Yazar, Edebiyatçı. Roman, öykü, oyun, deneme, eleştiri yazarı, çevirmen (D. 23 Ekim 1929, Nallıhan / Ankara – Ö. 14 Temmuz 2020, İstanbul). Evlenmeden önce Adalet Sümer, evlendikten sonra da bir süre Adalet Sümer Ağaoğlu adlarıyla yazdı. Ayrıca Parker Quinck, Remüs Telada imzalarını kullandı. Yazar ve tiyatrocu Güner Sümer’in ablasıdır. İlkokulu Nallıhan’da okudu. Nallıhan’da ortaokul olmadığından, öğrenimini sürdürebilmesi için ailesi 1938’de Ankara’ya göç etti. Ankara Kız Lisesini (1946), Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü (1950) bitirdi. 1951’de Ankara Radyosu‘na girdi; bir süre dramaturg olarak çalıştı, daha sonra Radyo Tiyatrosu Müdürü oldu. TRT‘nin kurulmasından sonra bu kurumda program uzmanı olarak çalıştı ve bir süre daire başkanlığı yaptı, 1971’de TRT’den ayrıldı. Ayrıca, Ankara Meydan Sahnesinin kurucuları arasında yer aldı, burada da dramaturg ve çevirmen olarak çalıştı (Mart 1961-Haziran 1966). Fransa, ABD, İtalya, Almanya, İsviçre, Norveç, Japonya, Taiwan, Avusturya, Çekoslovakya gibi pek çok ülkeye turistik ve sanatsal geziler yaptı. Eserleri Almanca, Slovakça, İngilizce, Hollandaca ve Bulgarcaya çevrildi. Uzun yıllar Ankara’da yaşadıktan sonra, 1980’li yılların başlarında İstanbul’a yerleşti. 1996 yılında, parkta otururken bir arabanın gelip kendisine çarpmasıyla ağır biçimde yaralandı, Türkiye’de ve Türkiye dışında uzun bir tedavi dönemi geçirdikten sonra sağlığına kavuşabildi.
Adalet Ağaoğlu yazarlığa tiyatro eleştirileri ve şiirler yazarak başladı.
1946-47 yıllarında Ulus gazetesinde tiyatro eleştirileri yazdı. İlk şiiri (Gölgeler),
Ekim 1948 tarihli Kaynak dergisinde yayımlandı. Daha sonra oyun
yazarlığına yöneldi. Sevim Uzgören’le birlikte yazdıkları Bir Piyes Yazalım
adlı oyun 1953’te Ankara’da sahnelendi. Yaşadığı çevreden edindiği gözlemler
üzerine kurduğu Evcilik Oyunu 1963-64 sezonunda yine Ankara’da
sahnelendi. Evcilik Oyunu (1964) yazarın kadın-erkek ilişkisine geniş
açıdan baktığı ilk oyunlarındandır. Bu oyununda yaşamdaki olumsuzlukların
anlatımını cinsellik ve kadın-erkek ilişkisi temelinde ele alırken aynı zamanda
yaşamın bütün alanlarına da göndermeler yapar. Adalet Ağaoğlu’nun oyunlarında,
toplumun sorunlarına, güncel gelişmelere duyarlı bir yazarın yaklaşımı
gözlenmektedir. Özellikle psikolojik baskı ve toplumsal kurumların baskısı
altında kalan insanların yaşadıkları aldatıcı değerlere boyun eğmek zorunda
kalışlarını aile-birey ilişkisi içinde yalın bir dille ortaya koyar. Korku,
ölüm, barış, kadın-erkek ilişkisi, özveri, aşk, yaşlılık, gençlik, başkaldırı,
özgürlük vb evrensel temalar, yazarın güncel kaygılarıyla, dünyaya bakışıyla,
toplumsal gelişmelerle iç içe ele alınır.
Tombala
adlı oyunu, bir çiftin yaşlılık
dönemlerini düşünsel birikimden uzak, bir tombala oyunu çevresinde yalnızca
küçük zekâ oyunlarıyla sınırlayan toplumsal yaşama yöneltilmiş bir eleştiridir.
Bu oyun, önce Türk Dili dergisinin Haziran 1967 sayısında yayımlandı ve
1969 yılında sahnelendi. Çatıdaki Çatlak, orta sınıfın alışkanlıklarını,
değer yargılarını ekonomik ve toplumsal gelişmeler karşısında giderek yitiren,
ancak bunun farkında olmayan ya da farkına vardıklarında geçmişi ve bugünüyle
hesaplaşmaktan korkan insanları anlatır. Kahramanların kendilerini farklı
göstermek adına bu gerçeklerden kaçma isteği, sonunda bütün yaşamlarına egemen
olur. Sınırlarda oyunu Çatıdaki Çatlak ile birlikte 1969’da
basıldı. Bu oyun, her biri kendi içinde bütünlüğe sahip üç perdeden
oluşmaktadır. Ancak barış temasının temel düşünce olduğu perdeler arasında
zaman-olay-kişi-konu ilişkilerine dayalı bağlantılar vardır. Barış temasına
düşle-gerçek, istenenle-ele geçen ikilemleriyle bakan oyun, birbirlerine bir
türlü ulaşamayan insanları anlatır.
Üç Oyun (1973) adıyla basılan kitabının ilk oyunu Bir
Kahramanın Ölümü adını taşımaktadır. Yazar bu oyununda toplumsal olayların
kahraman yaptığı bir kişinin insan yanını ortaya koymaya çalışır. İki erkek
oyun kişisinin konuşmalarına dayalı Bir Kahramanın Ölümü bir iç
hesaplaşmayı anlatır. Aslında her iki karakter de aynı kişiyi anlatır ve
insanın toplumsal bir varlık oluşuyla yalnız kalışı arasındaki çelişkileri
gösterir. Bu kitapta yer alan Çıkış adlı ikinci oyunda ise yazar, düşsel
bir odada baba-kız ilişkisinden yola çıkarak, ev-dış dünya ikilemini simgesel
ve soyut bir düzlemde ele almaktadır. Ev güvenli bir yaşam sağlasa da bir çeşit
tutsaklık yaşatır. Dışarısı ise karanlık ve fırtınalı olsa da özgürlüğü sunar.
Kitabın üçüncü oyunu Kozalar, Ağaoğlu’nun ev kadınlarının yaşamına çok
yönlü baktığı bir kısa oyunudur. Yazar bu oyununda, bilinç düzeyleri düşük
toplumsal ve cinsel baskıların dillerine vurduğu üç ev kadınının
konuşmalarında, gündelik yaşamı, ekonomik ve toplumsal bağlamları içinde ele
alır. Bilinç eksikliği, bu üç oyun kahramanının toplumsal ilişkilerinde
güvensizlik, korku ve paniğe sürüklenmeleri sonucunu getirir.
Kendini
Yazan Şarkı adlı oyunu 1976’da İstanbul
Şehir Tiyatrolarında oynandı ve 1977’de Evcilik Oyunu ile birlikte
basılır. Oyunda yeni bir dünya kurma ülküsü içindeki gençlerin düşünceleriyle
gerçekler arasındaki ayrım, yaşam-ölüm çizgisinde yaşadıkları korku, özlem, sevgi,
dayanışma ve geleceğe umutla bakışları anlatılmaktadır. Bu oyun, yazarın, ülke
gençliğine aydın kaygısı içinde yaklaşımını sergileyen bir eserdir... Adalet
Ağaoğlu ayrıca radyo oyunları da yazdı; bunlardan biri olan Yaşamak
Fransız ve Alman radyolarında da (1955-56) seslendirildi.
Sonraki
dönemde yirmi yıla yakın bir süre yazarlık hayatını romanlar, hikâyeler ve
denemeler yazarak sürdüren Ağaoğlu, Çok Uzak Fazla Yakın (1991) adlı
eseriyle yeniden oyun yazarlığına döndü. Bu oyunda, iki kız kardeşin -birbirlerinin
geçmişleriyle hesaplaşmaları ışığında- ülkenin ekonomik, siyasal ve toplumsal
gelişmelerine bağlı olarak sağa sola savrulan kentsoyluluğa has değerler
tartışılır. Yazar bu oyununda, hikâye ve romanın olanaklı kıldığı ayrıntılı
anlatımlardan oldukça yararlanır. Yayımlanan son iki oyundan biri Duvar
Öyküsü (1992), diğeri Şiir ve Sinek (1992) adlarını taşır. Son üç
oyun dışındaki oyunları Oyunlar I-II (1982), bütün oyunları ise Toplu
Oyunlar (1996) adlarıyla yayımlandı.
Adalet
Ağaoğlu 1970’lerden itibaren roman ve hikâye yazarlığına yönelerek, bu alanda
kendine önemli bir yer edindi. İlk romanı Ölmeye Yatmak (1973), ilk
hikâye kitabı Yüksek Gerilim (1974)’dir. Romanlarında genellikle
aydınların sorunlarını ve ilişkilerini ele alan yazarın hikâyelerinde daha bir
konu çeşitliliği mevcuttur. Ölmeye Yatmak’ta, Cumhuriyet döneminin
egemen ideolojisinin, kentsoylu toplumsal kesimler üzerindeki etkilerini ve
tutarsızlıklarını işler. Bu romanında, toplumbilimsel bir bakış açısı
sergilemektedir. Yazar daha sonra Ölmeye Yatmak, Bir Düğün Gecesi (1979)
ve Hayır... (1987) adlı romanlarını “Dar Zamanlar” üçlemesi
olarak tanımlamıştır. Fikrimin İnce Gülü (1976) romanı, Asım Bezirci’nin
görüşleri özetlenerek söylenecek olursa; ülkedeki olumsuz ekonomik koşulların
Avrupa ülkelerine savurduğu Anadolu insanını, bir yandan temel değerlerine,
direnme gücüne ve altı yüzyıllık imparatorluktan kalan niteliklerine nasıl
yabancılaştırıp değiştirdiğini sergiler. Roman kahramanı Bayram, bir toplumun
değişim süreci içerisinde ortaya çıkmış, tüketim toplumunun, kapitalizmin
tüketim değer yargılarıyla oluşmuş bir “yeni insan” tipidir. Bayram’ın
kişiliğinde yazar, toplumsal değişim süreciyle birlikte ortaya çıkan bu yeni
tip insanı, metalaşan yabancılaşmış insanı ve ayrıca bu insanın dramını
çizmektedir.
Yazarın
üzerinde en çok tartışılan bir sonraki romanı olan Bir Düğün Gecesi
(1979), Fethi Naci’nin deyişiyle; sevgisizliklerin, yıkılışların, kuşkuların,
kaçışların, kendinden hoşnutsuzlukların romanıdır. Toplumsal çözülüşün ağır
bastığı bir dönemde, umarsız ve yalnız bireylerin umarsız ve yalnız bireylere
bel bağlamaya çabalamalarının ve nicedir beklenen bir eleştiri romanıdır. Bu
romanda yazar, 12 Mart 1971’deki askeri müdahale döneminin olayları içinde yer
alan, kentsoylu ve özellikle küçük kentsoylu bireylerin değişimlerini ve
sıkıntılarını işler, onların karakterini sergilemeye çalışır. Eleştirel bir
tavırla, konu edindiği bireylerin, siyasal inançları ile seçtikleri yaşam
biçimleri arasındaki çelişkiyi ortaya çıkarır.
Ağaoğlu
daha sonraki romanlarında da siyasal roman örnekleri vermekle birlikte, bilinç
akışı yöntemini kullandı. Üç Beş Kişi (1984) adlı romanda yazarın bu
özelliği belirgin olarak ortaya çıkar: Varlıklı bir aile eksen alınarak, bu
ailenin yaşantısı ve çevre ilişkileri içerisinde, 1960-80 arası yaşanan
çalkantılı dönem aktarılır. Yazar bu romanında da nesnel gerçekliği arka planda
tutarak bireylerin değişimini aktarmaya çalışır. 1985’te yayımlanan Göç
Temizliği anı-romanından sonra gelen Ruh Üşümesi (1991) ana teması
erotizm olan bir romandır. Ayrı başlıklarla yedi bölümden oluşan Romantik
Bir Viyana Yazı (1993), yazarın kurgusu ve anlatım tekniğinin yanı sıra,
dili ve üslubu bakımından da özellikle incelemeye değer bir çalışması olarak
değerlendirilmiştir. Çağdaş Türk romanında bir “zaman ustası” olarak
değerlendirilen Ağaoğlu, ustalığını bu romanda bir başka türlü göstermektedir.
Gürsel Aytaç’ın anlatımıyla; en küçük zaman birimi olarak, “ân”ı değil,
geçmişle bugünün kesişme noktalarını alması, ilginç, değişik bir tarih
felsefesi yaratıyor. Zaman boyutunda evrenselin peşinde bir anlatıcı, siyasi
tarihin, kültür tarihinin Avrupalı-Osmanlı motiflerini derleyerek güncel tarih
tabloları yaratıyor. Yapıtın ilk sayfalarında, bir yandan bugünkü Viyana’dan
izlenimler, öte yandan hayal etmek, kurgulamak istediği tarih, ironik bir zaman
üzerinde ilginç bir pano oluşturmaktadır
Adalet
Ağaoğlu’nun ilk hikâye kitabı Yüksek Gerilim’e (1974) adını veren
hikâye, kurgusu bakımından, görüntülemeyle verilen ortama yerleştirilen kişi ve
olaylar, okurla hikâye kişilerinin arasına zaman zaman sokulan
“yabancılaştırma” efektleri gibi unsurlar, Alman oyun yazarı Brecht’in
tiyatroda amaçladığı ilkeleri çağrıştırmaktadır. Yüksek Gerilim’deki
hikâyeler, birbirinden ayrı kuruluşları ve değişik düzlemlerde yoğunlaştırılmış
ironik-yergici, eleştirel, düşünsel öğeleriyle, okura yazarın hikâyeciliğini
çözümlemekte önemli ipuçları verir. Füsun Akatlı’ya göre, yazarı günümüzün
önemli öykücülerinden biri yapan özellik, düşünce düzeyindeki doğrularla, sanat
düzeyindeki doğruları buluşturabilmiş olmasındandır. İkinci hikâye kitabı Sessizliğin
İlk Sesi (1978), birinci bölümüyle, yazarın önceki hikâyelerinin tanıdık
seslerini sürdürmektedir. Kitabın ikinci bölümündeki hikâyelerde kendini iyiden
iyiye duyuracak olan sevgi, sevecenlik, sıcak ilişki motifleri, bu bölümdeki
hikâyelerle, okuru yazarın sevecen edebiyatçı dünyasına davet eder.
Fikrimin İnce Gülü romanı Sarı
Mercedes adıyla 1993 yılında Tunç Okan tarafından filme alındı. Ağaoğlu,
The Reader’s Encyclopedia of World Drama (New York, 1969) adlı tiyatro
ansiklopedisinde dünya tiyatro yazarları arasında anılmıştır.
Türkiye
Yazarlar Sendikası (kurucu), İnsan Hakları Derneği (sonradan ayrıldı) ve Edebiyatçılar
Derneği Onur üyesiydi.
Vefatı:
Adalet Ağaoğlu, 91 yaşında iken 14
Temmuz 2020 günü İstanbul’da vefat etti. Ağaoğlu uzun zamandır İstanbul Ulus
Liv Hospital hastanesinde bir özel hastanede yoğun bakımda tedavi görüyor, kontrol
altında tutuluyordu.
Adalet Ağaoğlu'nun vefatını, yazar
Semih Gümüş, sosyal medya hesabından duyurdu.
İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümünün (TUDEB) resmi Twitter hesabından da "Türk edebiyatının
usta kalemi Adalet Ağaoğlu'nu kaybetmenin hüznünü yaşıyoruz. Başımız sağ
olsun." paylaşımı yapıldı.
Boğaziçi Üniversitesi sosyal medya
hesabından ise "Edebiyatımızın büyük ismi, Boğaziçi Üniversitesi Fahri
Doktora sahibi değerli yazar Adalet Ağaoğlu'nu kaybettik. Eserleriyle her zaman
yaşayacak." açıklamasına yer verildi.
Adalet Ağaoğlu için önce Boğaziçi
Üniversitesi’nde bir geçit töreni düzenlendi. Cenazesi Ankara’ya götürülerek 15
Temmuz 2020 Çarşamba günü Ankara Kocatepe Camii’nden öğle namazını müteakiben
Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedildi.
Ödülleri:
Üç Oyun ile 1974 TDK Tiyatro Ödülünü, Yüksek Gerilim ile
1975 Sait Faik Hikâye Armağanını, Bir Düğün Gecesi ile 1979 Sedat Simavi
Vakfı Edebiyat Ödülünü, 1980 Orhan Kemal Roman Armağanını, 1980 Madaralı Roman
Ödülünü, Çok Uzak Fazla Yakın ile 1992 Türkiye İş Bankası Edebiyat Büyük
Ödülünü, 1995 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünü, Romantik Bir
Viyana Yazı ile 1996 Aydın Doğan Vakfı Edebiyat Ödülünü, 1997 NTV Yılın
Yazarı Ödülünü ve 1999 Aziz Nesin Ödülünü aldı.
ESERLERİ:
Oyun:
Bir
Piyes Yazalım (S. Uzgören ile, 1953),
Evcilik Oyunu (1964), Sınırlarda (1966), Tombala (Türk Dili
dergisi, Haziran 1967), Bir Kahramanın Ölümü (1968), Çatıdaki Çatlak (Sınırlarda
ile birlikte, 1969), Çıkış (1970), Kozalar (1971), Üç Oyun (Bir
Kahramanın Ölümü, Çıkış, Kozalar, 1973), Kendini Yazan Şarkı (Evcilik
Oyunu ile birlikte, 1977), Oyunlar (sekiz oyun, 1982), Çok Uzak Fazla
Yakın (1991), Duvar Öyküsü (1992), Şiir ve Sinek (1992),
Oyunlar I-II (1993), Toplu Oyunlar (1996).
Roman:
Ölmeye
Yatmak (1973), Fikrimin İnce Gülü (1976,
Almanca’ya çevrildi), Bir Düğün Gecesi (1979, Çekçe ve Bulgarcaya
çevrildi), Yaz Sonu (1980), Üç Beş Kişi (1984),Göç Temizliği (anı-roman,
1985), Hayır… (1987), Ruh Üşümesi (1991), Romantik Bir Viyana
Yazı (1993).
Anı:
Damla
Damla Günler (c. 1, 2004).
Hikâye:
Yüksek
Gerilim (1974), Sessizliğin İlk Sesi (1978),
Hadi Gidelim (1982), Hayatı Savunma Biçimleri (1997), Toplu
Öyküler I (2001), Toplu Öyküler II (2001).
Deneme-Eleştiri-Söyleşi:
Geçerken
(1986), Gece Hayatım (anlatı,
1992), Karşılaşmalar (1993), Başka Karşılaşmalar (1996), Öyle
Kargaşada Böyle Karşılaşmalar (2002).
Derleme:
Güner
Sümer / Toplu Eserleri I-II (1983), Seçmeler
(1993).
Çeviri:
Mezarsız
Ölüler (J. P. Sartre’dan, 1962), Kafkas
Tebeşir Dairesi (B. Brecht’en,1963), Durand Bulvarı (Armand
Salcrou’dan, 1967), Amerikano Manyaklar (Razvani’den, 1973).
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye
Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) -
Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi,
C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Ömer Nida / Kadın
Romancılarımız - Başlangıçtan Günümüze Kadar 1892-1991 (1991), Gürsel Aytaç
(Cumhuriyet Kitap, 2.12.1993), Sennur Sezer (Varlık, Şubat 1997), Fethi Naci /
Yüzyılın 100 Romanı (1999), Ömer Lekesiz / Yeni Türk Edebiyatında Öykü - 4
(2001), TBE Ansiklopedisi (2001), Feridun Andaç / Adalet Ağaoğlu Kitabı (2001,
söyleşi), Hayriye Ünal / Delirmek Hakkı (Kırklar, Sayı: 25, Ocak-Şubat 2003),
Enver Aysever / Damla Damla Damıtılmış Bir Yaşam (Varlık, Aralık 2004), 91 yaşında hayata veda eden Adalet Ağaoğlu "Bu
kadar uzun yaşamayı hiç istemezdim, kendimden sıkıldım" demişti...
(sabah.com.tr, 14.07.2020), Hastaneden son dakika Adalet Ağaoğlu açıklaması
geldi (sabah.com.tr, 14.07.2020), Adalet Ağaoğlu hayatını kaybetti! (sozcu.com.tr
› 14.07.2020), Adalet Ağaoğlu vefat etti (yeniasya.com.tr, ensonhaber.com, gazetevatan.com,
gazeteduvar.com.tr, 14.07.2020).
Yağmurlar dindi. Ovanın
böğründeki hafi f eğimli toprak kanallar tarlalarda biriken fazla suyu denize
akıttı; akıntı, kıyılarında sivrisineklerini ve kurbağalarını çoğalttı. Tarlalar
da kanalların toprakta bıraktığı nemi sakladı, pamuğunu büyüttü.
Tek pervaneli uçaklar
mayıs sonu ovanın üstünde dolaşmaya başladılar. Sonra artık tarlaların üstünde
sık sık uçtular, ovaya ilaç püskürttüler. Siyolan kokusu, bir yol ayrımındaki çilek
tarlasında olgunlaşan çiçeklerin tadına sindi. Ardından sırayla ekmeğin, etin,
sebzenin tadına sindi. Çevredeki hüsnüyusufların, morsalkımların, ıtırların
özsuyuna
yürüdü; şantiyelerdeki araçların dişlilerine,
çimento ve çakıla, battaniyelerle karavanalara; işinden göçenlerin ve iş
aramaya gelenlerin yatağına, yorganına, poturlarına, mintanlarına sindi.
Tek pervaneli uçakların
attığı ilaç, pamuk fidanları üstünde kurudu. Damarlı yüzlerinde benek benek
beyaz lekeler bıraktı. Dümdüz ovayı yer yer kesen çitler arasındaki otlar,
önceleri pamuk tarlalarına dolan fazla suyu bir uçtan çaldı, emdi, azıp
gelişti. Kanallar suyun fazlasını denize attıkça otların payına düşen nem de
azaldı. Yaz boyu azaldı bu pay ve otlar kurudu, dikene sardı. Dikenleşen sürgünlerde
gövdeler, yolun tozuyla havanın ilacını tuttu; beyaza yakın bir kül rengine
buladı. Bu kirli beyaz öbekler arasında kurumamakta direnen ince mor çiçekli
ılgınlarla süpürgeotları ve çavşırlar güneşten renklerini attılar. Atılan rengin
yerini hemen ilacın beyazlığı aldı.
Kuru pamuklar eylülde
toplanmaya başlandı. Sulanan ekim pamukları daha dolup gürbüzleşerek,
yağmurlara kalmadan toplanacakları günleri beklediler. Yaprakları genişti. Üstlerinde
daha çok ilaç lekesi biriktirdiler.
Güneş, bütün yaz denizin
üstünü kaynattı. Kaynatıp buharını aldı. Getirip taa ötelerden, ovanın üstüne
saldı. Buhar tabakası, uçakların püskürttüğü ilacın pek az kısmını kaptı. Yine
de yoğunlaşıp kalın bir sis bulutu yaptı. Uçaklar yeniden ilaç püskürtmeye
geldiklerinde ovaya doğru biraz daha alçaldılar. Sisin altından uçup her seferinde
biraz daha alçaldılar ve artık son ilaçlarını püskürtecekleri zaman, yoğun
buhar tabakasıyla benekli bitki örtüsü arasında kalan ensiz bir koridorda
uçtular.
Hafif eğimli kanallardan
akan suyu yüzü hareketsiz ince, kahverengi, tahıl kabuğunu andıran nesnelerle
örtüldü. Böylece kanallar, ovadan çektikleri fazla suyun yüklediği sivrisinek
ölülerini de denize akıttılar. Ama kanalların nemli karanlığında kurbağalar
yaşamlarını sürdürdüler. Kanalların içinde siyonlardan korunup büyüdüler. Gece
ay, yoğun buhar tabakasını delip de tarlaları aydınlattığında tedirginleşip daha
çok bağırdılar.
Yukarda, kuzeyde baraj, nehrin
bahar suyunu biriktirdi. Biriktirip güçlü çarklarında döndürdü, ağdırdı.
Ağdırıp ağdırıp bu suyu elektrik gücüne dönüştürdü ve yüksek gerilim hattına
akıttı. Durmadan akıttı. Yüksek gerilim hattı, direkler üstünde ovaya uzandı.
Tarlalarda, yol kıyılarında dura dikile; sulama kanallarının ve bu kanal
yavrularının döşenme çizgilerini şurda burda kese atlaya daha güneye, kalabalığın
toplaştığı yerlere uzandı. Uzanıp, yüklendiği öldürücü ve diriltici gücü bu
yerlere taşıdı. Geçtiği her yerde kendisiyle kesişen her şeye ve herkese güçlü
adını kazdı, bıraktı. Ama oralara uzanmadan önce bu yüksek gerilim hattı,
geçtiği yerlerde hiç bir katı cismin kendisine elli santimden daha yakın
gelmesine izin vermedi. Yağışlı havalarda çevresini daha geniş tuttu; yüz elli
santimlik bir çapın çizdiği daire içinde egemenliğini kurdu. Dokunulmazlığını koruyarak
yürüdü, gitti ve milyarda bir gücünden daha çok, ama çok daha azını vinç
operatörü Kadir Çiçek’in ot-sap tavanından sarkan yirmi beş mumluk ampulüne boşalttı.
Ampul, Kadir Çiçek’in
tavanında bir saat kadar ışıdı. Karısı çocukları yatırdı, bulâşıkları yıkadı,
ekşimiş yoğurt artığının üstüne tel kasnağı iyice örttü; öylece getirip pencere
önüne bıraktı. Cansız pencereye ince naylon bir gergi gerdi; dışarı, avluya
çıktı. Kadir Çiçek, yirmi beş mumluk ampulün kapı önüne vuran aydınlığında
tuzlu su kabını önüne çekti. Kabaran avuçlarını tuzlu suyun içine soktu. “Çok
erken varmalı şantiyeye. Vinvin makarasını yağlatmalı. Doğru sürmeli
kanaletlerin başına. Hava kararmadan ne kadar çoğunu oturtursak eğerlerine, o
kadar iyi.” (…)
(Yüksek Gerilim, 1976)
Adalet
Ağaoğlu, vefatından önce, bir kadın yazar olarak yaşadığı zorlukları, eşini
kaybettikten sonra değişen hayatını GÜNAYDIN yazarı Tuba Kalçık'a anlatmıştı.
İşte
eserleriyle yaşamaya devam edecek olan Adalet Ağaoğlu'nun o röportajı...
-Yazmaya nasıl
başladınız?
Lisede
öğrenciyken şiir yazarak girdim edebiyata.
Daha
sonra ise tiyatro oyunları yazmaya başladım. Herkes beni oyun yazarı olarak
tanırken ilk romanımı çıkardım. Edebiyatımız için alışılmadık bir durumdu.
'Çatıdaki Çatlak' adlı oyunum yasaklandığı dönemde roman yazmaya yöneldim.
Çünkü tiyatro oyununu kitap olarak yayınlasak kimse okumaz. Oyun, sahneye
konmadığı zaman yok oluyor. Sahnelendiği zaman da türlü sansürlerden geçiyor.
Ben de, roman yazarsam buna kimse karışamaz, yasaklansa bile o kitap hep var
olacak diyerek ilk romanımı yazdım. Zaman bakımından tek boyutlu olmasından
dolayı klasik roman beni sıktı. Bu yüzden zamanla oynadım romanlarımda.
Tiyatro
oyununda düşündüğüm, yapılması imkansız şeyleri romanda uyguladım.
-İlk romanınız
edebiyat eleştirmenleri tarafından beğenilmemişti...
Erkek
bakışıyla, bir kadının kitabının yankı uyandırmasını kaldıramamışlardı.
Hakkımda çok ağır eleştirilerde bulundular. Edebiyatçı olarak ödül almaya
başladığım dönemde bir konuşmamda "Ben bu ödülü almak için kimsenin
omuzunu okşamadım" demiştim. Bir tanesi çıkıp 'Ya nerelerini okşadın?'
demişti.
Genç
bir kadının roman yazmasını yadırgadılar.
Ama
okurum hep yanımdaydı, destek oldu.
Ben
okurumun yazarıyım. Bana kendini yazıyor diye eleştiride bulunanlar da oldu.
Ben de bu eleştirilere cevap olsun diye 'Fikrimin İnce Gülü' ismiyle bir erkek
romanı yazdım ve çok ilgi gördü. Sadece erkeklerden değil, kadın yazarlardan da
düşmanlık gördüm. Mesela 'Bir Düğün Gecesi' romanım çok ödül aldı. Romanımın
ilgi görmesinden dolayı edebiyatçı bazı kadın yazarların kıskançlığı ile karşılaştım.
Biraz
öne çıktığınız zaman, en yakın kadın dostunuz bile size düşman olabiliyor. Bunu
bizzat da yaşadım. Çok yakınım olarak gördüğüm bir kadın yazar arkadaşım, o
dönemde her yerde aleyhimde yazılar yazdı. Bunu hiç unutamam.
-Atatürk'ü
gördünüz mü?
Evet.
Babam, ben ve kardeşlerimi Florya plajına götürmüştü. O gün Atatürk'ü denize
girerken görmüştüm. O günü hiç unutmam.
Öldüğü
gün de hâlâ aklımda; çok ağlamıştım.
Hepimiz
yollara düştük. İnsanlar sokaklarda ağlıyordu. Bizim kuşak, eğitimimizden
dolayı Atatürk'e büyük bir sevgi besleyerek büyüdü.
Atatürk,
vatanı kurtarmış bir lider. Çok öngörülü bir insan olduğunu her açıdan
ispatlatmış biri.
-Orhan Pamuk
Nobel Ödülü aldığında onu ilk alkışlayanlardan biriydiniz.
Orhan
Pamuk'u ilk kitabından beri takip ederim. Kendisiyle tanıştığımızda, onu
'Cevdet Bey ve Oğulları' kitabından dolayı tebrik etmiştim.
Nobel'i
aldığı zaman, birçok kişi onu eleştirirken ben destekledim. Dünya bu Nobel
sayesinde Türk edebiyatını tanımış oldu çünkü. Bu desteğimden sonra açıkçası
ondan bir teşekkür telefonu bekledim ama aramadı. Kırgın değilim.
Orhan
Pamuk için ilk izlenimimi günlüğüme şöyle yazmıştım: 'Kalabalık bir sofrada,
ortaya tabak konur. İçindeki en güzel parçayı hemen o alır, ağzına atar. Bunu
öyle bir sevimlilikle yapar ki, herkes onu çok sever.' Zamanla bu izlenimimin
doğru çıktığını anladım.
-Başka hangi
yazarımız Nobel alabilirdi sizce?
Yaşar
Kemal alabilirdi...
Ona
Fransa'nın en büyük ödülü verildi, Nobel'i de hak ediyordu.
Büyük
şair Nazım Hikmet de öyle, başlı başına edebi bir kişilik.
KİMSEYİ ÜZMEMEK
İÇİN GÜLER YÜZLÜ ROLÜ YAPIYORUM
-Geçtiğimiz
yıl eşinizi kaybettiniz. Neler hissediyorsunuz?
Yarımım...
Onu kaybettikten sonra yarım bir insan oldum. Göğsümün üstünde kocaman bir taş
var sanki. 64 yıldır evliydik. Çok güzel bir evlilik yaşadık, ender bulunur bir
anlaşma... Bugün 90 yaşındayım. Uzun süredir evden dışarı bile çıkamıyorum. Bu
kadar uzun yaşamayı hiç istemedim. Halim gitti, ben hâlâ yaşıyorum. Kendimden
sıkıldım.
-Yazıyor musunuz
hâlâ?
Hayatım
boyunca yazmaya hiç ara vermemiştim ama Halim öldükten sonra tükendim, artık
yazmayı bıraktım. Hayat şeklim değişti, önceliklerim değişti eşim gittikten
sonra.
Onsuz
yaşamak çok zor. Yanımda bir bakıcım var. Yeğenlerim bana o kadar yakınlık
gösteriyor ki, onları üzmek istemiyorum. Halim, 64 yıllık hayat arkadaşım, o
gittiğinden beri yakınlarımı çaresiz bırakmamak için 'güler yüzlü yaşamaya
mecburluk' rolünü oynuyorum. En sahici itirafım bu olsun.
YENİ ALFABE
YÜZÜNDEN AYDINLAR BİR GÜNDE CAHİL OLDU
-'Ölmeye
Yatmak' romanınızda da kendi hayatınızda yaşadığınız kültürel ikilemi
anlatmıştınız. Biraz bu ikilemden bahseder misiniz?
Cumhuriyetin
ikinci kuşağı olan bizim dönemimizde, ikilem içinde yaşanan bir dünya vardı.
Anne-baba Osmanlı ahlakıyla yetişmiş, biz ise Cumhuriyet kuşağıyız. Babam
hafızdı, Kuran'ı ezbere nameyle okuyordu. Babamın hafız olduğunu uzun süre
söylemekten çekindim. Çünkü o dönemde İslam'a doğru bakılmıyordu. Çok yanlıştı
bu. Hayatım boyunca sadece şiddete karşı oldum; inançlara karşı olmadım. Yalnız
içinde şiddet olan inançlara karşı durdum. 'Ölmeye Yatmak'ta da kendi hayatımı
yazdım. Yaşanan bu ikilemi anlattım. Anne ve babalarımızın yaşadığı dramı
30'umdan sonra anladım ben. Burada eski yazıyı bilen anne-babalarımız,
aydınlarımız, yeni alfabe gelince cahil konumuna düştüler. Kökten değişim çok
tehlikelidir. Alt yapısı olmadan değişim yapılmamalıydı. Yoksa dramlar
yaşanıyor.
HERKES GÜNLÜK
TUTMALI
-Nasıl bir ömür
geçirdiğinizi düşünüyorsunuz?
Yazarak
yaşadım, hep severek yazdım. Yazmak için hep bir şey beni dürtüyordu. Yazmadan
duramıyordum. Yazarak öğrendiğim kadar hiçbir şeyden öğrenmedim. Siyasal
kısıtlamalar sonucu kitap kalıcıdır görüşüne inandım. Tiyatro yazarlığını da
bundan dolayı bırakmıştım. Hayatım boyunca günlük tuttum. Edebiyatçıların
olaylar karşısındaki tepkilerini günlüklerine yansıtması çok önemli. Günlükler,
tarihi gerçekler açısından belge niteliği taşıyorlar çünkü. Sadece
edebiyatçılar da değil, bence herkes günlük tutmalı.
KAYNAK:
91 yaşında hayata veda eden Adalet Ağaoğlu "Bu kadar uzun yaşamayı hiç
istemezdim, kendimden sıkıldım" demişti... (sabah.com.tr, 14.07.2020).
ENTELEKTÜEL
VİCDAN: ADALET AĞAOĞLU
Cem ERCİYES
Türk
edebiyatının yaşayan en önemli kadın yazarı bana sorarsanız Adalet Ağaoğlu’ndan
başkası değildir. O tam bir Cumhuriyet kızı, önemli bir oyun yazarı, büyük bir
romancı. İronisini asla terk etmeyen, toplumsal vicdanı güçlü bir entelektüel.
Can Yücel’in ‘Sen Türkiye’nin en güzel kazasısın’ dediği kadın. Yazdığı
oyunların isimleri, romanlarından cümleler birer deyime dönüşmüş, hem gündelik
dilin içinde eriyip kültürün bir parçası olmuş hem de edebiyatta kendine
ayrıcalıklı yer edinmiş bir yazar. Tiyatronun altın çağı yaşanırken,
1950’lerden itibaren yazmaya başladığı Evcilik Oyunu, Çatıdaki Çatlak, Çok Uzak
Fazla Yakın gibi oyunlarıyla tiyatromuzun klasikleri arasında yerini aldı.
1973’te
ilk romanı ‘Ölmeye Yatmak’ ile edebiyatımızda ikinci bir fırtına estirdi. ‘Bir
Düğün Gecesi’nde ‘İntihar etmeyeceksek içelim bari” diyen Tezel ya da ‘ölmeye
yatan’ Aysel edebiyatımızın en sevilen, ‘Fikrimin İnce Gülü’ndeki Bayram en
tanınan karakterleri arasında yerini aldı. Türkiye’nin yarım asırlık karmaşası,
siyasi ve toplumsal baskıları ve bütün bunların içinde cinselliğinden aile
ilişkilerine, varoluş meselesine kadınlar onun yazdığı metinlerde ifadesini
buldu. Adalet Ağaoğlu sadece yazdıklarıyla değil, söyledikleriyle ve duruşuyla
da hep ‘entelektüel vicdan’ın simge isimlerinden birisi oldu. Hayatını
edebiyata ve Cumhuriyet’e adamış Adalet Hanım, bu yıl 85’inci yaşını kutluyor.
Delidolu o cesur genç kadını, yıllar içinde lafını esirgemeyen bir bilgeye
dönüştüren edebiyatımızın kraliçesine nice yıllar dilekleriyle.
KAYNAK:
Cumhuriyetin 91’inci yılında 91 sembol kadın (kadinlarkulubu.com, 30 Ekim 2014).