Hukukçu, avukat, STK yöneticisi, yazar
(D. 1927, Menemen / İzmir - Ö. 30 Temmuz
2011, İzmir). Şair ve yazar Attila İlhan ile sinema oyuncusu Çolpan İlhan’ın
kardeşidir.
Karşıyaka’da büyüdü ve oraya
yerleşti. İlk ve orta tahsilini Karşıyaka, Anadolu’nun çeşitli ilçeleri ve
İstanbul’da tamamladı. İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdikten (1946-1950) sonra
İzmir’de serbest avukatlığa başladı.
Meslek yaşantısı sırasında İzmir
Barosu Başkanlığı (1974-1978), Türkiye Barolar Birliği Kuruluş Çalışmaları
(1963-1969) ile Türkiye Barolar Birliği kurucu yönetim kurulunda başkan
yardımcılığı (1969-1972) olmak üzere çeşitli baro görevlerinde bulundu.
Genel kültür konularında olduğu
kadar mesleki konularda da makaleleri Demokrat İzmir, Milliyet, Cumhuriyet,
Radikal vd. çeşitli gazetelerde; hikâyeleri Fikirler, Varlık, Pazar Postası,
İzmir Barosu Dergisi vb. dergilerde yayımlanmıştır. Evli ve üç çocukludur.
30 Temmuz 2011 tarihinde 84
yaşında İzmir’de vefat etmiştir.
Kitapları:
Adliye Koridorlarında Anı ve
İzlenimler (1987, 2010), Umursanmak – Hikâyeler (1995), Hukukun Doksan Dokuz İlkesi – Mecelle (2003, 2004),
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu Şerhi (Avukat Onur Güven ile birlikte, 2004), Tüketicinin
Korunması Hakkında Kanun – Şerh (2006), Özgün Bir Şehir Gavur İzmir'den Türk
İzmir'e - Karşıyaka Çocuğu - Anılar, İzlenimler (2011), Günümüz Türkçesiyle
Mecelle - Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye - Aslı
İle Birlikte Tam Metin (2014), Yetenek Sınavı – Hikâyeler (yayıma hazırlanıyor),
Belirtme Çizgileri – Makaleler (yayıma hazırlanıyor), Avcı – Oyun (yayıma
hazırlanıyor).
KAYNAKÇA: Cengiz İlhan’la Söyleşi
(Röportaj: Mehmet Şakir Örs (İzmir Life Dergisi – Eylül 2011), Avukat Cengiz
İlhan’ın Adı Ölümsüzleşti (gazetedemokrat.com, 02.08.2016), Ailesinden alınan
bilgiler (08.09.2018), Cengiz İlhan Kitapları (İnternet kitapçıları,
08.09.2019).
AVUKAT CENGİZ
İLHAN’IN ADI ÖLÜMSÜZLEŞTİ
Barolar
Birliği kurucularından, Türk sanatının önemli isimlerinden Çolpan ve Attila
İlhan’ın kardeşi, İzmir Barosu eski başkanı Avukat Cengiz İlhan’ın adı
Karşıyaka’da bir parkta yaşatılacak.
Karşıyaka
Belediye Meclisi Ağustos ayı ilk meclis toplantısı Belediye Başkanı Hüseyin
Mutlu Akpınar başkanlığında yapıldı. Toplantıda, Türkiye Barolar Birliği
kurucularından olan, aynı zamanda öykü yazarlığı da yapan ve 2011 yılında, 84
yaşında vefat eden Av. Cengiz İlhan’ın adının İmbatlı Mahallesi 1825 sokakta
yapımı süren parka verilmesi kararı oybirliği ile alındı. Başkan Akpınar,
“Karşıyaka Belediyesi, sanatçı, sporcu, edebiyatçı, gazeteci ve düşün
adamlarının adlarını parklara ve yollara vererek ölümsüzleştirmeyi sürdürecek”
dedi.
Kardeşlerin Adı
Karşıyaka’da Ölümsüzleşti
Belediye
Meclisi'nce alınan karar ile, hayatlarının önemli bir bölümünü Karşıyaka’da
geçiren İlhan kardeşlerin üçü de Karşıyaka Belediyesi tarafından
ölümsüzleştirildi. Ülkemizin en büyük düşün adamlarından, şair, yazar,
edebiyatçı ve gazeteci Attila İlhan’ın adı daha önce yaşadığı sokağa verilip
rölyefi de yaşadığı apartmana asılmıştı. Kardeşlerden Sanatçı Çolpan İlhan’ın
ismi de Ahmet Piriştina Kültür Merkezi’ndeki sahneye verilerek Karşıyaka’da
yaşatıldı. Üçüncü kardeş olan Cengiz İlhan’ın ismi de parka verilerek üç
kardeşin üçü de çok sevdikleri Karşıyaka’da ölümsüzleşmiş oldu. İmbatlı
Mahallesi'nde, Cengiz İlhan’ın büstünün de yer alacağı park önümüzdeki aylarda
törenle açılacak.
Av. Cengiz İlhan
Kimdir?
1927
yılında Menemen’de dünyaya geldi. Eğitimini farklı illerde tamamladı. İstanbul
Hukuk Fakültesi’ni 1950 yılında tamamladıktan sonra İzmir’de avukatlığa
başladı. 1969-1972 yıllarında Türkiye Barolar Birliği kurucu Başkan Yardımcılığı
yapan Cengiz İlhan, 1974-1978 yıllarında da İzmir Barosu Başkanlığını yaptı.
Ulusal gazetelerde makaleler yazan Cengiz İlhan, öykü ve mesleki kitaplar da
yazdı. Av. Cengiz İlhan 84 yaşında Karşıyaka Latife Hanım Sokağı’ndaki evinde
yaşama gözlerini yumdu.
KAYNAK:
Avukat Cengiz İlhan’ın Adı Ölümsüzleşti (gazetedemokrat.com, 02.08.2016).
GÜLE GÜLE CENGİZ İLHAN
Güney DİNÇ
Menemen
Kaymakamı Bedri İlhan Bey’in üç çocuğu ile, değişik zamanlarda tanısma
olanağını buldum. Kardeşlerin en küçüğü olan Çolpan İlhan’la Karsıyaka
Lisesi’nde aynı yıllarda öğrenci olduk. Kardeşlerin en büyüğü Attila İlhan’ı
bir ozan olarak tanıdım. Öğrencilik yıllarında şiiri severdim, çok şiir
okurdum. O dönemde Nazım Hikmet yasaklı idi. Ben de bir şeyler karalamaya çalışırdım.
Günün birinde Nazım Hikmet’i okuduğum zaman, çarpıldım kaldım. “Şiir yazacaksan
eğer böyle yazmalısın,” dedim kendi kendime ve bu alandan çekilmem gerektiğini
düşündüm. Attila İlhan Şiirleriyle beni ikinci kez sarsan ozan oldu. Arayış, coşku
ve hüzün. Bunları Attila İlhan’ın inişli çıkışlı dizelerinde, kendi duyuramadığım
sesimi dinler gibi önemsedim.
Beyazıt,
Aksaray, Unkapanı üçgeninde geçen öğrencilik yıllarımda, Haliç’in ağır
kokusunu, yağmurunu, çamurunu ve umudunu “Sisler Bulvarı”nda buldum. Hemşehrilik,
bir çokları için modası geçmiş bir kavram da olsa, en azından aynı kentlerde
yasayan insanların yakınlaşmalarına neden olabiliyor. Doğma büyüme Karşıyakalıyım.
Münir Birsel üstadımızın bürosunda, sevgili öğretmenim diyeceğim Riyaz Kayıhan’ın
stajyeri iken, sabah saat 8.30’da Karşıyaka’dan kalkan vapurla Pasaport iskelesine
giderdim. Attila İlhan da o sırada “Demokrat İzmir Gazetesi”nde çalışıyordu.
Önce vapurda daha sonra yolda onunla söyleşmek, dostluğunu kazanmak benim için
doyulmaz bir onurdu.
Sonraki yıllarda
Türkiye İsçi Partisi’nin İzmir’deki yöneticileri arasında bulundum. Bu defa
Attila İlhan’ın Türkiye soluna dönük eleştirilerini ve Paris anılarını dinliyordum.
Zaman zaman bazı düşünsel farklılıklar içinde olsak da, Attila İlhan’ı hep
ödünsüz ve kararlı bir öncü olarak belledim.
Stajımı
bitirdiğim 1961 yılında avukatlığa başladım ve Cengiz İlhan’ı tanıdım. Cengiz İlhan,
1969- 1972 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği’nin Kurucu Yönetim Kurulu
üyesi ve Başkan Yardımcısı görevlerinde bulunmuştu. 1974-1978 yıllarında da İzmir
Barosu Başkanı idi. O yıllarda benim Avukatlıktan daha başka uğraşlarım vardı.
Baro ile pek ilgilenmezdim. Genel Kurul günü gider, oyumu verir, dönerdim.
Aslında herkes böyle yapıyordu. “Barocular” denilen bir avuç avukat arasında
yürütülüyordu bu işler. Sonradan anladım ki, bu arkadaşlar gerçekten başkalarının
ilgilenmedikleri bir alanda özveriyle çalışıyorlarmış. Özellikle avukatların
SSK’na bağlanmaları, Sosyal güvenlik kapsamına alınması için çaba veriliyordu.
Cengiz İlhan bu çalışmaların içinde etkili bir konumdaydı. Sonunda Cengiz İlhan’ın
TBB yönetiminde bulunduğu yıllarda çıkarılan Avukatlık Yasası ile avukatların
çok önemli olan bu eksiği giderildi, SSK kapsamında emekli olabilmeleri
sağlandı.
Aynı yıllarda
ben de Türkiye İsçi Partisi’nin Genel Yönetim Kurulu üyesiydim. TİP’i temsil
eden karar organı, tüzüğüne göre, Genel Yönetim Kurulu’dur. Yeni Avukatlık
Yasası, eski avukatlara ayrıcalıklı emeklilik olanağı getirince, TİP bu yasaya
karsı Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı ve anılan maddeler iptal edildi. Ben de
davanın açılması kararını verenler arasındaydım. Çok eleştirilmeme neden olan
böyle bir de çelişki yaşamıştım.
12 Mart
darbesinden sonra tutuklandım. Yıl sonuna kadar Ankara Mamak Askeri Ceza
Evi’nde tutuklu kaldım. Sekiz ay sonra ilk kez Mahkeme önüne çıkarıldığım 29 Aralık
1971 günü salıverildim. Mamak koskoca bir askeri garnizon. Cezaevi de söylendiğine
göre tam ortasında. Nasıl girilip çıkılır, tutuklular bilmiyor. Neyse ki,
salıverilenlere bir iyilik yapıp hangi yolla memleketlerine döneceklerse,
terminalin kapısına kadar askeri bir araçla götürüyorlar. Beni de böyle
uğurladılar. Tutukluların topladıkları paralarla uçakla İzmir’e döneceğim.
Kızılay’da Yüksel Çarşısı’nın üzerindeki eski THY Terminali’nde Cengiz İlhan’la
karşılaşınca, ikimiz de çok sevindik. Uçakta yan yana oturduk. Cengiz İlhan’ın
anlattıklarıyla İzmir’e varmadan İzmir’i kucaklamak benim için çok keyifli
olmuştu.
Barocu olmadığım
için işlevsel açıdan çok sık karşılaşmıyorduk. O yıllarda Konak’taki işhanından
bozma adliye odalarında güzel söyleşiler yapılırdı. Cengiz İlhan’ın mesleki
yorumlarını, genele dönük anlatımlarını ve hele fıkralarını dinlemek her zaman
güzeldi.
Cengiz İlhan’ın İzmir
Barosu Başkanlığı’nın ikinci döneminde, Fehmi Çam’la ikimiz, Çağdaş Avukatlar
Grubu’nun Yönetim Kurulu üye adayları olarak katıldığımız seçimi kazandık.
Böylece Cengiz İlhan’ın sorumluluğuna biz de katılmış olduk. Birlikte çalıştık.
Yönetim Kurulu toplantıları bittikten sonra gündemin son maddesi sırasında da
çok güzel saatler geçirdik. Cengiz İlhan gerilimden, gerginlikten çok çabuk
olağan davranışlara geçebilen, en iddialı olduğu tartışmaları bile kolayca
tatlıya bağlamayı başaran bir üstadımızdı. Yalnız hukuku değil, insana dair her
konuyu iyi bilir, doğru yorumlar yapar ve dostlarıyla paylaşırdı.
Elbette Baro Başkanlığım,
Barolar Birliği’ndeki görevlerim sırasında da birlikte önemli görevleri
üstlendik, elimizden geleni yapmaya çalıştık. Cengiz İlhan, uygulayıcı olduğu
kadar bir hukuk kuramcısıydı. Öykücüydü. Anı yazarıydı. Açık sözlüydü, yerine
göre isyancıydı.
Cengiz İlhan’ın
hukuk ve genel toplumsal konulardaki son düşünceleri nelerdi? Elimde yepyeni
bir belge var. 2011 yılı Nisan ayında yayınlanan Hukuk Düzlemi Dergisi’nin 1.
sayısında İzmir Barosu Avukatları Azra Siray, Hüseyin Özgür ve Tamer Doğan’ın
Cengiz İlhan’la yaptıkları bir söyleşi yayınlandı. Ben de, araya bir şeyler
eklemeden üstadı kendi sesinden bir kez daha anımsamak üzere bu konuşmaları
aynen aşağıya aktarıyorum. Cengiz
İlhan’a
mesleğimize ve yaşamımıza verdiği katkıları nedeniyle teşekkürlerimi, saygılarımı,
sevgilerimi sunuyorum.
Güney Dinç
CENGİZ İLHAN DİYOR Kİ:
• Hakimlik
Hukukun
üstünlüğü, yargı bağımsızlığı gibi kavramların hâkimlerin 'takdir hakkı
bağımsızlığı' olarak algılanması yanlıştır. Türk hukuk devrimi pozitiftir.
Ben Mecelle'yi
Türkçeye çevirdim. Orada hâkimin takdir hakkı sıfırdır. Hiçbir alanda hâkime
takdir hakkı vermemiş. Hatta hükmün altına örnek bile getirmiş. Kuralı koyuyor,
'mesela', diyor; örnek veriyor, somutluyor.
Bizim hocamız
derdi ki "ben hâkimlere verilen takdir hakkından çok korkarım."
Hâkim hukuk
kaynağı değil ki, uygulayıcı. Bir adamı tutuklayacak isen bunun yasal dayanakları
olacak. Hukuki yorumu olacak. Genel gerekçelerle tutuklama kararının verilememesi
gerekir.
Osmanlı'da
kadılar vardı. Tanzimat'tan önce, örneğin İzmir kadısı hem idari yönden
yetkiliydi hem de yargı yetkisine sahipti. Narh koyuyordu mesela. Bugün de kira
bedelinin tespiti aynı şey değil mi? Bir tür kadılık. Bunlar idari tasarruflar olduğuna
göre yargı idarenin yerine geçiyor. Ya da karar verirken, sözleşmede benim
yerime geçiyor.
Oysa Borçlar
Kanununa göre hâkim sözleşmenin esasına dokunamayacaktır. Kira tespitinde
hâkim, "hayır o kadar vermeyeceksin, bu kadar vereceksin" diyor,
belli şablonlara göre karar veriliyor. Bu yetki nereden geliyor peki? Ben bunu
hukuki bakımdan çok zayıf görüyorum.
Hâkimlik kolay
bir is olmadığı gibi, memuriyet de değil. Yargı bağımsızlığı denile denile
bugüne gelindi. Haftada üç gün duruşma yapılıyor. Önceden dosya okunmuyor. Dava
uzuyor. Bir dava zamanaşımına uğramışsa, bence sorumluluğu vazifesini yapmadığı
için mahkemeye vereceksin. İş çokluğu bunun bahanesi olamaz. Bizim zamanımızda
da iş çoktu, simdi de iş çok. Bence istinaf mahkemelerini de acilen hayata
geçirmek gerekir.
Kürsü arkasına
"adalet mülkün temelidir" diye yazarsan, önündeki hüküm veren kişi kendini
devletin koruyucusu diye düşünür. Devlete bu açıdan bakar: böyle bir formasyon
göstermesi gerektiğini düşünür. Fikren bağımlı olmaktan kurtulması güçtür. Başka
ülkelerde böyle bir esas yoktur. Bizde de devlet adına değil, Millet adına
karar verildiğinin bilincinde olmak gerekir. Eskiden Hazine ile gayrimenkul davaları
çok fazlaydı. Kararlar genelde Hazine lehine çıkardı. Bugün ülkemizdeki arazilerin
yarısının Hazine üzerinde olmasının nedenlerinden biri budur.
Bir dava on
yılda bitirilemiyorsa, bu nasıl is? Hâkimler, avukatlar bir devlet hizmetini
yerine getiren kişiler değildir.. Adalet dağıtılması bahse konudur. Bu meslekte
hiyerarşi yoktur; elli yıllık hâkimle bir yıllık hâkimin oyu aynı değerdedir.
Avukatlar için de durum aynıdır. Bu meslek özveri ister; bütün aksaklıkları sisteme
yüklemek sorumluluktan kaçmaktır.
İşinin erbabı
olan bir hukukçu önündeki dosya bin sayfa da olsa nereye bakacağını bilir,
sorunu çözer. Her zaman söylüyorum: Aynı hukuk kuralıyla zulüm de yaratırsın
mutluluk da. Bu da birikiminize, görüşünüze, kültürünüze bağlıdır.
Avukatlık
Genel kültürü,
edebi derinliği, birikimi olmayan insan iyi avukat olamaz. Ben bazen dinliyorum
bir avukatı, daha konuşurken vurguları yanlış yapıyor. Hiçbirimiz vurgu dersi
almadık; sanırım zamanla, birikimle olan bir şey bu.
60'lı -70'li
yaslarda olanlar bilir, eskiden büyüklerimizin hepsinin bir edebi derinliği
vardı. Sınav sisteminin de bunda etkisi var. Bizim zamanımızda sözlü sınav bile
vardı. Ben bütün stajyerlerime anlatırım. Benim fakülteye başladığım 1946
yılında İstanbul Hukuk Fakültesi'ne 2.000 kişi kayıt yaptırdı. Dört yıl sonra
mezun olanlarımızın sayısı aralarında benim de bulunduğum 50 kişiydi. Konunun
ciddiyetini anlatmak için başka söze gerek yok..
Türkiye'de lise
öğretimi çöktü. Oysa bir çok şey liselerde kazanılır. Lise eğitimi güçlü
olunca, gerisi gelir. O dönemde zaten liseye girme hakkını kazanmak da büyük
olaydı. Ortaokuldan sonra eleme imtihanı vardı. Her öğrenciye iki hak
tanınırdı. Haziran'da ve Eylül'de. üç ders vardı; birinden kalınca,
diğerlerinden de kalmış sayılırdınız. Başka imtihana da giremezdiniz. İki hakta
geçememişseniz bir daha liseye kabul edilemezdiniz.
Lisede de sıkı
bir sistem söz konusu idi. Önce sözlü imtihan, sonra olgunluk.. Olgunluk
sınavında başarılı olamazsanız üniversiteye giremezdiniz. Simdi ise her şey
dört senelik üniversite tahsiline bağlanmış durumda. Elbette çok iyi yetişmiş gençler
var, ama bunun için özel çaba harcamaları, kendilerini geliştirmeleri gerekiyor.
Ceza Yargılaması
İktidarlar gelip
geçicidir. Ama bazı şeyler kalıcıdır.. Örneğin sıkıyönetim mahkemelerinin eylem
birliği gerekçesiyle herkesi bir davada toplaması. Herkesin yaptığı fiilleri
toplu halde değerlendirmek ve her eylemi kendi çerçevesinden çıkarmak. Hükümete
hakaret ettiği iddia edilen bir kişiye "hayır sen hakaret amacıyla değil,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ıskat etmek için hareket ediyorsun."
diyorsun. Veya banka soyan bir adamı gasp fiili yerine eski TCK.'nın 146.,
simdiki 309. madde hükmüne muhalefetten yargılıyorsun, olmaz..
12 Mart 1971
darbesinden sonra İzmir Barosu olarak herkes islediği suçtan yargılansın,
dedik. O dönemde Askeri Savcılık bir görüş yazdı. Askeri YargıtayGenel Kurulu
da karar verdi. Her sanığın cürmü aynı kast altında toplandı ve yeri geldi, dernek
kurmak bile TCK.'nın 146. maddesinin ihlali olarak değerlendirildi. Böylece
ceza hukukunun birçok temel kavramı ortadan kaldırıldı. Bence Türk hukukunu
asıl çıkmaza sokan bu gibi uygulamalardır.
Bilindiği gibi
bizim hukukumuz "yakın illiyeti kabul eder. "Sebep olmak" ayrı bir
şeydir, "işlemek" ayrı. "Sen öyle bir ortam yaratıyorsun ki,
hükümetin düşmesine sebep oluyorsun!" mantığını bizim hukukumuz kabul
etmez. Cezaya sebep eylemlerdir, fikirler değil. Dört bin sayfa iddianame mi
olur? Bizim burada bir başsavcı vardı, o söylerdi, "iddianamenin iyisi bir
buçuk sayfadır" diye.
Bunlar hiç
tartışılmıyor. Sanki mevzuat buna uygunmuş gibi, eylem müsaitmiş gibi
davranılıyor. Bence yanlış bu. Böyle giderse, yarın öbür gün başkası gelecek bu
defa bunlar aynı isleme tabi tutulacak. Bu hukuk değildir, engizisyondur. Bu
siyasi hukuktur. Siyasallaşma varsa bundan daha ötesi yoktur.
Gözünden gözlüğü
çıkarıyorsun; kim gelmiş, ha bu komünisttir, bunun yaptığı gasp eylemi hükümeti
devirme amaçlıdır.. Böyle şey olmaz.
"Teşebbüsün
teşebbüsü" olmaz. Kastı da eylem belirler. Adamın kafasına ateş edersen,
öldürmek istiyorsundur. Öbürü niyettir, saiktir. Dürtüyü suç olarak kabul
ederseniz o zaman herkesi içeri almak gerekir.
Bu konular niye
tartışılmıyor?
Sınırlı Demokrasi
Hep kendi
kendimize yalan söylüyoruz. Sınırlı demokrasi var bizim kafamızda. Tabii ki her
devlet, her toplum kendini korur. Demokraside rejimin esasları üzerinde
tartışma olmaz. Hiç kimse de bu tartışmayı yapmıyor zaten. Fransa'da yapıyorlar
mı, Almanya'da yapıyorlar mı? Yapmıyorlar. Biz bugün hala Cumhuriyet'i tartışıyorsak,
bir asır olmuş, hala bunları tartışıyorsak, olmuyor iste. Rejim tartışması
yapılıyor. Bunun nesini tartışacağız?
Ama eskiden de
böyleydi. Halk Partisinin de bunda günahı var. Ne kadar insan harcandı.
Türkiye'de sol, kültürel çizgide Halk Partisi ile aynı çizgideydi. Batılıydı.
Kültürel yönden batıya dönüktü. Bu noktada Halk Partisi ile birleşiyordu. Buna
rağmen geçmişte Halk Partisi sağla işbirliği yaptı..
Bütün darbeler
sanki sağa karsı yapılmış gibi, simdi konuşuyorlar. Kimse de ağzını açmıyor.
Kaç nesil harcandı! Bu ülkenin en değerli çocukları ya öldürüldü, ya da
hapislerde çürüdü. Ben her zaman söylüyorum. Kurtuluş Savası hakkında, Atatürk
hakkında yazılan bütün kitapları solcular yazdı. Nerede yazdı? Hapishanede.
Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Hasan İzzettin Dinamo, hepsi. Çok karanlık günlerden
geldi Türkiye. Yazık ettiler.
CENGİZ İLHANLA
SÖYLEŞİ
İZMİR LİFE
Röportaj: Mehmet
Şakir ÖRS
O,
hep ünlü şairimiz Attila İlhan’ın
kardeşi olarak bilinir, tanınır, anılırdı. Oysa mütevazı ve sakin kişiliğiyle kendi meslek yaşamında , hukuk ve demokrasi
alanında etkin mücadeleler vermiş önemli
bir aydınımızdı. Aynı zamanda İzmir’in tarihi ve kültürü üzerine de çalışan,
eserler veren bir düşün insanıydı. Bunu son yayımladığı kitapla bir kez daha
kanıtlamıştı. Şimdiye kadar Cengiz İlhan’la
çoğunlukla Attila İlhan üzerine konuşulmuş. Biz bu kez farklı bir şey
yapmak istiyor ve Cengiz İlhan’la Cengiz
İlhan’ı konuşmak istiyoruz. Hastalığı ile boğuştuğu günlerde kendisini evinde
ziyaret ediyoruz. Amacımızı gerçekleştiriyor ve onca hastalığına karşın kendisi
ile güzel bir söyleşi gerçekleştiriyoruz.
Ama
ne yazık ki O, görüşmemizin yayımlandığını göremeden aramızdan ayrılıyor. Çok
sevdiği İzmir’e ve bizlere veda ediyor.
İzmir Life’ın bu sayısında, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz , İzmir
Barosu’nun eski başkanlarından Av.Cengiz İlhan’la ölümünden
önce yaptığımız ve yayına
hazırladığımız son görüşmeyi
yayımlıyoruz. Böylece gecikmeli de olsa,
tüm hemşehrilerimiz adına anısına saygı
sunmak istiyoruz.
Bir
İzmir-Karşıyaka beyefendisi
Cengiz
İlhan’la dostluğumuz nasıl başladı diye düşünüyor ve belleğimi yokluyorum...
Onu eski bir Karşıyakalı olarak elbette
biliyor ve tanıyordum. Deneyimli bir hukukçu olarak meslek anılarını yazdığı, Dönemeç
yayınlarından çıkan kitabını okumuştum. Ülke sorunları ve düşünce yaşamımız
üzerine yazılarına gazete ve dergilerde sıkça rastlamıştım. Tabii bir de İzmir
Barosu’nun eski başkanı olarak mesleki eylemlerinden biliyordum. Ama onunla
asıl dostluğumuz ve yakınlığımız, ağabeyi Attila İlhan’ın ölümünden sonra oldu.
İzmir’de düzenlenen saygı ve anma toplantılarında birlikte olduk. Hele Menemen’de düzenlenen yemekli bir
toplantıya konuk konuşmacı oluşumuzu ve
keyifli seyahatimizi unutamıyorum. Cengiz beyin, Attila İlhan’ın anısını
yaşatmak için verdiği anlamlı uğraşların da yakından tanığıyım. Cengiz beyi
düşününce, son yıllarda Karşıyaka-Konak vapurundaki karşılaşmalarımızı da
anımsıyorum. Başında şapkası ve elinde bastonuyla hemen her Çarşamba İzmir tarafına geçip kadim
dostlarıyla rakılı buluşmalar gerçekleştirirdi.
Biz de bu vesileyle vapurda karşılaşır,
İzmir-Karşıyaka tarihi üstüne ve güncel
olaylarla ilgili olarak, tadına doyulmaz
kısacık vapur sohbetleri yapardık. Söyleşimizi vapurdan indikten sonra da dakikalarca ayakta
sürdürürdük. Cengiz İlhan, uzunca bir süredir sağlık sorunlarıyla boğuşuyordu.
Artık o hemen her Çarşamba vapurda karşılaşmalarımıza vesile olan rakılı dost
buluşmalarını da gerçekleştiremiyordu.
Ama yaşadığı onca sağlık sorununa
karşın, yeni çıkan kitabının
sevincini de sürüyordu… İlhan’ın “Gavur İzmir’den Türk İzmir’e “ isimli kitabı geçtiğimiz günlerde
yayımlandı.
Özel bir şehir!
Cengiz
İlhan, İzmir için neden özgün bir şehir
tanımlaması yaptığını kitabında şöyle açıklıyor: “Tarih içinde, hangi çağda
olursa olsun, depremlere,savaşlara,salgınlara, göçlere rağmen İzmir aynı
İzmir olarak kalmasını bilen nadir
şehirlerdendir. Kimi büyük şehirler vardır; yaşadıkça kişiliğinizi kaybeder,
giderek yok olursunuz. Şehir bütün ağırlığıyla üzerinize çökmüş, sizi esir
almış, ezmiş, yok etmiştir. İzmir öyle bir şehir değildir; kişiliğinize saygı
duyar, size destek olur, size değer
verir, size yaşadığınızı, yaşamın güzelliklerini, kendinizi, kişiliğinizi
hissettirir. İzmir özgün bir şehirdir; özel bir şehir!” Cengiz bey, kitabının
“Karşıyaka Çocuğu” başlıklı son bölümünde Karşıyaka ile ilgili anılarını, izlenimlerini de anlatıyor.
“… Böyle bir iklim, böyle bir yaşam, şüphesiz ister iklim deyin ister güneş
veya deniz, ne derseniz deyin, ister bir yaşam biçimi olarak nitelendirin, kanımca
burası, şehrimiz, dünyanın insanlar, bitkiler, hayvanlar ve bütün yaratıklar
için yaşanacak en güzel köşelerinden birisidir. Burada yaşamış, yaşlanmış,
ihtiyarlamış olmak, böyle bir çevrede ömrünü tamamlamak az mutluluk değildir. İzmir’de Karşıyaka gibi
bie şehirde yaşamış, bu mutluluğa
ulaşmış bir kişi olarak, doğrusu
kendimi çok şanslı görüyorum. “
Çiçek Palas
olayı
1927
İzmir Menemen doğumlu olan Cengiz İlhan, Karşıyaka’da büyümüş, ilk ve orta
öğrenimini Karşıyaka ile Anadolu’nun çeşitli ilçelerinde yapıp İstanbul’da tamamlamış. Ağabeyi ünlü edebiyatçımız Attila İlhan’ın siyasal
nedenlerle küçük yaşlarda yaşadığı
tutuklanma ve okuldan uzaklaştırma
cezası nedeniyle, 1943’te iki kardeş
İstanbul Işık Lisesi’ne
gitmişler. Ve orada liseyi birlikte bitirmişler. Sonra yine birlikte
Paris’e uzanmışlar. İlhan, Paris macerasını şöyle anlatıyor: “Hukuk 3’teyken,
Attila ile birlikte Paris’e gittik. 1949 Kasım ayıydı. Orada Fahri Petek’le
tanıştık. Bergamalı bir eczacıydı. Otel odasında yaşıyordu. Bize yardımcı oldu.
Ama bir süre sonra ben geri döndüm, orada yapamayacağımı anladım. Abim orada
kaldı. Bilinen serüvenleri yaşadı. Sonra ülkeye dönüp Esat Adil Müstecaplı’nın partisinde çalıştı. Esat Adil, Ceza İşleri
Genel Müdürlüğü yapmış, Foça açık cezaevini kurmuş önemli bir isimdi. Tan
gazetesinde yazardı.”
Ağabeyi
Attila İlhan’ın serüvenci, renkli kişiliği ve dalgalanmalarla dolu yaşam
öyküsüne karşın; Cengiz İlhan sakin, dingin bir yaşam çizgisi izliyor. Bunu bir
ölçüde Paris’i bırakıp gelmesinden de anlıyoruz. Ancak onun da başından geçen ilginç olaylar
var. Bunlardan birisi de Nazım Hikmet’in cezaevinden kurtarılması kampanyasında
yaşanan “Çiçek Palas olayı”. Cengiz
İlhan, Çiçek Palas olayını şöyle anlatıyor: “1950’de Nazım’ın kurtarılması için
kampanya yürütülüyordu. O zaman İleri Gençlik Birliği vardı. Onlar kampanya
kapsamında Çiçek Palas otelinde bir
toplantı düzenlediler. Ben de İstanbul
Hukuk’ta öğrenciydim. Toplantıya katıldım. Tam kürsüde Nazım’ın şiirlerini
okuyordum ki zamanın İstanbul Valisi Kerim Gökay ve polisler toplantıyı bastılar. Toplantı
dağıtıldı ve karışıklıklar yaşandı. Bu olayı hiç unutamıyorum.”
‘Eski Tüfekler’
Cengiz
beyle yeni kitabından yola çıkarak başlattığımız söyleşiyi, İzmir’in toplumsal mücadele tarihi ve o tarihte yer alan
kişiliklerle sürdürüyoruz. Cengiz İlhan,
yaşı gereği o dönemleri çok iyi anımsıyor ve o kişilikleri de çok iyi biliyor.
Kendisi aktif görevler almasa da hep bu çevrelerin içinde olmuş. “1940’lı yıllarda
Karşıyaka’da yaşayan Orhan Rahmi Gökçe bizim aile dostumuzdu. Dönemin Karşıyaka
Lisesi edebiyat öğretmeni Lütfiye Güçlü,
Asım Kültür’ün kardeşi İsmet Kültür o yılların Karşıyaka’sında toplumsal
mücadele çevrelerinin insanlarıydılar. Nazım’ın
“Gece Gelen Telgraf” isimli şiirini abime veren Cemşit, abimin yakın
arkadaşıydı. Kendisi Acem kökenliydi, sonra Bağdat’a gitti. Celal Bey
asfaltında manavlık yapan Selahattin bey vardı. Sonraları edebiyatımızın önemli
isimlerinden olan Şükran Kurdakul, ortaokulda benim sınıf arkadaşımdı. İzmir
Halkevi’nce yayımlanan Fikirler dergisi, İzmir’in toplumsal kültür – sanat
yaşamında önemli izler bırakmıştır. O yıllarda Vehide Baha Pars, İzmir Kız
Lisesi müdüresiydi.“
Cengiz
İlhan bir bölümüyle yakın arkadaşlıklar kurduğu
İzmir’in eski tüfeklerini anlatmayı sürdürüyor: “ Cazım Aktimur,
İzmir’in sol tarihinin önemli bir
ismiydi. Karşıyakalı Ahmet Bilge arkadaşımdı. Kendisi yapı ustası okulu
mezunuydu. Karşıyaka Eshot’ta çalışıyordu.
Bu nedenle sucu lakabıyla biliniyordu. Ağabeyi Macit Bilge, ticaret
odası genel sekreterliği yapmıştı. Eski
sol siyasal hareketin ikili bir yapısı vardı. Bilindiği gibi bunun bir
kolunu Şefik Hüsnü – Zeki Baştımar çizgisi temsil ederdi, diğer kolunu da Mihri
Belli – Erdoğan Berktay çizgisi oluştururdu. 1950’lerin başlarında da İzmir’de
böyle ikili bir yapı vardı. Bunlar birbirleriyle de uğraşırlardı. Bu
çekişmenin TİP’in ilk dönemlerinde de
yansıması olmuştur. “ Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) ilk dönemlerinde İzmir’de öne çıkan isimler de Cengiz İlhan’ın
hem arkadaşları hem de meslektaşlarıymış. Bizim de sağlığında yakından tanıdığımız ve
adımıza imzaladığı şiir kitabını
kitaplığımızda özenle koruduğumuz
rahmetli Av. Nuran Yuluğ, Av.
Nurullah Turksavul ile İzmirlilerin fotoğrafçı olarak bildikleri
Esat Balım bu isimlerin başında geliyor.
Genel Başkan Mehmet Ali Aybar ile
işbirliği yapan Berktay’ın
1960’lı yıllarda TİP’in
İzmir’deki gelişim süreci üzerinde de etkili olduğunu söylüyor.
Hukuk ve
demokrasi mücadelesi
1950’de
İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitiren ve
1952’den itibaren İzmir’de serbest
avukatlık yapan Cengiz İlhan’ın yarım
asrı aşkın meslek yaşamı, hep hukuk ve
demokrasi mücadelesi ile geçmiş.
1974-1978 yılları arasında İzmir Barosu başkanlığı yapan, 1963-1969 yılları
arasında Türkiye Barolar Birliği kuruluş
çalışmalarına katılan İlhan, Türkiye Barolar Birliği’nin kurucu yönetim
kurulunda başkan yardımcılığı da yapmış.
(1969-1972) Hukuk alanında yayımlanmış bir çok kitabı bulunan İlhan, yaşamı
boyunca hep hukukun üstünlüğü ve demokrasinin yerleşmesi için uğraşılar,
mücadeleler vermiş. Hem bir hukuk insanı hem de çağdaş bir aydın olarak
ülkesine karşı olan borcunu yerine getirmeye çalışmış. Peki ya İzmir’e karşı
borcu? Kendi deyişiyle “İzmir’e karşı
ödemem gereken ‘güzel bir yaşam’ borcum
var” diyen İlhan, bizce bu borcunu da
son olarak yayımladığı ‘Özgün Bir Şehir’
kitabıyla fazlasıyla ödedi.
İzmir
Life Dergisi – Eylül 2011
Röp: Mehmet
Şakir Örs