Atilla Yayla

Siyaset Bilimci

Doğum
03 Mart, 1957
Eğitim
Ankara Üniversitesi Ekonomi Bölümü
Burç

Siyaset bilimci. 3 Mart 1957, Kaman /  Kırşehir doğumlu. Ankara Üniversitesi Ekonomi Bölümü (1980) mezunu. Aynı üniversitede kamu yönetimi alanında yüksek lisans çalışmasını (1983), siyaset bilimi alanında doktorasını (1986) tamamladı. Bir süre Ankara’da gazetecilik yaptı (1980-82). 1984 yılında SBF’ye araştırma görevlisi olarak atandı. Yardımcı doçent unvanını aldıktan sonra bir süre de SBF’de çalıştıktan sonra Hacettepe Üniversitesi’ne geçti (1991-92). Bu üniversitede doçent olarak İİBF Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyeliğinin yanı sıra; Türk Demokrasi Vakfı Müdür Yardımcılığı (1987-88), Dış Politika Enstitüsü Başkan Yardımcılığı (1992-95) görevlerini üstlendi. 1997’de arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Liberal Düşünce Topluluğu Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanlığına seçildi. 2000 yılından itibaren Gazi Üniversitesi İİBF’de Kamu Yönetimi Profesörü olarak çalışmalarını sürdürdü. Siyaset, demokrasi ve tarih konularında lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi.

Yurt içi görevlerinin yanı sıra konuk öğretim üyesi olarak 1988-89 arası Londra Üniversitesi’nde, 1996-97 arasında ABD George Mason Üniversitesi’nde bulundu. Uluslararası ve ulusal çeşitli konferans ve bilimsel toplantılara katılarak tebliğler sundu, konuşmalar yaptı. Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinde köşe yazıları yazdı.

Türk Siyasi İlimler Derneği, Liberal Düşünce Topluluğu Derneği (Yönetim Kurulu Başkanı) Mont Pelerin Topluluğu, üyesi Liberal Düşünce dergisi (yayın kurulu) üyesidir. Ayrıca Piyasa dergisi editörü, Yorktown (ABD) Internet Üniversitesi öğretim üyesi, Center for New Europe Enstitüsü (Belçika ve Almanya’da yerleşik) uluslararası akademik danışma kurulu üyesidir.

Britanya ve ABD'de birkaç defa farklı üniversitelerde ziyaretçi öğretim üyesi olarak bulunmuştur. Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinde düzenli yazıları yayımlandı. İngiltere Buckingham üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yaptı. Sinan Çetinle birlikte Plato Film Okulu'nu meslek yüksek okuluna dönüştürerek, Gazi üniversitesi öğretim üyeliğine son vermiştir. Plato Meslek Yüksekokulu Müdürlük görevini yürüttü. Atilla Yayla, Atatürk hakkında belirttiği görüşlerden dolayı 2008 yılında 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ertelenen Ceza'ya ek olarak 24 ay boyunca da Atatürk hakkında konuşması yasaklandı.

ESERLERİ:

DÜŞÜNCE-ARAŞTIRMA-İNCELEME: Terörizm Üzerine (1990), Liberalizm (1992), Liberal Bakışlar (1993), Sosyal ve Siyasal Teori (derleyen, 1994), Refah Partisi Üzerine (Melih Yürüşen ile birlikte, Türkçe ve Almanca, 1996), Siyasi Partiler Araştırması (Melih Yürüşen ile birlikte, Türkçe ve Almanca, 1996), Siyaset Teorisine Giriş (1998), Özgürlük Yolu: Hayek’in Sosyal ve İktisadi Felsefesi (2000), Sosyal ve Siyasal Teori (derleyen, 2000), Islam, Civil Society and Market Economy (derleyen, 2001),  Demokrasiyi Koruma Kılavuzu (2001), Devletçi Zihniyet ve Piyasa Ekonomisi (2001), Piyasa Medeniyeti- Siyasi Düşünce Sözlüğü (2003), İktisat ve Hayat (2008), Liberallik-Demokratlık Tartışması (Etyen Mahçupyan ile, 2008), İki Cumhuriyetin Kavgası (2008), Kemalizm: Liberal Bir Bakış (2008).

ÇEVİRİ: Kanun ve Düzen (F.A. Hayek’ten, 1994).

