Halife annesi (D. 878 – Ö. 933). Asıl
adının Garib ve Türk olduğu tüm kaynaklarca onaylanmaktadır. Güçlü bir aileden
geldiği de bilinmektedir. Erkek kardeşi el-Hâl (dayı) adında önemli bir
komutandır. Şağab Hatun ailesinin önemli halkalarından biri de Harun b. Garib’dir.
Komutan Garib’in oğlu ise önemli görevlerde bulunmuş bir kişiydi… Bilindiği gibi uzun yüzyıllar boyunca süren Abbasî
Hilâfetinde Türklerin yönetsel ve
özellikle de askerî alanlarda büyük bir varlık durumuna geldikleri görülür. Hemen ilk dönemlerden
başlamak üzere daha sonraları Hilâfet
ordusunun en etkin ve temel güçlerinden biri durumuna gelen Türkler, çok kısa bir zaman sonra askerî ve
siyasî yönetime hâkim olmuşlardır. O
kadar ki, çoğu zaman bir halifenin görevden alınması ya da yeni bir halifenin iş başına getirilmesi ancak
Türklerin arzu ve iradeleri ile
mümkün oluyordu.
Ama madalyonun bir
de öteki yüzü vardır. O
dönemde askeri ve yönetsel mevkilere yükselmiş ünlü Türk komutan ve devlet
adamlarının yanı sıra, yine hilafet çevresinden yetişmiş değerli Türk kadınları
da vardı. Bu Türk analarının birçoğu daha çok
küçük yaşlarda hilâfet saraylarına alınmış
ve emsalleri arasında seçkinleşerek o çevrelerin en saygı değer hanımları
olmuşlardır… Öte yandan hilâfet
çevrelerine girmiş olan bu Türk anaları çoğu zaman Abbasî halifeleri ile
evlenmişler ve her biri bir veliaht anası olmuşlardır. Bu ise onlar için başlı
başına bir mutluluk ve eşsiz bir seçkinlik
algısıydı. Zira onlar böylece, o devirlerde herkesin özeneceği ve bir cariye
için ulaşabileceği en büyük mutluluk olan
“Ümmü’l-Veled-Valide Sultan” olma
gibi en ulu bir yere ulaşmış oluyorlardı. “Vâlide Sultan” olma mutluluğuna
ulaşmak ise, hilâfet saraylarındaki binlerce câriyenin hayal dünyasını süsleyen
bir umut ve bir yaşama kaynağıydı.
Bu bakımdan hiç çekinmeden diyebiliriz ki,
Abbasî halifelerinden pek çoğunun
anası öz be öz Türk’tür.
Cariyelik döneminde adı Naim olan
Şağab Hatun da bir Arap ailesi tarafından satın alınmıştı. El-Mutazıd’ın bu
Türk cariyesi ile ne zaman evlendiği konusunda bir bilgi yoktur. El-Mutazıd,
kendisine erkek çocuk veren bu cariyeye “Şağab” adını vermişti. Şağab Hatun
oğlu halife olunca da en görkemli döneminin doruğuna ulaşmıştı. Başka
cariyelerden olma erkek çocuklar ölmüşler, o nedenle el-Muktedir on üç yaşında
halife olmuştu. Böylece Halife’nin anası ve vasisi olan Şağab Hatun kısa sürede
devlet yönetimine el koydu. Eski Türklerde Hakan’ın yanında yer alan Hatun’lar
gibi son derece otoriterdi. Çevresinde “el-kahramane” denilen bir kadınlar
topluluğu vardı ve bu kadınlar da yönetimde çok etkindi.
Abbasî halifelerinin pek çoğunun
anneleri de Türk olduğu gibi, Şağab Hatun da el- Mu’tazıd’ın saraylarında
kendisini göstermiş ve biricik oğlu Cafer’in el-Muktedir Billah adıyla
halifelik makamına geçmesiyle, “Ümmü’l- Veled- Valide Sultan” olmuştur. Şağab
Hatun bundan sonra devlet işlerinde beceri ve zekâsını göstermiş ve kısa
zamanda o çevrelerin en otoriter, çok saygın valide sultanı olmuştur. Oğlu el-Muktedir adına devlet işlerini
yürütmüş ve yirmi beş yıl Abbasi İmparatorluğu’nu yönetmiştir. Bu çok büyük ve
önemli bir beceridir. Şağab Hatun erkekler kadar kadınlara da önem vermiş,
onları saygın mevkilere getirmiştir. Kız kardeşi Teyze Hatun da onun devlet
işlerinde sağ kolu olmuştu.
Şağab Hatun yetenek ve dehasını göstermiş,
“Ümmü’l- Veled- Valide
Sultan”lığı döneminin çok kısa bir zamanında
devlet erkânının en otoriter, en
saygın bir hanımı, bir Valide Sultan’ı durumuna geldi. O kadar ki vezirler ile beyler meclislerinde Şağab
Hâtun’un adı anıldığı zaman bu vezir
ve devlet adamlarının kendilerini derleyip topladıkları, üstlerine başlarına, yani kendilerine çeki düzen verdikleri
görülürdü. Ona hiç kimse saygıda kusur etmemeye özen gösterirdi.
Onun devlet yönetimindeki bu aktif
rolünün, izzet ve ikbâl devrinin yirmi beş
yıl olduğunu söylemiştik. Gerçekte yirmi beş yıl devlet yönetiminde aktif rol oynamak, değil bir kadın, Abbâsî halifelerinden
çok azına nasip olmuş üstün bir keyfiyettir. Döneminde Abbasîlerin ünü dünyayı
tutmuş çok renkli halifelerinden biri olan Hârun er-Reşîd de dahil, daha
birçok halîfenin hilâfet süresinin yirmi beş yılın çok gerilerinde
olduğu göz önüne getirilirse, bunun ne kadar
önemli bir şey olduğu bir kez daha ortaya çıkmış olur. Şağab Hâtun, yukarda da
belirtildiği gibi, çok küçük yaşlarda halifelik
koltuğuna oturtulan oğlu el-Muktedir
adına devlet işlerine el koymuş ve nerede ise tam yirmi beş yıl, hem
de Kaşgar önlerinden ta Atlas Okyanusu kıyılarına kadar
çok geniş bir alana yayılmış olan koca
Abbâsî İmparatorluğu’nu üstün bir beceriyle yönetmiştir. Gerçekte devlet yönetiminde yirmi beş yıl, hem
de hiç kesintisiz hüküm sürmek, üstelik her zaman aktif olmak, işleri kontrol altına alarak otoritesini herkese kabul ettirmek
pek kolay bir şey olmadığı gibi, o
zamanlarda bir kadın için olanaksızı başarmak gibi bir şeydir. İşte Şağab Hatun, bir çeyrek yüzyıla varan bu uzun
sürede her zaman olayların doğrudan
içinde olmuş, her durumda devletin dizginlerini
elinde tutmuş, çalışma ve uygulamalarında, vezirler de dahil, hiç kimseden çekinmemiş ve her zaman bağımsız hareket
ederek geniş bir çevreye sözünü dinletmiş, son derece etkin, son derece
otoriter bir Türk Anası bir Devlet
Ana olmuştur.
Şağab Hatun bu uzun sürede her zaman büyük olayların içinde olmuş, onlara
yön vermiş ve son derece deneyimli bir kaptan gibi devlet gemisinin sağlıkla
kıyıya doğru yol almasını sağlamıştır. Burada ayrıca son derece
ilginç bir özelliğini de dile getirmek
gerekir. O da, onun parlak kişiliği ve görev anlayışında, yani devlet yönetimindeki kadınların yeridir. Öyle ki, Şağab Hâtun devlet işlerinde erkekler kadar kendi
hemcinsleri olan kadınlara da önem vermiş ve onları kendi yönetimi zamanında
çok ilginç makamlara getirmiştir.
Kadınların, devlet işlerinde en yüksek makamlara getirilmesi, yönetimde
onlardan yararlanılması o devirlerde hemen
hiç görülmemiş bir durumdur. Örneğin
bunlardan biri, Dîvânü’l-Mezâlim (İstînaf
Mahkemesi) gibi, çok önemli bir makama
devrin bütün teamüllerini aşarak, hem de hiç çekinmeden çok güvendiği bir
kadını başkan olarak atamasıdır. Onun
bu konulardaki cesareti, çok çarpıcı
kişilik ve uygulamalarından biri olsa gerektir. O, uzun saltanat yılları döneminde çevresinde kişilikli kadınlardan
bağımsız bir kadro oluşturmuş ve birçok önemli sorunda onlarla görüşerek karar vermiştir.
Hayır işlerine de önem veren Şağab
Hatun, Bağdat’ta büyük bir hastane yaptırmıştı. “Ümmü’l- Muktedir-Valide Sultan
Hastanesi” adını taşıyan ve düşkünlere hizmet veren bu kurumun en ünlü hekimi,
dönemin büyük hekimlerinden Harranlı Sinan b. Sabit’tir. Şağab Hatun ayrıca
“Mescid’i Haram”, “Mescid’i Aksa” ve “Mescid_i Nebevî”nin onarım giderlerini
üstlenmişti. Bunlarla da yetinmemiş,
hayır ve hasenatta kalbi
ummanlar kadar geniş olan bu Türk anası daha da ileri gitmiş ve Abbasî Hilâfetinde hiçbir halîfe
anasının yapmadığı ya da yapamayacağı
bir toplumsal dayanışma ve yardımlaşma örneği göstermiştir. Uçsuz
bucaksız çiftliklerini ve mal varlığını, ümmetin hayır hizmetleri için
vakfetmiş; camiler, su yolları yaptırmıştır. Bağdat’ta yaptırdığı camide
geceleri namaz kıldığı rivayet edilmektedir. Ayrıca Bağdat’ı çapulculardan
kurtarmıştır…
Bir başkaldırı sırasında el-Muktedir
ve yakın çevresi gözaltına alınmış, sonra yeniden makamına geri getirilmişti.
Ancak bir başka darbede öldürülen el-Muktedir’den sonra el-Kahir Billâh halife
oldu… Ne var ki, Şağab Hatun hastalandığında, büyütüp beslediği halife el-Kahir
tarafından işkence görerek öldürülmüştür. Bundan sonra vakıflarına el konulmuş,
ailesi ve yakınlarının malları da tasfiye edilmiştir. Oğlunun döneminde kurduğu
kadınlar saltanatı, onların devlet işlerine karışması ve otoriter tutumları,
Arap yazarlarına göre Şağab Hatun’a hayır getirmemiştir.
KAYNAKÇA:
Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı; Mukaddes Çevreler ve Eski Hilâfet Ülkelerinde Türk
Kadınları (1991), İhsan Işık / Ünlü Kadınlar (Türkiye
Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 6, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People
(2013).