Cengiz Çandar

Gazeteci, Yazar

Doğum
21 Eylül, 1948
Eğitim
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Diplomasi ve Dış Münasebetler Bölümü
Burç
Diğer İsimler
Osman Cengiz Rumeli

Gazeteci-yazar. 21 Eylül 1948, Ankara doğumlu. Asıl adı Osman Cengiz. Rumeli göçmeni bir ailedendir. İlkokulu Ankara’da bitirdi. Tarsus Amerikan Koleji (1966), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Diplomasi ve Dış Münasebetler Bölümü (1970) mezunu. Kısa bir süre Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler asistanı olarak görev yaptı (1979-81). Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı olarak siyasi faaliyetleri nedeniyle 12 Mart 1971 askeri müdahalesinin ertesinde ismi sakıncalılar listesine girdi. Yurt dışına kaçarak Filistin direnme hareketinin bünyesinde kısa bir süre, Şam’da uzunca bir süre Beyrut’ta ve daha sonra kısa sürelerle Cenevre, Paris ve Amsterdam’da yaşayıp 1974’te Türkiye’ ye döndü.

Gazeteciliğe 1976 yılında Vatan gazetesinde dış haberler şefi ve dış politika yorumcusu olarak başladı. Türk Haberler Ajansı ile Cumhuriyet, Hürriyet, Güneş, Sabah, Yeni Şafak, Dünden Bugüne Tercüman, Referans gazetelerinde dış politika yazarlığı yaptı. 1 Eylül 2008’den itibaren uzun yıllar Radikal gazetesinde yazdı.

 Gazetecilik hayatının henüz başlarındayken “Ortadoğu Uzmanı”, “Savaş Muhabiri” gibi sıfatlarla anılır oldu. 80’li yılların ilk yarısını Lübnan’da, defalarca gittiği İran ve Ortadoğu’nun diğer merkezlerinde geçirdi. İkinci yarısında Doğu Avrupa’ya ve eski Sovyetler Birliği’ne yönelerek geniş bir coğrafyayı dolaştı. 1991–93 yılları arasında dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın özel danışmanlığını yaptı.  1993–95 arasında başta Bosna olmak üzere Balkanlarla ilgili çalışmalar yaptı. Bir ara, Cem Boyner’in başlatıp kısa zamanda başarısızlıkla sonuçlanan Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı ve örgütlenme sorumluluğunu üstlendi. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Orta Doğu tarihi ve Orta Doğu politikası dersleri verdi (1997-99). “21. Yüzyıl Türkiye’si” üzerine yapılan çalışmada yer alması için Amerika Birleşik Devletleri’ne davet edildi ve iki yıl süresinde araştırmaya katkı sağladı (1999-2000).

Cengiz Çandar, Ocak 2017 başlarında Stockholm'e yerleşti ve Stockholm Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Merkezi'nde kıdemli ziyaretçi araştırmacı olarak görev yapmaya başladı. Bir dönem siyasi iktidarı kayıtsız destekleyen ancak Cemaat-Hükümet kavgasının ardından AKP ile ters düşen Cengiz Çandar Stockholm'e yerleşti. Çandar, Stockholm Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Merkezi'nde kıdemli ziyaretçi araştırmacı olarak görev yapıyor. Cemaat kumpaslarına verdiği destekle bilinen Çandar'ın adı üniversitenin resmi sitesinde de yer aldı.

Çandar daha önce de Filistin Kurtuluş Hareketi'nden ayrılıp Stockholm'e gitmişti. Birlikte Filistin Kurtuluş Hareketi'nden ayrıldığı arkadaşı Şahin Alpay da aynı üniversitede doktorasını yapmıştı. 

1980’de Marksizme getirdiği eleştirilerin yanında Ortadoğu sorunlarını konu alan yorumlarıyla dikkat çekti. Aydınlık (1967-70), Proleter ve Devrimci Aydınlık (1970-71), Güney (1977), Tempo (1988-89) gibi birçok gazete ve dergide de yayımlandı. Meslek hayatı boyunca gezdiği dünyanın çeşitli ülkelerinde bulunan şehirlerden elli kadarını, kendine özgü bir anlatım diliyle şehir yazılarında anlattı. Bu yazılar önce Güneş gazetesinde tefrika edildi, daha sonra Benim Şehirlerim adıyla kitaplaştırıldı. 1982’de Türkiye Yazarlar Birliğince yılın gazetecisi seçildi. Ayrıca 1983 Bülent Dikmener Haber, 1986-87 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk, 1995 Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının Hoşgörü ödüllerini aldı. Fenerbahçe Spor Kulübü üyesi olan Çandar, Uluslararası Balkan Konferanslarının örgütleyicileri arasında yer aldı.

