Gazeteci, yazar. 1978 yılında Rize’de doğdu. İlk, ortaokul ve liseyi memleketi Rize’de okudu. 1999 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden mezun oldu. Halen İstanbul Üniversitesi'nde doktora yapmaktadır.
Radikal gazetesi ve Birikim
dergisinde çalıştı. 1999 yılında “Siyasal Ufuk Hareketi”nin kurucularından
oldu. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın kutlanma tarzına
yönelttiği eleştirileriyle tanındı.
Cumhuriyet gazetesinin “Genç
Subaylar Rahatsız” manşetine tepki olarak kurulan “Genç Siviller”in kurucuları
arasında yer aldı.
Taraf’ın Önemli İsimlerindendi
15 Kasım 2007 yılında yayın hayatına
başlayan Taraf gazetesinde politika editörü, yazı işleri müdürü ve birinci
sayfa editörü olarak çalıştı. Kendine ait olan “Manifestom” adlı köşesinde uzun
süre yazdı. Ancak gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Oral Çalışlar’ın istifa
etmesinin ardından Yıldıray Oğur da 28 Nisan 2013’te gazeteden ayrıldı. Daha önce de Kurtuluş Tayiz, Markar Esayan
ayrılmıştı.
Son yazısındaki sözleri ise:
“Geriye beni buraya bağlayan pek bir şey kalmadı. Şimdi bu tabloda bir saniye
bile kalmak, tarihe böyle kötü bir poz vermek istemem. Bu yazı yayımlanır mı
bilmiyorum, sanmam. Ama zaten ben de İbrahim’in yangınına bir damlacık suyla
koşan karıncanın niyetiyle yazdım. Tarafım belli olsun diye…” oldu.
Yıldıray Oğur, 17 Eylül 2013
tarihinden beri Türkiye gazetesinde yazdı halen Karar gazetesinde yazmaktadır.
‘Akil İnsan Oğur’
3 Nisan 2013’te Hükümet tarafından
açıklanan ve barış sürecini yöneteceği iddia edilen 63 kişilik Akil İnsanlar
Listesi'ne Karadeniz Bölgesi Temsilcisi olarak girdi.
Kitapları:
Ey Özgürlük (2012), Cumhuriyet'in
Beyaz Mağdurları (2013), Alternatif Türkiye Tarihi 1 (2018),
KAYNAK: Yıldıray Oğur kimdir?
(ensonhaber.com, 16.02.2019), Yıldıray Oğur kitapları (idefix.com – kitapyurdu.com,
16.02.2019).
90’lı
yıllar Türkiye’de İslami kesimin entelektüel altın çağıydı.
Kitapçılar,
vakıflar buluşma mekanlarına dönmüş, yayınevleri sürekli yeni kitaplar basıyor,
ülkenin en canlı entelektüel tartışmalarının kalbi ise dergilerde atıyordu.
Bilgi
ve Hikmet, Yeni Zemin, Tezkire, Köprü, İzlenim, Umran, Kitap Dergisi ilk akla
gelenler.
Müslümanların
modern dünyayla ilişkilerinin masaya yatırıldığı, birlikte yaşam, demokrasi,
laiklik konularında Medine Sözleşmesi gibi tezlerin ileri sürüldüğü bu
dergilerden Bilgi ve Hikmet, 1993 yılında yayına başlayıp, kısa ömürlü olmasına
rağmen geriye önemli bir külliyat bırakmıştı.
Derginin
Ankara temsilcisinin yazıları özellikle dikkat çekiciydi.
Gadamer,
Habermas, İbn Haldun, Seyid Hüseyin Nasr’ın adlarının havalarda uçuştuğu
yazılarda İslam, devlet, demokrasi meseleleri masaya yatırılıyor, Batı’nın
postmodern literatürünün verdiği özgüvenle modernizm, kapitalizm ve devlet
eleştiriliyordu.
Devrin
halifesinin zulmüne karşı koyan Ahmet Bin Hanbel’i anlatan, Şeyh Bedrettin’e
yazı ithaf eden yazar, İslam dünyasındaki despotizmin kökenlerine iniyordu:
"İslam
dünyası Yunan düşüncesi ile etkileşime girerken Diyalektik düşünce yerine
Metafizik düşünce öne alınmıştır. Eş’ari Kelamı, Gazali eliyle felsefeyi
dışlayıp metafizik düşünceyi içine almıştır. Bunun sonucunda kainatta
nedenlilik reddedilmiştir. Siyasal despotizmi besleyen siyasal kanal buradan
nemalanmıştır."
Aslında
İslam tarihinde siyasal despotizm, bir sonuçtan çok bir sebep olabilir.
Dört
halifeden üçünün suikastlarla öldürüldüğü, iktidar mücadelelerinin Kuran
sayfalarının mızraklara tutuşturulduğu Sıffin Savaşı’na, Kerbala’ya vardığı,
dört mezhep imamının da yaşadıkları devirde iktidarların zulmüne uğradıkları
bir tarihte, siyasi despotizmin faturasını,
devrinin müstebitlerinin himayesinde ilmi çalışmalarını yürütmüş
Gazali’ye kesmek kolaycılık olur.
Nitekim
İslam bilim tarihi üzerine çığır açıcı eserler kaleme alan Prof. Dr. Fuat
Sezgin de Gazali’den sonra İslam dünyasında ilmin durakladığı tezine karşı
çıkmış, 16’ıncı yüzyıla kadar İslam bilginleri ve icatlarından örnekleri ortaya
koymuştu.
Prof.
Sezgin’e göre İslam dünyasının ilimde geri kalmasının sebebi, İslam ya da İslam
düşüncesi değil, siyasetti.
Moğol
ve Haçlı istilaları, İslam medeniyetinin birikimlerinin yok olmasına neden
olmuştu.
Yine
de 16’ıncı yüzyıla kadar ilmi çalışmalar devam etmişti.
Peki
16’ınci yüzyılda ne olmuştu da duraklama devri başlamıştı?
Fuat
Sezgin’e göre kırılma İstanbul’da yaşanmıştı.
1577’de
Takiyyüddin’in Üçüncü Murat’ın izniyle bugünkü Taksim Meydanı'na yakın bir
yerde kurduğu ve devrinin dünyada en ileri ilmi merkezlerinden biri olan
rasathanesi, üç yıl sonra "muhaliflerinin kıskançlıkları ve cahillikleri
sebebiyle" tahrip edilmişti.
Yani
esas sebep hep söylendiği gibi "dini yobazlık" değildi, siyasi
çekişmelerdi.
Prof.
Dr. Hüseyin Gazi Topdemir’in İslam Ansiklopedisi'ne yazdığı maddeden okuyalım:
"Ancak
bir yandan siyasal bağlantıları, bir yandan yakın dostluklar kurduğu devlet
adamlarının arasındaki çekişmeler onu ve rasathâneyi hedef alan bir yıpratma
kampanyasının başlatılmasına yol açtı. Siyasî çekişmelere dinî bir zemin
hazırlamakta gecikmeyen Şeyhülislâm Kadızâde Ahmed Şemseddin Efendi’nin,
“Rasathâneler bulundukları ülkeleri felâkete sürükler” şeklindeki fetvası
yüzünden Osmanlı Devleti tarihindeki tek gözlemevi olan ve Türk bilim tarihinde
büyük önem taşıyan İstanbul Rasathânesi, 4 Zilhicce 987 (22 Ocak 1580) tarihli
bir hatt-ı hümâyunla içindeki aletlerle birlikte tahrip edildi. Bu olaydan
derin üzüntü duyarak köşesine çekilen Takıyyüddin İstanbul’da vefat etti.”
500
yıl sonra Prof. Dr. Fuat Sezgin, Almanya’da çalıştığı üniversitede Takıyyüddin’in
rasathanesinde tahrip edilen aletlerden bazılarını yeniden yaptı.
Ama
eğer Milli Birlik Komitesi olmasaydı belki de bu mümkün olmayacaktı.
Çünkü
Fuat Sezgin, 37 yaşında genç bir doçentken 27 Mayıs darbesinin ardından diğer
147 akademisyenle birlikte üniversiteden atılmıştı.
Gerekçe
yine siyasiydi. Çünkü abisi Demokrat Parti’nin Çanakkale milletvekiliydi ve
Yassıada’da yargılanıyordu.
Türkiye’den
ayrılamadan önceki son gecesi şöyle anlatmıştı:
"Türkiye'yi,
İstanbul'u terk edeceğim akşam Galata Köprüsü'nün Karaköy tarafına gittim.
Oradan 15-20 dakika kadar Üsküdar'a baktım. Güzel bir geceydi, artık vakit de
gecikiyordu. Döndüğümde, gözlerimin yaşını silmek zorunda kaldım. İşte son
hislerim buydu. Kızmadım da, o zaman tabii üzülmüştüm... Milli birlik
Komitesi’ne İslam bilim tarihine katkılarından dolayı teşekkür ederim.
Bugünden
geçmişe baktığımızda bu dar görüşlülüklerin, despotik yönetimlerin nelere mal
olduğunu düşünüp üzülüyoruz.
İbn
Rüşd’e, İmam-ı Azam’a, Ahmed bin Hanbel’e zamanın muktedirleri tarafından
edilen zulümlerden, Takiyyüddin’in Rasathanesi’nin siyasi çekişmelere kurban
gitmesinden kızgınlıkla bahsediyoruz, Fuat Sezgin’i üniversiteden atan kafayı
eleştiriyoruz.
Çünkü
bugün bunları yapmanın bir maliyeti yok.
Herkes
kendi devrinde olan bitenlerle sınanıyor.
Ama
ana paradigma değişmediği için, bu coğrafyada tarih tekerrür ediyor.
Üstelik
bu kez olay 16’ıncı yüzyılda değil, 21’inci yüzyılda İstanbul’da yaşanıyor.
İktidarda
da Moğol hanı, Abbasi veya Emevi halifesi, Osmanlı padişahı ya da Milli Birlik
Komitesi yok.
90’ların
o entelektüel İslami dergileri Bilgi ve Hikmet, Yeni Zemin’in yazar
kadrosundaki isimlerin siyasetçi, milletvekili bakan olarak iktidarda olduğu
zamanlardayız.
Ve
onların iktidarında, 90’ların birikiminden belki de geriye kalan en somut sonuç
olan, muhafazakar kesimin yüz akı, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden Şehir
Üniversitesi gözlerimizin önünde siyasete kurban ediliyor.
Aralarında
Cumhurbaşkanlığı büyük ödülleri almış Mehmet Genç, Engin Deniz Akarlı, AK
Parti’nin anayasa komisyonunda bulunmuş Ergun Özbudun, Serap Yazıcı gibi
isimlerin de olduğu kendi alanlarında ülkenin itibarlı yüzlerce akademisyeni üç
aydır maaşsız derslerine giriyor, derecelerle bu üniversiteye girmiş öğrenciler
burslarını alamıyor.
Üniversite
kurulurken, yurtdışındaki üniversiteleri bırakıp Türkiye’ye gelmiş
akademisyenlerin bir kısmı bu krizin sonunda muhtemelen yine yurtdışına
gidecekler. Öğrencilerin aklında ise Türkiye’nin bugünlerinden asla
unutmayacakları kötü hatıralar ve büyük tecrübeler kalacak.
Her
devrin kendi sınavları var.
Bugünün
sınavı da bu.
Tahrip
etmek isteyen muktedirlere karşı korunması gereken bugünün Takıyyüddin’in
Rasathanesi, ülkeyi terk etmemesi için yanında durulması gereken Fuat Sezginler
var karşımızda.
Peki,
onlarca vakıf üniversitesine benzerleri verilmiş yasal bir arazi devrini
yasadışı, bankanın bile usulsüz verildiğini söylemediği bir krediyi usulsüz
ilan edip, YÖK’ün bile haberi yokken canlı yayında üniversiteye kayyım
atanacağını kim açıkladı dersiniz?
Üstelik,
bütün bunları iktidar partisinin sözcüsü olarak açıklayıp, olayın “siyasi
olmadığını” da söyleyerek...
Evet,
bir zamanların Bilgi ve Hikmet dergisinin o Ankara temsilcisi...
İslam
dünyası neden geri kaldı sorusuna cevap mı arıyordunuz?
KAYNAK:
Yıldıray Oğur / İslam dünyası neden mi geri kaldı? (karar.com, 07.12.2019).