Şair ve hayırsever hanedan
mensubu (D. 1 Haziran 1826, İstanbul - Ö. 12 Şubat 1899, İstanbul). Osmanlı
hânedanı mensupları arasında yetişen tek kadın şair olup, Sultan II. Mahmut ile
II. Kadın Efendi Zernigâr Hanım’ın kızıdır. Annesi, onun doğumdan kısa bir süre
sonra öldü. II. Mahmut, Adlî olan mahlasını (takma ad) anımsatması için kızına
Âdile adını vermiştir. Adile Sultan on üç yaşında iken babası da ölünce, öğrenimi
ile yetiştirilmesi işini ağabeyi Sultan Abdülmecit üzerine aldı. İyi bir öğrenim
görerek Arapça, Farsça, edebiyat, tasavvuf, müzik ve hat (güzel yazı) öğrendi.
On dokuz yaşında iken Tophane
Müşiri, daha sonra sırasıyla kaptan-ı derya, serasker ve sadrazam (başbakan)
olan Mehmet Ali Faşa ile evlenmesi uygun görülerek nikâhları 28 Nisan 1845 tarihinde
kıyıldı. Ertesi yılın Şubat ayında da bir hafta süren görkemli bir düğünle evlendiler.
Âdile Sultan’ın düğün töreni, XIX. yüzyılda Osmanlı Sarayında yaşanan en ilgi
çekici olaylardan biri olarak tarihe geçmiştir. Evlendikten sonra, bugün
Fındıklı’da Mimar Sinan Üniversitesi’nin bulunduğu yerdeki Neşetâbâd Sarayı
Âdile Sultan’a tahsis edildi. Zaman zaman Kuruçeşme’de Esma Sultan’dan kalan
yalıda, Kâğıthane, Çırağan, Validebağı ve Kandilli’deki saraylarda oturdu.
Kızı Hayriye Sultan’ı
1865 tarihinde İşkodrah Mustafa Şerifî Paşazâde Rızâ Bey’le evlendiren Âdile
Sultan; 1869’da, yani evlendikten yirmi üç yıl sonra dul kalmıştı. Eşi Mehmet
Ali Faşa’dan kısa bir süre sonra da kızını yitirdi. Bu kızından başka bir oğlu
ile Hayriye Hanım Sultan adında bir kızı daha vardı. Adile Sultan’ın Mehmet
Ali Paşa’nın ilk evliliğinden olan üvey oğlu Müşîr Mahmut Ethem Paşa, Türk müziği
repertuvarını toplayan ünlü bir müzisyen olup, Adile Sultan’m yeğeni Rehâ
Sultan ile evlenmişti.
Nakşibendî tarikatından olan Adile Sultan, tarikat şeyhlerinden Bâlâ
Tekkesi şeyhi Ali Efendi’ye (Ö. 1877) bağlanmıştı. Dindarlığı ve yardım severliğiyle
tanınan Âdile Sultan’ın Fındıklı’daki sarayı âlim ve şeyhlerin sık sık toplanıp
sohbet ettikleri, muhtaç ve fakirlerin her zaman başvurduğu bir yer olmuştu.
Kendisi de 73 yaşındayken bu sarayda öldü. Eyüp’teki Hüsrev Paşa Türbesi’nde,
eşi Mehmet Ali Paşa’nın yanında toprağa verildi. 1851-92 yılları arasında
kurduğu on dört vakfın vakfiyeleri (Vakfedenin malını verdiğini gösteren ve
hâkimin vakfa dair hükmünü içeren belge) İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde
bulunmaktadır.
Âdile Sultan’ın şiirlerinin büyük bir bölümü dinî-tasavvufî bir nitelik
taşırlar. Münâcât (dua içerikli şiir), na’t (Hz.
Muhammed’i anan ve öven şiir), mersiye (ölenin ardından yazılan övgü şiiri),
Ehl-i beyt (Hz. Muhammed’in ev halkı) ve ashap (sohbet edenler, edilenler) ile
tarikat kurucularının övgülerinden oluşan bu şiirlerin yanı sıra, babası, eşi,
kızı ve kardeşleri için yazdığı şiirler de divanında geniş bir yer tutarlar. Çocukları
ile eşinin arkasından hissettiklerini, hüznünü çeşitli şiirlerine yoğun bir
biçimde yansıtmıştır. Aruzun yanı sıra hece vezniyle de şiirler yazmıştır. Kendisinden
önce ölen hânedan mensupları için yazdığı “Tahassürnâme” ve “İftiraknâme” gibi
şiirlerinde yer yer güzel parçalar bulunmasına karşın Mihri Hatun (?-1506),
Fıtnat Hanım (1842-1911) ve
Leylâ Saz Hanım (1845-1936) gibi öteki Osmanlı kadın
şairleriyle karşılaştırılacak olursa, pek başarılı bir şair olduğu söylenemez.
Şiirlerinde kafiye hataları ve hatta vezin bozuklukları bile göze çarpar.
Yetenek ve
teknik bakımdan daha az başarılı sayılsa da Adile Sultan, özellikle Osmanlı
tarihine tuttuğu ışık nedeniyle önemlidir. Adile Sultan’ın önemli bir özelliği
de Osmanlı Hanedanı’ndan divan düzenlemiş olan tek kadın şair olmasıdır.
Özellikle Fuzuli ile Şeyh Galib’e nazireler ve Yunus Emre tarzında hece
vezniyle şiirler yazmıştır. O, kardeşi Sultan Abdülaziz’ın şehit edilmesine de
ışık tutmuştur. Eşini ve kızını yitirdikten
sonra yazdığı şiirden bir bölüm şöyledir:
Dervişim, kendi başıma yine sultân gezerim
Âlem-i aşkda seyyâh olup her ân gezerim
Pâdişâh saltanât-ı dehr için kayd çeker
Kayd-ı nâmâsu geçip, ben dahî uryân gezerim
Ne safâdan geçerim vaz, ne cefâdan hâzerim
Emr-i teslîm-i rızâ mülkünü seyrân gezerim
Adile Sultan, onuncu kuşaktan dedesi olan Kanuni Sultan Süleyman’ın
şiirlerini “Divân-ı Muhibbi” (Muhibbi
Divanı) adı altında bir kitapta toplayarak yayımlamış, ancak kendi şiirlerini
topladığı “Divân-ı Âdile”yi yayımlamamıştır. Divanının Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi, Hazine Kütüphanesi, Millet Kütüphanesi gibi kütüphanelerde bulunan
çeşitli elyazmaları arasında en iyi nüshası
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Divanı sonradan “Adile Sultan Dîvânı” adıyla
yayımlanmıştır. Besteleri de olan Adile Sultan’ın sofyan usulünde ve hicaz hümâyun
makamındaki “Gizlice şaha buyur, hâne-yi tenhâya buyur” adlı eseri ünlüdür.
Aile bağları kuvvetli, dindar ve alçakgönüllü
bir Osmanlı kadını olan Adile Sultan, kadınların haremden dışarı açılmalarına
öncülük etmiş olmasının yanında, yardımseverliği ve insan sevgisi ile İstanbullular
tarafından çok sevilmişti. Sultan Abdülmecit, kız kardeşi Adile Sultan’a bir saray yaptırmak üzere Kandilli
sırtlarında Tophane Müşiri Halil Rıfat Paşa’nın konağını ve bahçesini satın
almıştı. Ancak saray daha sonra 1876 yılında Sultan Abdülaziz tarafından
yaptırıldı. Bu saray (Adile Sultan Sarayı), bizzat Adile Sultan tarafından
ölümünden önce, yani 1899’da kız okulu yapılması isteği ile Maarif Vekâleti
(Milli Eğitim Bakanlığı)’ne bağışlanmıştır. Adile Sultan’ın ayrıca okul ve fukara evlerini tamir
ettirmesi, çocukların okuması için gayret sarfetmesi, kurumuş çeşmelere su
getirtmesi, gelinlik kızlara çeyizler yaptırması halk arasında ölümünden çok
sonra bile övgü ve taktirle anılmıştır.
HAKKINDA: İbnülemin Mahmut Kemal
İnal / Son Asır Türk Şairleri (1930),
Sadettin Nüzhet Ergun / Türk Şairleri
(1936), Âdile Konrapa / Âdile
Sultan ve Şahsiyeti (lisans tezi, 1947), M. Çağatay Uluçay / Padişahların Kadmların ve Kızları (1980),
Elif Naci / “Türk Sarayında Müstesna Bir Prenses: Âdile Sultan” (Hayat
Tarih Mecmuası, 1/10, 1965), Büyük Larousse (c.1, 1986), Nihat Azamat / Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi - I (1988), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (10 cilt, 2006).
Kardeşi Sultan
Abdülaziz’ın şehit edilmesine de ışık tutmuştur. Eşini ve kızını yitirdikten sonra yazdığı şiirden bir bölüm
şöyledir:
“Dervişim, kendi başıma yine sultân gezerim
Âlem-i aşkda seyyâh olup her ân gezerim
Pâdişâh saltanât-ı dehr için kayd çeker
Kayd-ı nâmâsu geçip, ben dahî uryân gezerim
Ne safâdan geçerim vaz, ne cefâdan hâzerim
Emr-i teslîm-i rızâ mülkünü seyrân gezerim
Kimsenin hayrı ile şerrine yokdur nazarım
Serseriyim geleli âleme hayrân gezerim
Ne dilimde olur evrâd ne elimde tesbîh
Ne velîyim, ne deliyim yine vîran gezerim
Gâh olur kendimi idrâk ile efgân ederim
Gâh isyânım anıp derd ile nâlân gezerim
Gâh Mecnûn gibi dağlar aşarım Âdile ben
Aşka sâzân olup, gamla perîşân gezerim”
Sultan Abdülaziz
Han’ın şehit edilmesinin ardından kaleme aldığı ağıt da şöyledir:
“Nasıl yanmam kim, oldu olanlar Şâh-ı Devranâ
Bilinmez oldu hâli, kıydılar ol zıll-i
Yezdân’a
0 gitdi mülk-i ukbâya, firâkı geçti tâ câna
Saraya velvele saldı, cihânı koydu efgâna
Cihân mâtem tutup kan ağlasın Abdülaziz
Hân’a
Meded Allah, mübârek cismi ki, boyandı al
kana
Nasıl, hemşîresi bu Âdile yanmaz o Hâkân’a
Ki, kıydı bunca zâlimler karındaşı cihan-hâna
Rızâ vermezdi adl ü şefkati zulm-i müşîrâna
Bütün nâr-ı firâkı saldı, kalb-i ehl-i îmâna
Cihân mâtem tutup kan ağlasın Abdülaziz Hân’a
Meded Allah, mübârek cismi ki, boyandı al
kana.”