ESERLERİ:

Direnen Filistin (1976), Dünden Yarına İran (1981), Ortadoğu Çıkmazı (1984), Tarihle Randevu (1984), Ortadoğu Üzerine Aykırı Düşünceler (1984), Güneşin Yedi Rengi (1987), Benim Şehirlerim (2000), Çıktık Açık Alınla - 28 Şubat Post Modern Darbe Geçidinde / 1996-2000 (2000), Mezopotamya Ekspresi: Bir Tarih Yolculuğu (2012).

ORTAK KİTAP: Türkiye'nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası (Editör: Morton Abramowitz . Alan Makovsky, Heath W. Lowry, Morton Abramowitz, Philip Robins, Ziya Öniş ile birlikte; yay. haz. Faruk Çakır, 2001).

KAYNAKÇA: Büyük Larousse (c. 5, s. 2569), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Cengiz Çandar'ın yeni adresi (odatv.com.tr, 11.01.2017).

 

 

 

 

KUDÜS

Şimdi bu Kasım gecesinin maviliğinde, Kudüs aldatıcı bir barışcıl görünüm sunuyordu. Bir uzak ışık halkası şehri uydular gibi sarmıştı. Kuzeyde, Ramallah'ınkiler, daha ötede doğuda Ölü Deniz tabanında, Eriha'nınki (Jericho); güneyde Bethlehem. Daha yakında bir ikinci ışıklar zinciri bir tepe üzerinden diğerine, geceleyin ışıldayan fenerler gibi sıçrayarak Kudüs'e ulaşan yolların üzerinde nöbet tutuyorlardı...

Tıpkı böyledir geceleyin batı yönünden, Akdeniz tarafından Kudüs'e yaklaşmak... Aslında farketmez. Yeryüzünün üçyüz metre altından yani deniz seviyesinin üçyüz metre aşağısından Gor Çukuru'ndan, Ürdün tarafından Kudüs'e bakarsanız da farketmez. Yine halay çeken o ışıkları, tepelerin üzerinde seke seke rakseder görürsünüz.

Hatta, Gor Çukuru'ndan değil de, yüksek Moab tepelerinin üzerinden, Amman yakınlarındaki Salt'tan bakıldığında da elele tutuşmuş ışıkların Kudüs'ten göz kırptığı görülür.

Ben ilk kez Akdeniz tarafından gelip girdim Kudüs'e... Bir gece vakti, ışıklar benimle ve ben tarihle oynaşırken...

Önce Yahudi kesimiyle tanıştım. Sonra merakımı yenemeyip, bir yön kestirerek doğuya doğru, gece yarısı yürüdüm. Vadiden indim, vadiden çıktım ve surların önünde durdum. Kudüs'ü görmeden ezberleyenlerden biriydim. Onun için, Mamila'yı aşıp "Davud'un Şehri"nin yanından kıvrılıp Eski Şehir'in surlarında, Yafa Kapısı'nın önüne ulaştığımı biliyordum.

Osmanlılar ya da bizimkiler saygıdeğer konukları Kayzer İkinci Wilhelm'i o kapıdan buyur edip ağırlamışlardı... Biliyordum. Ve General Allenby yine o kapıdan girip, şehri belki de ebediyen Türklerden almıştı. Onu da biliyordum.

Gece yarısının ürpertici sessizliğinde sadece benim adımlarımın yankılandığı sesten irkildim. Her attığım adım korku bilmez, tehlikeyle cilveleşmeyi seven yüreğime inen tok çekiç darbeleri gibi çınlıyordu.

Korktum. Kendimden mi, Kudüs'ün kaşife keşfedilmeyi yasaklayan gizeminden mi... Hâlâ bilmiyorum. Ama korktum ve melon şapkalarının kenarından zülüfleri inen redingotlu Yahudilerin doldurduğu ışıklı otel salonlarının güvenliğine geri döndüm. Bizim Kudüs'ten, şimdi yine "bizimkiler"in yaşadığı Kudüs'ten ürperdim.

Falih Rıfkı, "Çıplak İsa, Nasıra'da (Nazareth) marangoz çırağı idi. Zeytindağı'nın üstünden geçtiği zaman altında kendi malı bir eşeği vardı. Biz Kudüs'te kirada oturuyoruz. Halep'ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk nüfus kağıdı değil, ne Türkçe, ne de Türk geçiyor" diye yazmış ve eklemiş: "Bir Türk Kudüs'ü yoktu. Bir Arap Kudüs'ü var mıydı? Hayır. Ne Katolik, ne Ortodoks ne de Yahudi Kudüs'ü! Kudüs Haçlı, alemli, Davud mühürlü sancaklar altında göze görünmez orduların sessizce alıp verdikleri bir yer..."

Muhteşem! İşte tam da bunun için Kudüs, benim... Kimsenin olmadığı için herkesin ve benim; çünkü Tanrı'nın...

Kudüs, Zeytindağı'nda Kudüs olur. Zeytindağı'na çıkan herkese ait olur. Zeytindağı'na çıkan herkes Kudüs'e ait olur.

Zeytindağı'na Eski Şehir'i kuşatan surların yanındaki yoldan vadiye inip, dik ve az kıvrımlı bir yokuştan çıkarak da varılır. Mount Scopus veya American Colony ya da Vadi el-Coz'dan inip, Kidron (Yehoşafat) Vadisi'nden tırmanarak da. Ürdün, yani doğu yönünden geliyorsanız da, Gor Çukuru'ndan doğru geldiğiniz için yine tırmanmış olacaksınız.

Zeytindağı'ndan önünüzde ezelden ebede uzanan ufka şöyle bir bakın. Bu manzarayı Tanrı yerkürenin hiçbir köşesinde size sunacak kadar cömert değildir.

Önünüzde yuvarlak ve her daim güneşin şavkıyla parıldayan altın kubbesiyle, surun arkasında, bir eşsiz sanat anıtı Kubbetussakhr. Kim ona Hz. Ömer Camii adını takmış, bilinmez ama Hz. Ömer Camii değildir. Hz. Muhammed'in ruhunun yükseldiği kaya parçası nedeniyle Müslümanlar için kutsaldır ve o olmadan Kudüs olamayacağına göre, Kudüs Müslümandır. İslâm'ın da ilk kıblesidir.

Az ötesinde gümüş kubbesiyle Mescid-ül Aksa, Kubbetu-sakhr'a oranla mütevazı ama onu tamamladığı ölçüde görkemlidir.

Mescid-ül Aksa'nın yanıbaşında selvilerin örttüğü duvarın öte tarafı, Yahudilerin Ağlama Duvarı'dır. Yüzyıllarca Litvanya'dan Yemen'e, Özbekistan'dan Almanya'ya her Yahudi, her Şavat duasını "Gelecek yıl Kudüs'te" diye işte o duvara yüz sürebilmek umuduyla bitirmiştir.

Altın kubbenin arka planında dikkatli gözlerden kaçama-yan kararmış ikiz gümüş kubbe Kıyamet Kilisesi'dir. İsa orada çarmıha gerildi. Bu manzarayı seyrettiğiniz yere bir gün İsa geri gelecek. Basılan her toprak zerresi kutsal, gözün görebildiği her yapı, her arazi üç İbrahimi dine mensup milyonların hayatlarının her anını güdecek kadar anlamlıdır.

Zeytindağı adlı, üzerinde serpme zeytin ağaçlarının yayıldığı tepenin yamacında Maria Magdalena adında bir Rus Kilisesi göze çarpar. Yanıbaşında Meryem gömülüdür. Vadinin öte yanında, sur dibinde, Muhammed'in sahabesinin mezarları; ayaklarınızın dibinde gelişigüzel tepeye dağılmış antik taş parçaları gibi duranlar Yahudi mezarlarıdır. Zeytindağı çok kıymetlidir; çünkü kıyamet günü geldiğinde dünyanın sonunu ilan edecek davullar, şu aşağıdaki Kidron Vadisi'nde çalınacak ve tüm insanlığın ruhlarını uyandıracak. Canlanacak tüm ölülerin ilk can bulacakları Zeytindağı'na gömülü olanlar olacak. Onun için çok kıymetli.

Eski Ahid'in ve yenisinin sararmış sayfaları arasında mitolojik gezintinin dayanılmaz cazibesine kapılırken, gözünüzün sol tarafta Bethlehem'in uzakta görünen beyaz binalarına, gelinlik giymiş bir genç kızı andıran kiliselerine takılma-ması imkânsız. Sağda Ramallah üzerinden Nablus'a doğru uzanan eski Samaria'nın engebeli arazisi; ön tarafta Kudüs ve Akdeniz'i görmeden önceki çam kaplı tepeler ve arkanıza döndüğünüz anda batı yönündeki yeşil serpintilere inat çırılçıplak, evet çırılçıplak bir çöl dekoru. Judea'nın kabartıları dalga dalga Ölü Deniz'in kurşunî maviliğine doğru yerin altına inercesine, Ürdün Irmağı'nın yarattığı vahaya, aşağıya iniyor. Ve hizanızda Musa'nın "Kutsal Topraklar" a ayak basamadan kavmini getirip can verdiği, çırılçıplak ve o ölçüde efsunlu Moab Dağları.

Böyle bir coğrafyaya, böylesine bahşedilmez bir mistik derinliğe dünyanın hiçbir yerinde rastlanamadığı için mi acaba Kudüs, üç dinin de kutsal şehri Allah'ın kutsadığı mekân olmuştur?

Hergün bıkılmadan, usanılmadan Zeytindağı'na çıkılır ve Kudüs ile engin çevresinin sunduğu o akıl almaz panorama seyredilir. Nasıl her gün Boğaziçi'ni seyretmekten bıkılmaz-sa, Kudüs'ü seyretmekten bıkılabilinemez.

Her gün Eski Şehir'in surları içindeki labirent sokaklarını arşınlamak da ayrı bir keyif, ayrı bir lezzettir. Tercihan Şam Kapısı'ndan girip, sokaklara taşan kebapçıların dumanları arasından savrularak Via Dolorosa'ya çıkmak pek hoştur. Bu dar, kıvrımlı, iniş çıkışlı, yılankavi sokak, İsa'nın sırtında çarmıhıy-la Pontus Pilatus'un biçtiği cezanın infazına gittiği yoldur.

Via Dolorosa'dan geçilip varılan Hıristiyan Mahallesi'nde Hıristiyan ne kadar papaz türü varsa görmek, tanımak mümkündür. Papaz olmayan Hıristiyan dükkân sahipleri Filistinlilerdir. Sonra Ermeni Mahallesi'nde tarihin derinliklerine doğru gezintiye çıkılır. Yahudi Mahallesi çabuk aşılmalı ki içinden çıkılmaz bir bilmeceye benzeyen ve karınca gibi insan kaynayan Müslüman Mahallesi'nin sokaklarında tarihi yaşayabilmek mümkün olsun. Oradakiler de Filistinlilerdir ve her metrekarede bir Emevî, Fatımî ve Osmanlı izine değe değe yürünür.

Eski Şehir'den çıkıp Mamila'nın tarihi binalarını aşıp Yafa Caddesi'nde veya Ben Yehuda'da dolandığınızda, Yahudi Kudüs'ü tanırsınız. Hele bir de sağa sapıp Mea Şearim'e girmeye görün. Orada bir penguenler ordusu; melon şapkalı ve redingotlu Hassidik Yahudiler sizi birdenbire Ortaçağ'ın Polonya'sına, Ukrayna'sına, Beyaz Rusya'sına taşırlar.

Selahaddin Eyyubi'nin şehrinde İsrail Parlamentosu Knesset'e girebilme şansınız olursa, Marc Chagall'ın dev vitraylarıyla yüzyüze gelirsiniz ve onları başka hiçbir yerde göremezsiniz.

Yahudi tarafı da köhnedir. Zaten ayaklar ister istemez insanı Eski Şehir'e, surlar arasına çeker. Bunalmazsanız; vadilerden inip çıkarak, tarihle ve mitolojiyle şakalaşarak Kudüs'ün en az 20-30 kilometre kutsal toprak görüntüsü veren göz ufkunu her zaman yakalabilirsiniz.

Elinizde değil, yine Zeytindağı'na gideceksiniz. İsa'nın "Son Yemeği"ni yediği tepeye göz atıp, bir yandan şehri diğer yandan çırılçıplak tepelerle çok çok aşağılarda buluşan Ölü Deniz'i seyredeceksiniz... Buralarda mistik, manyetik çekim sizi sürekli Tanrı'ya doğru aşıracak. Dalacaksınız, dalıp gideceksiniz çaresi yok...

Gece nereye mi gitmeli, nerede ne mi yemeli?

Kudüs geceleri yaşamaz. Kudüs eğlence şehri değildir. Kudüs'ün lakabı Barış Şehri'dir. Medinetüsselam. Bu yüzden onun adına, ona sahip olabilmek için yüzyıllardır insanlar çok kan döktüler, hâlâ döküyorlar.

Kudüs hafife alınmaz, ciddi bir şehirdir. Tanrısal bir şehirdir.

O yüzden nice sancak el değiştirse de Kudüs, kimsenin değildir. Olmamıştır, olamaz. Kudüs benim şehrimdir.

(Benim Şehirlerim, 2004)

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör