Ercan Ata

Eğitimci, Yazar, Şair

Doğum
08 Kasım, 1973
Eğitim
Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç

Eğitimci, şair ve yazar. 8 Kasım 1973'te Edirne'de doğdu. Korucu Köyü İlkokulu, Edirne Mimar Sinan Ortaokulu ve Edirne Öğretmen Lisesini bitirdikten (1990) sonra Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu (1995). Öğrencilik yıllarında İstanbul'da anketörlük, Ünlem Yayınlarında satış temsilciliği, ulusal basın reklam satış temsilciliği, yerel basında (İskilip Memleket, İskilip’in Sesi, Çorum Hakimiyet, Çorum Haber gazetesi, Gazetehaber7 sitesi) köşe yazarlığı yaptı.

Fakülteyi bitirdikten sonra da hayatını ve çalışmalarını İstanbul'da sürdürdü. 1996 yılından bu yana İstanbul'daki orta dereceli okullarda Türk Dili ve Edebiyat öğretmeni olarak çalışmaya devam etmektedir. Fatma Ata ile evli ve Asude Şeyma Ata ile Ahmet Yusuf Ata adlarında iki çocuk babasıdır.

Ercan Ata'nın ilk edebi ürünü Eylül 1977'de Yedi İklim dergisinin 90. sayısında yer aldı. Sonraki yıllarda şiirleri ve öyküleri ile diğer edebi çalışmalarını Yedi İklim, Temmuz, İstanbul Bir Nokta, Hayal Bilgisi, Temrin, Barbar, Diyanet Aylık Dergi dergilerinde yayımladı.

 

Ödülleri:

 

Cahit Zarifoğlu Şiir Yarışması Birinciliği, 25/5/1993, “Karmen Alın Yazımız” şiiriyle,

Altın Koza Kültür ve Sanat Festivali Dadaloğlu Özel Ödülü - Şiir dalında, Türkiye çapında- 14 Ekim 1995, “Yeni Çağa Şiirler” adlı dosya ile.

 

ESERLERİ:

 

Şiir:

Ten ve Gölge (1995),

 

Hikâye:

Son Bisküvi (2016).

 

KAYNAK: Bilgi Formu (Aralık 2016).

DUDAKLARINDA GÜL

DUDAKLARINDA GÜL

 

ERCAN ATA

 

Sen ey kadın

yalnızca sen

aşkın beni vurduğu saatlerde

tek sendin ruhumu okşayan

 

Her sabah güllerle geldin

güldün, gül-ü rana

rengini verirken zamana

ne güzeldin

 

Baharı getir bana

başka her renge kör olsun gözlerim

aşk ya da sen gel ey yediverenim.

 

Aç bedenim doymuyor sana

yokluğunda yitiyor anlamı yaşamın

sende düğümleniyor hep

hayalinle gürbüz gövdemi yor,

dudakların konuşmasa da ey yâr

 

1995  

EYLÜLDE BEN

EYLÜLDE BEN

 

ERCAN ATA

 

Aşkın yalazında yandım

ay ışığına düşmüş gül

lerle sonsuzluğun kıyısında, kandım.

 

Ruhun arzusu bengisu

gece, içsem gümüş piyalelerden

nerde, öper adamı kakülünden

 

şehzadenin gölgesi mermer

düşlerinde  sevgili nilüfer

sevdakâr  gönül alev alev

destinin ağzındaki buseden

 

lal denizlerinden çıkar ve gidersin

yatağında gül,

aynalara düşmüş inci gerdanından

ardında seni imleyecek bir koku

dilindeki incilerden çıkar ve gidersin.

 

ey kız kulesi, ey kan lekesi

duvarlarında duvaksız aşkların gölgesi

ebedi  muştu eteklerin

ey kız kulesi,  ey yitik oğlan sesi

 

geçmiş günlerin güncesi ağustos

ta  kanar ne densiz öpüşlerle

 

göz bebeklerinde ışık huzmesi

düşer gölgesine yılların

ve sen gidersin K.

tam saatinde bir  ıKarusla

ayrılığın kalbine.

 

ölürken bile seni söyler dilim

hiçbir şey senden katı değildi bana

hiçbir şey senden sevgili değildi bana.

 

boynunda kırık bir kolye git(d) erken

şehrin kapısı daima açık

bırak aksın kendine, eylül.

 

sen kalbin mülkünde ebedi...

ben sana eş olacağım 

güneşte kuruyan çehrene 

düşen bir damla yaş olacağım

ne zaman üşüsen yalnızlığından

solgun yüzünde güzelliğinin

sana  sımsıcak ateş olacağım.

 

sen yaşarken güzelleşeceksin

ğsüne düşünce solgun bir yüz

kalbinde dile gelecek, aşk.

                       

1996-1997

 

KAYIP ZAMAN

KAYIP ZAMAN

 

ERCAN ATA

 

duvarda böcek

esrik yaz günlerinden

sayrılı yalnızlığı hazzın

ölümü örtünen şairler

duvarlarda köhne kösnül imgeler

kandaki civa alkalin

son zaman

mode im 79 taunus

bir yahudi için kolay

hayatından çıkarmak puslu zamanları

kabak tadı veren anları

cennet taamı

neon leon on

‘mani padme hum’

beni örtün

 

zeliha yerde

aleste araf  kadınları

hüzünlü başlangıçlar umarak

en son ne zaman

içtin çaresizliği

sonsuzluğun kıyısında

ne/a-hoş sesler

zelzelerin velvelesi

enfes künefe kadife

ağulu beyaz balina

yanar nar ve yâr

lâleler ve lotus çiçekleri

diplerde kuytularda

siyanürlü akşamlar

ölüm muştusu imgeler

pazar yerleri kan pazarları

yengen tost jambon

otobüs geçiyor ve zaman

çiçekli etekleriyle

iki ucu açık sorular bunlar  -esrarlı-

öyle bir gece ki

gökyüzü mutantan

siyah mersedes

içimde gizli gizli büyüyen hüzün

hücrelerimde bölünürken

aşk

     ve iksir

ikircikli ikindi sularında

öteki yaz oyalı

gri, kangren ve aherli

türbanların türbülansı

med zamanı git!

düş dağılmış eteklerimden

bedenimde çığlar ve ahlar

Sina’da yetim bir asayım ben

şimdi dağılmış bedenimi nereye asayım

biliyorum antibiyotikler soğuk kış koşullarında

Atik Valde’den  inen sokakta

yaz yalnız ve kahhar

aşk deli kanlı

kanunî mezmurları

beni ezin.

 

KUYUYA DÜŞEN ÇOCUĞUN RÜYASI

KUYUYA DÜŞEN ÇOCUĞUN RÜYASI

 

ERCAN ATA

 

Birdenbire düştüğümüzde kuyuya

hangi peri suretin resmi

görünür aynamızda

ço(cu)ğumuzu gezdiren anne

gece ağlarını açıyor

ağır kubbelerin altında kalan ne

önce beni öp/ onlar görmesin

 

sadağımızdaki son ok

rüzgarın  dilinde şarkı

abc  /1, 2, 3 marş

manşın ucunda Leyla Sayar

akıyor kızgın gövdesine ateşin

demiri eriten ten yakıyor

kezzabın acısı, gülün kokusu

 

ötelerde kırık dal asude bahçe

alıp alıp geliyorum kendimi kapına

içimdeki  ergen ölüyü döküyor ağaçlar

mavi  suret  de(n/y)iz

ebedi kanar muttasıl

 

1999

PARKTA TEK KİŞİLİK ÇAY PARTİSİ

PARKTA TEK KİŞİLİK ÇAY PARTİSİ

 

ERCAN ATA

 

Doktorum ben konuşmasını bilmem. Yirmi birinci asrın son çeyreğinde nasıl, niçin yaşadığımı sormayın bana. Mecburen, mecburiyetten diyeceğim. Yaşamaktan başka bir şey elimden gelmediği için katlanıyorum bu oyuna. Aslında başkalarının gözünde hasta bile sayılmam. Fakat ne zaman yüzüme baksam sayrılı bir adamın mefluç portresini görüyorum.

Dün akşam parka çıktım tüm insanlar gibi. Kendime hâlâ insan sıfatını reva görebiliyorsam bu üstlendiğim rolden çok giyimimle alakalı. Lacivert kruvaze ceketimin içine giydiğim açık mavi gömleğim, şal desenli kravatım ve Cartier saatimle tüm zamanların en çekici erkeği olduğum hususunda ortak kanaatleri vardır otoritelerin. Ve ben onları hiçbir zaman yanıltmak istemem. Hayranlarımı düşünerek onların bayılmasına yufka yüreğim hiçbir zaman dayanamadığı için gizli bir yoldan geldim buraya.   

Yolda yürürken hafiften üşüdüm. Ellerimi cebime soktum. Ellerimi cebime sokmam belki içgüdüsel bir davranıştı. Ellerimin karnı acıkmıştı veya onlar benimle birlikte parka gelmek istemiyorlardı. Onlar, provokasyon anlarında insanların arasına karışmayı tercih ederler. İnsan hakları ve özgürlük uğruna cürüm işlerler. Ellerim kandan ve kadından iyi anlar. Bu iki konuda, saygın üniversitelerde doktora tezi hazırlayıp sundulardı bir zamanlar. Ben o sırada küçüktüm. Şapkam yoktu. Annem, Ayşe teyzelere gezmeye gitmişti. Ben de can sıkıntısından patlamamak için ellerimin hazırlamış olduğu "Kadın Bedenlerinde Darp ve Garp İzleri" isimli sürükleyici araştırmayı bir solukta okudum. Ve o zaman ellerimin ölümden de anladıklarına hükmettim. Böyle söylediysem birazdan ellerim tarafından vurulacağımı düşünmeyin lütfen. Böyle bir olasılığın geçerli olabilmesi için benim topal bir sevgilimin olması gerekir. Öyle biri yok. Olsa bile kabullenmezdim. Sadece arkadaşız, yıllardır dostuz, iş için görüşüyoruz vs. bir şeyler söylerdim. Aslında biri var ama topal değil. Hınzır tam bir afet.Gençliğinde  “Sonsuz ve Aslında Çalkantılı Aşklar" isimli fotoromanda modellik yapmış. Üstelik Çerkezceden başka dört dil bilir. Geçenlerde tutturdu illa da Katalanca öğreneceğim diye. Neymiş efendim Mayovski'yi aslından okuyacakmış. Katalanca öğrenmesine bir şey diyeceğim yok ama mutfak nöbetlerini aksatıyor. Onun Katalanca yazmadığını ispatlayıncaya kadar neler çektim. İşte böyle, ellerim ceplerimde parka geldim.

Biliyorum, cümle aziz karilerim bundan sonra ne olacak sualini tevcih ediyorlar. El cevap: a) Benden sonra tufan olacak.  b) Son günlerimi beş yıldızlı bir hastanede sanık olarak geçireceğim ve buradan neşrettiğim anılarım yok satacak.  c) Küçük İbo, ilahiyat fakültesini bölüm birincisi olarak bitirecek.  d) Ben aşkımı ispat etmek için Kız Kulesi'nde resital vereceğim.  e) İnsanlar hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam edecekler.

Parkta boş gözlerle etrafı seyrederken neler düşündüm? Yaradana sonsuz hamd ü senalar ettim. Deliliğimle gurur duydum. Eğer öyle olmasaydı bir sürü akıllıca davranışta bulunmam gerekecekti. Her sabah yedide kalkacak, tıraş olacak, losyon sürünecek, kravat bağlayacaktım. Belki repodaki paramın faizinin faizi aklıma düşecek ya da tezkere aldığım günün üzerinden kaç şubat geçtiğini hesaplamaya yeltenecektim. Bütün bunlara ne gerek var?

Hikâyenin buraya kadar olan kısmı editöryal bir yanlışlık mahsulü. Yazar aslında kısaca şunu demek istiyor. Ey insanlar, yarın güne doğaca! Bir gün daha yitecek hayatınızdan. Karanlığa doğru biraz daha ilerleyeceksiniz. Bu yolculukta yanınızda kimse olmayacak. Ne karınız, ne kızınız. Onları çok sevdiğinizi biliyoruz. Fakat karınız, sizi aldatmayı aklından geçiriyor. Siz, sürekli kendinizi aldatacak kadınlarla beraber olmayı kuruyorsunuz. Küçük kızınız hâlâ sizi sevmeye devam ediyor. Fakat bir süre sonra sizi daha çok sevdiği başkalarıyla ziyarete gelebileceğini nasıl düşünemiyorsunuz? Sonra... Sonrasını boş ver be Halil'im. Sen şu çayları tazeleyiver. Ha, ne diyordum. Yarın mutlaka güneş doğacak!

Çaycı Halil'i saymazsak parka tek başımayım. Bekleyebileceğim kimsecikler de yok. Bekleyebileceğim en son kişinin geçenlerde Mısır'a sultan olarak tayini çıktı. Bir kış ikindisinin gözetiminde çayımı yudumluyorum. Bir gemi çözülüyor halatlarından, bir at boşanıyor zincirlerinden, bir kadın kurtuluyor özgürlüğünden. Beyzi bir kış şarkısının duyulduğu fonda kurşunlar konuşuyor. Beyaz tenli adamlar, kürk mantolu naif kadınlar, ağırlaşan külçeler, kırmızı yalnızlıkların tayfında kırılıyor. Ben, her şeye boş verip Gazi caddesine doğru yürüyüşe çıkıyorum. Doktorum hâlâ gelmedi. Deliliğimi siz onaylayabilir misiniz?    

 

SAHİLDE BİR AKŞAMÜSTÜ

SAHİLDE BİR AKŞAMÜSTÜ

 

ERCAN ATA

 

Hafiften bir rüzgâr esiyor, güneşin ışınları sürekli gidip gelen dalgaların üzerinde yakamoz oluşturuyordu. Bir yanımız aydınlıktı. Biz, günün sıradan saatlerinde meçhule doğru gidiyorduk. Her şey anlamını yitirmek üzereydi. Açıklanamayan bir duygu bizi çekip çeviriyordu. Akşam, kalbimizin üzerinde kabuk bağlayan bir yara gibiydi. En zoru da gizliden gizliye bir günah gibi bizi sarmalayan hüznün sebebini bilmeyişimiz. Eğer bulabilseydim… Öğrenebilseydim, deli gönül nasıl sever; ölebilirdim.

Otoyolda arabalar, zamanla yarışıyor. İhtimal ki sen şu an gitmek istiyorsun. Güzelim, onlarla nereye varılabilir? Bu sorunun yanıtını veremedikten sonra gitmek neye yarar? Sevginiz hız sınırını aşamıyorsa. Oysa bir adım ötededir gerçek. Mükemmellik tüm ciddiyetiyle yolumuzu ışıtmaktadır.

“Dünyaya doğru yürümekle meşhurum ben.” Bizlerse daha çok kullanılmamış olanlara. Açılım: Vakit akşamdı. Ders notları daima birinci dereceden öncelikli, onlarsız olunamayan. Hayatımızın geri kalan kısmı yazılılara ipotek edilmiştir artık. Kırık sandalyeleri, boyası çıkmış tahtalarıyla o sınıflarda aşk Osmanlıca yazılırdı. Ben, yağmurda hiç ıslanmazdım.  Hocalardan çalabildiğim tek işe yarar bilgi, cahilliğimin tescil edilişi oldu. Çok eski zaman diliminin yorgun savaşçıları üniversite öğrencileri. Okeyi bir yaşam biçimi haline getirip boğucu sigara dumanlarıyla yoğrulmuş bir atmosferde ha bire koşmaya çalışan fakat saatlerce aynı noktaya bakmaktan gözleri kararan, önlerini görmekte güçlük çeken ve sonunda yolun herhangi bir noktasında yığılıp kalan nazik bedenler. Ve sen oradasın bir türlü onlara uyum sağlayamayan varlığınla. Biraz kederli ve suskun. Soluk pembe dudaklarınla gülümsemeye çalışıyorsun geleceğe.

Sonra aynı yoldan aynı yerleri seyrede seyrede artık kanıksadığımız duraklara, reklâm panolarına bir daha bakarak ama yalnızca içimizi görerek yolculuğumuzu tamamlıyoruz ve içeri adımımızı atıyoruz. Oda dağınık durumda. Dertleşme faslı başlıyor. Küçük komplimanlar, az karartılmış ruhi açılımlar. Bir geceyi içmeye mecbur hissetmek kendini. En zor olanı da bu değil mi zaten?

Kalbimde dayanılmaz bir sızı… Bunlardan bahsedebilmek isterdim sana. Kendi ruhumdan. Uçuşan kelebeklerden gökyüzünde. Hatta önce ben anlayabilseydim onu. Kendi ruhunu lamelin üzerine koyup incelemeye çalışan acemi kimyagerlere benziyorum şu an. Durmadan bizi kışkırtan kendimizden geçiren esir eden kaotik düşlerde uzaklarda bir yerde pınarların olduğunu ihsas ettiren gerçekte seraptan başka bir şey olmayan şu hafakanlardan bir kurtulabilseydim…

Az önce neyi tükettin? Hazzın hangi yarısından ısırdın? Dudaklarında ekşi, ıslak bir tadın tortusu kaldı. Gençlik, genç kızlık, hevailik, aşklar, değiştirilenler ve her şeye rağmen değiş-e-meyenler. Bizimle sonsuza kadar yaşayacak olan. Sevgiye bu kadar yaklaşmışken sana dokunamamanın verdiği acıyla bir şeyler geçip gitmiştir hayatımızdan. Tıpkı batan bir güneş gibi.

Garson semaveri getiriyor. Sen küçük, ipeksi ellerinle çay dolduruyorsun bardaklara. İkimiz de aynı anda havalanan martılara bakıyoruz. Sen, martılar fazla yüksekten uçamazlar, diyorsun. Ellerim, yüzünde deve motifi olan sigara paketinin üzerinde bilinçsizce dolaşıyor. Tam sana söylemeyi düşünürken Boğaz’ın ortasından bir şilep geçiyor, kocaman gövdesiyle suları ikiye ayırıyor. Garson, boşalmış bardakları alıyor. Yan masadaki eşofmanlı gençler heyecanlı bir şekilde konuşuyorlar. Van Damme, salatalıklar, sarışın biblolar vesaire. Birkaç masa ilerideki şık giyimli bey, bir kez kullanıp atacağı sevgilisinin sigarasını yakıyor. Yarın sabah bitecek bu aşk. O, yorgun argın duşunu alıp çıkacak bu sevdanın yörüngesinden. Sevgili, bütün masumiyetiyle sonsuza dek uyuyacak yatağında. Masanın üzerinde küçük bir not bırakılmış olacak. Birkaç adet…

Desem ki… Uzaklarda bir kuş havalanıyorken, annenin yorgun argın kendini yatağa bıraktığı, Çeçenya’da bir askerin kurşunla sevgilisine mektup yazdığı şu anda desem ki… Diyemiyorum. Söz boğazıma tıkanıp kalıyor. Oysa akşamdan beri bunu düşünüyordum. Kelimelerimi bile seçmiştim. Söyleyebilirim fakat dilim varmıyor bir türlü. Gururumuz -ki budalanın biridir o- bir kez daha galip geliyor. Hadi çıkalım.

                                                                                                                                                                                              

 

 

 

 

 

 

 

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör