Çocuk edebiyatı alanındaki ürünlerini Kırmızı
Fare, Milliyet Çocuk dergilerinde yayımladı. Aylık Virgül dergisinde
çocuk kitapları üstüne tanıtıcı yazılar yazdı. ‘Memo’nun Serüvenleri’ adlı
arkası yarın programı, TRT Türkiye’nin Sesi yurtdışı Yayınlarında 2000 yılında,
10 bölüm olarak yayımlandı. Bir öyküsünden oyunlaştırılan Mavi Kuş, Tiyatrom
Grubu tarafından sahnelendi. 1990 Sıtkı Dost Çocuk Öyküleri Yarışması’nda
Mansiyon, 1992 Kırmızı Fare Öykü Yarışması’nda Büyük Ödül kazandı.
“Çocuk
yazınımızın en büyük sorunlarından biri olan çocuk bakışının yeterince ele
alınamayışı Seza Aksoy’un kitabında aşılmış görünüyor. Çünkü yazarın gerek
dili, gerek biçimi çocuklaşmadan, basitliğe kaçmadan çocuksu dünyayı getiriyor
gözlerimizin önüne.” (S. Dilidüzgün)
ESERLERİ:
ÇOCUK ROMANI: Arsa (1981), Tomurcuk
ve Pembe Kedi (1996), Tomurcuk ve Pembe Kedi Altın Peşinde (1999), Akıllı
Anka (2002), Nun Gelince (2002), Güvercin’in Saati (2003), Şişko
Patates (2006).
ÇOCUK ÖYKÜSÜ: Büyülü Bahçe (1993), Küçük
Prenses ve Kardelen (1995), Güneşe Köprü (2003).
OKUL ÖNCESİ: Uyku Ağacı (1996), Nil
Soru Soruyor (1999).
GENÇLİK ROMANI: Aşk Kalır (2004).
HAKKINDA: Doç. Dr. Selahattin Dilidüzgün /
“Seza Aksoy - Büyülü Bahçe” Çağdaş Eğitimde Sanat (s. 149, 1994), Aytül Akal /
Akıllı Anka (Cumhuriyet Kitap, sayı: 625), Muzaffer Uyguner / Seza Aksoy’dan
Çocuklara Armağan Büyülü Bahçe (Cumhuriyet Kitap, 19.8.1990), Aytül Akal /
Küçük Prenses ve Kardelen (Cumhuriyet Kitap, 8.12.2001), Prof. Dr. Sedat Sever
/ “Uyku Ağacı” Çocuk Edebiyatı (S. Dilidüzgün, Sedat Sever, Ali Öztürk, Ömer
Adıgüzel’le ortak, s. 61-63, 2002), Nur İçözü / Çocuk Bu, Güneşe Bile Ulaşır!
(Radikal Kitap, 30.3.2001), Muzaffer Uyguner / Tomurcuk ve Pembe Kedi Altın
Peşinde (Türk Dili Dergisi, sayı: 88, 2002), S. Dilidüzgün / İletişim Odaklı
Türkçe Derslerinde Çocuk Kitapları (2002), TBE Ansiklopedisi (c. 1, 2001),
Nilay Yılmaz / Nun Gelince (Cumhuriyet Kitap, 20.2.2003), Burcu Aktaş / Gençler
İçin Avrupa Meseleleri-Aşk Kalır (Radikal Kitap, 25.11.2004), Ercan Şengezer /
Akıllı Anka (Cumhuriyet Kitap, 18.11.2004).
Masanın
üstünde küçük bir kum saati vardı.İçindeki kumlar kırmızı, sarı ve mavi
renkteydi. Minik ve sabırsızdılar. Üst bölümden alta düşerken, ‘Hooopp..’ diye
bağırıyorlardı. Keyiflerine diyecek yoktu doğrusu. Bazen kırmızı ile sarı
olanlar alt bölümde buluşuyordu. Elele tutuşup, ‘Turuncu olduk. Birinci olduk,’
diye şarkı söylüyorlardı. Sarı ve maviler buluşunca, ‘Yeşiliz, eşsiziz,’ diye
zıplıyorlardı. Kırmızı ve maviler yanyana gelince şamata daha da artıyordu. ‘En
güzeli mor. Birinciyi bize sor.’
İşte böyle
hoplayıp, gün boyu dansediyorlardı. Bütün kumlar aşağı inince bir gün geçmiş
oluyordu. O zaman ters çevriliyordu kum saati. Hoplamalar, şarkılar yeniden
başlıyordu. ‘Zıp, zıp, zıp...’
Burası bir
ressamın atölyesiydi. Duvarlar resimlerle doluydu. Kocaman bir kutuda renk renk
boyalar vardı. Cıvıl cıvıl cıvıldadılar. Samur fırçaya: ‘Beni de sür. Önce
beni,’ diye yalvardılar. Samur fırça kalın ve görkemliydi. Beyaz paletin
üstünde ciddi ciddi boyaları karıştırıyordu. Palet kahkahadan kırılıyordu.
‘Gıdıklanıyorum, yeter! Gülmekten çatlayacağım neredeyse.’
Ressam
resmi bitirmek üzereydi.Resim ressamın gözünün içine bakıyordu. ‘Bir ayna
olsaydı burada. Kendimi bir görebilseydim,’ diyordu. İkide bir samur fırçaya
sorup duruyordu: ‘Güzel oldum mu? Neler var üstümde? Anlatsana!’ Fırça,
‘Kaygılanma. Güzel olacaksın,’ diyordu. Kendini ressamın becerikli ellerine
bırakmıştı. Usta bir dansçı gibi kıvrılıp bükülüyordu. Resme şöyle diyordu:
‘Kocaman bir deniz var üstünde. Küçük bir de sandal. Kıyıda bir adamla, küçük
bir çocuk balık tutuyorlar. Oğlanın saçları kırmızı. Oltanın ucunda da bir
balık var.’ ‘Hadi, hadi, durma! Boyarken anlatırsın,’ dedi resim. Öylesine
sabırsızdı.
Fakat o da
nesi! Ressam birden fırçayı bıraktı. Geriye çekildi. Resme yeniden baktı.Suratı
asıldı. ‘Bir şeyler eksik,’ dedi yüksek sesle. ‘Görünüşte güzel gibi ama eksik
olan nedir?’
Resim,
ressamın çatık kaşlarını görünce boyalara bağırdı: ‘Sizin yüzünüzden, sizin
yüzünüzden..’ Boyalar suçlanınca sinirlendiler: ‘Samur fırça yeterince
karıştırmadıysa, suç bizim mi! Bize
kızacağına ona kız. Eksik resim!’ Samur fırça yerde yuvarlanıp, homurdandı. Ne
dediği bile anlaşılmadı.
Stüdyonun
havası birden gerginleşti. Kum saatinin kum taneleri sıralarını şaşırdılar.
Kırmızı, sarı ve mavi aynı anda ince borunun ağzına geldiler. Mavi olan, ‘Sıra
bende. Ben hoplıyacağım,’ diye bağırdı. Kırmızı, ‘Hayır efendim, önce ben
atlıyacağım,’ dedi. Sarı kum tanesi cıyak cıyak bağırdı: ‘Benden önceki de
sarıydı. Sıra benim. Sıra benim..’ Üçü de yerinden kıpırdamadı. Kum saati
tıkandı kaldı. Hiç biri aşağı inemedi. Zaman durdu sanki.
Ressam
kırmızı sakalını çekiştirdi. Gitti pencereden dışarı baktı. Resmi inceleyip,
suratını buruşturdu.
İşte tam o
sırada atölyenin kapısı çalındı. ‘Kapı açık,’ dedi ressam. ‘Girin!’
On
yaşlarında küçük bir oğlan girdi içeri. Saçları kırmızıydı. Elinde bir olta
vardı. Küçük çocuk pırıl pırıl kahverengi gözleriyle babasına baktı. ‘Daha
bitmedi mi?’ dedi. ‘Balığa gidiyoruz değil mi baba?’ ‘İstersen biraz oyalan,’
dedi ressam. ‘Biliyorsun, sergiye yetiştirmem gerek.’
Çocuk önce
eksik resme baktı. Kum saatinin yanına giderken kızıl saçları, ateş böcekleri
gibi bir yandı, bir söndü. Kum saatini salladı çocuk. Önce sarı olan aşağı
atladı. ‘Hoopp..’Ardından mavi, sonra kırmızı. Kum taneleri eski neşelerini
buldular.
Ressam
fırçayı eline aldı. Resimdeki çocuğun saçlarına bir kaç günışığı kondurdu.
Ardından balığa. Balık oltanın ucunda çırpınmaya başladı. Gün ışıkları kıyıya vurunca
denizin dibi göründü. Kum taneleri neşeli çığlıklar attılar. ‘Hoopp...Birinci
dalga. Hoopp..İşte ikincisi. Ne kadar eğlenceli değil mi!’
Çocuk
oltasını hazırladı. Resimdeki balığa baktı. Küçük balık denizin derinliklerine
kaçtı. Baba oğul atölyeden elele çıktılar.
(Küçük Prenses ve Kardelen)