biraz uzak ama yarın
Geçer
gidersiniz uzaklardasınız.
Ben
de bu dünyaya geldim geleli
Benden
böylece işte ne umarsınız.
Ah!
Her şey akıp gider, bir tarlalar ve sevda kalır
Ne
sevdadır ne bıçaktır, utançlardır saklanır
Çocuklar
bir gecedirler girerler yatağımıza.
Birisi
sağımıza, birisi uykumuza ve biri mirasımıza
Ve
gizli bir başeğmedir sizde aşk
kilimlerle
ve orkidelerle oyalanan
Bizde
bunun kim farkına varır.—
—Koca
bıyıklarıyla indi Malatya’dan
Çarşılar
ve ortahâlli evler
semaverler
ve hamurtahtalan uyanmadan.
Malatya’nın
Kâhta kasabasından ve Kâhta’nın
uzun,
silik, uzunsilik, uzun
bir davalı mezrasından.
Güldü ve bülbüldü
yolları ve dağları yassılaştıran,
Bense bir şehirden bir oğlan
sonunun nereye varacağı belli olmayan,
adı ya büyük bir aşka karışan
ya da hiç hatırlanmayan.
Soyumuz geçerlidir biliyorum geçerlidir,
sık sık unutulan soyumuz
geçerlidir
bir kıyıda bir sandal gibi bağlanan.
Gelirdi.
Malatya’nın
Kâhta kasabasından
Kocaman
bıyıklarıyla,
adı
bir kanuna hemen uygulanan
Kâhta’nın
ve
o sonsuz bülbülü avucunda taşıyan
ve
sonsuz gülü avucunda taşıyan
Yani
koca bıyıklarıyla güllü ve bülbüllü bir adam
Gelmiş
geçmiş bütün öbür şeylerin
her
şeysini bir parça kendinde taşıyan
kentinde
taşıyan
(Dumanlı
ve derin ve karşılıksız
Şiirine
ve geçmişine küskün)
kucağında
büyük
gözlü bir kız çocuğu taşıyan.
Banka
bağışı sıralarda oturdular oturdular
ürkek
ve şaşkın girdiler röntgen odasına
fakülte
hastanesinde iki yüz bir sıra numarasında
o
kız çocuğuyla kucağında
kocaman
gözleri, babasının
kocaman
bıyıklarını yadırgatmayan,
öyle
dağlı aşklara alışkın öyle müslüman
kocaman
bir kız çocuğu
şöyle
ki
vilâdî
kalça çıkığından daha kahraman
İnsan
tükenir sanırım bir çiçeğe durmadan baksa bile
bir
güzel aşk okusa bile.
Biz
nerden tükeniriz adımız saydam
hele
akşam oldu muydu çok daha saydam,
kapanır
gideriz sözlükteki bir aşk anlamına
ve
tabancamız yok.
Bilmeyiz
silâhı yerinde kullanmayı
Kim
bilir silâhı yerinde kullanmayı
dağlı
aşklardan ve kan davalarından başka?
ve
kadınını bir alet gibi güzel kullanan
kucağında
iki yaşında bir çocuk
kocaman
bıyıklı bir adam.—
ben
de bu dünyaya geldim geleli
giderdi
bir atlı
giderdi dünyayı umursayan
ve terkisinde
gebe kalınan
büyük bir atlı
Durup bütün kinsizliğiyle.
Kucağında büyük gözlü bir kız çocuğuyla koşuşan
elleri paraya alışkın olmayan
kocaman bıyık bir adam.
Ne kadar hoyratsınız ve uzaktasınız.
bu çok az bir şeydir biliyorum
belki balkona asılan çamaşırlar
ve bir otobüs parası biliyorum
Senin sonun çamaşırlar asılı bir balkona varırdı
bir sokağın en agüzel adına varırdı
biraz islâm, biraz yaban ve cünup
ve batı ve para en güzel kurtuluştu.”
—Ben
de bu dünyaya geldim geleli
Ucu
mor püsküllü marpucum mu var
Ya
bir savaş çıkar bozar dengemi
Ya
bir ahu gözlü kıyar canıma
Ah!
Şimdi bakmayın kocaman bıyıklarıma
Kucağımda
kuş gözlü bir küçük kız
Kentlerde
o anasız ben kadınsız
Tumturak
bir nasır boğazımda
Her
şey akıp gider bir katı hüzün kalır
Her
zaman geceleyin kalır o, bazan gündüzün kalır
Ben
de bu dünyaya geldim geleli
Ölmezsem,
öldürmezsem
Kim
benim farkıma varar?—
(Büyük Saat, 1981)
birden hatırladık seninle
buluşamadığımız günleri
gel ey büyük bakış yüce suskunluk gel artık beri
kentleri ve kasabaları ve
köyleri çevirdik senin adına
kapıları tutmaktan artık herkesin nasır oldu elleri
olsun daha da tutarız sen
varsan düşüncemizde ama gel
tutarız karaları ve denizleri ve yaşayan yürekleri
kendin karşı koydun yaptığın
saraylara zindanlara tellere
yine kendin kullan artık kendi yaptığın tüfekleri
bozgun bir şubat sensin,
ekmek ve kan senden, ekim sensin
nerende taşır büyütürsün nerende sonsuz gelecekleri
hatırla, kendini hatırlat, o
büyük haklılığı denize giden
hatırla, karada ve denizde onardığın her yeri
hatırla, karada büyük taşları
üstüste kodun, hatırla
yürüttün canalıcı denizlerde cesur gemileri
«...senin hüznün bir
yazgıdır, bir eski zamandır
büyüksün artık büyük dirimine beni inandır
bir değişmezlik sanırsın
çoktan beri her şeyi oysa
bir vakitler güneyde öyle kötü kullanılmış ki...»
gecikmiş bilgeliğin yaşamış
bir eski ağacı hatırlatır
ki sen emzirirsin duyguyu, sen beslersin kalemleri
sen yarattın, sendeyiz,
suyumuz, toprağımız kanımız senden
ey yüce bekleyiş, sanki bu
kalın eller kimin elleri
artık bize soluk ver, bizi
besle, kendini hatırla
ey biraz yavaş, biraz kutsal, beklerken az sevinçli
seni bağışlamam çünkü ben
büyük bir dirim taşırım
çünkü ben ey derim ve severim ey demeyi bilenleri
biz bir aşk nedir biliriz
seninle, biz biliriz
ey kim varsa orda o tek olanın adına çekin kürekleri
(Büyük Saat, 1981)
Terziler geldiler. Kırılmış
büyük şeylere benzeyen şeylerle
daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere
Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.
Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı. Sonra
sonsuz çalgısı sevinçsizliğin.
Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle...
Yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular
O çelenk onbin yıllıktı, taşıyıp getirdiler
Ölülerini gömmüşlerdi, kalabalıktılar, tozlarını silkmediler
Bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi,
"Tanrıtanır
kadınlar ve cumhuriyetçiler
piyangocular, çiçek satın
alanlar,
balıkçılar ağlarını,
paraketelerini, ırıplarını, oltalarını
zokalarını, çevirmelerini ve
kepçelerini topladılar.
Sigaralarını yere atıp
söndürdüler sigara içenler."
Bir şey vardı ısınmaz kalın
kumaşların altında, kesip biçtiler
Patron çıkardılar, karşılaştırdılar,
Katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler
Şarkılara başladılar ölmüş bir at için
Makaslarını bırakmadılar
Bekleniyorlardı.
"Ey
artık ölmüş olan at! -dediler-
Ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı!
Sen açardın,
Otuzüçbin at türünün tek kaynağıydın sen!
Tüylerin karaparlaktı. Koşumların,
-kokulu yağlarla ovulup parlatılan-
nasıl yakışırdı sağrılarına ve göke.
Göke bir ululuk katardı
sonsuz biçimin, at!
Toynaklarını liflerle ovardık
Senin karaya boyanırdı koşuşun
Uyandırırdı bütün karaları ve denizleri.
Çılgın kişnemeni duyardık sonsuzun yanıbaşından
Ne güzel gözlerin vardı Kara at!
Binlerce kişi,
-çocuklar, kadınlar, erkekler görkemli yahut
darmadağın giysileriyle herkes
körler ve cüzamlılar,
bütün kutsal kitaplar kalabalığı,
ermişler, kargışlılar ve günahlılar
gebe kadınlar, vâz edenler
ve dondurmacılar ve at cambazları ve
tecimenler ve kıralcılar ve gemicilerle
Tanrıtanımazlar ve tefeciler ve
yalvaçlar...-
ormanlardan ve kıyılardan ve kıraç yerlerden gelmiş
senin mutlu ovanı doldurup
haykırırlardı.
Büyük sesler içinde sen, geçerdin..."
Terziler geldiler. Bu
güneşler odaların dışındaydı artık.
Herkes titrek ve sabırsız, titrek ve sabırsız evlerinde
Gazeteler yazmadı, dükkânlar dönemindeydik
Yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapadılar
Parmakları uzun, kurusolgun yüzleri sararmış, eskimiş durmaktan
Yitik saat köstekleri, titrek ve sabırsız yorgun bacakları
Her şeylerine yön veren durmuşluğa olur dediler
Beğenip gülümsediler.
"Ey
artık ölmüş olan at! -dediler-
Senin eyerin ne güzeldi.
Dişi keçi derisinden, ofir
altınıyla süslü
Nasıl yaraşırdı belinin soylu
çukurluğuna
Seninle öteleri ansırdık.
Öteler, baklanın ve pancarın
duyarlığı
Kedinin varlığı erişilmez
kişilik
Güneşli bir damda.
İçimizden gemiler kaldırırdın,
Suyunu büyük şölenlerle
tazelerdik
Bayramımızdın. Kuburlukların
bütün kişniş ve badem doluydu.
Şimdi dar dünya
Ölümün büyük hızı
kesildi."
Terziler geldiler. Ateş ve
kan getirmediler.
Hüzünleri kan ve ateşti ama. Uğultulu bir şey
Ekspresler garlarda kaldı, ilâçlar çıldırdılar
Kenti bir baştan bir başa dolaştım, tıs yok
Bütün odalara dağıldılar. Sürahiler tozlu, pabuçlar kurumuş
yerlerde kırpıntılar,
"oyulmuş
yakalar, kolevlerinden arta kalanlar
vatka pamukları, verevine
şeritler, kopçalar,
düğmeler, ilikler
iplik döjküntüleri, kumaş
parçaları,
karanlık akşamüstleri ve sabahlar,
dükkân tabelâları,
kartvizitler..."
kasıklarına kadar çıkmış, en
ufak bir ölüm bile yok.
Tarafsız bir aşk çağlıyordu onların solgunluğunda
Mutfaklarını kilitlediler, büyük atsı giysiler kestiler,
"Ey artık ölmüş olan at!
-dediler-
Koşuşun büyütürdü dünyayı senin!
Sen nasıl da koşardın.
Biz güneyde yatardık, sen koşardın
Hangi at güzelse ondan da güzeldin
Kuyruğun parlak savruluşuyla bölerdi
bir karaya göğü
ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu.
Gemin güzel sesler çıkarırdı güzel
ağzında,
herkesi sevinçle haykırtan.
Başın yaraşırdı düşüncemize ve
gözlerine saygıyla bakardık..."
Terziler geldiler.
Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri
Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler.
Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular
Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
iğnelerine iplik geçirip beklediler;
"Ey artık ölmüş olan at!
-dediler-
En güzeli oydu işte, yüzünün
savaşla ilişkisi.
Boydanboya bir karşıkoyma, denge
ve istekli bir azalma. Onu bilirdik.
O ağaç senin kanınla beslenirdi,
hepimizi besleyen.
Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
senin karşında,
alışveriniş, alfabenin, iplik döküntülerinin ve
her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği..."
Şöyle
deyince daha çok yaklaşıyorum onun şiirine: Turgut Uyar özellikle son yıllarda
büyük bir şiirin ortasını yazıyor. Büyük bir gövdedir onun şiiri. Kımıldadıkça
kendine benzer yeni gövdeler hazırlar, çoğaltır. Bir anıttan çok bir dirim
belirtisidir. Bu yüzden kolay kolay tanımlanmaya gelmez: Görülür, tanık olunur.
Blok hâlinde bir izlenimler bütünüyle gireriz ona. Şiirsel işlevini bütünüyle
ve sürekli bir şekilde hareket ederek sürdürür. Tek tek şiirler yok, şiiri vardır.
Bölerek, parça parça düşünmek silâhsızlandırmaktadır onu biraz. Parça parça en
güzel şeyleri söylediği hâlde böyle konuşuyorum. Asıl Turgut Uyar daha yukarı
bir kesimden sonra başlar. Ayrıntılar ayrıntılı olarak değil, bütünün küçük
organları olarak önem kazanırlar. Tekrarlar, yığıntılar o bütüne göre anlamlanırlar.
Tarih içinde değil, küçük olayların öyküsü, daha doğrusu o olayların “ben”le
ilişkisinden doğan bir mitoloji içindedir. “Ben” kendisiyle samimi ilişkiler
kurmuştur. Bu da dünyayı ilkel çizgileriyle kabul etmekten çıkıyor galiba.
İnsan doğar ve kendi gerçeklerini yaratmaya başlar. Ama tek insan için bunlar
bir veriler yığınından başka bir şey değildir. Turgut Uyar’da cinsel istek
eşyaya damgasını bastırır. Cinsel isteği saf ve aptal odalardan çıkararak
şehrin gürültüsünden geçirir. Şehir, fetişlerdir. Şiirin altında ayrı bir
akıntı vardır: Yaşamayı sevmek, insanın haklı çıkması. O bütün bu verileri
kucaklar, sayar, köşelere diker. Büyük bir hoşlanma duygusuyla karmaşıktır;
ürkek yürek bütün geçmişi kabullenmektedir. Duyarlık, yüreğinde de omuriliğinde
de aynı hızla yükselir.
Turgut
Uyar’ın bu şiirsel gövdeye uygun olarak kurduğu söz düzeni sanatımızın ne
ilginç girişimlerinden biridir.
“Ve
Allah’ı arardım serçe yuvalarında.” Turgut Uyar’ın 1947’de yayımlanan ilk
şiirinden aldığım bu mısra da gösteriyor ki o, şiir serüvenine adımını atarken
bile değişik bir duyarlığın adamı olacaktır. Yine aynı şiirde büyük bir anlatım
rahatlığı göze çarpıyor. Turgut Uyar’ın şiirimize getirdiği yeniliklerden biri
de sözünü ettiğim şiirsel gövdeye uygun gelen anlatımı yakalamasıdır. Şiirimiz,
vezinden serbest söyleşiye geçerken kendini bir ritm yaratma zorunda görmüştür.
Anonim kalıplarının alışılmış düzenini aratmayan bir başka biçim özelliği,
Orhan Veli’nin, Oktay Rıfat’ın, Melih Cevdet’in halk deyimlerine fazla yer vermelerinin
bir nedeni de budur belki. İkinci Yeniyi ise dilde “iç uyum” arayan bir girişim
olarak nitelendirebiliriz: İkinci Yeni dilin iç olanaklarını araştırırken böyle
bir zorundan hareket ediyordu. Turgut Uyar yalnız bir ritm kurmamış, aynı
zamanda o ritmi kendi şiirinin kadrosu içinde özgünleştirmiştir. Ondaki iç ritm
sese ilişkin bir nitelikte değil. Daha çok şiirsel yükün gövdede rahatlıklar
aramasıyla ilgili. Bir de dışardan uygulanan biçim öğeleri var ki bunlar ayrı.
Turgut
Uyar’ı şiirimizin ön sırasına getiren bir özellik de görüntü kavramına kattığı
yeni olanaklardır. Çok boyutlu ve gerçeğin asalağı olmayan görüntülerle
çalışır. Sözgelimi başka şairler akşam’ı bir yanıtla anlatırken, akşamdaki bir
şeyi anlatırken, Turgut Uyar akşamı bütünüyle kavrama eğilimindedir. Düzyazıdan
korkmaz, ondan şiir devşirir boyuna. Bu arada konuşma diline yeni kullanma
değerleri getirir, uçları eski şairlerin kıyılarına vuran “parodi”ler kurar.
Dünyanın
En Güzel Arabistanı’nda, Tütünler
Islak’da ve daha sonra dergilerde yayımladığı şiirlerin çoğunda onun insani
değerlerden çok insani durumlarla ilgilendiği bir gerçektir. Yalnız ben son
birkaç şirinde onun insani değerlere yöneldiğini sezinliyorum. Bu geçici mi olacaktır,
yoksa sürekli bir değişmenin belirtisi midir? Erken konuşmuyorsam, bir ikidir
yeni bir yolu deniyor. Ağırlık noktasında bir kayma göze çarpıyor. Şiirindeki “dünyadan
hoşlanma” duygusu bir “mutluluk dileği duygusu” ile yer değiştiriyor. Eskiden
omurilikle yürek birlikte çalışırken, şimdi omurilik yüreğin yedeğine giriyor.
“Hızla Gelişecek Kalbimiz”i bu yeni yönsemeye örnek alabiliriz. “Kadırga” ve
“Açıklamalar” adlı şiirlerinde de aynı değişikliği görmemeye imkân yok. Bu
şiirlerde söz düzeni de daha berrak. Akıl daha çok karışıyor işe. Görüntü
yavaşça geriye çekiliyor. Birtakım yan kavramlar ortaya çıkıyor.
Böyle
bir evreye girerken Turgut Uyar’ın şiirinde oluşan bir başka yeni özellik
“ben”in “biz“e dönüşür gibi olmasıdır. Birey artık eşyayı egosantrik bir
şekilde üstlenmiyor. Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda, Tütünler Islak’da
olağan ve küçük durumların genel yapı içinde “uyumsuz”u destekleyen,
saydamlaştıran bir işlevleri vardır. Son bir iki şiirde ise yalın bir söz
düzeninin canlılığını korumak söz konusu. Öte yandan zamanda da bir kayma var.
Turgut Uyar’ın şiirlerinde şimdiki zamana alışmıştık daha çok. Bir şimdiki zaman
içinde geçmişin ve geniş bir zaman verimlerini yaşıyordu. Şimdilerde gelecek
zamanı kullanmaya başladığını görüyoruz. Umudun şiirini yazmaya geçmesinden mi
bu? Bu zaman kaymasına umudun bir değişkeni olarak mı rastlıyoruz şiirlerinde?
Bu
sözlerimden Turgut Uyar’ın şiirinde bir kimlik değişmesi bulduğum sanılmasın.
Aynı kimliğin yeni bir çağ tanımasıdır söz konusu olan. Turgut Uyar şiir üstüne
çok düşünmüş bir şair. Şiirinin işlerliğindeki bazı öğelerin tutarlı bir
şekilde yer değiştirmesi, onun kendi sanatının özel sorunlarını nice bildiğini
gösteriyor.
Söylenenlerin
aksine İkinci Yeni şairleri başlangıçta ayrı ayrı şiirsel noktalardan hareket
etmişlerdir. Orhan Veli şiiri tıkanmıştı. Bu şiirin dışında bir şiir oluşmaya
başlamıştı. Ancak İkinci Yeni için yapılan tanımlamalar hem biraz erken, hem de
çoğu doğru olmayan öğelere göre yapılmıştır. Daha ilk günlerde tanımlanmaya
geçilmiştir. O sırada İkinci Yeni ne olduğuyla değil, ne olmadığıyla beliren
bir şiirdi. Oysa birçok genç şair, şiirin kendisinden değil, yapılan
tanımlamalardan çıkarak yazmaya başladı. Üstelik yeni şiir tutumunu getiren
bütün öncülerin ortak etkileri de bunların üstünde kurulmuş bulunuyordu. Bu
arada öncüler arasında da elbet etkiler, karşı etkiler oldu. Ama İkinci Yeniyle
ilgilenen yazarlar bu hareketi anlatırken o ortak özelikleri şemalarına döken
ikinci sınıf şairlerden birtakım kurallar çıkarmayı daha kolay gördüler. Bu
durum, şiirimizi dikkatle izleyen kimselerin İkinci Yeninin ortaklaşa ve kişiliklerini
ayırmamış bir şiir olduğunu sanmalarına yol açmıştır. Nedir ki zaman geçtikçe
gerçek bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. Turgut Uyar, İkinci Yeninin merkezinde
olmuştur. Şiirimiz onunla gizlileri yoklama yeteneği kazanıyor. Hatta daha
ileri giderek şunu söyleyeceğim: Onun deneyinin şiirimizdeki işlevi şiirinden
de önemlidir. Ahmet Muhip Dranas, Ahmet Hamdi Tanpınar ortaya çok güzel
yapıtlar koymuş sanatçılardır, ama ne kendi günlerinde, ne de daha sonra bir
işlevleri olmuştur. Buna karşılık Orhan Veli’nin büyük bir yapıtı yoktur, ama
büyük bir işlevi vardır. Turgut Uyar’da ise iki özelliği bir arada görüyoruz: Büyük
bir yapıt ve büyük bir işlev.
Sanatta
girişimdir asıl olan.
Sanat
sorunlarının kendi doğrultularında insan sorunlarına dönüşebilmesi, daha doğrusu
bazı insan sorunlarını yüklenebilmesi ancak köklü girişimlerin sonucu olarak doğuyor.
Ne yönde olursa olsun, köklü bir sanat girişimi eninde sonunda bir insan
girişimidir.
Turgut
Uyar, şiir girişimiyle Akdenizli bir şair olarak çağdaş sanatta kendi yerini
ayırmıştır.
(Şapkam Dolu Çiçekle, 1976)