Amir Ateş

Türk Sanat Müziği Bestecisi, Hafız, Mevlüthan

Doğum
01 Ocak, 1942
Eğitim
Üsküdar Musiki Cemiyeti
Burç

Kur'an hafızı, mevlidhan, Türk Sanat Müziği ve Tasavvuf Müziği bestecisi ve yorumcusu. 1 Ocak 1942’de Balıkesir'in Kandıra ilçesinde doğdu. Çocukluğundan itibaren dinî eğitim gördü. Küçük yaşlarında İstanbul’a gelerek Hâfız Hasan Akkuş, Kemal Batanay, Sabahattin Volkan, Halil Can ve Sâdeddin Kaynak gibi önde gelen üstadların öğrencisi oldu.

Manevi babası olarak tanımladığı ve vefatına dek Üsküdar Musiki Cemiyeti başkanlığını sürdüren Emin Ongan hocanın da desteğiyle başladığı müzik çalışmalarına şu an 1000'i aşmış sayıdaki Türk Sanat Müziği ve Türk Tasavvuf Müziği alanındaki eserleriyle sürdürmektedir.Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne devama başladığı 1959 yılında başladığı beste çalışmalarında, dinî, lâdinî, halk müziği ve saz eserleri gibi dallarda 800 civarında esere imza attı. Müzik hayatı boyunca uzun yıllar birlikte çalıştığı Emin Ongan’dan büyük destek ve teşvik gördü. Son dönemin önde gelen bestekârı Yesârî Âsım Arsoy ile yıllar süren baba-oğul yakınlığındaki beraberlikten büyük istifadeler sağladı. Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça, Avni Anıl, Selâhattin İçli, Erol Sayan ve Yıldırım Gürses, musiki hayatında yakın dostluk içinde bulunduğu diğer beraberlikleri oluşturdu.

Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde beste ve etüd dersleri hocalığında bulunan ve radyolarla TV’lerde kendi adını taşıyan ilâhi topluluğu ile beraber yaptığı programlarına devam eden Ateş’in eserlerinden, çeşitli müzik kurumları ve kuruluşları tarafından konserler düzenlenmektedir.

Bestekârlığının yanı sıra, günümüzün önde gelen mevlidhanları arasında yer alan Ateş, Mevlid konusunda da pek çok öğrenci yetiştirdi. Üsküdar Musıki Cemiyetindeki hocalığının dışında, Anadolu Yakası Telefon Başmüdürlüğü Korosu, Türkiye Denizcilik İşletmeleri Korosu, İstanbul Ehl-i Kur’an ve Mevlidhanlar Derneği Tasavvuf Musikisi Korosu gibi birçok toplulukta ve Diyanet İşleri Başkanlığı seminer ve kurslarında da hocalıkta bulundu. Dinî nitelikli eserlerinin yayınına, 5 kaset ve CD’den oluşan bir külliyat halinde başlanan Ateş, evli ve Furkan ile Şevval adlarını taşıyan iki evlât sahibidir.

80'li ve 90'lı yıllarda pek çok televizyon kanalı için kendi adını taşıyan korosuyla beraber televizyon programları düzenlemiş olmasının yanı sıra, her yıl ülkenin pek çok farklı bölgesindeki Musiki Cemiyetleri (İstanbul, Kocaeli, Trabzon, Manisa, Bursa, vs.) tarafından adına saygı konserleri düzenlenmektedir.

 Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim, Seni Ben Unutmak İstemedim Ki, Masal Yağmuru, Eylül Akşamları, Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın, Maziyi Kadehlerden İçip gibi besteleri en çok tanınan eserlerinden bazılarıdır.

Yayınladığı son albümler arasında 5 albümden oluşan kendi adını taşıyan ilahi korosuyla beraber hazırladığı seri, Eylül Akşamları isimli Sanat Müziği albümü (Melihat Gülses, Doğan Dikmen, Sezen Cin ve Fürkan Biçer'in yorumlarıyla) ve 2008 yılı ramazan ayında Avrupa'da da yayınlanan Welcome Ramadan isimli albüm sayılabilir."Doğum Tarihi

"Seni ben unutmak için sevmedim" eseriyle ünlenen besteci Amir Ateş, Türk Sanat ve tasavvuf Musikinde önemli eserler vermiştir. Hocaları; Emin Ongan ve Yesâri Asım ARSOY tarafından dersler a larak, musiki alanında kendini yetiştirmiştir. Türk Musikisinin değerli bestekarları; Yıldırım Gürses, Prof. Dr. Alâaddin YAVAŞÇA, Avni ANIL, Selahattin İÇLİ ve Erol SAYAN ile yakın ilişkisi olan Amir Ateş, kendi adını taşıyan bir ilahi grubunu da yönetmektedir.  Halen Üsküdar Musiki Cemiyeti'ndeki hocalıgının yanı sıra; "Anadolu Yakası Telefon Baş Müdürlüğü", "Türkiye Denizcilik İşletmeleri", "İstanbul Ehli Kur'ân ve Mevlidhânlar-Derneği" Tasavvuf koroları gibi bir çok topluluktan başka Diyanet İşleri Başkanlığı seminer ye kurslarında da hocalık yapmıştır.

 

Müziğini yaptığı veya katkı sağladığı filmler.

 

Rahmet ve Gazap (Sinema Filmi, 1980)

Zeynepler Ölmesin  (Müzik Yönetmeni, Video, 1987)

Üvey Ana (Beste, Sinema Filmi, 1971)

Yarın Ağlayacağım (Beste, Sinema Filmi, 1971)

Solan Bir Yaprak Gibi (Beste, Sinema Filmi, 1971)

Hayatım Senindir (Beste, Sinema Filmi, 1971)

 

KAYNAKÇA: Amir Ateş (alaturkarecords.com, 15.04.2016), Muhteşem Bestelere İmza Atan Üstad Amir Ateş’le Söyleşi (gonuldergisi, com, 15.04.2016), Amir Ateş (muzikotek.com.tr, 15.04.2016), Amir Ateş (sinematurk.com, 15.04.2016), Bir Musiki Üstadıhafız ve Bestekar Âmir Ateş (seyhalisemerkandi.com, 22.09.2016).

BİR MUSİKİ ÜSTADIHAFIZ VE BESTEKAR ÂMİR ATEŞ

BİR MUSİKİ ÜSTADIHAFIZ VE BESTEKAR ÂMİR ATEŞ

 

Doğumu ve Eğitimi

 

Çamlıdere İlçemizin Atça Köyü halkından Hafız Vehbi Efendi, imam-hatiplik yapmak üzere Kocaeli İli Kandıra İlçesine gidiyor. İmamlık yaptığı Kandıra’da yerli halkın kızlarından Dürdane hanımla evleniyor ve orada yerleşiyor.

