A. Didem Uslu

Profesör, Akademisyen, Araştırmacı, Öykü Yazarı

Doğum
19 Haziran, 1954
Eğitim
Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı
Burç

Öykücü, araştırmacı-yazar, akademisyen, profesör. 19 Haziran 1954, Ankara doğumlu. Kızlık soyadı Battalgazi’dir. Rumeli kökenli bir ailedendir; Danıştay'ın ilk üyelerinden Cemile Mete'nin torundur. San Francisco ABD’de başladığı ilköğretiminin ardından TED Ankara Kolejini bitirdi (1971). Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü (1976) ile aynı üniversiteye bağlı Eğitim Fakültesinden mezun oldu bitirdi (1978). Leiden Üniversitesi’nde (Hollanda) başladığı doktora çalışmalarını Dokuz Eylül Üniversitesi’nde tamamladı. 1995 yılında doçent, 2001 yılında profesör olduktan sonra yine Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Bölüm Başkanı ve Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yaptı.

2006 yılında İstanbul’a taşınan Prof. Dr. Ayşe Didem Uslu; mitoloji, klasik batı edebiyatı, kompozisyon, batı tiyatrosu, Amerikan tarihi ve tiyatrosu, edebiyat eleştirisi, yaratıcı yazarlık, tez yazma, çeviri gibi konularda çeşitli kurumlarda ders vermeye devam ediyor. “Tutkulu Bir İstanbul Üçlemesi”, “Geçip Gitti Göçmen Kuşlar” (Orhan Kemal Öykü Ödülü), “Sevgi Tutsağı”, “Zamanın Ötesinde Buluşma” (İnkılap Kitabevi 2004 Roman Yarışması’nda Mansiyon Ödülü), “Beyaz Martının Son Düşü” kitaplarının yazarı, Türkiye’nin çeşitli kentlerinde ve yurtdışındaki konferanslarda ilgi çeken bildiriler sundu. “Onların Özgür Zencileri Vardır”, “Morrison’un Romanlarında Afrikalı Amerikalıların Sorunsalı”, “Amerikan Tiyatrosunda Düşler”, “Amerikan Tiyatro Oyunları, Yazarları, Evreler, Akımlar”, “20. Yüzyıl Amerikan Edebiyatında Kadın”, “Amerikan Tiyatrosu”, “Kadın Oyun Yazarlarına Eleştirel Bir Yaklaşım ile Amerikan Tiyatrosu”, “Kadın Oyun Yazarlarından Çeviriler” gibi akademik eserlerin de yazarıdır.

Caddebostan Kültür Merkezi’nde Kadıköylü edebiyatseverlerin ilgi ile izledikleri “Okuma Atölyesi” etkinliklerini yıllardır sürdüren Prof. Dr. Ayşe Didem Uslu, Cadde Kültür Sanat’ta “Yaratıcı Yazarlık” dersleri de veriyor; her hafta birkaç oyun izleyip, sanat dergilerine tiyatro eleştirileri yazıyor.

Kendini “Kalabalık boşluğun ortasında mizahla yaşayan, öğrencilerini çok seven bir edebiyatçı, komik bir evlat, eş ve anne” olarak tanımlayan Prof. Dr. Ayşe Didem Uslu’nun ailesinde birçok değerli akademisyen var. Hemen hepsi tıp konusunda bilime, insanlığa  hizmet etmiş çok kıymetli kişiler… Bir dönem Cumhurbaşkanımız Cevdet Sunay’ın doktoru olan Prof. Dr. Sabih Batalgazi’nin kızı Prof. Dr. A. Didem Uslu, evli ve iki oğlu var.

İlk öyküsü “Üç Fotoğrafta Yaşam”, In Vivo dergisinde (sayı: 11, İstanbul, Temmuz 1990) çıkmıştı. Daha sonra öykülerini Milliyet Sanat, Hürriyet Gösteri ve Cumhuriyet Dergi’de eleştiri ve inceleme yazılarını Adam Sanat, Argos, Hürriyet Gösteri, İnsancıl, Çağdaş Türk Dili, Kıyı, Karşı Edebiyat, Gündoğan Edebiyat dergilerinde yayımladı. 1991 Haldun Taner Öykü Ödülünü kazandı. Zamanın Ötesinde Buluşma ile 2006 İnkılap Roman Ödülü aldı. Edebiyatçılar Derneği, Amerikan Etüdleri Derneği üyesidir.

ESERLERİ:

ÖYKÜ: Tutkulu Bir İstanbul Üçlemesi (1992), Geçip Gitti Göçmen Kuşlar (2003).

ELEŞTİRİ: Kıyaslamalı Bir Edebiyat Eleştirisi (1993).

İNCELEME: Onların Özgür Zencileri de Vardır (1998), Amerikan Tiyatrosunda Düşler Oyun Yazarları Yapıtlar Evreler Akımlar (2002).

ROMAN: Zamanın Ötesinde Buluşma (2006).

GEZİ-ÖYKÜ: Dervişlerle Gönül Yolculuğu (2015).

KAYNAKÇA: Zeynep Doğukan / Onların Özgür Zencileri de Vardır (Virgül, sayı: 7, Nisan 1998), Tülay Yıldız / Söyleşi: Asıl Derdim Avrupa’nın Bize Sorduğu Soruya Yanıt Aramak (Cumhuriyet Kitap, 13.7.2006), İhsan Işık / Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006), Sedef Turan / Dervişlerle Gönül Yolculuğu (anadoluyakasi.net, 19.03.2015), Sedef Turan / Bir Kadıköylü portresi, bir kitap… (anadoluyakasi.net, 27.11.2015). 

 

 

GEÇİP GİTTİ GÖÇMEN KUŞLAR

Gün daha ağarmamıştı. Balkanlardan serin bir yel düzlüğe indi, biraz estikten sonra sakinleşti, duruldu. Bulgaristan’ın güneyindeki Kırcali kenti yakınlarındaki küçük bir kasabada, gün ağarmaya yüz tutmuştu. Birkaç evin lambaları yandı. Işıklar kalın perdelerin arkasında, çok uzaklardaki mum ışığının titreşmesi gibi, belli be­lirsiz seçildi. Ortalıkta çıt çıkmıyordu. Boş sokaklarda bir iki karal­tı bir göründü, bir yok oldu. .

Saatler ilerledi. Ortalık aydınlandı. Güneş tepeye varmıştı bi­le. Hafız Alim, abdestini aldı, kasabanın tek camiinde cemaate öğ­le namazını kıldırdı. On, on beş yaşlı, camiden birbirlerini sessizce selamlayarak uzaklaştılar. Hafız Alim, caminin kapısından çıkar­ken yanına ince uzun bir genç geldi. Komşu oğluydu. Hafızın eli­ne doğmuştu. Delikanlı fısıltıyla konuştu:

 “Hafız Ağam, Mehmet Ağamlara da dün mevereden* haber gelmiş. Hemen toplanmışlar.”

Hafız Alim adımlarını yavaşlattı. Çevresine kuşkuyla bakın­dı. Gözlerinden sıkıntılı bir hüzün geldi geçti ama sevgiyle deli­kanlının sırtını okşadı. Delikanlı, bu akşamadan yüreklenerek an­latmasını sürdürdü:

 “Babamlar ‘Hafız Ağaya sorsak bakalım ne yapacağımızı’ di­yorlar. Dün gece biz de toplandık. Herkes Türkiye’ye gidelim isti­yor. Biz hazırlıklı olalım da diyorlar.”

Caminin bahçe duvarını geçmiş, sokağa açılan kapıya varmışlardı. Delikanlı karşı kaldırımdan gelen yabancıyı görünce, veda bile edemeden Hafız’ın yanmdan telaşla ayrıldı. Hafız, düşün­celi düşünceli gencin arkasından baktı, dudakları hafifçe kımılda­dı. Enbiya suresini okuyordu.

Eylüldü, günlerin kısalıp gecelerin uzadığı ay... Eylül. Güneşin kes­kinliği azaldı, kestanekarası fırtınası ansızın bastırdı ve yağmurlu günler uç verdi. Eylüldü, sabahları sisler içinde uyandılar. Sonra, üç gün üç gece bulutlar toplandı yükseklerde alabildiğine. Eylüldü, filizler iyiden iyiye serpildiğinde. Göçmen kuşlar uçar oldu Balkanların üzerinden.

Göğsü kırmızı çizgili atmacalar geçti, ilkin, bir uçtan bir uca, uçtular öyle, gökyüzünün mavi atlasını ortasından bölerek... Atmacaları delicedoğanlar izledi, yuvalarını Tanrı’ya emanet etmişlerdi. Sonra şahinler göründü binlercesine. Rumeli’nden gelip İstanbul Boğaz’ını*geçtiler bir boy. Anadolu’nun sıcak topraklarını izleyip güneye vurdular... Sonra kartallar, leylekler, kızılardıçlar... Kuzeyden güneye doğru. Kâh bir çizgi, kâh dalga dalga sürüler halinde. Soğuk ve rüzgârlı günleri geride koya­rak. Ekmeğe ve umuda koşan insanlar gibiydiler.

Hafız Alim, yürüyerek her gün geçtiği yollardan ağır ağır evi­ne geldi. Bahçe kapısından girerken birden başı döndü, sendeledi. Yere düşmemek için duvara dayandı, gözlerini sıkıca yumdu. Baş dönmesi geçsin diye biraz bekledi, içinden salat-ı tefriciyye geçir­di. Tam içeri girecekken sesleri işitti, başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Kıvrım kıvrım dönen leyleklerin kanat sesleri duru maviliği tutmuştu. Leylekler iri siyah kanatlarını zorlu bir uçuşa hazırlıyor gibiydiler. Hafız Alim, bir iki dakika onları seyretti, bahçeden içe­riye girdi, her günkü gibi, karşısında duran yeni eve gururla baktı. Büyük bir bahçe içindeki üç katlı evine göz süzdükten sonra, evin çevresini şöyle bir dolaştı. Yerde gözüne çarpan bir iki ayrık otunu eğilip bir çırpıda söktü, bahçe duvarının üzerinden dışarıya attı. Vişne ve kiraz ağaçlarının yanından geçti. Çardağın altından sar­kan üzümlerden bir salkım kopartıp en kızarıklarını ağzına atarak evin basamaklarından yavaş yavaş çıktı ve kapısını çaldı. Kızı Fat­ma kapıyı açtığında, Hafız içeri girerken üzüm salkımını onun eli­ne tutuşturdu. Ayakkabılarını çıkardı, besmeleyle odaya girdi. Fat­ma elindeki üzümü evirip çevirdi, babasının arkasından seslendi:

“Baba, bu sabah kıra çıkmıştım. Ben de bir leğen topladım.”

Hafız çoktan içeriye geçmişti. Gür. ve güzel sesi kapı önünde yankılandı:

 “Yiyin, yiyin. Ver çocuklar yesinler. Elimin emeği. Ye, hamdet, daha versin yaradanım.”

Bir elinde üzüm salkımı, Fatma evin kapısını örterken, başını dışarıya uzattı, gökyüzündeki leylekler kalabalığı dikkatini çekti. Kendi kendine söylendi:

 “Bu ne cümbüş böyle. Yaz bitti ya, buralardan göç ediyor ga­ripler,”

Göç bir yaşam kavgasıdır. Ölmekle kalmak arasında çizgidir göç. Göç yolları tuzaklarla doludur. Öyle her yerden, her ülkeden uçulmaz. Hele deniz üzerinden asla geçilmez. Denizin yüzü soğuk olur, konup gö­çülmez. Bu yüzden toprağın sıcak yüzünü sever kuşlar. Toprak hep karşı­lıksız verir, bereketlidir, anaçtır, dağları tepeleri, ormanı, ağacı boldur. Göçmen kuşlar uçarken, yerden yükselen sıcak hava akımlarından ve esintilerden yararlanırlar. Ağırca bedenlerini, sıcak hava akımlarına ve­rir, döne döne yükselirler öyle yorulmadan, fazla kanat çırpmadan...

Yolları uzundur göçmen kuşların, günlerce gecelerce yol alırlar dur­madan. O ne bitmez tükenmez enerjidir ki, dağları, denizleri, ülkeleri, anakaraları aşıp hedefe varırlar. O enerji kaynağını, tutumluluk içinde kullanmak zorunda olduklarını bilirler. Bu yüzdendir ki kimi kuşlar, koca denizleri, çölleri, aşılmaz dağları, topluca, birlik gücü ile geçmeye çalışır­lar.

Kimi kuşlar, geceyi seçer bu uzun yolculuk için. Ardıçlar, ötleğenler gibi. Gündüzün dinlenir, yayılırlar, sonra salarlar kendilerini gökyüzüne. Kimileri aydınlık saatlerini seçer günün. Sözgelimi kırlangıçlar böyledir. Kısa uçarlar, hem su boylarında oyalanır, beslenir, hem de yol alırlar. Ku­zey ülkelerinden gelirler, Alpler’den, Pireneler’den, Tuna boylarından ge­çerler, İstanbul’a varırlar.

Hafız Alim, şükretti akşam yemeğinden sonra, sofradan kalk­tı. İkindi namazından sonra komşular geldiler. Hoş beş konuşul­du. Türkiye’den gelen genç bir karı koca leblebi getirmişti Hafız’a. Saatlerce İstanbul’da, İzmir’de ve Bursa’da gördüklerini anlattılar. Türkiye’yi öve öve bitiremiyorlardı. Hafız gülümseyerek hep din­ledi. Geceyarısına doğru Hafız’ın dünürü geldiğinde komşular izin isteyip çıktılar. Hafız, damadının babasıyla yalnız kaldı. İsmail Ağa, Hafız’ın çocukluk arkadaşıydı. (…)

                                                        (Geçip Gitti Göçmen Kuşlar, 2003)

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör