Senaryo ve Hikâye Yazarı, Edebiyatçı. 1
Ekim 1979, İzmir doğumlu. Liseyi İzmir’de bitirdi. 2007 yılında katıldığı TRT
Radyolarının 80. Yıl Radyo Oyunları yarışmasında “Selanik’ten Buca’ya” isimli
arkası yarın ile yazın hayatına adım attı. İlk ödülünü bu oyunla kazandı.
Çeşitli edebiyat yarışmalarında ödüller aldı.
2009 yılında senaristliğe başladı. 2011
yılında ikinci dizisi Sudan Sebepler TRT1 ekranlarında yayınladığı sıralar
İstanbul’a yerleşti. Yamak Ahmet, Huzur Sokağı gibi TV dizilerinde senarist
olarak çalıştı.
2011 yılında Kültür Bakanlığı destekli
“Toprağa Uzanan Eller” isimli ilk uzun metraj filmini yazdı. Kız Kulesi’nden
Galata’ya Mektuplar ilk göz ağrısıdır. Halen senarist olarak TV dizileri ve
filmler yazmaktadır.
Dergâh dergisinde hikâyeleri yayımlanan
Eda Tezcan’ın basılı iki kitabı var.
Kitapları:
Kız Kulesi’nden Galata’ya Mektuplar
(2017),
Masumiyet Daima (Hikâye, 2017).
Senaryosunu Yazdığı Film ve Diziler:
Gülcemal (TV Dizisi 2023)
Aziz (TV Dizisi 2021-2022)
Arıza (TV Dizisi 2020)
Şeref Sözü (TV Dizisi 2020)
Hercai (TV Dizisi
2019)
Adı Zehra (TV Dizisi
2018)
Kalp Atışı (TV Dizisi
2017)
Aşk Laftan Anlamaz (TV
Dizisi 2016)
Aşk Yeniden (TV Dizisi
2015)
Çırağan Baskını (TV
Dizisi 2014)
Yılanların Öcü (TV
Dizisi 2014)
Kiraz Mevsimi (TV
Dizisi 2014-2015)
Diğer Yarım (TV Dizisi
2014)
Huzur Sokağı (TV
Dizisi 2012)
Yamak Ahmet (TV Dizisi
2012)
Toprağa Uzanan Eller
(Sinema Filmi 2011)
Sudan Sebepler (TV
Dizisi 2011)
Nakş-ı Dil Sultan (TV
Dizisi 2010)
KAYNAKÇA: Eda Tezcan, Masumiyet
Daima’yı Anlattı (Röportaj, izdiham.com, 26 Şubat 2017), Eda Tezcan
(atv.com.tr, 06.02.2019), Eda Tezcan (sabah.com.tr, 06.02.2019), Eda Tezcan
kitapları (iz.com.tr, 08.02.2019), Gülcemal - Oyuncular (fox.com.tr,
29.03.2023), Eda Tezcan (imdb.com, 29.03.2023), Eda Tezcan (sinematurk.com, 29.03.2023),
Eda Tezcan (dizioyuncu.com, diziseti.tv, diziler.com, 29.03.2023), Eda Tezcan (beyazperde.com,
sinemalar.com, 29.03.2023).
EDA TEZCAN, MASUMİYET DAİMA’YI ANLATTI
Röportaj:
İzdiham.com
İlk
kitabı Kız Kulesi’nden Galata’ya Mektuplar’ın ardından bu kez hikayelerinin bir
araya getirildiği Masumiyet Daima ile okur karşısına çıktı Eda Tezcan. Bir
süredir Dergah dergisinde yayınlanan hikâyelerinin yanı sıra ödüllü
hikayelerinin de yer aldığı Masumiyet Daima’nın ismi ve kapak fotoğrafı seçimi
ise usta hikayeci Mustafa Kutlu’ya ait. Kitapta yer alan hikâyeler kadar Tezcan
ve Kutlu arasındaki usta-çırak ilişkisi de konuşulmaya değer. Eda Tezcan’a
hikâyeciliğini, hocası Mustafa Kutlu’yu ve İstanbul’u sorduk.
Senarist
olarak tanınıyorsunuz ama güçlü bir hikayeci yanınız da var. Bu nasıl çıktı
ortaya?
Hayalimde
hikayeci olmak, bir hikaye kitabı çıkarmak vardı. O hayale ulaşana kadar önce
radyo oyunu yazdım, senarist oldum, dizi, sinema filmi yazdım. Hiç aklımda
yokken denemelerden, mektuplardan oluşan bir kitabım oldu ama bir türlü
yazdığım hikayeleri bir araya getirememiştim. Sonra bir gün yollarımız Mustafa
Kutlu ile kesişti. Kutlu’ya ilk kitabım için gittim. Fakat ilgilenmedi. Onun
aradığı tür değildi.
Ciddi bir
hayal kırıklığı olmuştur sizin için.
Tabii,
büyük bir hevesle gittim. Kesin kitabımı basar. Çok da güzel kitap yazdım,
diyorum kendi kendime. Kız Kulesi’nden Galata’ya Mektuplar’dı elimdeki dosya.
Bana ‘aşk yazılmaz, yaşanır’ dedi. Hikaye de yazıyorum, dedim. Bir hikayeni
gönder, beğenmezsek sana dönmeyiz, dedi. Daha önce böyle biriyle
karşılaşmamıştım. Çok da saygı duyduğum biri. Mektuplardan bir iki örnek, bir
de hikayemi gönderdim. Dönmedi. Demek ki beğenmiyor diyorum ama devam ediyorum
hikayelerimi yollamaya. Bende de azim vardır. Beğenene kadar göndereceğim
isterse on yıl dönmesin. Bu arada benim kitabım başka bir yayınevinden basıldı.
Kitap çıktı ama bana yetmiyor. Çünkü onlar başka bir formattı, hikaye değildi.
Bu
ısrarınızın nedeni neydi?
Ustam
ve bu yüzden takdir görmek istiyorsun. “Sende bir şey var” desin istiyorsun
kendine inanmak için. Çünkü o zaman hâlâ hikayeci olduğuma inanmıyorum. Hâlâ da
oldum diyemem bir kitap çıkardım diye ama Hoca’nın onayını almak istiyordum. O
kadar idolün ki “Evet sen hikaye yazabiliyorsun” desin diye bekliyorsun.
Onu ikna eden hangi hikayeniz oldu?
Bir
yıl boyunca mütemadiyen hocaya hikayeler gönderdim ve o da bana dönmedi. Bir
gün kitabın içindeki hikayelerden Ağlama Sofia’yı yazdım. Gerçek bir hikaye
Üsküdar’da yaşadım ve eve geldim yazdım. Redakte bile etmeden gönderdim. Ertesi
sabah bana bir mail attı. “Sende bir ışık gördüm” diye sadece. “Beni uzun uzun
konuşturma mektup yazamam, hiç sevmem mektup yazmayı telefonunu yaz” demiş bir
de. Sonrakilerde “Dergah’a hikaye gönder” dedi. Ağlama Sofia, Dergah’ta
yayınladı. Sonrasında da her gönderdiğim hikaye Dergah’ta yayınlanmaya
başlandı yaklaşık iki buçuk yıl boyunca.
Hikayelerimin bazen ismini değiştiriyordu, bazen içinden bir şeyleri
çıkartıyordu. Burayı fazla yapmışım, burası eksik olmuş diye görmeye başladım zaman
içinde. Aslında bana öğretti nasıl yaparsan daha derli toplu olur diye.
Yaptığım hataları görme şansım oldu. Mustafa Hoca, usta-çırak geleneğini devam
ettirdi bir bakıma.
Masumiyet Daima
nasıl şekillendi?
Bir
gün aradım hocayı, ben artık bir kitap yapmak istiyorum hocam, ne dersiniz,
dedim. Çok sevindi. Tabi ki, getiriyorsun hemen buradan yapıyoruz, dedi.
Daha
önce yazdığım ödül alan uzun hikayeler ve yakın dönemde yazdıklarımın içinden
hikayeler seçti. Onun beğendiği hikayeler basıldı.
Masumiyet
Daima’da çocukluğu 1980’lere denk gelenlerin çok tanıdık bulduğu hikayeler var.
Yazdıklarınızın okurda bu kadar sıcak karşılık bulmasının nedeni nedir?
O
dönemi anlattığım hikayelerdeki gerçeklik insanlara lezzetli geliyor. Bu
kitaptaki ilk dört ya da beş hikaye okurla konuşma tarzında. Sanki onlara
çocukluğumdan bir şeyler anlatıyormuşum gibi. Esasında çok içgüdüsel yazdım.
Kurgu hikayeler değildi. Şöyle başlayayım sonu şöyle bitireyim demedim, kalbime
dokunan, çocukluğumda yer etmiş anların bütünüydü bu hikayeler. Mesela Bir
Sevgi Filmi hakikaten dedemi kaybettiğim dönemde, dedemle gittiğimiz sinemada
yaşadıklarımdı ve çok da ağlayarak yazdığım bir hikayeydi.
Çocukluğumuzdaki aile ilişkilerini özlüyoruz
belki de.
Şimdi
teknoloji vs. var. Anneler daha çok çalışıyor. Çocuklarla daha az iletişim
halindeler. Çocukların da internet gibi yeni arkadaşları var. O zamanlar
sokakta oynuyorsun bir defa mutlaka evin içinde bir büyük var. Masal kültürü
var, destan, masal anlatıyorlar. Şimdi bakıyorum da biz 1980’lerde sanatla bağı
olan bir toplumduk. Tiyatroya gidiyorduk, neredeyse her akşam yazlık sinemaya
gidiyorduk. Yazlık sinema kültürü vardı ve biletler böyle pahalı değildi. O
zamanlar hem sosyalleşmek hem birlikte yaşama kültürü anlamında daha güzel
zamanlardı. Sinemaya gitmek bile bir seramoniydi. Böyle sıcak ilişkilerin
yaşandığı dönemleri anlatıyorum.
Hikayelerinizde
birbirine göndermeler var.
Bilerek
yapmadım bu iç içe geçirmeleri. Tufan, Sofia, Kaybolmuşluk, Bir Sevgi Filmi
yaşanmış hikâyeler. Bütün bunlar gerçek olunca ister istemez o dönemin
hissiyatı birbirinin içine geçiyor.
Bir
tane bilerek yaptığım var. Bir hikayenin devamı gibi… Hasbihal hikayesinde
İstanbulla konuşan deli kadın aslında Yüzü İstanbul Olmuş Bir Aşk Masalı’ndaki
Leyya’dır. O karakterin artık başka bir boyuta geçmiş ve yalnızlaşmış halidir.
Devamlılık tutarak yazdığım tek hikaye oydu.
İstanbul da
adeta bir karaktere dönüşüyor metinlerinizde. İstanbul neden bir karakter sizin
için?
İstanbul’u
her zaman bir kişilik olarak gördüm. Karakterli bir şehir. İstanbul herhangi
bir şehir gibi değildir, bir ruh vardır herkes bunu bilir ve fark eder. Çünkü
eski bir şehir ve çok fazla yaşanmışlık taşıyor üzerinde. Bu yaşanmışlıkların
hepsi şehrin taşına, toprağına siniyor. Mekan bütün bunlarla ruh buluyor. Niye
biz herhangi bir mezarlığa gittiğimizde o duyguya kapılmıyoruz da Çanakkale’de
bastığımız toprakta içimiz titriyor? Çünkü oranın da bir ruhu var. Üzerinde
yaşananlar ya da o toprağın altında
yatanlar oraya bir ruh katıyor. Peygamber Efendimiz de inanıyordu buna ve “Seni
çok seviyorum Mekke ama Medine de beni bağrına bastığı için onu bırakıp
gelemem, bana gücenir” diyor. O yüzden ben İstanbul’u böyle görüyorum. Evet
beni besliyor ama onu bir karakter olarak hikayelerime koymak hoşuma gidiyor.
Şehirle
kurduğunuz ünsiyet ona nasıl baktığınızla da ilgili değil mi?
İstanbul’u
suçlamak, sen mi büyüksün ben mi gibi kalıplar bize öğretilmiş şeyler, ezber
bilgiler. Şehri severek yaşarsan senin anlam dünyandaki karşılığı da çok başka
oluyor. Pencereden bakıp “Ne kadar güzelsin İstanbul” diye iç geçiriyorum ya da
hakikaten gözlerim doluyor bakarken, o kadar güzel ki… Onun yaşadığına ve beni
burada bir köşeye sığıştırmak istediğine, gel şurada bir yamacımda yaşa
dediğine inanıyorum.
İstanbul
ile dertleşme kısmında da biz onun için acı çekerken o da aynı acıyı paylaşıyor.
İstanbul
değişiyor dönüşüyor, betonlaşıyor, insanlar da betonlaşıyor kalben. Sürekli
bozuyoruz ve suçu da İstanbul’a atıyoruz. Sonra diyoruz ki “Ne kadar da
değişti”. Aslında değişen ve her şeyi değiştiren biziz. Sorun bizde İstanbul’da
değil.
KAYNAK:
Eda Tezcan, Masumiyet Daima’yı Anlattı (Röportaj, izdiham.com,
26 Şubat 2017).