Hafız Âmir Ateş, 1942 yılında bu evlilikten aileniniki kızından sonra en küçük çocuğu olarak dünyaya geliyor.Hafız Vehbi Efendi ailesi bir daha Atça’ya dönemiyor. Fakat ailenin diğer bölümleri Atça’da kalıyor. Nitekim Ankara halkından dini çevrelerin çok y akındantanıdığı, ömrünün son yıllarını Mekke’de geçiren şoför Ali Metin, Hafız AmirAteş’in amcası olarak biliniyor.Hafız Amir Ateş’in dedesi de Atça Köyü ve çevresinde ünlü bir hocadır.“Cinci Hoca” namı ile tanınan bu zat hakkında halen Gerede Müftüsü olan KemalCengiz şu bilgileri veriyor:- Atça’lı “Cin Hüseyin” benim Çamlıdere Müftülüğüm sırasında sık sıkziyaret ettiğim hocalardan birisiydi. Kısa boylu, ufak yapılı birisi olduğuiçin halk “Cin” lakabını takmış. Türkçemizde “Cin” çok akıllı ve girişkenanlamına da gelir. Onun öyle de özellikleri vardı. Cin Hüseyin, tok sözlübiriydi. Bir yanlışı gördüğü zaman hemen kişinin yüzüne karşı o yanlışısöylerdi. Atça Köyünde insanlar Cin Hüseyin Hoca’nın eleştirilerine çarpılmamakiçin ağızlarından çıkan sözlere ve davranışlarına çok dikkatederlerdi. Kılık-kıyafeti düzgün olmayanlar onun yanına gelemezlerdi. Kılık-kıyafetini beğenmediği kimseler için “Sen artist misin? şu haline bak,anan-baban ne ki sen böylesin, sen ne oldun” diyerek bağırıverirdi. Gelenekçibir yapıya sahipti.Cin Hüseyin, Atça’lı “Sofu Hoca” ismi ile tanınan Hüseyin Yılmaz Hoca’dandini eğitim almıştır. Bilgisinden çok, duygularını zihninde tutmuştur.Kendisi bana “Ben kazan dibi yaladım” derdi. Yani, “Benim ilmimkulaktan duyma şeyler” demek isterdi. Cin Hüseyin’in oğlu Sabri Metinde dini hizmet mesleğine girmiştir. Bir diğer oğlu Ali Metin, Ankara HacıBayram Veli çevrelerinde tanınan bir kişi idi. Uzun yıllar Mekke’de kaldıve sanırım orada vefat etti. “Ot, kök üstünde biter” denir, Cin Hüseyinçevre köylerde uzun yıllar imamlık yapmıştır.Hafız Amir Ateş, ilk Kur’an okuma derslerini Gerede’nin Süller ToplarKöyünden Kandıra’ya gelen ve tıpkı Amir Ateş’in babası gibi Kandıra Yadeş Köyünde(şimdiki adı Esenköy) imam-hatiplik yapan Haydar Hoca’dan aldı. Hafızlıkçalışmalarına babası Hafız Vehbi Efendi’de başladı. 7-8 sayfaya kadarKur’an’ı Kerim’i babasına ders vererek ezberledi. Babasının vefatı üzerine hafızlık çalışmalarını 17. sayfaya kadar Kandıra Kur’an Kursu’nda, bu kursun Kur’an öğreticisi ve Hasan Akkuş’un öğrencilerinden Gerede’li Hafız Hasan Arslan’da sürdürdü. Daha sonra 1956 yılında İstanbul Nuruosmaniye Kur’an Kursu’ndaHafız Hasan Akkuş Hoca’nın eğitimine dahil oldu.

 

Hafız Âmir Ateş, Hasan Akkuş Hoca’da okuma özlemini ve onun hakkındakiduygularını şöyle anlatıyor:

 

- Ben, babama hep Hasan Akkuş Hoca’da okumak istediğimi söylerdim. Ozamanlar Akkuş Hoca’da okumak bir efsane ve bir ayrıcalıktı. Babam dabana “acele etme, dur” derdi. 1955 yılı sonlarında babam vefat edince,1956 yılında İstanbul’a Nuruosmaniye Kur’an Kursu’na gelip, Hasan AkkuşHocamın eğitimine girdim. Ben Kandıra Kur’an Kursu’nda iken, AkkuşHocamın talebesi ve Kandıra Kur’an Kursu öğreticisi Hafız HasanArslan’da Kur’an’ı Kerim okuma yeteneklerimi hayli geliştirmiştim. ÇünküHasan Arslan Hoca gibi Kur’an okuyan kimse bugün dahi çok azdır. Bunedenle ben Akkuş Hoca’ya öğrenci olduğumda Kur’an’ı Kerim’i usulüneuygun okuma çalışmalarını çok hızlı ilerletmeye başladım. Rahmetli hocamHasan Akkuş’un ayrıcalıklı öğrencileri arasındaydım. O bana dershanededers vermedi. Her gün sabah namazından sonra evine götürürdü, benievinde okuttu. Zaman zaman evine gelen misafirlerine Kur’an okumamiçin beni evine çağırırdı. Camide nöbetçi olduğu zamanlarda, namaz sonrasındaokunacak aşr’ı bana okuturdu. Hasan Akkuş Hocam Kadıköy Osmanağa Camii’nde her Çarşamba günü mukabele okurdu. Bana “Her Çarşamba geleceksin ve beni dinleyeceksin” derdi. O benim sanki babam gibiydi.

 

Hafız Âmir Ateş, Hasan Akkuş Hoca ile ilgili bir başka anısını şöyle anlatıyor:

 

- İstanbul’un büyük camilerinden birinde mevlit okuyordum. Hafız HasanAkkuş Hocam başta olmak üzere, İstanbul’un ünlü Kur’an ve mevlit okuyucularınınhemen büyük bir kısmı oradaydı. Cami tıklım tıklım doluydu,okuma sırası bana gelmişti. Kürsüye çıktım ve “Fetih Suresi”nin son üçayetini okudum. Okurken son ayetteki “Muhammed Allah’ın elçisidir”cümleciğini yüksek bir sesle okumam üzerine camide büyük kalabalığınyüksek sesle bağırdığını ve rüzgar önündeki olgunlaşmış buğday başaklarıgibi hep birlikte sallanıverdiğini gözlemledim. Ben de şaşırdım, heyecanlandım.Okumamı bitirip, kürsüden inerken Hocam Hafız Hasan Akkuşayağa kalktı, kucağını açarak “gel kucağıma!” dedi. Benim şaşkınlığımdevam ediyordu. Hocamın bu sözleri de şaşkınlığımı artırmıştı. Kürsümerdiveninde durup kalmıştım, inemiyordum. Hocam Hasan Akkuş ise ısrarla“gel kucağıma!” diyordu. Nihayet kendimi Onun kucağına bıraktım.Beni kucakladı, bütün vücudumu iyice sıktı, okumamdan duyduğu sevinciifade ederek beni kutladı.Aradan yıllar geçti, Hocam Hasan Akkuş ile birlikte Kadıköy Osmanağa Camii’ne gidiyorduk. Hocam, Osmanağa Camii’nde mukabele okuyacak,bana da bir miktar okuma fırsatı verecekti. Camiye 150 metre kadar yaklaştığımızda,ben; “Hocam, Beyazıt Camii imam-hatibi Hendek’li Abdurrahman Gürses Hoca, güzel Kur’an’ı Kerim okuması için kıraat hocasından dua almış” der-demez, Akkuş Hocam benim enseme çok güçlübir pehlivan tokadı vurdu. Tokadın etkisi ile birkaç metre ileriye gittim. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Hocama döndüm, bana “ulan hergele! Ben hocan olarak seni kucaklayıp, sıktığım sırada senin hakkında o duayı yaptım, hala farkında değil misin?” dedi. Yediğim pehlivan tokadının cevabını almıştım.

 

Hafız Âmir Ateş, 1956 yılında İstanbul’a gittiğinde, İstanbul İmam-HatipLisesi’ne öğrenci olmak istedi. Ancak ilkokul diploması olmadığı için bu amacınaulaşamadı. Kandıra’dan bir ilkokul diploması almak istedi ise de bunda da başarılıolamadı. Daha sonraki yıllarda ilkokul diplomasını İstanbul’dan aldı. Buarada geçen yıllarda yaşının ilerlemesi ve maddi yetersizlikler nedeniyle imamhatipokulu arzusu gerçekleşmedi.Hafız Âmir Ateş, 1958 yılında Üsküdar Kur’an Kursu’nda öğretici yardımcısıoldu. Kur’an kursu’nun hocasından daha üstün Kur’an bilgisine sahipti. Bunedenle kurs hocası ona okuyuşunu dinletir, yanlışlarını düzelttirirdi. Daha sonra,onun için Kadıköy Osmanağa Camii’nde hafızlık merasimi yapıldı. Hafızlıkmerasiminden sonra da Kur’an eğitimini sürdürdü. Kadıköy Rasim Paşa Kur’anKursu’nda “AŞERE-TAKRİB” dersleri aldı. Bu arada gözlerinden rahatsız oldu ve musiki eğitimine daha çok ağırlık vermeye başladı.

 

 

Musiki Eğitimi

 

Hafız Âmir Ateş, kendisindeki musiki yeteneğini ve eğilimini genç yaşlarındanitibaren duymaya başladı. Önüne çıkan ilk fırsatta bu yeteneğini geliştirmeyebaşladı. Musiki çalışmalarını şöyle anlatıyor:

 

- Ben Nuruosmaniye Camii’nde öğrenci iken Çarşıkapı’da bir musiki cemiyetiolduğunu, yetenekli öğrencilerin oraya gitmesi halinde çok yararlıolacağını duyardım. Rahmetli Kemal Gürses Hoca orada ders veriyordu.Bir-iki kez oraya gittim. Daha sonra Kadıköy Kur’an Kursu’na geçince,komşum bir emekli musiki öğretmeni vardı. Bu yaşlı hanım Tamburi ErcümentBatanay’ın kızı idi. Bana ilk nota derslerini O verdi. Daha sonra, bazıdostlarım aracılığı ile 1959’da Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne götürüldüm.Ben orada kendimi kaybettim, musikinin içinde kayboldum. Üsküdar Musiki Cemiyeti, Türkiye’nin gelmiş ve geçmiş tek musiki kaynağı. SelahattinPınar, Müzeyyen Senar, Avni Anıl, o tarihlerde Türkiye radyolarındane kadar Türk Sanat Müziği sanatçısı varsa hepsi orada, öğrenci idiler.Emin Ongan, Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde hocamdı. Musiki eğitimiminhemen tamamını orada Emin Ongan Hocamdan aldım. Daha sonra dakendisinin yardımcısı olmak onurunu kazandım. Benim musiki çalışmalarımıilk zamanlarda önceki dini yoğunluklu mesleki çevrem çok yadırgadı.Daha sonra hizmet alanında görev yapan meslektaşlarıma yararlı olmayabaşlayınca, bu hava değişti.

 

 

Türk Tasavvuf ve Türk Sanat Müziğine Katkıları

 

 

Hafız Âmir Ateş, günümüzde dini musiki, Türk tasavvuf musikisi ve TürkSanat Müziğinin önde gelen üstatları arasında yerini aldı. Önce ünlü bir Kur’an’ıKerim ve mevlidi şerif okuyucusu olarak ün yaptı. Türk tasavvuf musikisine onlarcagüfte ve beste kazandırdı ve fiilen uygulama şansı buldu. Aynı şekilde Türksanat müziğine birbirinden güzel sözler ve besteler kazandırdı. Sözü yine kendisine bırakalım:

 

- 1966 yılından sonra Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde kalfalık ve hocalık görevlerimbaşladı. Eserlerim radyo ve televizyonlarda okunmaya başlamıştı.Çok yoğun bir tempo içinde çalışıyorduk. Bir kısım kimseler özel öğrencilerimolmak istiyordu. Cemiyetin hazırladığı radyo programlarını da benhazırlıyordum.

 

Hafız bestekar Âmir Ateş’in ismi Üsküdar musiki çevrelerinde iyice yaygınlaşmıştı.Bu nedenle Türkiye Demircilik İşletmeleri Onu musiki hocası olarakdeğerlendirmek istedi. Denizcilik işletmesinin Kadıköy Vapur İskelesinin üstündeki büyük bir salonunda ders vermeye başladı. Orada on yıla yakın musiki hocalığı yaptı. Üsküdar Musiki Cemiyeti ile de ilişkisini tam olarak kesmemişti.Çünkü Denizcilik İşletmelerine geçerken, hocası Emin Ongan’dan bu şartla izin alabilmişti. Bu nedenle Üsküdar Musiki Cemiyeti ile ilişkilerini kesemedi. Bucemiyetin beste hocası ve yönetim kurulu üyesi olarak ilişkisini sürdürüyordu.Hafız bestekar Amir Ateş’e bu defa Telefon Baş Müdürlüğü musiki hocalığı teklif etti. Bu teklifi kabul ederek İstanbul Telefon Baş Müdürlüğü’nde kısa bir süre musiki hocalığı yaptı.Hafız, bestekar Âmir Ateş, radyo ve televizyon kurumlarında dini içerikli programlar yapıyor, eserlerinden oluşan konserler düzenliyordu. Televizyon programlarında “İnanç Dünyası” programını ilk kez o sunmaya başladı. Bu programların hazırlanması ve sunulmasını 30 yıl sürdürdü.

 

O, gördüğü her güzelliği,duyduğu her duyguyu denenmemiş bir çok musiki motiflerini ele almak suretiylebenzerlerinin ötesinde orijinal yeniliklere gönlünü açarak, tatlı ses kalıplarına dönüştürüyordu.1959 yılından itibaren başladığı musiki çalışmalarının ürünü olarak TürkTasavvuf Musikisi ile Türk Sanat Müziğine bu özellikleri taşıyan 800-1000 civarında eser kazandırmıştır.

 

Söz buraya gelmişken, oğlu Mahmut Furkan’ın doğumu üzerine ve Üsküdar ilçesi için bestelediği iki eseri örnek olarak vermek istiyoruz.

 

Oğlu için yaptığı beste

 

Söyle hangi gülden aldın bu pembeyi dudağına,

Sanki ballar sürmüş, allar senin o gül yanağına,

Güzelden de güzelsin sen, dünyalara bedelsin sen,

Ümidime, sevincime ne güzel temelsin sen,

 

Semadan mı düştü söyle bu yıldızlar gülüşüne,

Kurban olsun canlar senin böyle güzel gelişine.

 

 

Âmir Ateş, Üsküdar için yaptığı bestenin öyküsünü de şöyle anlatıyor:

 

- Ben çalıştığım yerler için, hatta verdiğim konserler için “sürpriz olsun”diye bir beste yaparım. Denizcilik İşletmelerine ve Telefon Baş Müdürlüğünede birer beste yapmıştım. Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde yıllarca emek verdiğim halde Üsküdar için bir beste yapma imkanım olmadı. Yoğun çalışmalar nedeniyle sadece hocam Emin Ongan için bir beste yapmıştım.

 

Bir gün Üsküdar Musiki Cemiyeti’nin bir konserine katılan Üsküdar Belediye Başkanına dedim ki; “Başkanım, Üsküdar ‘Üsküdar’a gideriken aldı da bir yağmur’ ile mi kalacak, neden başka şarkıları yok?”Başkan; “Emredin olsun” dedi, ben de adımı ima ederek “Amir olarak başkanıma emrediyorum, hemen bir söz ve şiir yarışması açılsın, söz yazarlarınave bestekarlara duyurulsun” dedim. şiir günü yapıldı, 200’ünüzerinde şiir geldi. Fakat ben jüri başkanı olduğum için yarışmaya katılamadım. Fakat ben de Üsküdar için bir şiir yazdım ve onu, Üsküdar sultanlarbeldesi olduğu için “Sultaniyegah” makamında besteledim. O şiir şu oldu:

 

Üsküdar için yaptığı beste

 

Üsküdar’ın güzelliği dünyaya bedel,

Kız Kulesi gelin gibi, özel mi özel,

Dağların, martıların, serin suların,

Şarkıların, türkülerin, güzel mi güzel,

 

 

Üsküdar’ın yamaçları tarih kokuyor,

Çamlıca’dan gönüllere huzur akıyor,

Camilerin, türbelerin, minarelerin,

Oraya gelip sanki Bilal ezan okuyor.

 

 

Hafız Âmir Ateş, kendi kurduğu ilahi grubu dışında, Diyanet İşleri Başkanlığıncacami görevlileri ve Kur’an kursu öğreticileri için açılan hizmetiçi eğitim kurslarında da hocalık yaptı. Bu tür katkıları hakkında da şu bilgileri veriyor:

 

- Türkiye’de ilk kez güzel ezan okuma ve müezzinlik yapma kurslarında eğitim vermeyi ben başlattım. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Haseki Yüksekİhtisas Eğitim Merkezi’nde birkaç sene ders verdim. Mevlit okuma usul ve adabı derslerini de burada başlattım. Önce bu kursa gelen öğrenciler arasından ses yeteneği ve musikiye kulak yatkınlığı olanları çağırdık. Gördükki, gelen kişi örneğin Rast makamında bir şey okuyor, fakat okuduğu makamın ismini bilmiyor. Sesi güzel olunca Hicaz, Rast ve Hüzzam makamlarını benden güzel okuyor. Atalarımız ezanı, mevlidi, salayı gelişigüzel okumamış. Herkesin keyfine göre ezan ve mevlit okumasını uygun görmemiş.Bu tür dini etkinliklere sanatsal bir nitelik kazandırmış. Buna göre;sabah ezanı “saba”, öğle ezanı “rast”, ikindi ezanı “uşşak”, akşam ezanı“segah”, yatsı ezanı “hicaz” makamı ile okunur.

 

Mevlit’in ilk kısmı (YüceYaradan’a övgü ile başlayan kısım) Saba, ikinci kısmı (Peygamberimizin doğumu kısmı) Rast, üçüncü kısmı (Peygambere övgü kısmı) Uşşak,dördüncü kısmı (Peygamberimizin miracını anlatan kısım) Segah, Hüzzam,son kısmı (dua kısmı) Hüseyni makamlarında okuna gelmiştir. Mevlit’in sonundaki dua kısmı Yüce Allah’a bir yakarıştır. Mevlit’i yazan SüleymanÇelebi, bu kısımda Allah’a yalvarmaktadır, “Ey Allah’ım beni bağışla”diyor. Bu nedenle bir hüzünlü makam olan, bir yakarış hüznü olan Hüseyni makamı ile okunur.

 

Osmanlı İmparatorluğu zamanında bütün Kur’an ve mevlit okuyucular bu makamları bilirler ve uygularlardı.Mevlit, Süleyman Çelebi tarafından bir şiir ölçüsü olarak “Aruz Ölçüsü”nde yazılmıştır. Bu ölçü “Failatun, Failatun, Failun” ölçüsüdür. Okunurkende bu ölçüye uygun okunması gerekir. Örneğin “Allah adın / zikredelim/ evvela…” gibi.

 

 

Güzel Sesle Kur’an Okuma Konusunda Görüşleri

 

 

Hafız Âmir Ateş, Kur’an’ı Kerim’i güzel sesle ve kıraat kurallarına uygunokumanın önemi ile ilgili görüşlerini şöyle açıklıyor;

 

- Yüce Allah’ın güzel sesle ve usulüne uygun olarak okunan Kur’an’ı Kerim’idinlediği kadar, hiçbir şeyi dinlemediği rivayet edilmektedir. SevgiliPeygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V.) sık sık Abdullah İbn’i Mesud HazretlerineKur’an okumalarını emreder ve zevkle dinlerdi. Böyle güzel şeyleryaşandı. Kur’an’ı Kerim’i kesinlikle güzel sesle ve ehliyetle okumakgerekli. Tabii Kur’an okurken sesi ve makamı Kur’an okuma usullerininemrine bırakmak lazım. Elbette Kur’an’ı Kerim’i okurken, onu makama vesese uyduralım diyemeyiz. Böyle bir hataya ve böyle bir hevese düşersekdoğru olmaz. Allah korusun.

 

Güzel sesle ve kıraat kurallarına uygun olarak okunan Kur’an, dinleyenlere haz verir. Bizim yörede “ses ilmin yarısı”derlerdi. Bazı cahil kimseler, güzel sesle okunan Kur’an’ı dinlemek istemiyor.Ben onlara “sen güzel sesi dinleme, okunan Kur’an’ı Kerim’idinle” diyorum.

 

Bir şey daha anlatılır; Mısır’da sesi güzel olmayan birisi Kur’an’ı Kerim okuyormuş. Anlayan birisi gelmiş, “sen ne yapıyorsun?” demiş. Okuyanadam “Allah rızası için Kur’an okuyorum” demiş. Dinleyen adam “sen Allah rızası için şu kötü sesinle okuduğun Kur’an’ı bitir de, bizi kurtar”demiş.

 

 

Resmi Görevleri

 

 

Hafız Âmir Ateş, 1959 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadıköy Mezarlıklar Müdürlüğü’nde Kur’an’ı Kerim okuyucu kadrosunda ilk resmi görevine başladı. Burada 11 ay görev yaptı. Kadrosu kaldırıldığı için boşta kaldı. Geçimini sağlamak için 3-4 ay bir havlucu dükkanında tezgahtar olarak çalıştı. Daha sonra bakkal ve benzeri yerlere çakmak benzini pazarladı. Bu işlerden sonuç alamayacağını anladı.

 

1964-1965 yıllarında vatani görevini Çorum Garnizonundayaptığı sırada hem kışlanın imamıydı, hem de assolistiydi. Vatani görevini tamamladıktan sonra Belediyedeki görevine yeniden dönme fırsatı buldu. 1991 yılında emekli oldu.

 

Hafız Âmir Ateş, halen Prof.Dr. Alaaddin Yavaşca, Prof.Dr.Teoman Önaldı,Kenan Güden, Suat Yıldırım, Erkan Yüksel ve Zekai Tunca gibi tanınmış musiki üstatları ile birlikte TRT Repertuar Kurulu Üyeliği yapıyor. TRT repertuarınaalı nacak eserlerin incelenerek karar verilmesinde hizmet veriyor.

 

 

Evliliği ve Çocukları

 

 

Hafız Âmir Ateş, 1971 yılında ilk eşi şükran hanımla evlendi. Bu evliliktenMahmut Furkan isimli oğlu dünyaya geldi. 1977 yılında ikinci çocuklarını beklerken, doğum sırasında ilk eşi şükran hanım vefat etti. 1985 yılında İzmit’denKeriman hanımla ikinci evliliğini yaptı. Aynı yıl bu evlilikten şevval isimli kızı dünyaya geldi. Oğlu Mahmut Furkan Yalova’da serbest ticaret yapıyor, kızı şevval henüz üniversite öğrencisi.

 

 

Hafız Amir Ateş’le İlgili Çeşitli Yayınlardan Seçmeler

 

 

Manisa Belediyesi, Manisa Mevlit Okuyucular Derneği Türk Tasavvuf Musikisi Grubu tarafından 13.07.2007 tarihinde düzenlenen “Anılarla Bestekar Amir Ateş Gecesi”nin tanıtım yazısında şunlar yazıyor:

 

- İstanbul Ehli Kur’an ve Mevlidhanlar Derneği’nde musiki hocalığı veüyeliği yapan Amir Ateş, Türk dini musikisine yönelik hizmet ve faaliyetlerineburada da devam etmiş, musiki camiasına güzel sesler kazandırmıştır.

 

Mevlidhanlar Cemiyeti çatısı altında yaptığı Türk tasavvuf musikisi çalışmalarını Türkiye’de ilk kez radyo ve televizyonlara taşımış, Türkiye radyo ve televizyonlarında yayınlanan “İnanç Dünyası” programları kuşağı altında, dini musiki yayınlarına öncülük etmiştir.Âmir Ateş ilahi korosu, özel radyo ve televizyonların yayın hayatına girmesiile birlikte, çalışmalarını bu kanalların “Tasavvuf Musikisi ve Dini Program”kuşaklarına taşımıştır.

 

Amir Ateş ilahi korusunun yanı sıra, bir çok derneğin özel korosunda şef ve hocalık yapmış ve yurdun değişik yerlerinde konserler vermiştir.70’li yıllardan sonra medyanın ve Türk Devleti’nin de desteği ile Avrupa’nındeğişik ülkelerinde tasavvuf konserleri veren Amir Ateş, özellikle HollandaKültür Bakanlığı’nın desteği ile yapılan bir davet üzerine seri televizyon programlarıve değişik şehirlerde konserler vermiştir. Yurt içinde de kendi eserlerinden oluşan ve kendi onuruna düzenlenen konserler, Ankara, Balıkesir, Çanakkale,Denizli, Eskişehir, İstanbul, İzmit ve Manisa illerinde çok büyük ilgi görmüştür.Milliyet Gazetesi, yılın sevilen 10 sanatçısı ve TRT 1’de 2004 yılında yapılan Alaturka Beste yarışmasında ki ödüllerinin yanı sıra, çeşitli dernek ve kuruluşlardanda değişik besteleri ile pek çok ödül alan Bestekar Amir Ateş; “Besteci olunmaz, doğulur” inancının tam bir numunesidir. Nefes alırken bile adeta musiki ile iç içedir. Amir Ateş’in eserlerinin büyük bir kısmı TRT repertuarındadır.Gönül dünyasındaki berraklığını eserlerine de yansıtan Bestekar Amir Ateş,çalışmalarına 30’a yakın makamı ustaca kullanarak çok şirin, sevilen ve beğenilen üzlerce esere imza atmıştır.

 

Türk Tasavvuf Musikisi ve Türk Müziği camiasında sanatı, sempatikliği, mütevaziliği ve cömertliği ile çok sevilen Amir Ateş, 6 albüme imza atmıştır. Halenkaset ve cd çalışmaları yapan bestekar, 3 dönem MESAM yönetim kurulu üyeliğinde bulunmuştur. Kartal Musiki Derneği kuruculuğu ve halen yönetim kurulu üyeliğinin yanı sıra, Üsküdar Musiki Cemiyeti beste hocalığı ve yönetim kurulu üyeliğini de devam ettiren bestekar, TRT repertuar kurulu üyeliğini de başarıile sürdürmektedir.

 

Hafız Bestekar Amir Ateş İçin Kocaeli’de düzenlenen gece için, Kocaeli’deyayınlanan “Özgür Kocaeli” gazetesinde şu yayın yapıldı:

 

Âmir Ateş’e Büyük Onur.Âmir Ateş için gece düzenlendi. Sanatçının ismi Yahya Kaptan Mahallesi’nde bir caddeye verildi.Türkiye’nin tanınmış mevlithanlarından, bestekar ve güftekar Amir Ateş için Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde gece düzenlendi. Ateş’in ismi Yahya Kaptan Mahallesi’ndeki bir caddeye verildi. Bekirpaşa Belediyesi,İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Kocaeli Aydınlar Ocağı ile Kandıra’lılarDerneği’nin birlikte düzenlediği Amir Ateş Gecesi’ne Sanayi ve TicaretEski Bakanı Ali Coşkun, Vali Gökhan Sözer, Büyükşehir Belediye Başkanıİbrahim Kocaosmanoğlu, Vali Yardımcısı Yusuf Odabaş, Emniyet MüdürüHüseyin Namal, Kandıra Kaymakamı Hamza Erkal, Bolu eski Emniyet Müdürü Uğur Gür, Yenice, Köktürk, Kahraman Belediye Başkanları, tanınmışTürk Müziği ve ilahi sanatçıları da katıldı.

 

 

Sevilen Eserlerini Seslendirdiler

 

 

Türk Müziğine önemli eserler kazandıran Amir Ateş onuruna düzenlenen gecede şef İnci Yaman yönetimindeki Gönül Dostları Türk Müziği TopluluğuKorosu sevilen eserleri seslendirdiler. Piyanist Deniz Bakırcıoğlu’nun konuk sanatçıolarak katıldığı gecede sunuculuğu Nuriye Eracar yaptı. Türk Müziği topluluğunun yanı sıra Kandıra Türk Sanat Müziği Derneğinin şef Aysel Demircan yönetimindeki korosu da hem Türk Müziği hem de ilahi eserlerini koro ve solo olarakseslendirdi. Amir Ateş için düzenlenen gecede Türk Müziği yazarları Ali Coşkun, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Karakoyunlu ve Necati Çetinkaya’nın da aralarında bulunduğu güfte yazarlarının eserlerini seslendirdiler. Geceye katılan bestekar, güfte yazarları ve ses sanatçıları Sami Savni Özer, Muzaffer Çağman,Ali şenozan solo şarkı ve ilahiler söylediler.

 

Caddeye Adı Verildi

 

Doyumsuz müzik ziyafetinin yaşandığı gecede 2 şubat 1942 doğumlu olan Âmir Ateş’in doğum günü de kutlandı. Ünlü mevlithan ve bestekarın isminin Bekirpaşa Mahallesinde bir caddeye verilmesi nedeniyle Vali Sözer, Belediye Başkanı Karaosmanoğlu ve Bekirpaşa Belediye Başkanı Köktürk, üzerinde “Bestekar Amir Ateş Caddesi” yazılı ahşaptan yapılan şık bir tabelayı Amir Ateş’e hediye ettiler. Amir Ateş, hediyeyi alınca “Bu benim için dünyalara değer” dedi.Akşam saat 18.00’de başlayıp gece 23.30’da sona eren programın bir bölümünde davetlilere Kandıra Yoğurdu da ikram edildi. (Özgür Kocaeli,06.02.2008)

Hafız Bestekar Âmir ile ilgili olarak “Aksiyon Dergisi” bir yazısındaşu değerlendirmeyi yapıyor:- Mevlidhanlık Gönül İşiHayatının 50 yılını mevlidhanlığa adayan Hafız Amir Ateş,Mevlithanlık için gereken şartları Aksiyon’a anlattı.Sultanahmet Camii’nin içi tıklım tıklım dolu. Kur’an’ı Kerim tilavetiylebaşlayan mevlit programındaki manevi yoğunluk, hafız ve mevlidhan AmirAteş’in “Allah adın zikredelim evvela…” mısrasını dillendirmesiyle bircoşkuya dönüşüyor adeta. Efendiler Efendisi’ne sevdanın 600 yılı aşkınsüredir sembolü Süleyman Çelebi’nin mevlidi, Ateş Hoca’nın üslubuyladinleyenleri değişik bir manevi atmosfere sokuyor. Okunan her mısra, seslendirilenher makam gönüllerde Hazreti Muhammed’in dünyayı şereflendirmesindenduyulan sevinci büyütüyor. 1,5 saatlik merasimin sona erdiği,Ateş Hoca’nın suskunluğuyla ancak fark ediliyor.Yıllarını mevlidhanlığa veren Ateş, babasının manevi ortamından etkilenerek başlar hayata. İkamet ettikleri köyde ilkokul yoktur. Oğlunun eğitimine önem veren baba “dini eğitimden de geri kalmasın” diye hafızlığa başlatır.Uzun süre köyde devam eden eğitimini 1956’nın ilk günlerinden itibaren İstanbul Nuruosmaniye Kur’an Kursu’nda devam ettirir. Hasan AkkuşHoca’nın talebesi olur. 3 yıl sonra Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde tasavvuf müziğiyle hasbihali başlar. Bestekar, hattat ve tamburi Kemal Batanay,Neyzen Halil Can, Rebabi Sabahattin Volkan gibi devrin en değerli isimlerinden musiki dersleri alır. Sadettin Kaynak gibi Türk müzik tarihine damgasını vurmuş bir üstadın sohbetlerinde bulunur.İşte bu günlerde hafızlığa mevlidhanlık sıfatı eklenir. Hocaları ona icazet verirken kulağına küpe öğütleri sıralamaktan geri kalmaz.

Üzerinden 50 yıla yakın zaman geçse de söz konusu tavsiyeleri unutmuyor Amir Ateş:“Mevlidhanlık için sesin güzel olacak ama bu yeterli değil. Dini ilimlere vukufiyet ve gönlünün bir köşesinde coşkun bir Resulullah sevgisi de yeralacak. Sen duymazsan nasıl tesiri olabilir ki. Yani mevlid hem okuyana hem dinleyene aynı duygu yoğunluğunu yaşatmalı ki yazılma gayesine uygun düşsün.”

Âmir Ateş bu güne kadar okuduğu mevlidlerde bu düsturlara dikkat eder.Ancak üstünde durduğu noktalardan biri de mevlidi dinleyenlerin ihlası.Ona göre içinde yer alınan topluluğun lakaytlığı, bir an önce bitse de gitsek anlamı taşıyan davranışları, okuyanı olumsuz etkiliyor. İşte bunlardan kurtulmak için her merasimin bitişinde kısa bir konuşma yapıyor. Bu hitaplarda toplanılma gayesi, mevlidin anlamı, nasıl davranılması gerektiğigibi konularda gelenlere tavsiyelerde bulunuyor.

 

Mevlid Nasıl Okunmalı?

 

 

Mevlid birkaç bahirden (bölümden) oluşuyor ve her birinin kendine göreokunuş makamları var. Tevhid bahri Saba, Nur Hicaz, Veladet Rast, Merhaba Uşşak,Miraç Hüzzam ve Son kısım Münacat da Uşşak makamı ile okunuyor. Ancak son dönemlerde bu kaidelere yönelik farklı açılımlar dillendiriliyor. Bunun nedenini klasik ve neo klasik arasındaki anlaşmazlığa bağlayan mevlidhan Ateş,“Eskiyi beğenmeyen de var yeniden hazzetmeyen de. Ancak şu var ki okunuş zaten zaman içinde değişiyor ki bu olması gereken bir şey. Nasıl ki Kur’an’ı Kerim’in belirli dönemler içinde yeniden tefsir edilmesi gerekir;aynen öyle de mevlidin okuma üslubunda, tavır ve tarzında hatta ifadelerinde farklılıklar gerekir.”diyor.

Mevlidin manevi bir kültür mirası olduğunu belirten Amir Ateş, insanlarıngerek düğün, nişan ya da yeni bir eşya alma gibi sevinçli anlarında gerekse vefatmisali hüzünlü demlerinde Kur’an ve mevlidle beraber rahatladığını kaydediyor.Bu yüzden onu küçümsemenin yanlışlığına işaret ediyor. Hatta mevlidin Efendiler Efendisi’ne bir salat-u selam gönderme tarzı olması hasebiyle, “Allah ve melekleri o nebiye çok salat-u selam edin” mealli ayetin paralelinde, Kur’an’ı Kerim’ın ışığı altında gittiğini söylüyor.

 

Mevlid Okumayın Bid’at!

 

Tüm bunlara rağmen mevlidin sonradan ortaya çıkan bir adet (bid’at) olduğuna dair yaklaşımlar da var. Söz konusu bakış açısıyla çoğu zaman karşılaşan Amir Ateş’e bunu dillendirenlerden biri de merhum Turgut Özal’ın annesi Hafize Hanım olur. Bir akrabalarının vefatının ardından çağrıldıkları mecliste kendilerine,“Hafız efendiler, mevlid okumayın, bid’at; sadece Kur’an okuyun” diyen Hafize Özal’a mevlidin güzel bir adet (bid’at-ı hasene) olduğunu kabul ettiremez.O gün ortada kalan tatlı sert tartışmanın üzerinden yıllar geçer, aynı mevlidhan grubu bu sefer Hafize Hanım’ın vefatı münasebetiyle bir araya gelir. ÖnceKur’an’ı Kerim okunur, ardından merhume Özal adına mevlid.

Âmir Ateş’in 50 yılda katıldığı mevlidlerin sayısı belirsiz. Meçhulde bereket vardır’ sözünce bugüne kadar iştirak ettiklerini hiç saymaz. Yine de zihnininbir köşesine sakladığı birkaç tanesini kendi tabiriyle “Değil 50, Allah ömürverirse 100 yıl bile unutmam” diyor.

İsmet İnönü’nün annesi için Kartal’daki konağında, Kenan Evren’in, her ne kadar kendisi katılmasa da talebeleri iştirak eder, hanımının vefatının 40. gününde Çankaya Köşkü’nde okuttuğu, Memduh Tağmaç ve Cemal Tural gibi eski askerlerin katıldığı mevlidler bunların başlıcaları.

Göz önünde yer alan insanların dini merasimleri gizli kapaklı yaptığına dikkat çeken Ateş, İnönü ailesinin babaları İsmet Paşa için her yıl tertiplediği mevlidi buna misal gösteriyor.

 

Ecevit Televizyon Başında Mevlid Bekliyor

 

1970’li yılların ortalarından 2000’e kadar TRT’de yayınlanan ‘İnanç Dünyası’isimli programda görev alan Amir Ateş, bu süre içinde nelerle karşılaşmazki. Programa ilk başladıkları günlerde Sultanahmet Camii’nde düzenlenen bir mevlid esnasında başından geçenleri şöyle anlatıyor: “Her şey kurulmuş, TRTcanlı yayın yapacak. Tam mevlid merasimine başlayacağız birden caminin elektrikleri kesildi, her yer zifiri karanlık. 1980 öncesi akla ilk gelen hemen dillerde, ‘Komünistlerin işidir, yaptılar yine yapacaklarını mübarek gecede.’Tabii biz problemi halletmeye çalışırken. Canlı yayın aracından birigeldi, ‘Amir Bey, Sayın Başbakan Bülent Ecevit aradı. Selamı var ve yayının neden kesildiğini soruyor?’ demesin mi? O yıllarda takip edilirdi programlar beğenilmeyen bir şey olmasın diye. Anlattık durumu, mabedin sigortalarının yetersiz kaldığını söyledik.”1

1980 darbesinden sonra telaşa kapıldıklarını dile getiren Amir Ateş, tüm arkadaşlarıgibi ne yapacağını düşünür, çünkü hiçbir şey bilmemektedir. Ancak birgün televizyonun kendi ilahi grubunun merasimiyle açıldığını görünce sıkıntısını üzerinden atar. “Yani o an tabiri caizse yüreğimize su serpildi. Benim için o dönem şartlarında güzelden de güzel bir şey oldu. Düşün darbe gerçekleşmiş ama manevi ortam kesintiye uğratılmamış ki bunun için ancak Allah’a şükretmek gerekirdi.” diyor.

KAYNAK: Bir Musiki Üstadıhafız ve Bestekar Âmir Ateş (seyhalisemerkandi.com, 22.09.2016).

Yazar: seyhalisemerkandi.com

MUHTEŞEM BESTELERE İMZA ATAN ÜSTAD AMİR ATEŞ’LE SÖYLEŞİ

MUHTEŞEM BESTELERE İMZA ATAN ÜSTAD AMİR ATEŞ’LE SÖYLEŞİ

 

 

Musıkîyle tanışmanız nasıl oldu? Sizi musıkîye yönlendiren neydi?

 

1942 Kandıra doğumluyum. O zaman köylerimizde ilkokul yoktu. Babam hafızdı, ben de Kur’ân’ı Kerim’i öğrenmek ile başladım eğitime. Daha sonra Ezan-ı Muhammedî, Mevlid-i Şerif gibi musıkîmizin gerçek, ana konusunu teşkil eden dinî musıkîyle tanıştığımı söylemem herhalde yanlış olmaz. Daha sonraları hafızlığımı daha ileri boyutlara götürdükten sonra, güzel sesin, güzel sesle okunan Kur’ân’ı Kerim’in, Ezan-ı Muhammedî’nin ve Mevlid-i Şerîf’in önemini yavaş yavaş idrak etmeye başladım. Hafızlığımı doğum yerim olan Kandıra’da tamamladıktan sonra o günlerin en değerli hocalarından Nuruosmaniye Kur’ân Kursu hocamız, hocaların hocası Hacı Hafız Hasan Akkuş üstadın öğrencisi olma şerefine nail oldum.

Nuruosmaniye Kur’ân Kursunda da parmakla gösterilen bir öğrenciydim. Burada arkadaşlarla beraber ilahiler meşk etmeye, öğrenmeye başladım. Orada eğitimimi bir seviyeye kadar getirdikten sonra 1959 yılında hâlen başkanı bulunduğum Üsküdar Musıkî Cemiyeti’ne intisap ederek, merhum Emin Ongan Hoca’nın öğrencisi oldum. Tabi o yıllarda, zamanın en ünlü meşhur saz üstatları, icracıları, ses sanatkârları, bestekârlarının orada olmaları hasebiyle onlardan bir hayli istifade ettim. Bunlar, bestekâr ûdi Şekip Ayhan Özışık, bestekâr Avni Anıl, bestekâr Arif Sami Toker -tabi bunların hepsi rahmetli oldular- Recep Birgit, İnci Çayırlı, Hayri Peşken gibi pek çok kişilerle orada arkadaş olduk. Sonradan o kişilerin bazılarına hoca dahi oldum. Bizlerden istifade edenler arasında, çok sevdiğim kardeşlerim olan Ahmet Özhan ve Tuğrul İnançer bulunmaktadır.

Daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde memuriyete başladım. O yıllarda, İstanbul Ehl-i Kur’ân ve Mevlithanlar Derneği’nin dinî musıkî hocalığını yaptım. Birçok meşhur mevlithan, sesleri çok güzel olmakla beraber, musıkîyle uzaktan yakından hiç ilgileri bulunmayan; ama kendilerinde bulunan tabii musıkîye dediğimiz hasletlerden istifade etmeye çalıştık. Onlar da bizim makam vs. bilgilerimizden istifade etmeye çalıştılar. Yani ağabeylerimiz, hocalarımız aynı zamanda öğrencilerimiz, talebelerimiz oldu bizim.

O yıllarda besteler yapmaya başladım. İlk bestelerim, ilahiler oldu. Daha sonra şarkı besteleri yapmaya başladım. Elhamdülillah, zamanla bu öyle bir seviyeye geldi ki, şu anda da hemen hemen bestekârlık alanında benden daha ileride kimse yok. Çok değerli bestekârlarımız var. Ağabeylerimiz Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça, bestekâr Erol Sayan gibi kişiler var; ama artık hemen hemen birçok şeyde aynı seviyedeyiz. Onların bizden ileri seviyede oldukları bazı yönler pek çok, ama bizim de onlardan ileri seviyede olduğumuz taraflar yok değil.

 

Beste yapmak özel bir durum, yani özel bir yetenek gerektiriyor. Bestelerinizi nasıl yapıyorsunuz ya da hangi ruh hâlinizle besteler ortaya çıkıyor? Hayata dair gözlemler, duygu, insanlardaki karşılıkları, acı, öfke, sevgi, böyle çeşitli duygulardan hangisi sizi daha çok etkiliyor?

 

Beste yapmak şu andaki hobim diyelim artık. Bazı arkadaşlar “beste fabrikatörü” diye latife yollu bir isim takmışlardı.

Bir bestekâr, evvela, her şeyden önce musıkînin özellikle öyle malayani bir şey olmadığını, musıkînin gerçek manada bir ilim dalı olduğunu bilmelidir. Bu ilmi bilmeyenler; orada burada, maalesef fâsıkın fıskı fücurunu arttıracak şekilde hareket eden kişilerdir. Bunlar bilmeden büyük gaflete, büyük hatalara düşebiliyorlar. Allah bizi bu hatadan korusun. Yüzlerce, binlerce beste yaptım, yapıyorum da. Bir bestem televizyonda da çalınıyor, radyolarda da çalınıyor, sahnelerde de çalınır. O artık bizden çıkıyor.

Şükürler olsun, artık bestekârlık yönüm öyle bir seviyeye geldi ki eğer bir şiir, bir güfte bestelenebilecekse o kolay kolay tezgâhımızdan kurtulmaz. İki sene hiç beste yapamadığım zaman oldu, ama günde iki tane beste yaptığım zaman da oldu. Bunların anlatılması zor, yapılması ondan da zor. İyi bir bestekârın, engin bir deniz misali, akla hayale gelmeyecek duygu ve düşüncelere sahip olması lazım.

Sonradan talebem de olan meşhur bestekâr Hüsnü Üstün ile ilgili bir hatıramı anlatayım size. Konserine beni davet etti, bende gittim. Ben, konser esnasında ciddiyete çok dikkat ederim. Talebelerden bir tanesi diğerine şöyle bir göz kırptı mı, çıkarır atarım onu oradan. Bu iş öyle oyuncak değil, gerçek manada ciddi bir iş. Hüsnü Bey uşşak makamında bir şarkı meşk etti. Şarkı bitince seyircilere dönüp “Nasıl, ne kadar harika bir eser!” dedi. Bana döndü; “Hocam! Bundan sonra böyle bir uşşak eser yapılamaz, değil mi?” dedi.

Ben de “Hayır, yapılır.” dedim. Salonda bin kişinin içinde “Hayır, yapılır.” deyince, durakladı. Benden böyle bir şey beklemiyordu. “Nasıl hocam?” dedi. “Bunun izahı biraz uzayacak. Evvela özür dilemek isterim sayın seyircilerden. Bakın, ne kadar güzel bir sanat icra ediyoruz burada ve sanat da ilimle ilgili, ilimle irtibatlıdır. Şayet ‘Bundan daha güzel bir uşşak şarkı yapılamaz.’ dersek biz burada ilmi inkâr etmiş oluruz. İlim, sonsuzluğu, enginliği ve zenginliği ihtiva eden, dile getiren bir kavramdır. Onun için, bir bestekâr, bir deniz kenarından o güzel nağmeleri, güzel melodileri bulmuş ise ondan sonraki bestekâr veyahut da aynı bestekâr biraz daha ileri seviyelere gidip daha güzel inciler, güzel pırlantalar bulmaya çalışmalıdır. Tamam, o gitti, onları oradan topladı, orada başka inci kalmadı; ama deniz namütenahi bir deryadır, bir ummandır. Daha ileri gidecek, daha güzel dalma özelliklerini öğrenecek, dalgıç olacak. Belki bir yerde boğulacak bulayım derken, ama bu normal. Tabiatın, ilahî kanunun, gerçeğin gereği bunlar. Onun için, tembellik etmeyip ihmal etmeyip musıkînin güzel nağmelerini, güzel melodilerini her an daha başka, daha güzel, daha farklı bir şekilde bulup insanımıza, güzelliklerine, beğenilerine sunması lazım.” dedim.

 

Çok sevilen bir besteniz olan, “Bir kızıl goncaya benzer dudağın” isimli eserinizin hikâyesini anlatır mısınız?

 

O, beni meşhur eden ilk şarkılardan biri. Mesela şarkılarımdan, “Ben seni unutmak için sevmedim” parçam ve daha pek çok şarkılarım varken, bunun bu kadar tutulmasının, beğenilmesinin sebebi nedir, anlayamadım diye düşünüyordum. Nereye gitsem kızıl gonca parçasının bahsi açılıyor. Bunun sebebi hikmetini düşündüm bir müddet.

Bitişiğimde oturan çok yakın bir aile dostumun 7-8 aylık Mehmet isminde bir bebekleri vardı. Her akşam Mehmet’i sevmeye gidiyordum. Mehmet kucağımda, babaannesi, anneannesi mutfağa girerler, ben onunla oynardım. Biz ikimiz salonda otururken elektrikler kesildi. Çocuk korkmasın, ağlamasın diye aldım kucağıma hemen. Odanın içinde dolaşırken köşedeki piyanoya gittim. “Mehmet; bak, ağlama!” dedim. “Bir kızıl goncaya benzer dudağın” güftesi ezberimdeydi. “Bir kızıl goncaya benzer dudağın” diye, onu orada, Mehmet kucağımdayken, kısa bir zaman dilimi içinde besteledim.

Tabi daha sonra o demlendi, olgun hâle geldi, notasını yazdım ve herkes başladı okumaya. Radyoda okunmaya başlandı. Bir gün televizyonda canlı yayındayız. Avrupa’dan, çeşitli ülkelerden bağlantılar var. Arayanlardan bir tanesi, “Amir Bey! Rahmetli Melek Hanım teyzemin, Sevgili Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) ithafen yazdığı bu şiiri bu kadar güzel bestelediğiniz için size teşekkür ederiz.” dedi. Düğüm çözüldü kendiliğinden. Demek ki sevilmesinin, beğenilmesinin, tutulmasının anlamı, manası buymuş. “Bir kızıl goncaya benzer dudağın / Açılan tek gülüsün sen bu bağın / Kurulur kalbime sevda otağın / Kim bilir hangi gönüldür durağım.”

“Artık o gönüller öyle gönül ki sen gönüllere sığmayan, kâinata sığmayan, Cenâb-ı Hakk’ın en büyük lütfuna mazhar olmuş bir varlıksın.” Bu anlamda, bu manada olduğu için, hakikat ortaya çıktı.

 

Yeni nesillerin müzikle ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Gençlerin Türk müziğine ilgi duymaları için neler yapılmalı?

 

Yeni nesillerin müziğimizi sevmeleri için onlara sık sık müzik dinletme, sevdirme çarelerini arayacağız. Birkaç kez rastladım; bir yerde pop müziği çalıyor, millet hopluyor zıplıyor. O sırada, “Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık” şarkısı çalmaya başladı. Az önce oynayan zıplayan çocuk “Aman be, öf be!” dedi. Çocuklarımızı böyle demekten vazgeçirmemiz lazım. Sık sık dinletmemiz lazım, sevdirmemiz lazım. Başka türlü musıkîmiz kurtulamaz.

Bizler de inşallah Üsküdar Musıkî Cemiyeti olarak, bir şeyler yapma gayreti içinde olacağız ve bu derbederlikten, bu hengâmeden musıkîmizi çıkarmaya çalışacağız.

KAYNAK: Muhteşem Bestelere İmza Atan Üstad Amir Ateş’le Söyleşi (gonuldergisi, com, 15.04.2016).

Yazar: Gönül Dergisi

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör