Öykü, deneme, araştırma ve inceleme yazılarını
Türk Yurdu, Türk Edebiyatı, Turnalar, Millî Kültür, Millî Eğitim, Dolunay,
Doğuş, Erguvan, Nilüfer, Töre, Folklor / Edebiyat vb. dergilerde yayımladı.
Türk Yurdu çalışması ile 1993 yılı Ziya Gökalp Teşvik Armağanını aldı.
Yurtiçinde ve yurtdışında katıldığı bilimsel nitelikli sempozyum, seminer ve
kongrelerde tebliğler sundu. Konferanslar verdi.
ESERLERİ:
Tarık Buğra (1988), Türk Yurdu / 1911-1931 Üzerine Bir İnceleme (1990),
Şiirimizde İzmir (Yıldız Tuncer ile birlikte, 1991), Tarık Buğra’nın
Hikâyeleri Üzerinde Bir İnceleme (1992), Tanzimat Edebiyatı (1992),
Servet-i Fünûn Edebiyatı (1992), Türk Yurdu / 1911-1992 Bibliyografyası (1993),
Meşrutiyet Devri Türk Edebiyatı (1994), Beş Hececiler (1994),
Özbekistan’da Çok Türkler Var (Hikâyeler, 1994), Edebiyat Araştırma ve
İncelemeleri (1994), Yedi Meşaleciler (1994), Şiirlerle Türkiye (İ.
Alpaslan ile, 1995), Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı I-II (1996),
Garipçiler / I. Yeniciler (1997), Türk Ocakları Tarihi Açıklamalı
Kronolojisi / 1912-1997 (Y.Hacaloğlu ve R.Memişoğlu ile; C.I : 1912-1931;
1998), Dil-Kültür Edebiyat ve Sanat Penceremizden (2000), Özker Yaşın
Hayatı-Sanatı-Eserlerinden Seçmeler (2001), Tanzimat Devri Türk Edebiyatı
(2001), Eğitim Fakülteleri İçin Çocuk Edebiyatı (2002, Mehmet Yardımcı
ile birlikte).
Ayrıca ders kitapları vardır.
KAYNAK: Mim Kemal Öke / Zorlutuna (Türkiye,
19.12.1990), Sabahattin Çağın / Türk Yurdu Üzerine Bir İnceleme (Türk Yurdu,
cilt: 11, s: 46, Haziran 1991), Afife Öğdü / Türk Yurdu Üzerine Bir İnceleme
(Türk Yurdu, s: 63, Kasım 1992), İsa Kocakaplan / Arayışlar Devri Türk
Edebiyatı I-Tanzimat Edebiyatı (Türk Edebiyatı, s: 232, Şubat 1993), Hasan
Öztürk / Tarık Buğra’yı Yaşarken Anlamak (Dergâh, s: 37, Mart 1993), Nazmiye
Özkan / Şiirlerle Türkiye (Bilge dergisi, Güz 1996), Nesrin Zengin / Yedi
Meşaleciler (Bilge, Güz 1999), Ahmet Yaşar Zengin / Garipçiler (Bilge, Güz
1999), Özlem Durmaz / Türk Ocakları Tarihi (Kitap Haber, s: 11, Temmuz-Ağustos
1999), M. Sadık / Dil-Kültür Edebiyat ve Sanat Penceremizden (Kıbrısım, Aralık
2000), İhsan
Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
(…..)
Kadın, bakımlı bir cilde sahipti, kumraldı. Burnu, ağzı, kaşı ve gözleri
oldukça uyumlu ve kusursuz denecek kadar güzeldi. Dudakları ve tırnakları
kırmızıya boyanmıştı. Allığının yanısıra rimelleri ve göz kapaklarının tatlı yeşilliği,
ona müstesna bir güzellik veriyordu. Bu sersem adam, bunun farkına nasıl
varamamış, bu Kadın'ı başkalarına yem olsun diye nasıl sokağa atmıştı? Adam buna
bir türlü akıl erdiremiyor ve üzülüyordu. Halbuki bu Kadın istese, gecenin bu saatinde
kimin yanında olmaz ki! Hatta yaşadığı anı değerlendirip, karşısındaki Adam'la pekâlâ birlikte
olabilirdi. Fakat Adam, randevusuna geç kalmamak için ayrılmak zorunda kaldı. Bu soruları aklına
takarak...
Adam'ın ardından, sigarasından bir nefes çeken Kadın'ın gözlerinde uzak,
ebedî hayallerin belirsiz mutlulukları canlanır gibi oldu. Genç kızlığından
kalma hayâlleri şimdi birer cansız varlık misâli ruhsuz ve hareketsizdi.
Muhayyilesi, mutluluk düşleriyle
dolu, evinden uzak kaldığı gecenin ürkütücü sessizliğinde ıssızdı. Sigarasını dudaklarına götürürken, ayyaş kocasını, biraz önce karşılaştığı ve yıllardır hayâlinde
yeşerttiği, gözlerinde yalnızca bir mutluluk dalgası uçuran Adam'ı
düşündü.
Ne dayanılmaz saadet olurdu, öyle bir insanla tek ruh ve tek beden olabilmek...
Aşkı doludizgin her dem taptaze, hilesiz yaşamak, acı ve sevinç sellerine sevgi budağına tutunarak kurtulmak,
son nefesinde bile adını sayıklamak... Kadın bu özlemlerin tutsağıydı âdeta…
Kadın, eline düşen iri bir gözyaşı damlasıyla hayâl âleminin güzelliğinden, bonkörlüğünden;
yaşadığı hayatın sevimsiz, çekilmez, kirli gerçeklerine dönüyordu. Realite
karşısında ezildikçe eziliyor, küçüldükçe
küçülüyordu... Bu dakikada kocası olan adamın içkiden uyuşmuş bedeniyle
nasıl horlaya horlaya uyuduğunu, sorumsuz,
sevgisiz, ruhsuz benliğinde, hiçlerin nasıl kol gezdiğini düşünüyordu.
Kadın umarsızdı. Küçük bir isyanın feryadını kendinden gizleyemedi. Kaderle saç saça, baş başa
boğuşmak isterken, gözyaşlarının
sessizliğine terk etti kendini.. Kader, neden bu kadar acımasız; hayat neden bu kadar adaletsizdi? Mutluluk her insana
neden reva değildi? Kadın'ı belki de asıl yıkan bunlardı. Saadetinin daim
olmayışı, onu hayata küstürmüştü. O, mutluluğun hayâllerdeki kadar geçici ve
soluk oluşunu içine sindiremiyordu. Hele tebessüm tomurcukları açacak gözlerle,
hep üzüntü sellerinin coşmasına akıl erdiremiyordu. Onu asıl kahreden de
buydu.. Hak etmiş olduğu mutluluğu
yakalayamamak ve yaşayamamak...
Kadın, umutsuz donuk bakışlarıyla Öğretmenevi'nin penceresinden
gökyüzüne baktı ve yerinden doğruldu. Tam karşısında kendisi gibi yalnız duran
bir yıldızın yüzüne gülümsediğini hissetti. Bir daha o eve ve kocasına dönmemeye
karar vermenin sevincini
yaşadı, iradesine hakimdi. Bundan böyle hayatını yeniden düzene koyacak, kendi
elleriyle çalışacak, kendi gözleriyle görecek ve özgür iradesiyle sevecekti.
Bunda oldukça kararlıydı.
Kadın, Adam'la
kısa süren birlikteliğinden sonra, aklını kurcalayan sorunlarının üstesinden
gelebilmenin azim ve kararıyla dışarı çıktı, sessiz ve güvenli adımlarını
Tandoğan'a doğru sıklaştırdı..
(Özbekistan’da
Çok Türkler Var, İzmir, 1994, s.109-110)