KAYNAKÇA: Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Murat Yılmaz / Yayla’yı Kim Mahkûm Etti ? (Yeni Şafak, 2.2.2008). 

 

 

 

 

 

 

 

 

LİBERALİZM, DEMOKRASİ VE BİREY

Bireyi asıl atomize edenler kolektivist teoriler ve sistemlerdir. Bu çürütülmüş argümanı hâlâ sahiplenenler siyaset felsefesindeki son tartışmalardan galiba habersizdir. (…)

Demokrasi sizin zannettiğiniz şey değil

1990’larda, bu çerçevede, öne çıkan bir akım komüniteryenizmdi. Komüniteryenler iki ana gruba ayrılmaktaydı. Birinci grup, A. Etzioni gibi isimler tarafından formüle edilen, yumuşak komüniteryenizmdi. Bunlar, liberal kapitalizmi ve liberal demokrasiyi tümüyle reddetmek yerine onda bazı kısmî tadilatlar talep etmekteydi. Bunun sebebi, liberal kapitalizmin, bireyleri, sosyal ortamdan kopartılmış varlıklar olarak muameleye tâbi tuttuğuna ve bu yüzden sosyal dokuyu tahrip ettiğine inanmalarıydı. Komüniteryenizmin ikinci ve Charles Taylor gibi isimlerce geliştirilen ve daha sert olan türü de özünde muhafazakârların eleştirilerini tekrarlıyordu. Ama, bunların düşünce çizgilerinin nihai sonucu liberal kapitalizmin ıslahını veya yenilenmesini değil ortadan kaldırılmasını gerektirmekteydi. Bir ara tozu dumana katan bu komüniteryen akımlar yeni beşerî yapılanma ve siyaset tarzları geliştirmede gürültüleri ile ters oranda başarı sağlayabildiler. Söyledikleri hiçbir şey, liberal kapitalizme ve liberal demokrasiye yönelik kısmî tespit ve eleştiriler olmanın ötesine geçemedi. (…)

Sosyalizm-komüniteryenizm kırması bir fikir dünyasında gezinen bazı yazarlar, gerçeğin tekeli kendi ellerindeymiş gibi, gazete köşelerinde geliştirdiklerini vehmettikleri “büyük” tezleri iğneleyenlere, samimi bir tartışma yapma heyecanıyla değil, öfke ve nefretle saldırmaktadır. Bu öfke ve nefret akıllarını giderdiğinden, yazılarında hem yığınla çelişki ortaya çıkmakta hem de nezaket kuralları aşılmaktadır. Varsın olsun, kötü söz sahibine aittir. Liberaller diyaloğa, açık sözlülüğe, müzakereye inanır. O yüzden, ben, kabalığa kabalıkla cevap vermek yerine, bazı bilinen gerçekleri belki bu sefer anlaşılır umuduyla bir kere daha tekrar edeyim.

Demokrasi bir ideoloji, bir hayat tarzı, insanî gelişimin son durağı ve beşerî ilişkilerin her alanda geçerli tek, yegâne, en iyi yöntemi değildir. Sadece demokrasi değil, liberalizm dâhil, hiçbir şey, hiçbir sistem, ideoloji vs. bu özelliklere sahip olamaz. Bu hakikati kavramaya, demokrasinin bir ideoloji olmadığını kabul etmekle başlamak sevindirici bir ilerlemedir. Demokrasiyle ideoloji arasındaki ilişkiyi kavramada mesafe kaydedilmesi de sevindiricidir. Liberalizm ve demokrasi paralel biçimde gelişmiştir ve bu beraberlikten daha çok kazanç sağlayan demokrasi olmuştur. Liberalizm demokrasinin yetiştiği münbit zemini teşkil eder. İlliberal demokrasiler, demokrasi adını kullansalar bile, demokrasinin fonksiyonlarını ifa edemezler. Liberalizmsiz demokrasi, olsa olsa, evet, diktatörlük olur. Liberalizm kelimesinden çok nefret ediliyorsa, şöyle diyelim: İktidarın sınırlı olması ve yönetilenlere hesap vermesi, insan haklarına saygı göstermesi, önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde işlemesi, parçalanması ve bir kontrol ve denge sistemine yerleştirilmesi peşinden koşulması gereken, insanlığa yararlı idealler ve pratiklerse, gidilmesi gereken adres, liberalizmdir. Laf kalabalığına gerek yok, bunların başka bir adresini bilen varsa, söylesin, öğrenelim ve oraya başvuralım. Liberaller için demokrasi, barış içinde, beraber yaşama araçlarından biridir. Ama, tek araç değildir. Bu hâliyle liberal demokrasi sahip olmamız gereken iyi bir şeydir. Otoriter veya totaliter bir yönetim yerine, elbette, demokrasiyi, tercih etmeliyiz. İnsanların ve insan gruplarının birbirleriyle konuşması, müzakere etmesi, paylaşması, ortak problemleri beraber çözmeye çalışması iyi bir şeydir. Ama, liberal çizgi her problemin ortak problem hâline getirilerek özel alanın daraltılmasından haklı olarak korkar; çünkü bu, otoriteryenizme vücut verebilir. Ayrıca, demokratik yol ve yöntemler her zaman herkesin kabul ettiği bir çözüme ulaşmamızı sağlayamayabilir. Siyasal teoride Arrow teoremi denilen itibarlı yaklaşım bunu ispat etmektedir. Demokrasi, aşırı anlamlar ve taleplerle yüklenirse ya patlar ya da demokrasi olmaktan çıkar. O yüzden, demokrasiden vazgeçmek ne kadar abesse, demokrasiyi abartmak ve insanî varoluşu onunla özdeşleştirmek de o kadar abestir.

Bireyden niye korkuluyor?

Liberallerin atomize edilmiş birey tiplemesinden hareket ettiği yolundaki muhafazakâr-faşist-sosyalist-komüniteryen argümana siyaset felsefesinde çoktan gerekli cevaplar verilmiştir. Bireyi asıl atomize edenler kollektivist teoriler ve sistemlerdir. Bu çürütülmüş argümanı hâlâ sahiplenenler siyaset felsefesindeki son tartışmalardan galiba habersizdir. Ben, burada geniş felsefi tartışmalara girme imkânı bulamadığımdan, genelde siyasi sistem, özelde demokrasi tartışmalarında bireyin niye esas birim kabul edilmesi gerektiğiyle ilgili bazı şeyler söyleyebilirim. Bir demokrasi temel beşerî siyasî birim olarak bireyden hareket etmek zorundadır. Elbette demokratik sistemde gruplaşmalar, grup kimlikleri ve grup davranışları olacaktır, bu yüzden; demokrasi teori ve pratiği bireyle sınırlı kalmaz, kalamaz, ama bireyi bir gerçeklik olarak görmekten de ayrılamaz. Bu husus, liberal demokrasilerde, tek ve eşit genel oy ilkesinde ve insan haklarının esas öznesinin insan olmasında yansır. Bireyler, şüphesiz, aileden başlayarak dışarıya doğru genişleyen sosyal ortamlarda yaşarlar, fakat, bu, onların değil de, meselâ, grupların-cemaatlerin esas siyasî ontolojik özne olduğu anlamına gelmez. Liberal demokrasiler grupların varlığını da meşru ve gerekli kabul etmesine rağmen, bireyle grup arasında bir hak çatışması olduğunda, özellikle korunması gereken, bireydir. Yoksa, demokrasi denilen şey bir cemaatler mozaiğine dönüşür. Bazı durumlarda, ki bunlar insanî yaşayışta çok ender karşılaşılan durumlar değildir, grup kimliği bireyleri boğucu bir hâl alabilir. Bireyin demokrasi açısından önemini ve yerini anlamayan komüniteryenler demokrasiyi bir gruplar-cemaatler federasyonu sanmaktadır. Son sözüm şudur: Liberalizm, her derdin devası ve her insanî varoluşun-yaşayışın tek yolu değildir. Ama, liberalizmi reddetmek, insanın bilgi ve tecrübe birikiminin önemli bir bölümünü reddetmek anlamına gelir. Bunu yapmak kolay değildir. Nitekim, liberallere ve liberalizme yerli yersiz saldıranların yazıp söylediklerindeki işe yarar her şeyi bir şekilde liberalizmden aldıkları gözden kaçmamaktadır.

                                                                        (Zaman, 01.10.200

BİR TÜRK AYDINLANMASI MÜMKÜN MÜ?

BİR TÜRK AYDINLANMASI MÜMKÜN MÜ?

 

Atilla YAYLA

 

Çinli çocuklar astronot, İngiliz ve Amerikan çocukları youtuber olmak istiyormuş. Bizim çocuklar ne olmak istiyor?

Goethe’nin kahramanları askerdi. Jöntürkler gibi toplumun aydınları askerler arasından çıkıyordu. Ordu ve savaş teknolojisi dünyayı, yeni gelişmeleri takip ihtiyacı doğurduğu için toplumun ilerisinde olması doğaldı subayların. Aslında aydınlanmaya kadar hemen her çağda ve millette saray ve ordu gelişmenin önünü açardı.

Georg Lukacs Alman aydınlanmasının İngiltere ve Fransa’nın gerisinde ve daha sonra başladığını söyler. Hatta Alman aydınlanması Osmanlı için örnek alınan ve karşılıklı yardımlaşma ile süren bir dayanışma bile getirmişti. Ancak, müzikte, şiir ve edebiyatta, bilimde, felsefe ve teknolojide öyle bir Alman aydınlanması doğdu ki bu özgüven belki de I. ve II. Dünya Savaşına neden oldu.

Almanlar her iki savaşta yenildi, ikincisinde yerle yeksan olup ikiye bölündü üstelik. Amerika, Almanya'nın bütün bilim adamlarını, yetişmiş insanlarını  kadrosuna kattı. Ancak Alman disiplini ve çalışkanlığı bütün bu yaraları sardığı gibi Doğu Almanya’yı ilhak etti ve birleşik bir Avrupa’nın öncüsü oldu. Bunu, yenilgiyi kabul etmekle başardı. Şapkasını önüne koyup içine düştüğü acıklı gerçeği, sahip olduğu yetenekleri ile üstünlüğe dönüştürdü.

Jöntürkler Avrupa’yı tanıyor ve oradaki gelişmeleri ülkemize taşımak istiyordu. Osmanlı bir atılım yaparak kıstırıldığı alandan çıkmak için son döneminde canlı tartışma ve fikir cereyanları içinde ateşi yükselmiş bir dönem yaşadı. Cumhuriyet bunun sonucu bir yerde.

Küçük arayışlar içinde olsa da bir Türk Aydınlanması niye gerçekleşmedi? Emir demiri keser ilkesinden vazgeçilmediği için. Despot yöntemlerle modernleşmek mümkün olmadığı için.

Tek parti dönemi, sonraki demokrasi arayışları hep despot bir yöntemle akamete uğradı. Merkez ideolojiler 80 yıl boyunca iktidar hak ve yetkisini kötü kullandılar. Sonunda başarısız oldu merkez dedikleri her neyse.

Çevreden gelen iki muhalif akım; İslamcılık ve Kürtçülük kalmıştı geriye. Kürtçülük  Kürt modernleşmesinde mesafe almasına rağmen ‘terör’ makasına düştü. 18 yıldır iktidar olan İslamcılık ise sonunda tek adam dalgasına kapıldı. Aile şirketi sadakati ile günü kurtarmaya varıp dayandı. Faiz sıfırlansın, döviz düşsün sağa sola meydan okuyarak içeriyi manipüle etmek büyük strateji sayılıyor. Pelikana setaya diğer akıldanelere bakın isterseniz.

Bugün okullar açıldı. Öğrenci-öğretmen-derslik sayısı rakamlarla sergilendi her yerde. İmam-hatip açmak, öğrenci formaları, teneffüs zili melodisi, kalabalık sınıfların sayısını düşürmek… filan. Dile gelen sorun ve çözümlere bakınca 100 sene sonra da aynı yerde sayacağımızı söylemek kehanet sayılır mı?

Büyük milletler büyük bireyler çıkarır. Müzikte, edebiyatta, bilim ve teknolojide. Bugün büyük adam deyince siyasetin aktörleri aklımıza geliyorsa ne devlet ne de kurumlar yerli yerinde diyebiliriz. Aktörleri bu kadar olan milletlerin ufku, rüyası, dünyası ne kadar büyük olabilir ki?

Çinli çocuklar astronot, İngiliz ve Amerikan çocukları youtuber olmak istiyormuş.

Bizim çocuklar ne olmak istiyor?

Şöyle bir dairede müdür. Altında Kıliyo. Bütçeden okkalı bir maaş. Yan ödemeler. Pasta küçük talep büyük. Bu yarış çok su götürür. Bize düşen de o tepeden bu tepeye koşuşturmanın getirdiği yorgunluk.

 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör