Kıbrıslı
eğitimci, şair ve yazar (D. 1 Kasım 1897,
Lefkoşa – Ö. Nisan 1964, Lefkoşa). Necmi Sakıb Bodamyalızade olarak da
bilinir. Asıl adı Mahmut Aziz’di, kendisi Necmi Sagıb adını seçti. Halk
arasında “sakalı, giyimi ve kültüründen dolayı filozof’ diye anıldı.
1911-1915’te
İdadi’de öğrenim gördü. Yüksek öğrenim için İngiltere’ye gitti. 1920-21
yıllarında Oxford’da English Lan- guage And Litarature okudu.
İşçi
hareketlerine katıldığı gerekçesiyle İngilizleıden kötü muamele gördüğü gibi
bir süre cezaevinde kaldı. Bu olaylardan sonra pısikiyatrik tedavi gördü.
Kıbrıs’a döndü; çeşitli okullarda İngilizce öğretmenliği yaptı.
Mahmut
Necmi Bodamyalızade, 1927’de kurduğu Shakespeare School’da ana okulu, özel
okul, ilkokul, ortaokul ve lise bölümleriyle eğitim ve öğretimde Kıbrıs
Türk’üne yararlı oldu. Karma ve paralı olan bu okul 1952’de kapandı. Kur’an-ı Kerim’i
manzum olarak Türkçe ve İngilizceye çevirdi. 1964 yazında Lefkoşa Rum kesiminde
Olimpia Oteli’nde esrarengiz ve dramatik bir şekilde yaşama gözlerini kapadı.
ESERLERİ:
Sacred
Trumped (Şiirler, 1929), The Gouran Versifıed (1942), Manzum Kur’an (1952), The
Grace Of Divine Justice (İngiltere anıları).
KAYNAKÇA:
Haşmet Gürkan / Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, (Harid Feda ile, 1986, s.124), Ahmet An
/ Kıbrıs’ın Yetiştirdiği Değerler, Ankara, 2002), Bener Hakkı Hakeri /
Kültürümüzde Sanatçılar ve Yazarlar İsimler Sözlüğü (2004), Bülent Feyzioğlu /
Gökyüzünün En Parlak Yıldızıydı Helâlliğine Verilmiş Bir Kefenle Gömüldü…
(yeniduzen.com, 28.10.2018), İhsan Işık / Resimli ve
Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (12. Cilt,
2019).
GÖKYÜZÜNÜN EN
PARLAK YILDIZIYDI
Helâlliğine
Verilmiş Bir Kefenle Gömüldü… Cenazesi;
kimilerinin taa eskilerden beri manasını unutmaya başladığı Vicdan ve Vefa
sahibi bir İNSANIN; Hüseyin Ziya Demircioğlu’nun satın alıp ‘Rahmetle-helâlle’
diyerek bağışladığı… bir kefenle gömüldü!
Bülent FEVZİOĞLU
Yaşasaydı
eğer, bu yıl için kullandığımız takvim yaprakları "1 Kasım” gününü
gösterdiği sabah 120 yaşında olacaktı… Türk şiirinin önde gelen şairlerinden
Cemal Süreya, bir şiirinde;- Her ölüm erken ölümdür, diye yazmıştı… Doğrudur...
Kaç yaşında ölürse ölsün insanoğlu, geride kalan sevdikleri için giden hep,
"erken” gitmiştir… Ancak, bazı
"gidenlerimiz” de var ki; gidişlerinin üzerinden kaç yıl geçerse geçsin,
"erken gidişleriyle” değil, giderken, "geride bıraktıklarıyla”
anılırlar hep... Tıpkı, Necmi Sagıp Bodamyalızade gibi...
Asıl ismi, Mahmut Aziz idi ve 1 Kasım 1897
yılında, Baf’ta doğmuştu. Ülkemizde bir "Portreler - Biyografiler” müzesi
olmuş olsaydı eğer, bu müzede, 40 süzgeçten süzülerek kendisine yer verilen
seçilmişler arasında mutlaka olacaktı...Olacaktı çünkü "0”nun hikâyesi
yazılmaya, okunmaya, bilinmeye ve sergilenmeye değerdi...Şöyle bir yoklayın
beyninizi ve en yakından en uzağa değin gidebildiğiniz kadar kendinize, sora
sora ve de düşünerek gidiniz...Bizim; hikâyesi yazılmaya, okunmaya ve bilinmeye
hazır kaç "Değerimiz’’ vardır meselâ? Ne güzel olurdu böyle bir
"Portreler - Biyografiler” müzemiz olsaydı da; böyle bir müzeden toplum
tarihimize bakarak her yönümüzle nereden ve nasıl geldiğimizi, her yönümüzle
nereye ve nasıl gittiğimizi bilebilseydik keşke... Böyle bir müzemiz
(birilerinin ciddiye alması ve hayata geçirmesi umuduyla!) ne yazık ki
-şimdilik- YOK… Müzemiz YOK fakat her şeye karşın yine de durmayan,
durulmayan uslanmayan düşlerimiz var! Ve izninizle şimdi sizi; işte o düşler
müzesinin geniş koridorlarından geçirerek, Necmi Sagıp Bodamyalızade’nin
portresinin bulunduğu (meselâ!) odaya, hikâyesini okumaya - paylaşmaya
götüreceğim…
1897
yılının 1 Kasım günü "Aziz” Efendi’nin oğlu olarak Baf’ta doğan bebeğe,
"Mahmut” adı verilir… Osmanlıca bir sözcük olan "Mahmut’’un anlamı
‘övülmüş, övülmeye değer, şükür edilmiş’ manasındadır.Ve yine Osmanlıca bir
sözcük olan babasının "Aziz” adının anlamı ise ‘kutsal, değerli, saygıya
lâyık’ manasındadır ki, bu kadar anlam yüklü ve birbirinden ayrı iki sözcüğün
bir araya gelmesi de gerçekten düşündürücüdür…Kimilerince "Kader” ya da
"Alın Yazısı” denilenlere bireylerin kabul gösterip göstermemesi bir inanç
meselesidir elbette. Ancak eskiler, hayatın doğumla başladığı yerde
"kaderin’’ ya da "alın yazısı”nın da o doğanla birlikte hayata
geçtiğine inananlardır çoğunluğunca…"
Övülmüş,
övülmeye ve saygıya değer” olan Mahmut Aziz, büyüyen yaşıyla birlikte ve
1911-1915 yılları arasında 4 yıl İdadi’de okuduktan sonra, 1920- 1921 yılları
arasında Oxford’da "Special Research English Language and Literiture”
(İngiliz Dili ve Edebiyatı) üzerine çalışmalar yapar... Araştırmacı yazar Ahmet
An, (Kıbrıs’ın Yetiştirdiği Değerler, Ankara, 2002)
Oxford’a
gidiş nedenini şu cümlede özetler:‘‘Lefkoşa’da zamanın İngiliz Komiseri’nin
kızı Alis’e âşık olduğu için, İngilizceyi öğrenmek üzere Oxford’a gitti.’’Necmi
Sagıp, İngiltere’de bulunduğu süreç içerisinde yalnızca İngiliz Dili ve
Edebiyatı ile değil, eğitiminin son yılında İngiliz İşçi Sendikaları içerisinde
yer alır ve yine bu sendikaların desteklediği maden işçileri greviyle de
yakından ilgilenir, onlar üzerine şiirler yazar…
Ve
hatta İngiliz polisi tarafından tutuklanır, cezaevine gönderilir ve ardından
bir gemiye konularak Kıbrıs’a gönderilir… Kıbrıs'a döndükten kısa süre
sonra da İngilizce öğretmeni - eğitimci olarak ve de kendi kişisel girişimleri
sonucunda özel bir okul olarak "Shakespeare School’’u kurar (1927) ve
kurucusu olduğu bu okulun Müdürlük görevini üstlenir...İngilizce öğrenmek
isteyenler yanında, özellikle ilkokul öğrencilerine dersler verirken, kamu
hizmeti için İngilizce sınavlarına girmek isteyen lise ve lise mezunu
öğrencilere de gündüz ve gece kursları düzenleyen "Shakespeare School”
okulu İngiliz yönetimince de tanınır ve daha sonraki yıllar içerisinde bu özel
okul, "Shakespeare Türk Mektebi" adını alır...
Bir
dönem; göğsüne değin inen simsiyah sakallarına, koyu renk giysilerine, elinde
hep bir kalın kitapla dolaşmasına ve dalgın tavırlarına bakarak halk ona
"Filozof’ lâkabını takarken, kendisi de "Mahmut Aziz” olan adını
"gökyüzünün en parlak yıldızı” anlamına da gelen "Necmi Sagıp” adıyla
değiştirmiş ve o günden sonra bu isimle bilinmişti...
Kıbrıs
Türk basının ve edebiyatının en uzun soluklu yazarlarından biri olan Hikmet
Afif Mapolar, 9 Eylül 1945 tarihli İnkilâp gazetesinde (Ahmet An’ın
aktarımıyla) Necmi Sagıp’ı şöyle anlatır:
‘‘Orta
ve dolgunca bir boyBu boyun üzerinde heykelleşmiş, hatta biraz ilâhileşmiş bir
yüz.Bu yüzde ışıldayarak yanan gözlere hayran olmamak kabil değil.Bu mağrur,
fakat mütebessim çehrenin zaman zaman ifade ettiği durgunluk; coşkun bir
zekânın izlerini taşımaktadır.Konuşurken çok sakin ve darıldığı zaman da
heyecanlanmayan ve bu lakaydisi karşısında insanları esir eden bir sihir
sahibidir.’’
Sürekli
olarak okuyan, araştıran, düşünen ve yazan kişiliğiyle Necmi Sagıp; diğer
çalışmaları yanında Kıbrıs’ta yayınlanan İngilizce gazetelerde de İslâmiyet
üzerine makaleler yayınlıyor, çevirilerde bulunuyordu…En önemli çeviri
çalışması ise Kur’an’ı Kerim üzerinde olmuştur...Kur’an’ın bazı ayetlerini
manzum olarak önce Arapçadan İngilizceye ve daha sonra da İngilizceden Türkçeye
çevirerek yayınlamıştır ki, böyle bir çevirinin ilk kez tanığı olunmaktaydı…
Necmi
Sagıp Bodamyalızâde’nin bir diğer önemli çevirisi de, Namık Kemal’in ünlü
"Hürriyet Kasidesi” şiiridir.1935 yılında İngilizceye çevirisini yaptığı
bu şiir, o yıllarda Kıbrıs’ta yayınlanmakta olan "Haber” gazetesinde
bölümler halinde yayınlanarak okurlarına sunulur…Daha sonraki yıllarda (1 Şubat
1979’da, Mehmetali Ağca tarafından öldürülen) ünlü gazeteci Abdi İpekçi, 20
Mart 1952 tarihli "İstanbul Ekspres” gazetesinde yayınladığı bir
makalesinde bu konuya değinerek, şöyle demektedir:"...
Bu
eserini Mr. Roosevelt'in hatırasına ithaf etmiştir. Tercümenin kıymeti kadar,
Necmi Sagıp’ın bu jesti Anglo-Amerikan çevrelerinde büyük akisler
uyandırmıştır. Başta Mrs. Roosevelt olmak üzere askeri, siyasi birçok
şahsiyetler tanınmış İngiliz ve Amerikan gazeteleri Necmi Sagıp’a tebrik ve
takdir mektupları göndermişler, Hürriyet için mücadele etmiş olan Roosevelt’e
Namık Kemal’in Hürriyet için bir asır önce söylemiş olduğu bu güzel sözlerden
daha manidar bir şeyin ithaf edilemeyeceğini belirtmişlerdir...”
Aydın
kişiliği ve toplumsal sorunlara olan duyarlılığıyla filozof Necmi Sagıp,
Kıbrıslı Türklerin yüzlerce gönüllü imza vererek sözcülüğüne görevlendirdiği
"İlk Türk Vekili” olması özelliğini de, korumaktadır… Haşmet Gürkan (Bir
Zamanlar Kıbrıs’ta, s.124) ‘‘Necmi Sagıp’ın Müslüman Vekilliği’’ başlıklı
yazısında şöyle yazar:‘‘Aydın sayılanların genellikle memur olduğu,
diğerlerinin nemelazımcılık zırhına büründükleri ya da hükümet tarafından
mimlenecek kaygısında bulunduğu ve hemen hemen tümünün de ‘‘İngiliz asla
Kıbrıs’ı bırakmaz’’ düşüncesinin rahatlığı içinde pasif kaldığı o günlerde
(1941 yılı sonunda) Filozof Necmi Sagıp Bodamyalızade’nin eline ciltli, kalın
bir defter alıp ev, dükkân, kahvehane ve kulüpleri dolaşmaya başladığı
görülür…’’
Ve
yine Mapolar, şöyle aktarır ‘‘Vekil’’lik çalışmalarını:‘‘Kıbrıs Türk halkından
aldığı yetkiye dayanarak, Necmi Sagıp kollarını sıvar ve muhtelif makamlara, bu
arada İngiltere Başbakanına telgraflar çekip yazılar göndermeğe ve Kıbrıs
Türklerinin sesini duyurma görevini yerine getirmeğe başlar.…
Necmi
Sagıp, Kıbrıs ‘Türk ve Müslümanlarının Vekili’ sıfatıyla Türk toplumunun
duygularını, tepkilerini yansıtan telgraf ve muhtıralarını 1943 yılı sonlarına
dek ilgili yerlere göndermeğe devam edecek ve maddi bir karşılık beklemeden,
medeni cesaret sahibi, iyi niyetli bir aydın olarak toplumuna eğitim ve kültür
alanlarında olduğu gibi, siyaset alanında da hizmet edecekti.’
’Kıbrıs
Türk halkı tarafından önce filozofluğa ve daha sonra da Vekillik unvanına değer
görülen bu "Gökyüzünün en parlak yıldızı” zamanla kaymaya başlar ve önce
İngiliz Sömürgesinin 5 Şubat 1954 tarihli resmi bir yazısıyla öğretmenlik görevine
son verilir...1956-60 yılları arasında Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu
tarafından yeniden öğretmenlikle görevlendirilse de, çok sürmez, bu kez de
elindeki belgelerinin bir ortaokulda ders vermesinde yeterli olmadığı gerekçesi
ve okulların da Türk Cemaat Meclisi’ne devriyle birlikte öğretmenlik görevinden
ikinci kez geri alınır...
Gittikçe,
her gün biraz daha kaymaktaydı yıldızı...Ve bir zaman sonra öyle bir noktaya
geldi ki Filozof; ayakta ve hayatta kalabilmek için adı, Türkiye
Cumhuriyeti’nin 169 sayılı kararıyla "Sosyal Yardım Parası” almaya hak
kazananların! listesine yazıldı..."Her ölüm erken ölümdür” dese de Cemal
Süreya, "erken" ölmek mesele değil... Asıl mesele, Cahit Sıtkı
Tarancı’nın "35 Yaş Şiiri”nde sorduğu soruda yatmaktadır bence...
Hani;
Neylersin
ölüm herkesin başında
Uyudun
uyanmadın olacak.
Kim
bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir
namazlık saltanatın olacak
Taht
misali o musalla taşında...’’
Koca
bir ömrü okumakla, yazmakla, düşünmekle ve toplumsal mücadeleyle geçmiş olan
Filozof Necmi Sagıp, şair Tarancı’nın bu sorusunu, 1964 yılının Nisan ayında
yanıtlar: Nerde?- Rum kesimindeki Olimpos Oteli’nde! Nasıl?- Sessiz, esrarengiz
ve yalnız…Kaç yaşında?- 67Araştırmacı yazar Ali Nesim (Batmayan Eğitim
Güneşlerimiz, 1987) şu bilgiyi verir: ‘‘Paraya pula değer vermediğinden ucuz
otellerde, pansiyonlarda kalırdı… Silâhlar patlayıp (21 Aralık 1963’le
birlikte) kurşunlar vızıldamaya başladıktan sonra da kaldığı otelini terk
etmemişti… Belki de 1958’de olduğu gibi kısa sürede ortalığın düzelip eski
duruma dönüleceğini sanıyordu…1964 Nisan’ında, Bodamyalızâde’nin kaldığı otelde
ölü bulunduğu haberi geldi…
Kızılhaç
vasıtasıyla gelen bu haberle, kimse ilgilenmedi ilkin…Ne var ki, tüccar Hüseyin
Ziya Demircioğlu’nun gönlü, Necmi Sagıp’ın cenazesinin yâd ellerde kalmasına
razı olmamıştı…Demircioğlu sağa sola koşup, cenazenin Türk kesimine
getirilmesini sağlar… Cenaze getirilip hastanenin morguna konur… Gerekli
formaliteler tamamlanınca da, bu defa ortaya garip mi garip bir sorun çıkar… Hastane
idaresi, cesedin üstündeki çarşafın cenaze gömülürken geri verilmesini
istemekteydi…
Eski Shakespeare
Mektebi müdürüne, ‘Mütercim ve Müfessir-i Kur’an-ı Azimüşşan’a, bir zamanların
cemaat temsilcisine bir kefen çok görülmüştü…
O;
gökyüzünün en parlak yıldızı, Necmi Sagıp’tı…Filozoftu…Bu toplumun üzerinde
çokça alın teri, çokça göz nuru vardı…Cenazesi; kimilerinin taa eskilerden beri
manasını unutmaya başladığı Vicdan ve Vefa sahibi bir İNSANIN; Hüseyin Ziya
Demircioğlu’nun satın alıp ‘Rahmetle-helâlle’ diyerek bağışladığı… bir kefenle
gömüldü!
KAYNAK:
Bülent Feyzioğlu / Gökyüzünün En Parlak Yıldızıydı Helâlliğine Verilmiş Bir
Kefenle Gömüldü… (yeniduzen.com, 28.10.2018).