Anı
yazarı, İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy’un torunu. 1 Ekim 1944’te İstanbul’da
doğdu. Erenköy Kız Lisesi’nden mezun. Gelini Seyhun ve oğlu İlkay Türkozan’la
birlikte Ataşehir’de yaşıyor.
Bir
süre ablası Ferda Hanım ile yaşamış ancak ablası vefat edince yaşantısını
Ataşehir’de oğlu İlkay Türkozun ve gelini ile birlikte yaşamıştır. Bugüne kadar
Türkiye’nen bir çok şehrinde bölgesinde Mehmet Akif’in çileli hayatını
anlattığı 300 konferansta bulunmuştur.
Selma
Argon İstiklal Marşı Yazarı Mehmet Akif Ersoy’un kızından torunudur. Ferda
isminde bir ablası vardır. Ablası Ferda Hanım 2012 yılında vefat etmiştir.
İsmini
dedesi Mehmet Akif Ersoy vermiştir. Köken olarak Buharalı olan Selma Argon’un
100 sene öncesinden ataları Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Daha sonra Boyabat ve
Tokat’a yerleşmişlerdir. Akif Ersoy’un annesi Tokat’ta dünyaya gelmiştir.
2015
yılında yayımlanan Dedem Mehmet Âkif: Zorluklarla
Geçen Bir Ömrün Saklı Kalmış Hikâyesi isimli kitabı yazmıştır. Kitap, biri hâlâ hayatta olan, diğeri
röportajlar yapılırken yaşamını yitiren Mehmet Âkif’in iki torunu Selma ve
Ferda Argon’la, bu alandaki çalışmalarıyla göz dolduran Fatih Bayhan’ın
röportajlarından oluşmaktadır.
KAYNAKÇA:
Selma Argon Kimdir? (kimnereli.net, 21 Aralık 2017), Dedem Mehmet Akif (timas.com.tr,
15.07.2018).
DEDEMİN ADINI
KULLANARAK YAŞAMADIK
Geçtiğimiz
yıl Mehmet Akif Ersoy ile ilgili pekçok etkinlik yapıldı. Dostları ve
arkadaşlarının anlattıkları dışında hiç bir zaman ailesi göz önünde olmadı. Hep
medyadan uzak durmayı tercih ettiler. Mehmet Akif Ersoy'un yeni çıkan kitabı
Gençler için Safahat, torunu Selma Argon imzasını taşıyor. Selma Argon Mehmet
Akif Ersoy'un kızı Suat Hanım'dan olan en küçük torunu. O, dedesini hiç
göremeden annesinin anlattıkları ve okuduklarıyla sevmiş biri. Bir hazine gibi
yıllarca annesini yanından ayırmadan yaşamış. Selma Hanım dedesine hayran. Onu
eleştirenlerin ve dışlayanların haksızlık yaptıklarını düşünüyor. Onun için
istediği tek şey ise Mısır Apartmanı'nın Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezi
olması. İstiklal Marşı'nın kabul yıldönümüne yaklaştığımız şu günlerde Selma
Argon'un gözünden Mehmet Akif'i konuştuk.
Kübra&Büşra
00:00
Mart 04, 2012
Yeni
Şafak
Dedemin adını kullanarak yaşamadık
Dedemin
adını kullanarak yaşamadık
Fotoğraf:
Yeni Şafak
Mehmet
Akif Ersoy bizim Milli Şairimiz. Size göre Akif kim?
Tüm
kimliklerden öte o benim önce dedem. Dedemin ismini duyunca içim titriyor. Ben
onu tanıma keyfine ne yazık ki erişemedim. Tüm bunlardan da öte canım
anneciğimin babası. Canımdan biri…
Mehmet
Akif'in torunu olduğunuzu ne zaman fark ettiniz?
Küçüklüğümde
evde hep konuşulurdu. Fakat ilkokula başladığımda bunu daha net hissettim.
Herkes bana onun torunu gibi yaklaşıyordu. İlkokulda bunun güzelliklerini çok
gördüm. Başöğretmenim beni Mehmet Akif'in yadigarı olan en küçük torun
sıfatıyla severdi.
Peki
İstiklal Marşı'nı nasıl algılardınız?
Müziğe
karşı bir kabiliyetim vardı. O yüzden İstiklal Marşı'nı çok küçükken öğrendim.
Allah'tan güzel okurdum İstiklal Marşı'nı, o nedenle hep bana okuturlardı.
Nasıl
bir öğrenciydiniz?
Eğitim
yaşamımda hiç zorluk çekmedim. O yıllarda tabi bütün gün okulda olurduk. Sakin
bir talebeydim, evde de sevilen bir çocuktum. Ailenin en küçüğüydüm. Ablamla
aramızda bir hayli yaş farkı var o nedenle ablacığımda beni çocuğu gibi
sevmiştir. Dayım bize çok iyi baktı. Yattığı yer cennet olsun. İyi büyüdük ve
iyi bakıldık.
Mehmet
Akif Ersoy size miras olarak ne bıraktı?
Koskoca
bir isim. Özellikle geçtiğimiz yıl Mehmet Akif yılı olmasıyla ne kadar çok
sevildiğini daha iyi anladım. Arayanlar oldu. Bizi Kastamonu'ya davet ettiler.
Kastamonu günleri hayatında önemli bir yer tutuyordu. Oradaki çocukların
"Boynuma sarılıp ne olur gitmeyin burada kalın" diye ısrar etmeleri
çok güzel bir duyguydu.
Maddi
olarak?
Maddiyatı
hiç önemsemiyorum. Çünkü kendisi de maddiyattan çok uzak biriydi. Manevi
anlamda onun torunu olmak çok büyük bir onur.
Dedeniz
Mehmet Akif'in aile ilişkilerini çocuklarına ve torunlarına yazdığı
mektuplardan biliyoruz. Bunları da ağırlık olarak anneniz Suat ve ablanız Ferda
Hanım'a yazmış...
Aslında
dedemin çok mektubu var. Ancak ortaya çıkanlar, elimizdekiler bu saydıklarınız
kadar. Sadece ailesine değil, dostlarına da çok mektup yazarmış.
Akif
herkes tarafından mizacı sert biri olarak bilinir. Yazdığı mektuplar onun
özünde sevecen esprili ve düşünceli tarafını gösteriyor...
Dedem
insanların hayatlarıyla detaylı olarak ilgilenirdi. Aslında sıkılgan ve utangaç
bir insan. İstiklal Marşı TBMM'de okunurken başını eğerek dinlemiş, hatta bir
ara dışarı çıkmış. Alkış seven bir insan değildi ve övülmekten hoşlanmazdı.
Ablama hitaben yazdığı Ferda Hanım şiirinde ne kadar umut dolu olduğunu
görüyoruz.
Bu
mektuplar arasında size yazılan bir şiir yok. Ablanıza imreniyor musunuz?
Ben
geç dünyaya geldiğimi için yetişememişim. Tabi ki özlem duyuyorum, bana da bir
şiir yazmasını çok isterdim.
Dedeniz
torunlarına karşı çok ilgiliymiş...
Öyle.
İkimizin ismini de dedem koymuş zaten. Ferda ve Selma olsun demiş. Annem ilk
kızına Ferda, ben doğunca da Selma koymuşlar.
Selma'nın
anlamını biliyor musunuz?
Evet,
selamete ermiş kişi demek. Dedemi görmeyi çok isterdim.
Görseydiniz
tepkiniz ne olurdu?
"Dedeciğim"
der boyuna sarılırdım.
Mehmet
Akif en çok mektubu anneniz Suat Hanıma yazmış. Anneniz babasına düşkün müydü?
Çok
düşkündü. Annem ile ayrılığımız toplasanız bir buçuk yılı geçmez. Evliliğimde
de yanımdaydı. Gün geçmezdi ki "Babamı, annemi çok özledim" demesin.
Hep "Babacım, annecim" diye konuşurdu. Özlemi belli olurdu. Son
zamanlarda benim dışımda pek kimseyi tanıyamaz olmuştu. 93 yaşında vefat etti.
Vefatından önce: Televizyon kapanmadan önce İstiklal Marşı okunurdu. O İstiklal
Marşı'nı ne zaman duysa saygısından oturuşunu düzeltirdi. Çok büyük sevgisi ve
saygısı vardı.
Ziraat
Mektebi'nden istifası İstiklal Mahkemeleri'ne tepkiydi
Mehmet
Akif bu ülkenin milli şairi olmasının dışında nedir sizce?
Dedemin
şiirleri dikkat ederseniz, yaşadığı ve gördüğü olaylarla bir belgesel niteliği
taşır. Söylemleri bulunduğu yılın yetmiş yıl sonrasını da anlatıyordu. Mehmet
Akif, şairliğinin dışında dinine çok bağlı bir insandı. Fakat bu hiçbir zaman
yobazca olmadı. Asım'ı yurt dışına gönderir ve ona "Avrupa'nın ilmini al
buraya gel, burada uygulayacaksın" der. Gelenekleri, dine bağlılığı
millet, bayrak ve toprak sevgisini çok önemserdi.
Bir
de sözünün eri olduğunu biliyoruz...
Evet.
Karlı bir kış günü arkadaşıyla buluşmak için sözleşiyor. Anadolu yakasına
geçmesi gerekiyor ancak hava şartları yüzünden tek tük vapur işliyor. Zor bela
dedem kalkıp Beylerbeyi'ne geliyor. Kapıyı çalıyor, arkadaşının evde olmadığını
görünce kırılıyor ve üç ay boyunca konuşmuyor. "Sözüm namustur, ancak
ölürsem sözümden dönerim" diyen biriydi.
Siz
bugün şairin hakkının yendiğini düşünüyor musunuz?
Kendisinin
kimseden bir talebi olmadı. Ne ödül gibi bir beklentisi vardı, ne de bundan
dolayı özel bir muamele görmek istedi. İstiklal Marşı için verilen parayı bile
gazilere, dul ve yetimlere bağışladı.
Peki
anlaşıldı mı?
Yeterince
anlaşılmadı. Ancak kendisi de buna pek kafa yormadı. O kendi tarzında şiirler
yazarak insanları uyanışa çağırmıştı. Milli Mücadele döneminde manevi bir lider
olarak çalışmış ve Anadolu'da ayak basılmadık yer bırakmamıştı. Tüm insanlara
Milli Mücadele'nin ne kadar önemli olduğunu ve bu toprakların kaybedilmesi
halinde gidecek bir yerimizin olmadığını söylemiştir.
"Ya
bu vatanı koruyacağız ya da uğrunda öleceğiz" diyen o dur. Emin dayımı da
yanına alarak TBMM Ankara'dan taşınmasına karşı çıktı. "Ölürsek hep
birlikte ölelim" dedi. En en büyük korkusu, çocukların ve kadınların
düşmanın eline düşmesiydi.
Mehmet
Akif'in ölümü hazin doludur. Cenazesine devlet erkanından kimsenin katılmaması
acı bir durum...
Bu
konu beni de hep çok yaralamıştır. Üstelik Atatürk'ün çok değer verdiği bir
isimdi. Kuran-ı tercüme etmesi için dedeme görev veriyor ve "Bunu bizzat
siz yapabilirsiniz" diyor. Ayrıca Milli Mücadele için dedemi Ankara'ya
davet eden de oydu.
Siyasete
yaklaşımı nasıldı?
Siyaset,
dedemin hiç sevmediği bir şeydi. O sanat, şiir ve kitaplarıyla uğraşmak
istiyordu. Milletvekili olmak gibi bir hayali yoktu. Fakat bir ara işsiz
kalmış. Onun gibi Milli Mücadele'de rol almış birçok isimin mahkemede
yargılanmaları ve hapis yatmaları onu çok yaralamış ve kendisine yapılmış gibi
hissetmiş. Çünkü haksızlığa hiç tahammülü yoktu. Hatta o yüzden Ziraat
Mektebi'nden istifa etmiştir.
Neden
peşine hafiye takmışlardı sizce?
Manevi
bir liderdi. Belki de birgün gerçek bir lider olabileceğini düşünmüş
olabilirler. Çünkü peşine hafiye takılacak biri değildi. Süleyman Nazif, Şerif
Muhiddin Targan, gibi insanlarla ahbaplık kurmuş biri. Burada bakmakla yükümlü
olduğu bir ailesi vardı. Bir taraftan para da kazanması gerekiyordu.
Zor
bir hayat…
Hayatı
zor, ancak o dönemde yaşayan kişilerin çoğunun hayatı zor. Mithat Cemal birgün
eve geliyor ve evde sekiz çocuk olduğunu fark ediyor. Dedemin beş tane çocuğu
olduğunu biliyor ancak "Bu üç çocuk nereden geldi?" diye düşünüyor.
O
üç çocuk kimindi?
Dedem
Ziraat Mektebi'nde çok sevdiği bir arkadaşıyla" Eğer birimiz önce ölürse
çocuklarına diğeri baksın" diye aralarında anlaşıyorlar. Nitekim arkadaşı
ölüyor, onun üç çocuğunu dedem yanına alıyor. Ben uzunca bir zaman onları öz
teyzelerim olarak biliyordum. Süheyla Karan'a Süheyla Teyze derdik.
Mehmet
Akif'in Mısır'a sürgün edildiği doğru mu?
Abbas
Halim Paşa'nın daveti üzerine gidiyor. Hem oradaki üniversitede ders vermek hem
de kızlarına Farsça, Osmanlıca eğitimi vermek için. Mısır'a çok gidip gelmiş.
Orada kendisine yer tahsis edilmiş. O dönemin prensi dedemi çok severmiş. Bir
yerde kendini gönüllü sürgün etmiş oraya.
Eşi
İsmet Hanım'ın Akif'e yazdığı mektuplar yok. Neden?
Çünkü
İsmet Hanım sürekli yanındaydı. Onu çok seyrek olarak İstanbul'a gönderirmiş.
Babamla beraber şarkta kaldığı için çocuklarını özlermiş. Ara sıra gelirmiş
ancak onun dışında hep Mısır'daymış.
Akif'in
ailesinden ayrı kaldığı bir dönem var...
Evet.
Bütün evini ve çocuklarını bırakarak Anadolu'ya gidiyor. Ondan bir yıl haber
alamıyorlar. Para pul yok. Sadece yanlarında Halil diye bir yardımcıları varmış
annem de parasızlıktan onun işine son vermek zorunda kalıyor. Halil Bey de
"Yok Hanımım siz bana emanetsiniz ben hiçbir yere gitmem" deyip
koruyup kollamaya devam ediyor.
Çok
maddi sıkıntı yaşamışlar mı?
Evet.
Eşten, dosttan veresiye alıyorlarmış. Sonra dedem para gönderdiğinde borçlarını
kapatmışlar. O yıllarda evlerde doğru düzgün ekmek yok. Varlıklı kişiler eve un
veya ekmek gönderir ancak anneannem kesinlikle kabul etmezmiş. "Komşum
açken ben nasıl beyaz ekmek yerim" dermiş. Annem "Yediğimiz
ekmeklerin sıkınca suyu çıkardı" derdi.
Bir
dönem Mehmet Akif ailesi sefil yaşam sürüyor gibi haberler çıktı. Bu haberler
ne kadar gerçek?
O
haberler annemle Beyoğlu'nda oturduğumuz dönemde çıktı. Bizim eve kayyum
bakıyordu. Ermenilerden kalan bir evdi. Sahipleri vefat etmişti. Kayyum anneme
"Bir hafta içinde evi boşaltacaksınız" diyor. Ben çok sinirlendim.
Akademiden bir arkadaşım "Hasan Pulur dedeni çok severdi ona haber
ver" dedi. Haber verdim. Bu konuyla ilgili gazetede yazı yazdı. Ertesi gün
bizim sokak Türkiye'nin her yerinden gelen insanlarla doldu. Telefon edenler
mektup yazanlar oldu. Ancak hiçbir zaman sefalet içinde olmadık.
Fakat
anlattığınıza göre rahat bir yaşam da sürmemişsiniz?
Sefillik
bakış açısına göre değişiyor. Kendi yağımızla kavrulduk. Fakat evimiz yoktu.
Kiracıydık ve "Evden çık" dendiğinde çıkmak zorundaydık.
Dayınız
Emin Bey'in bedeni bir çöp konteynırının yanında bulundu. Bu trajik değil mi?
Emin
Dayım çok talihsiz bir insandı. Bir takım arkadaşlarından kötü alışkanlıklar
edindi. Kendini kurtaramadı, onun durumu dedem için büyük bir hüsran oldu.
Belki de hastalığına sebep olan nedenlerden biri buydu. Dedem bir mektubunda
Emin Dayım için "Hasta, artık kurtulamaz" diyor.
Devlet
tarafından korunmayı beklediniz mi?
Hayır.
Evden çıkarılma olayı olmasaydı, devletten hiç bir talebimiz yoktu. Bize
Kadıköy'de Misak-i Milli Sokağı'nda vilayete bağlı bir yerde küçük müstakil bir
ev buldular. Yaklaşık 9 yıl orada oturduk. Yardım etmediler diyemem ancak o
olaya kadar biz bir şey istemedik.
Aile
olarak çok hassasız
2011
Akif yılıydı. Gecikmiş bir ilgi olduğunu mu düşünüyor sunuz?
Mehmet
Akif sadece bir yılla sınırlandırılacak biri değil. Bunu dedem olduğu için
söylemiyorum. Araştırması gereken çok yönü var. Karakterinin iyi anlaşılması
lazım. Son çıkan kitapta sadece şiirler yok kendisi de anlatılıyor.
Özel
istediğiniz bir şey var mı?
Ankara'daki
Taceddin Dergahı belediye tarafından restore edildi. Orada küçük bir müzesi
var. Mısır Apartmanı'nı önemsiyorum. Onun kaldığı oda bir türlü tespit
edilemiyor. İkinci katta dışarıya bakan bir oda olduğu var sayılıyor. O
apartmanın Mehmet Akif Ersoy kültür evi olmasını ve sanat icra edilmesini
isterdim.
Mehmet
Akif'in akrabası olmak zor bir şey mi?
Başımızdan
geçen talihsiz hadiseler döneminde ismimizin anılmasını istemedik. Ev
meselesinde olduğu gibi... Çünkü kendisinin para ve mal ile ilgisi yoktu.
Dürüstlükten hiçbir zaman caymadık. Ne olursa olsun gerçeği söyledik.
Hassas
bir aile misiniz?
Öyleyiz
galiba. Herşeyden kendime bir üzüntü payı çıkarıyorum. Sanıyorum yaşımın da
gereği olarak böyle. Özellikle hayvanlara dayanamıyorum.
Anneniz
geçmişinden bahsedermiydi?
Çok
anlatırdı. Zaten en büyük pişmanlığım anlattıklarını kayıt altına almamaktır.
Hiç aklıma gelmedi bir gün gideceği. İnsanın hep yanında olacak sanıyor.
Mehmet
Akif'in şairliği için bir kesim "Milli değil, dini şairdir" diyor. Bu
sizi şaşırtıyor mu?
Dinine
bağlı olmak ayıp değil. İnsanın dinini sevmesi en başta yapması gereken şeydir.
Ben de dinini seven biriyim. Dedemin hurafelere inancı yoktu. Yobazlığa
karşıydı. Keşke hepimiz okuyup da yalan yanlış olarak değil de doğru düzgün
uygulayabilsek. Dedemin inancı nedeniyle dışlanmasını önemsemiyorum.
Neden
gözden uzak bir yaşam sürmeyi tercih ettiniz?
Dedemin
karakteri böyledi. Ailemizde onun izinden gitti. Mecbur kalmadıkça dedemin
ismini kullanmadık. Çekilen sıkıntılardan isyan edecek noktaya geldiğiniz oluyor.
"Bunlara layık değiliz" diyorsunuz. Çok sıkıntı çektik, çok büyük
borçlar altında kaldık. Fakat büyük yardımlar da gördük. Elimizden tutanlardan
Allah razı olsun.
Bir
araştırmaya göre Safahat Kuran-ı Kerim'den sonra en çok satılan kitap. Siz bu
kitapların teliflerini alabildiniz mi?
Büyüklerimiz
zamanında İnkılap Yayınevi'ne vermişler. Alınan telifi de kardeşler aralarında
paylaşmış. Yetmiş sene doluncaya dek hakları İnkılap Kitap evindeydi. Ama onun
dışında birçok yayın evi bastı. Sonraki basılanlardan bir şey almadık.
Biliyorsunuz yetmiş yıldan sonra telif hakkı kalmıyor. 75 yıl oldu. Kitabın
yazarı Mustafa ve Fatih Bey bizi bir şekilde buldular. "Gençler İçin
Safahat kitabı satılırsa size telif hakkı vermek istiyoruz" dediler. Çok
mutlu oldum, sevinçten ağladım.
O
gelirle ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Borçlarımızı
kapatacağız.
Kaç
kuzensiniz?
İkisi
vefat etti. Büyük teyzemden bir kuzenim kaldı. Ortanca teyzemden bir kuzenim
var. Bir de ablamla ben kaldık. Dört kuzeniz. Görüşürüz. Birbimize gidip
gelemesek de telefonlaşır halimizi hatırımızı sorarız. Kuzenler arasında en
genci benim. Yaşadıklarımızdan sonra bende kendimi eve kapattım.
KAYNAK:
Dedemin adını kullanarak yaşamadık (yenisafak.com.tr, 4 Mart 2012).
MEHMET AKİF’İN
TORUNUNDAN İSMAİL KAHRAMAN’A İTTİHATÇI TEPKİSİ
Mehmet
Âkif Ersoy'un torunu Selma Argon Ersoy TBMM eski başkanı İsmail Kahraman'a
yaptıkları ziyarette dile getirilen kimi sözlere Sebilürreşad Dergisi'nde yanıt
verdi. Ersoy, "İttihatçılar’ın vatan sevdaları veya tecrübesizliklerinin
meydana getirdiği sorunları bugün tarafsızca değerlendirmek icap eder"
[Haber görseli]Mehmet Âkif için dile getirilen
İttihatçı olduğu iddiasını değerlendiren Selma Ersoy, İttihatçılık hakkında
dile getirilen kimi olumsuz görüşlere "Biz bugün ittihatçı komutanın
Kut’ul Amare zaferini kutlayarak ne yapıyoruz o halde?" diye tepki
gösterdi.
"Sayın İsmail Kahraman’ı ziyaretimiz
esnasında biraz da şaşırdığım, üzüldüğüm sözler konuşuldu" diyen Ersoy,
"İttihatçılar’ın vatan sevdaları veya tecrübesizliklerinin meydana
getirdiği sorunları bugün tarafsızca değerlendirmek icap eder" dedi.
İşte
Odatv'de yer alan Selma Argon Ersoy 'un kaleme aldığı o yazı:
"Dedem Mehmet Âkif için bazı çevrelerde
dillendirilen hususlardan birisi onun İttihatçılığıdır. Aslında mevzuyu
uzmanına bırakmak icap eder. Ancak bendeniz ailemizin bu konuya yaklaşımını
ortaya koymak adına bazı hatırlatmalarda bulunacağım.
Zira gördüm ki en son TBMM Başkanımız Sayın
İsmail Kahraman’ı ziyaretimiz esnasında biraz da şaşırdığım, üzüldüğüm sözler
konuşuldu.
Ancak mesele işin başından şu başlıklarla
gelişiyor. “Ülkeyi ittihatçılar mahvetmiştir...”,“İttihatçılar’ın hayalciliği
yüzünden dağıldık...”, “İttihatçılar hem hayalci hem tecrübesizdi ve
imparatorluğu mahvettiler..” bu eleştirilerin devamı şöyle geliyor;
“İttihatçılar bir devrimle Abdulhamid’i hal ettiler...”, “İttihatçılar
İngilizlerle işbirliğine girdiler ve devleti dağıttılar...” son cümle de tahmin
edildiği üzere; bu perişanlığın müsebbibi görünen ittihatçılar için
“ittihatçılar haindir, dolayısıyla onlara destek verenler de... cahildir...”
diye devam ediyor.
Üzerinden yüzyıl geçmiş tarihi bir hadiseden
bugün kalkıp yeni düşman üretmek doğru değildir. Yüzyıl bir hadiseye bakış
açısının olgunlaşması ve sağlıklı bir bakış açısı geliştirmemiz için de yeterli
bir süredir. Dolayısıyla ittihatçılar’ın vatan sevdaları veya
tecrübesizliklerinin meydana getirdiği sorunları bugün tarafsızca
değerlendirmek icap eder. Devletin makamında temsil kabiliyeti olan isimlerin,
tarihi hadiselere yaklaşırken daha titiz ve olgun tavır geliştirmeleri de bu
yüzden elzemdir. İttihatçılar bir mevzi anlayışıyla içerden ve dışardan
çevrelenmiş Osmanlı’nın yıkım sürecini durdurmak niyetiyle işe koyulmuşlardı.
Sonuçta bu işe liderlik edenler Osmanlı’nın öncü devlet bürokrasisi, askeriyesi
ve ilmiyesiydi.
Bunların tümünün bir yanlışta ittifak ettiğini
söylemek, bir araştırmayı, bir çalışmayı ve sonuçta bu kanaate vardırıcı somut
bilgilere ve delilleri gerektirir.
Bu ittifak’ın, Osmanlı’da yeni bir devir
başlattığı doğrudur. Başlayan yeni devir 33 yıllık Abdulhamid’in taht-ı
saltanatının değişimini getirdiği için mühimdir. Zaten içerden destek bulması
da bu nedenledir. Dedem 3 yaşındayken tahta çıkan Sultan Abdulhamid’in onun 33 yaşına
geldiğinde tahttan indirilmesi meselesine bakış açısında içinde bulunduğu
ilmiye, şuara ve ulema ile ilgisi vardır.
Nitekim İttihatçılar’a işin başında verdiği
desteğin nedeni de en yakın arkadaşı Fatin Gökmen’in tesiri vardır ancak Mahir
İz’in de anlattığı gibi bu destek bir kaç ayı geçmemiştir.
Peki o destek sürse ne olurdu? Dedem Mehmet
Âkif için “ittihatçıydı” denilmesi ne anlam ifade ederdi? Biz bugün ittihatçı
komutanın Kut’ul Amare zaferini kutlayarak ne yapıyoruz o halde?
Dedem eğer ittihatçılar’a destek içinde
olsaydı; Sıratımüstakim dergisi kapatılmazdı. Sonra binbir ricayla Sebilürreşad
diye devam etmezdi. Kaldı ki Sebilürreşad’da ittihatçıların hışmına uğramış
defaatle kapatılmıştı. Dedemin memuriyetten istifa nedeni yine İttihatçılar ve onların
adaletsiz uygulamalarıdır. Enver Paşa’nın ısrarına rağmen Ziya Gökalp’le
milliyetçilik mevzusunda sert atışmaları biliniyor.
Tarihi vakalar bu kadar açıkken dedem’in dün
İttihatçı olmadığı için gördüğü yalnızlık yetmezmiş gibi yüzyıl sonra bu seferde
İttihatçı diye suçlanması ancak garabettir. Dedem sadece hakikatin peşinden
koşmuştur. Güç ve kudret sahiplerinin değil. Öyle olmadığını onu seven herkes
gibi siyaset ve fikir tarihimizde bilmektedir.
Bu vesileyle ülkemizde gerçekleşen seçimler
hakkında da bir kaç kelam edeyim: Yemen’den Somali’ye, Bosna’dan Gazze’ye,
Buhara’dan Kazan’a bir dua halkası içinde gözler seçimlere odaklanmıştı. Bizim
de gözlerimiz oradaydı. Hamdolsun ki bu ülkenin tarihi akışının içinde nasıl
siyasi mülahazalar kendisinden fazla kendisine umut besleyenleri etkilediyse
bugün de öyle olmuştur. Ülkemize hayırlar getirsin. İslam coğrafyasının umudu
diri dursun, insanlığa barışın müjdecisi olsun!"
KAYNAK:
Mehmet Akif'in torunundan İsmail Kahraman'a ittihatçı tepkisi
Mehmet Akif'in torunundan İsmail Kahraman'a
ittihatçı tepkisi (cumhuriyet.com.tr, 15.07.2018).