Yazar, Edebiyatçı, Romancı, Senarist. 1989 yılında Adana’da doğdu. Lise eğitimini Çobanoğlu Ticaret Lisesi’nde tamamladıktan sonra Anadolu Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi.
Edebiyat
çalışmalarına faaliyetlerine Ulukayın dergisinde neşredilen şiir ve makaleleri
ile başlayan yazar, daha çok kadim Türk tarihini merkeze alan romanlar yazdı.
Ayrıca senaryoları vardır.
Kitapları (Roman):
Kutlu
Kağanlık (2016)
Demirdağın
Kurtları (2017)
Bin
Yılın Göçü - Alpler Çağı (2017)
Bin
Yılın Göçü - Gaziler Çağı (2018)
Temirkut
1 - Demir Atlı Gök Pusatlı (2019)
Temirkut
2 - Oğuz Kağan'ın Yolu (2019)
Temirkut
3 - Mete Han ve Kut Kılıcı (2019)
Temirkut
4 - Balamir Han’ın Okları (2019)
Temirkut
5 - Atilla'nın Buyruğu (2019)
Senaryoları:
Uyanis:
Büyük Selcuklu (Serdar Özönalan ile, TV Dizisi 2020)
Kuşlarla
Yolculuk (Serdar Özönalan ile, TV Dizisi 2020)
KAYNAK:
Ne Okuyorum? Söyleşiler Hasan Erimez:
“Beni yazmaya iten şey, insanlara anlatılması gerektiğine inandığım hâdiseleri
yazma isteğidir” (Söyleşi Hüseyin Çoban, neokuyorum.org, 7 Kasım 2018), Hasan
Erimez (imdb.com, 18.12.2020), Hasan Erimez (sinematurk.com, 18.12.2020), Hasan
Erimez (diziler.com, 18.12.2020), Hasan Erimez (beyazperde.com, 18.12.2020), Hasan
Erimez (otuken.com.tr, 1000kitap.com, kidega.com,idefix.com, kitapyurdu.com, 18.12.2020).
HASAN ERİMEZ:
“BENİ YAZMAYA İTEN ŞEY, İNSANLARA ANLATILMASI GEREKTİĞİNE İNANDIĞIM HÂDİSELERİ
YAZMA İSTEĞİDİR”
Söyleşi: Hüseyin
Çoban
Hasan
Erimez 1989 yılında Adana’da doğdu. Lise eğitimini Çobanoğlu Ticaret Lisesi’nde
tamamladı. Yazar, Anadolu Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı alanındaki
eğitimine devam etmektedir. Edebî faaliyetlerine Ulukayın dergisinde neşredilen
şiir ve makaleleri ile başlayan yazar, daha çok kadim Türk tarihini merkeze
alan romanlar üzerinde çalışmaktadır. Hasan Erimez’in Ötüken Neşriyat’tan çıkan
üç romanı vardır; “Demirdağın Kurtları, Kutlu Kağanlık, Bin Yılın Göçü Alplar
Çağı.”
Yazar
Hasan Erimez ile röportaj
gerçekleştirdik. Kendisine bu röportaj için teşekkür ederiz ve sizlere keyifli
okumalar dileriz.
“İnsanın
kendi yazdığı bir şeye didik didik kusur ararcasına bakıp, yanlışlarını önce
kendinin görmesi ve kendi yüzüne vuracak kadar cesur olması lazım. Bazen insan
eserini değil, eseri insanı yola getirir.”
Hasan
Erimez
Yazmaya
ne zaman başladınız?
Bende
okuma ve yazma iştiyakı 9-10 yaşlarımda, ansiklopedilerdeki tarihî hadiseleri
ve resimleri kafamda canlandırarak, onları kendimce hikâyeleştirerek başladı.
Bu zannedersem “tahkiyecicilik” istidadımı da ilk keşfedişimdir. 11-12
yaşlarında da ilk amatör yazma deneyimlerim oldu. Tabii bunlar ciddiye
alınmayacak derecede, o yaşların verdiği heyecanla üretilip yazılmış
hikâyelerdi. Daha sonra 20 yaşıma kadar birkaç defa böyle girişimlerim oldu. 20
yaşıma geldiğimde ise artık bir roman yazmam gerektiğine karar verdim. Ve o
zaman ilk romanım Demirdağın Kurtları’nı yazmaya başladım.
Sizi
yazmaya iten bir şey var mı? Varsa bunu bizimle paylaşır mısınız?
Beni
yazmaya iten şey, bugüne kadar çok az bahsedilmiş veya hiç bahsedilmemiş fakat
çok mühim olduğuna ve insanlara anlatılması gerektiğine inandığım hâdiseleri
yazma isteğidir. Zaten bence gerçek bir yazar da yazmak için değil, anlatılması
gerektiğine inandığı için yazmalıdır. Yani kendini o işe vazifeli
hissetmelidir.
Yazarken
kendinize örnek aldığınız bir yazar var mı?
“Örnek
alma” sözcüğünü bu minvalde tam tanımlayıcı bulmuyorum. Belki etkilendiğim
yazarlar diyebilirim, ki bu hemen hemen bütün yazarlarda doğal olarak vardır.
Ayrıca bunlar dönem dönem değişebilirler. İlk gençlik yıllarında çok
beğendiğimiz ve adeta bir abide olarak gördüğümüz yazarları, yıllar sonra
okumalarımızı çeşitlendirip arttırdıkça daha olağan yazarlar olarak
görebiliriz.
Hüseyin
Nihal Atsız pek tabii beni ilk etkileyen yazarlardandır. Daha sonra Yaşar
Kemal’in kullandığı dille tanışınca o da beni bu hususta etkilemişti. Bundan
başka Gustave Flaubert’in bilhassa “Salambo” romanının dilimizdeki ilk
tercümesi, benim şimdi dahi kullandığım üslubuma en etki eden eser olmuştur.
Salambo benim için bir dönüm noktasıydı diyebilirim. Sonra da Kemal Tahir,
evvela “Devlet Ana” romanıyla benim dünyama adeta yıldırım gibi düştü. Ve bütün
eserlerinde bu yıldırım etkisini hiç kaybetmeden sürdürdü.
Kitaplarınızın
konularınızı nasıl buluyorsunuz?
Ben,
alanım olan tarihî romanda bir milli coşkunluk vermekten ziyade milletimizin
tarih serüveni içindeki daha derin tecrübelerine temas etme gayesindeyim.
Örneğin benim için bir devletin kuruluşundaki coşkun hislerden ziyade bunu
oluşturan sebepler, bu süreç içinde yaşanılan dramlar, trajediler, tecrübeler,
milletin o zamanki zihnî yapısı, her hadisenin neden olduğu ve nasıl olduğu
önemlidir. 2 ciltlik Bin Yılın Göçü serisinde Oğuzların Orta Asya’dan başlayıp
Anadolu’yu yurt tutmalarına kadar uzanan yaklaşık 5 asırlık bir serüveni konu
aldım. Biz hep bu göç serüvenini çok basit tanımlar veya hamasî nutuklarla
geçiştirmişizdir ama böylesine uzun süren ve inanılmayacak kadar meşakkatli
olan bir göç serüveni bu kadar basit olmamalı. Zaten değil de… Bu meşakkatli
süreçte yaşanılan zorluklar, edinilen tecrübeler, yıkımlar, dirilişler,
kayıplar ve kazançlar var. Büyük bir millet tecrübesi ve yaşanmışlığı var.
Değişimler, dönüşümler var. Kaç devlet kurmuşuz, kaç devlet yıkmışız, din
değiştirmişiz vs. Velhasıl bu örnekten yola çıkarsak benim için önemli olan
derinine inilmemiş fakat altında büyük hadiselerin ve duyguların yattığına
inandığım konulardır. Bu, gizli kalmış bir cevheri çıkarmak gibi, bir nevi yazı
madenciliği.
Karakter
oluşturmak için çok insan tanımak gerekiyor mu?
Karakter
oluşturmak için çok insandan ziyade duyguları tanımak gerekiyor. Çünkü
karakteri karakter yapan onun tipi yahut görünür özellikleri değil, fıtratında
taşıdığı duygusal özelliklerdir. İstediğiniz kadar insan tanıyın, eğer
hayatınızda acı, sevgi, hırs, heyecan, gücenme, nefret, zafer vs. gibi
duyguları yaşamamışsanız yarattığınız karakterlere de o duyguları veremezsiniz.
Çünkü tanımadığınız veya tatmadığınız bir duyguyu anlatamazsınız. Böylece de
yarattığınız şey bir karakterden ziyade karikatür bir tip olur. Önce duygular
tanınmalı ve bilinmeli. Sonra görünür özellikler eklenerek bir karakter
yaratılır.
Roman
yazmanın zorlukları nelerdir?
Roman
yazmanın en büyük zorluğu onu yazmaktır. Çünkü oluşturma aşamasında bir romanı
ana hatları ve pek çok detayıyla beraber kafanızda yazıp bitiriyorsunuz. O
heyecanı, romanınızı kafanızda yazarken yaşıyorsunuz. Sonra iş bunu kağıda
dökmeye gelince “başlarken” zorlanıyorsunuz. Biten bir şeyi tekrar yazmak
gibidir bu.
Günde
kaç sayfa yazıyorsunuz?
Belli
olmuyor. Fakat son zamanlarda keşfettiğim ve kabullendiğim şey, 5-10 sayfadan
fazla yazmamak. Çünkü doğal olarak yoruluyorsunuz ve bu yorgunlukla kendinizi
kaptırınca, bir yerden sonra ortaya lalettayin yazılmış cümleler çıkabiliyor.
Başucu
kitaplarınız nelerdir?
Buna
da “etkileyen” yahut “her daim elimin altında bulunan” kitaplar diyelim. Bunlar
yine zaman zaman değişebiliyor. Bir kere Dede Korkut Kitabı her zaman elimin
altındadır. Kafamı dinlendirmek, biraz lezzet almak istediğimde Dede Korkut Kitabı’nı
açar ve herhangi bir hikâyesini okuyarak istediğim dinginliğe ve lezzete
erişirim. Genelde de orijinal dilinden okurum. Her okuyuşumda da ilk defa
okuyormuş gibi tat alırım. Dede Korkut Kitabı vazgeçilmezim ve baş tacımdır.
Yunus Emre şiirleri bilhassa istediğim zaman elimin altında oluyor. Kemal
Tahir’in Devlet Ana başta olmak üzere hemen hemen her romanı da ha keza öyle.
Tarihi
roman yazarları için tavsiyeleriniz nelerdir?
Tarihî
roman, tarihî kaynak değildir. Bunu tarihî roman okuyucuları için de
söylüyorum. Tarihte değiştirilemeyecek hadiseler vardır. Tarihî roman bu
hadiselerin etrafında oluşturulmuş kurgulardır. Yazar, anlatmak istediği şeyi
kendi zaviyesinden nasıl görüyorsa öyle anlatmalıdır. Örneğin İstanbul’un
fethine bir kişi daha coşkun hislerle bakarken, bir başkası daha dramatik bir
hisle bakabilir. Romanının yapısını ve karakterlerini de buna göre
oluşturabilir.
Peki
şimdi romanlarınıza geçelim. Öncelikle şunu belirmek isterim ki ilk romanınızı
okuduğumdan beri sizin büyük bir hayranınız ve takipçinizim. Eleştirmenler
yazar için ilk roman her zaman zordur
der. Sizin ilk romanınızı okuduğumda çok etkilenmiştim. Hem konu bakımından hem
içerik bakımından çok iyi bulmuştum.
İlk
romanınızı yazarken, bitirirken ve çıktıktan sonra aldığınız tepkiler nelerdi?
İlk
romanımı yazarken pek çok zorlukla karşılaştım. Mesela ilk önce kurşun kalemle
kalınca bir deftere yazdım. Yarısına gelince de bilgisayara geçirdim ve oradan
devam ettim. Bu süreçte yaşanan bir takım hayat zorlukları, yazım aşamasında
bilgisayarımın çökmesi gibi sorunlarla karşılaştım. Yaklaşık 3-4 sene zarfında
tamamladım. Belki eksiği olabilir, ben dahi şimdiki birikimimle bakınca “şurayı
şöyle de yazabilirdim” diyorum. Ama çok bilinen bir destanı ilk defa roman
olarak yazdığım için özel olduğuna dair hislerimi hiç kaybetmedim. Keza gerek
Ötüken Neşriyat’taki -bende de önemli bir yeri olan- ilk editörüm Kadir Yılmaz
ve okuyuculardan da bu beklentimi karşılayan çok olumlu geri dönüşler aldım. Şu
an 4 romanım var ve içlerinde en etki yaratan da ilk romanım Demirağın Kurtları
oldu.
İlk
roman ilk heyecan galiba tüm yazarlarda vardır?
Elbette.
Ama doğrusunu söylemek gerekirse ben her romanımda aynı heyecanı yaşıyorum. 100
roman yazsam 101. romanda da aynı heyecanı yaşayacağıma eminim.
Demirdağın
Kurtları romanı ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Demirdağın
Kurtları, en bilinen destanımız olan Ergenekon Destanı’nın romanıdır. Bu
destan, İttihat Terakki döneminde toplum genelinde yayılmış, neredeyse 100
yıldır toplumun her kesimi tarafından bilinmektedir. İçinde çok mühim mesajlar
barındırmaktadır. Bir milletin neden ve nasıl çökebileceğini ve sonra neden ve
nasıl ayağa kalkabileceğini en iyi anlatan destandır. Böylesine çok bilinen ve
güçlü mesajlar barındıran bir destanın Türkiye’de ilk defa romanını yazmaktan
ötürü her zaman mutlu ve mağrurum.
Tarihi
roman yazmak sizce zor mudur?
Elbette
zordur. Hatta belki de en zor tür diyebilirim. Çünkü romanınızda anlattığınız
dönemin şartlarını, siyâsî ve toplumsal olaylarını, dilini, üslubunu,
insanlarını, insanlarının giyim kuşamından tutun da kullandıkları günlük
materyallere kadar her şeyini araştırmak zorundasınız. Örneğin ben bir roman
için, anlatacağım dönemin her yönüne dair pek çok kitap okuyup kalın bir defter
dolusu notlar alıyorum. Ve belki de aldığım notların en fazla yarısını
kullanabiliyorum. Bu da bu işin bir cilvesi.
Yazarken
tıkandığınız anlar oluyor mu? Olduğunda ne yapıyorsunuz?
Olduğunda
hiç zorlamıyorum. Ya o an bir müzik açıp dinliyorum, ya başka şeylere bakarak
kafa dağıtıyorum. Böyle yaparak bir yandan da çözümü sakin kafayla düşünüyorum.
Ne zaman kafam dinginleşirse ve tıkandığım yere çözüm bulursam o zaman devam
ediyorum.
Geleceğin
yazarları için verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir?
İnandıkları
hikâyeleri anlatmaları.
Son
romanınız ile ilgili bize bazı ipuçları verir misiniz?
Son
romanım, Bin Yılın Göçü’nün 2.cildi olan Gaziler Çağı. İlk cilt olan Alplar
Çağı’nda Gök Türk Devleti’nin yıkılmasından başlayıp Çağrı Bey’in ilk Anadolu
keşif seferi yaptığı döneme gelmiştik. Gaziler Çağı’nda da Oğuzlar artık
Anadolu’yu yurt olarak gözlerine kestirecekler ve kaderin onları mecbur kıldığı
bu yolda nice savaşlar ve serüvenlerden sonra Anadolu’yu yurt edinecekler.
Sürekli
okuduğunuz, hayranı olduğunuz yazar ve romanları nelerdir?
Kemal
Tahir hayranıyım. Romanlarında katılmadığım bazı yerler olsa da onun tarzını,
bakış açısını ve romanlarında gürül gürül hissedilen o bir şeyleri aydınlığa
çıkarma çabasını çok seviyorum. Tabii üslubu da hayranlık duyduğum bir başka
yönü. Devlet Ana romanı kanımca Türk edebiyatının yüz akı ve en iyi tarihî romanıdır.
Son dönemlerde Shakespeare ve Antik Yunan tragedyalarını çok okuyorum.
Shakespeare’in de hayranıyım desem yeridir.
Türk
edebiyatının günümüzdeki hali ile ilgili bir değerlendirme yapar mısınız?
Ben
her zaman “Edebiyatçı ayrı, yazar ayrı” derim. Umarım edebiyat sahamız yazardan
çok edebiyatçıyla, yazıdan çok edebiyat eserleriyle işgal olur.
Çağdaş
Türk edebiyatı ve wattpad romanları ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Çağdaş
Türk edebiyatında ısrarla takip ettiğim, kitabının çıkmasını merakla beklediğim
bir romancı yok. Son dönemlerde Orhan Pamuk romanlarına biraz sarmıştım.
Wattpad romanları malum olduğu üzere sosyal medyada paylaşılıp yayılması, daha
çok “like” alması için oluşturulmuş mânâsız ve bayağı sözlerden ibaret. Bence
bunlar ait oldukları mecrada, yani sosyal medyada kalmalı. Son dönemlerde
bilhassa artan kâğıt sıkıntısı sebebiyle pek çok kaliteli eser basılamıyor.
Kâğıt gibi geleneğimizde de muteber bir yeri bulunan değerli bir nesne, mezkur
romanlarla israf edilmemeli.
Son
romanınızdan ayrı başka bir projeniz daha var doğru mu?
Pek
çok projem var. Hepsi sırayla.
Gençlere
verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir?
Ben
de henüz gencim 😊 Bu yüzden kendime verdiğim tavsiyeyi naçizane hepsine
veriyorum: Kitap, yazmak için yazılmamalı. Anlatmaya değer gördüğünüz ve
inandığınız bir hikâye varsa bunu her yönüyle araştırın, cesur olun, ifade
etmekten ve savunmaktan korkmayın, her şeyi kendi üslubunuzla ortaya koyun,
yazdığınızı tekrar tekrar yazın ve acele etmeden, en olgun seviyeye geldiğine
inandığınızda yayınlayın.
Röportaja
katıldığınız için çok teşekkürler. Neokuyorum takipçilerine ve kitap severlere
söyleyeceğiniz son sözler nelerdir?
Ben
teşekkür ederim. Vakit insanın en değerli hazinesidir. Eğer onu israf etmek
istemiyorsanız kıymetli ve kaliteli kitaplara harcayın. O zaman vaktiniz de
kıymetlenir.
KAYNAK:
Ne Okuyorum? Söyleşiler Hasan Erimez:
“Beni yazmaya iten şey, insanlara anlatılması gerektiğine inandığım hâdiseleri
yazma isteğidir” (Söyleşi Hüseyin Çoban, neokuyorum.org, 7 Kasım 2018).