Düşünür, siyasetçi ve yazar (D. 1869, Şuşa / Karabağ / Azerbaycan - Ö. 19 Mayıs 1939, İstanbul). Türkiye’ye gelmeden önceki adı Ahmet Agayev olup, Sir
Percy Loraine’e göre İslamiyet’i seçmiş Kafkas Yahudisi kökenli bir ailedendir.
İlköğrenimden sonra, Ortaöğrenimini Tiflis’te, annesinin çabasıyla gönderildiği
Rus Gymnasium’unda bitirdi. 1887’de yüksek öğrenim için Petersburg’a gitmiş, ancak
sağlığı nedeni ile geri dönmüştü. Batılı düşüncelerle tanıştığı yükseköğrenimini,
1888’de gittiği Paris
Hukuk Fakültesi ile Sorbonne Tarih ve Filoloji bölümlerinde tamamladı. Bu arada
Arapça, Farsça, Türkçe dil ve doğu kavimleri tarihi derslerine devam etti. Üniversite
yıllarında hocası Ernest Renan’dan etkilendi. Yirmi bir yaşında iken yazarlığa, Fransızca
bir makale yazarak başlamıştı. Bir süre Paris’te gazetecilik de yaptı.
Ağaoğlu,
1894’te İstanbul’a geldi ve dört ay sonra Tiflis’e giderek, “Kafkas” gazetesinde yazarlık yapmaya
başladı. Bakü’de Rusça “Kaspy” adlı
bir gazetede başyazarlık yaptı. Bu gazete, Azerbaycan Türklerinin hukukunu
savunan ve çıkarlarına hizmet eden Rusça bir Türk yayın organı haline getirilmişti.
Yazılarında ve siyasal yaşamında Batı uygarlığının tümüyle benimsenmesini
isteyen, Türkçülüğü ve liberal düşünceyi savunan bir siyaset adamıdır. Paris’te
tanıştığı Cemaleddin Afgani onun İslamiyet’e ilişkin düşüncelerini etkilemiştir.
Üniversite öğrenciliği sırasında “
Ahmet
Ağaoğlu’nun Fransa’da bulunduğu yıllar onun özellikle 1789 Fransız Devrimi’nin
getirdiği düşüncelere yakınlaşmasına, Batılı liberal kavram ve değerleri incelemesine
olanak verdi. Ardından 1894’te Azerbeycan’a döndü. “İrşad”, “Terakki”, “Füyuzat” gazetelerini yayımladı. İttihat
ve Terakki Cemiyeti’nin yayın organı olan “Şura-yı
Ümmet”e yazılar yazdı. Bu dönemde temel olarak Rusya Müslümanlarının
birliği ve kültürel gelişmesi doğrultusunda mücadele verdi. Çarlığın baskısına
karşı Difai adlı bir gizli dernek kurdu. Üzerindeki baskılar yoğunlaşınca, 1909’da
ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etti.
İkinci
Meşrutiyet (1908) döneminde Ağaoğlu, dağılan Osmanlı İmparatorluğu’nda
milliyetçilik açısından en geç kalan Türklerin, varlıklarını sürdürebilmek için
milli bilinç kazanmalarının zorunlu olduğu görüşüne, yani Türkçülük akımına bağlandı.
Bu dönemde Ziya Gökalp ile birlikte “Türkleşmek,
İslamlaşmak, Muasırlaşmak” biçiminde ifade edilen düşüncenin, daha çok
Türkçü ve çağdaşlaşmacı yönüne ağırlık verdi. Ahmet Ağaoğlu için Türkçülük
siyasal bir programdan çok, ulusun kurtuluşunu sağlayacak birleşmenin temel
kültürel harcı idi.
Ahmet
Ağaoğlu, 1911’de Türk Yurdu Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı.
Cemiyetin yayın organı “Türk Yurdu”
dergisinde yayımladığı “Türk Alemi”, “Osmanlı İnkılabının Şarktaki Tesiratı”,
“İslam’da Davay-ı Milliyet” gibi yazı dizileri ilgi uyandırdı. Babanzade Ahmed
Naim ve Süleyman Nazif gibi İslamcı ve Osmanlıcı yazarlarla giriştiği
tartışmada Türkçülükle İslam’ın çelişmediğini kanıtlamaya çalıştı. O sıralarda,
İttihatçı eğilimlerin söz sahibi olmaya başladığı Darülfunun (İstanbul
Üniversitesi)’da Rus dili ve Türk tarihi hocalığı yapmaya başladı. 1914’te
Afyonkarahisar mebusluğuna seçildi. 1915’te İttihat ve Terakki’nin genel merkez üyesi oldu.
1917 Ekim Sovyet Devrimi’nden sonra Kafkas orduları siyasi müşaviri olarak
Rusya’ya gitti. Geri döndüğünde İngilizler tarafından tutuklandı ve Malta’ya
sürüldü.
Ağaoğlu
1921’de serbest bırakılınca Anadolu’ya geçerek, Ankara Hükümeti’nce Matbuat
Umum Müdürlüğü görevine atandı. Bu görevini 1923’e kadar sürdürdü.1930’da Serbest
Cumhuriyet Fırkası (Partisi)’nın kuruluşuna katıldı. Partinin programı ile
tüzüğünün oluşturulmasında önemli katkıları oldu. Serbest Fırka kendisini kapatınca,
çoğu kurucuların tersine, eski partisine dönmedi. 1933’te “Akanı” gazetesini çıkardı. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’e muhalif
bir çizgi izleyen gazeteyi kısa süre sonra kapatmak zorunda kaldı.
Cumhuriyet
döneminde gerek CHP içindeki tutumunda, gerekse “Kadro” hareketini temsil eden
Şevket Süreyya Aydemir ile giriştiği tartışmada, Ağaoğlu’nun Batılı parlamenter
düzene yakınlığı ve “bütüncü” toplumsal anlayışlara karşı, Batılı anlamda birey
özgürlüğüne dayalı toplumsal ve ekonomik görüşleri ağırlık kazanmıştır. Gazete
yazılarını topladığı “Devlet ve Fert”
(1933) adlı kitabı ile bir ütopya denemesi olan “Serbest İnsanlar Ülkesinde” (1930) bu açıdan önem taşır. 19 Mayıs
1939’da İstanbul’da öldü.
Ahmet
Ağaoğlu, Türkçülük mücadelesine ömrünü vermiş aydınlardandır. Düşüncelerini
yaymak için “Fedai” adıyla kurduğu gizli örgütte hizmet vermeye başlamıştı.
Birçok Türkçü gibi önce İslâm’ın özüne döndürülmesi sorunu üzerinde durmuştur.
Doğu tarihi ve dinleri üzerine araştırmalar yapmış, geniş birikime sahip olmuştu.
Azerbaycan ve diğer Kafkas Türkleri için ulusal direnişin en iyi örneğini
sergileyenlerden biriydi. Amacı, Türk ulusunun uyanması ve Ruslarla eşit özgürlük
haklarına sahip olmasıydı. Ruslar tarafından desteklenen Sünnî-Şiî ayrılığının
karşısında olmuş ve yazılarında, araştırmalarında bunu konu üzerinde durdu.
Yayımladığı risalelerde (küçük kitaplar) düşüncelerini çekinmeden ortaya koymaktan
çekinmezdi. Dinî açıdan İslâmiyet üzerine yaptığı araştırmalarda kadını örnek
aldı ve İslâmiyet’in tarihsel süreci içinde kadını inceleyerek, dindeki
değişmeyi ortaya koymaya çaba harcadı.
ESERLERİ:
İNCELEME-ARAŞTIRMA- ANI: Şii
Mezhebi ve Menbaları (1892), İslâm ve Ahund (Bakü 1900), İslâma
Göre ve İslâm Âleminde Kadın (1901; İslâmlıkta Kadın, 1959 ve İslâmiyette
Kadın 1985 adlarıyla yeniden bas.), Üç Medeniyet (1920),
Hindistan ve İngiltere (1927), İngiltere
ve Hindistan (1929), Serbest İnsanlar Ülkesinde (1930), Hukuk
Tarihi (1931-32), Devlet ve Fert (1933), Etrüsk Medeniyeti ve
Bunların Roma Medeniyeti Üzerindeki Tesiri (1933), Ben Neyim (1939),
Gönülsüz Olmaz (1941), Türk
Hukuk Tarihi (1941), İran İnkılabı (tsz), Türk Teşkilat-ı Esasiyesi (1941),
Gönülsüz Olmaz İhtilal mi
İnkılap mı? (1942), Serbest Fırka Hatıraları (1950), İslâmda Davay-ı Milliyet (risale, İsmail
Kara / Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi içinde, c.1, s. 445, 1986).
ÇEVİRİ: Etika (Kropatkin’den,
1935).
KAYNAKÇA: Mehmet Zeki / Türkiye Teracim-i Ahval Ansiklopedisi
(c. II, 1929), Samet Ağaoğlu / Babamdan Hatıralar (1940) – Babamın Arkadaşları
(1958), Hilmi Ziya Ülken / Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi (1979), İsmail Kara / Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi (c.1, s. 445,
1986), Nuri Yüce / TDV İslâm Ansiklopedisi (c. 1, 1988), Behçet
Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Mehmet Nuri Yardım
/ Edebiyatımızın Güleryüzü (2002), Cemil Meriç / Batıya Kaçış (Bu Ülke, 2004), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar
Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli
ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006,
gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri
Ansiklopedisi, C. 3, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).
İttihat
ve Terakki merkez-i umumisinin en candan âzası ile bir gün maarif işlerini
konuşuyorduk.
- Bu
memlekette, dedi, maarif nazırı olacak bir adam vardır.
Bu
zümrüdüanka kuşunu keşfe muvaffak olan bahtiyarın yüzüne bir sual ifadesiyle
baktım. O, devam etti:
- Ahmet
Ağayef. (Dil alışkanlığı ile o zaman aile ismi bu şekilde söyleniyordu).
Bu ismi
henüz yeni işitiyor gibiydim. Muhatabım bunu hissettiği için, Ağaoğlu hakkında
malûmat verdi. Tahsilinden, Türklük idealine bağlılığından, kabiliyetinden
bahsetti. Büyük bir ateş ve heyecan içinde, Maarif Nezareti'ne bulduğu namzedi
gerçekçi bir samimiyet ile methetti durdu.
Ağaoğlu
Ahmet Bey'i Maarif Nezareti'nde göremedik. Fakat sonra, kendisini bizzat
tanımak kabil oldu. Doğrusu, onda fikir adamı ve idealist insan meziyetleri
göze çarpıyordu. Fakat Maarif Nezaret'inde pek cenkleşecek bir pratik ve siyasî
adam hali yoktu. Belki gerçekten demokrat bir memlekette, kabine azalan
arasında Ağaoğlu'na bir yer bulunabilirdi. Fakat henüz sırmalı üniformalar ve
teşrifat hüküm süren bir devrede onun asıl yeri Türkocağı'nın çıplak odası idi.
Oraya daha iyi yakışırdı.
Mamafih,
halindeki yumuşaklığa rağmen, onun bir cidal adamı olduğunu inkâr etmemelidir,
fakat o, matbuat meydanında, elinde kalem, açık ve entrikasız cidal etmeyi
bilir. Ne yumruk usulüne vakıftır, ne politika labirentlerinin karanlık ve
karışık entrikalarına. Oralarda kendisini bir açıkgöz, çocuk bile mat edebilir.
Ağaoğlu
Ahmet Bey'i görenler, kendisini yalnız uzaktan ve dışarıdan tanımakla
kalıyorlarsa, muntazam bir fikrî faaliyet göstereceğine de pek inanamazlar.
Hali biraz dağınık, usulsüz. ve intizamsız bir çalışma intibaını verir. Fakat
benim gördüğüm çalışanlar ve okuyanlar içinde onun pek modern bir faaliyet
sahibi olduğunu itiraf ederim.
Dikkatle
okur, hemen makasa yapışır, keser, deftere yapıştırır, dosyasını tamamlar. Bu
vesika ve bilgi dağarcığı onun çok işine yarar- Malta'da iken, kendisinin bu
faaliyetine yakından şahit oldum ve hayran kaldım. O sırada, tabiî çok İngiliz
aleyhtarı idik. Kendisine bir İtalyan edibinin İngilizler aleyhinde yazdığı bir
şiiri okumuştum. Benden bunun tercümesini aldı ve bir tarafa yapıştırdı.
Şüphesiz günün birinde bir makalesi için kullanacaktı.
Ağaoğlu'nu
sevmek için onunla yakından arkadaşlık etmez lâzımdır, Bazı adamlara pek
yaklaşmamak iktiza eder. Onlar uzaklığın kusur örten perdeleri arkasında daha
muhteşem, daha hürmetle lâyık görünürler. Fakat Ağaoğlu yakından tanındıkça
kazanılan insanlardandır.
Tevazu
ona akıl ve muhakemenin sonradan yapıştırdığı bir süs değildir. O, mütevazı
olarak doğmuş, büyümüş, okumuş ve okudukça boş bir gurur ile kabarmayarak,
bilâkis daha mütevazı ve durgun bir hal almıştır,
Ağaoğlu
Ahmet'i Malta arkadaşları yalnız bir cihetten kızdırabilirierdi. Herkesin
şakasına tahammül eder, mihneti güler yüzle karşılar, en gamlı zamanlarda bile
kahkahayı atardı. Fakat, fikrî siyasî akideler, vicdanî kanaatler bahsinde onun
kendinden geçerek coştuğunu ve haykırdığını görürdünüz. Bir aralık "fert
yok, cemiyet var" diyen Ziya Gökalp'in yanında ben onu ferdiyetçi ve
liberal olarak tanıdım. Fikri ve manevi akrabalığımız buradan başlar.
Malta'dan
kurtulduktan sonra, Ağaoğlu gözümün önündü bir hakikat olmaya başlayan Türklük
idealine elinden geldiği kadar hizmet için Anadolu'ya koştu. Bir aralık onu
Matbuat Müdürlüğü'nde gördük.
Eskiden
zalim hükümdar ve hükümet tazyiklerine dayanarak silâha sarılanları ve
ormanların, dağların içinde hür bir ferdiyetçilik hayatı sürenleri kır serdarı
yaparlar ve kırların asayişini temin vazifesini onların cesaret ve
tecrübelerinden beklerlerdi. Matbuat hürriyetinin bu ezelî şuridesini Matbuat
Müdürlüğü'nde görünce bu eski ananeyi hatırlıyordum.
Bu
ananenizi pek esassız bir şey olmadığına az çok kanaat getirdim. Hakikaten
üniforma, makam, mevki ve vaziyet bir insanı az çok bir inzibat ve çerçeve
içine alıyor. Ağaoğlu arkadaş da Matbuat Müdürlüğü'nü kendisine az çok
benirnsedi ve bir matbuat müdürü gibi düşündüğü zamanlar oldu.
Onun
hesabına çok şükür ki orada uzun bir müddet kalmadı. Bir muharrirlik, bir ders
kürsüsü onun hizmet kabiliyetlerine daha uygun bir saha açıyordu.
Ağaoğlu
Ahmet'i milletvekilleri arasında gördük. Yukarıda dedim ya, o, bu musaraa
sahasının adamı değildir. Orada çarçabuk "Nak-aut" oldu. Mukadderat
ona sanki hayatın her safhasmı göstererek tecrübesini tamamlamak ve kendisini
pişirerek bütün bütün kâmil bir insan haline getirmek istiyordu.
Doğrusu
Ağaoğlu, gerçekten pişti, hem o kadar pişti ki şimdi tam iki kavrulmuş oldu.