Sultan Su Esen

Ressam, Öykü Yazarı, Yazar, Şair

Doğum
28 Mart, 1947
Eğitim
Anadolu Üniversitesi
Burç

Şair ve öykü yazarı, ressam. 28 Mart 1947, Diyarbakır doğumlu. İlk ve ortaokulu Diyarbakır’da, liseyi Ankara Kız Lisesinde okudu. Gazi Eğitim Enstitüsü Almanca Bölümünü bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesinde lisans tamamladı. Ankara Çankaya Lisesinde Almanca öğretmenliği ve çeşitli okullarda öğretmenlik yaptıktan sonra 2004’te emekliye ayrıldı. Edebiyatçılar Derneği yönetim kurulunda görev aldı. 1997-2002 yılları arasında Ankara’da çıkan Abece eğitim ve kültür dergilerinde yazı kurulu üyeliği ve yayın yönetmenliği yaptı.

Şiir, öykü, deneme, gezi notları, anı, günce, kitap tanıtım yazıları ve eleştirileri 1998’den itibaren Adam Öykü, Papirüs, Kıyı, Damar, Ardıçkuşu, Abece, Kum, Cumhuriyet Dergi ve gazetesinde öyküleri ve yazıları yayımlandı. Birçok edebiyat etkinliğine ve radyo söyleşilerine katıldı.

Gâvur Köyün Boranı ile 2002 yılı SES (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası) 5. Kültür Sanat Ödülleri yarışmasında Öykü Dalı Birincisi oldu. Alkara adlı öyküsü Aykırı Sanat Dergisi 2004 öykü ödülünü kazandı. O Gün adlı öyküsü ile Samim Kocagöz birincilik ödülünü, Aslı’nın Dürbünü ile Mevlüt Kaplan Çocuk Yazını Birincilik Ödülünü aldı, Kumandan Beni Yemen’e Gönder öyküsüyle Ümit Kaftancıoğlu ödülünde mansiyon kazandı.

Edebiyat çalışmaları ile birlikte suluboya resim çalışmaları da yaptı. İlk kişisel sergisini TBMM, Mustafa Necati Kültür Merkezi(Ankara)’nde 2010 yılında açtı. Karma sergilere katıldı. Edebiyatçılar Derneği, Türkiye PEN Yazarlar Derneği, Dil Derneği ve Birleşmiş Milletler Türk Derneği üyesidir.

İzmir,  EKYAZ Platformu müşterek etkinlikler ve kitap yazma projelerinde öyküleri, denemeleriyle yer aldı.  Savur Saçlarını Ege (2008), Kent İnsan (2010), Güneş’i Öpmek İçin (2011), Kalemden Kaleme, Günyüzü Mektupları (2014)’nda  ise aramızda olmayan Diyarbakırlı şair ve yazar kadınlardan; Sırrı Hanım, İffet Hatice Hanım, yazar Cahit Uçuk ve Esma Ocak’a Mektupları yer almaktadır. “Kızlar ve Babaları- Paradigma Yayınları-2011, Gökhan Yavuz Demir, Alper Kanca’nın editörlüğünde “Kızlar ve Babaları" (2011) müşterek kitap çalışmasında yer almıştır.

Mehmet Aydın Keje Maria adlı öykü kitabı hakkında şöyle yazdı: 

"Sultan Su, tertemiz konuşma Türkçesiyle ilk öykülerinde doğrudan insana yönelir. Çizdiği değişik portreler arasında çok doğal ve güzel diyaloglar kurar. Konuşmalarda geçen laf çakıştırmalarıyla ironileri yakalayıp, anlatıma canlılık ve renklilik kazandırır. Ayrıca, yeri geldikçe araya şiirsel doğa betimleri serpiştirir. İnsanı tanıtmada farklı yöntemler kullanır. (..) Sis ve Ertuğrul Amca’da (..) olduğu gibi… Yazar, son öykülerinde kurmaca öyküler oluşturmaya yönelir. Bu öykülerde masal öğelerinden de yararlanarak, simgesel temellere dayanan çağdaş çizgide çok boyutlu varlıklar türetir. Bunları Bay Paço ve Al Kara adlı öykülerde açıkça görmekteyiz. Bay Paço’da benlik ve kişiliğini değiştiren toplumlar ele alınmış; Al Kara’da simgesel olarak sömürgen, yalaka ve dürüst üç masalsı varlığın eylemleri sergilenmiştir. Böylece Sultan Su Esen, öykünün salt dış görünüşlerden oluşan bir çoğaltma işi değil, derinlikleri de olan bir yaratma işi olduğunu bizlere kanıtlamış bulunmaktadır."

“Gâvurköy’ün Boranı’nda Sultan Su Akar, gerçekçi toplumcu çizgide insanın ve toplumun türlü hallerini sergiliyor, duru ve analşılır bir dille. Bunda şairliğinin etkisi olmalı diye düşünüyorum... ve yazarın, kitabın başında yer alan ‘Beni Öykü Yazmaya Götüren’ başlıklı yazısını da önemli buluyorum.” (Ruşen Hakkı)

ESERLERİ:

ŞİİR: Yürek Kıpırtıları (1997. “Bayaz Buludlar” adıyla Azerbaycan’da çevrilip yayınlandı, 2009).

ÖYKÜ: Gâvur Köy’ün Boranı (2003), Jan Valjan Amca (2006), Keje Maria (2009).

ÇOCUK KİTABI: Aslı'nın Dürbünü (2010).

KAYNAK: Şevket Beysanoğlu / Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları (c. 3, 1997), Ruşen Hakkı (Özgür Kocaeli gazetesi, 14.5.2003), Neriman Ağaoğlu - Zerrin Saral / Edebiyatımızda Kadın Yazarlar Sözlüğü, 2013),  İhsan Işık / Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006) - Diyarbakır Ansiklopedisi (2013). 

BAY PAÇO'NUN SERÜVENLERİ

”Vik, ing, vik, ing,” diye içini öyle çekti ki Bay PaÇo, yaban ördekleri, su çullukları, smokinli penguenler, yerinden yurdundan sürülmüş nice kanatlılar etrafına toplanıp onu teselli etti. “Yüzyıllardır burada yaşasak da, içimizde hep bir özlem, bir ah (!) büyür” dediler. 

Bu yakınlıktan etkilenen Bay PaÇo, sabah, akşam demeden, Yaban Kazları sürüsüne takılıp Yeni Dünya’ya gidip gidip geldi. Onlar gibi yemeye, içmeye, giyinmeye, hatta onlar gibi konuşmaya özen gösterdi. Bir gün iman ederek; “Bana bir armağan ihsan eyle, ey yüce Tanrı’m” diye yalvardı. Ve Tanrı dile geldi: “BELLA-BON!”dedi.

Böylelikle Bay PaÇo, en deneyimli, en akıllı, hatta dendiğine göre, dünyayı parmağının ucunda döndüren, Kaz Biraderlere ne yapması gerektiğini danıştı. İçlerinden Beyaz Kaz kazalanarak; “Sıkı dur, Bay PaÇo! Sana öyle bir büyü yapacağım ki; uçmanın ne denli önemli olduğunu anlayacaksın. Bundan böyle sana ‘Bay PaÇo’ değil, ‘Vak Vak-Ço’ diyecekler. Unutma yangından sadece kanatlı olanlar kurtulur. Bay PaÇo şaşırdı ve korktu;

Uçmak mı? Zinhar! Ben Ayaklıyım, gözlerim de iyi görmez!  Ayrıca Kaz uçar mı?

“Çok cahilsin, Bay PaÇo! Kaz uçmaz mı? Bırak, bu safsataları. Elem tere küş! Hadi önüme düş! Artık sen Ayaklı değil, bir Kanatlısın! Bu böyle biline! Hadi gel, bin sırtıma! Seni şöyle bir fiyortlarda gezdirip, batmayan güneşi göstereyim. Okyanusları aşırıp S’Amca’ların (!) yanına götüreyim. Pembe kürklü Tilkiler, bilgiç domuzlarla tanış! Dağı taşı kolay mı adam ettiler sanıyorsun. Karanlığı aydınlığa çevirip, suda yüzen şehirler kurdular! Sözün büyüsüne inan Bay PaÇo! R’ den sonra A aaa, diyecek, kimi yerde Me-(meleyecek), kimi yerde Be-(belereceksin!) BAY görünen kuşlara inanma sakın! Hepsi Pazar ayininde BAYPAS edilmiştir. Anlayacağın, çan sesiyle insanlar uyuşturulduktan sonra önemli kararlar orada alınır.”

Bay PaÇo,“Tam istediğim gibi!” diyerek Beyaz Kaz’ın sırtına bindi. İşaret parmağı ile orta parmağını V şeklinde açtı. Uçmanın büyüsünde, Çıralı’dan geçerken, onu karşılamaya gelenlerin suratına tükürdü, hatta sövdü. Aşağıdakiler şaşırdı, sonra şükredip yağmur yağıyor, dediler. Bay PaÇo Ayaklıların kendisini anlamadığını görünce, seslendi, “Ey A-hali, duyduk duymadık demeyin, ben artık sizin gibi Ayaklı değil, Kanatlıyım”

Ayaklılar inanmak istemdiler bu hötlenmeye. Kimileri hapşırmaya başladı. Kimileri kuş gribine yakalanıp yerlere serildi. “Bu sözler ne anlama geliyor yahu!” diye birbirine sordular. İçlerinden biri; 

“Bay PaÇo uğursuz Baykuş soyundan olduğunu haykırıyor, efendim!” dedi.

Kanatlılar Bay PaÇo’yu alkışladı. Ayaklılar; “Pis Ka Ka Çocuk!” diyerek onu yuhaladı. Su Aygırları ise, havanda su dövmeden ileri gidemedikleri için susmayı yeğlediler.

Ayaklılar ve Kanatlılar arasında gerginlik tırmanınca, birbirlerine sis bombaları fırlattılar. Çıkan kargaşadan enerji hatları koptu. Bu durumda duygusallaşan Bay PaÇo yolunu şaşırdı. Az daha uçurumdan aşağıya düşüp zumbarayı boylayacaktı ki, karanlıklar prensi Beyaz Kaz, yanında Tilki biraderi ile belirdi. “Katiller, Bay PaÇo’ya tuzak kurdular!” deyince Karlı Kaya Mezarlıklarında çanlar çalmaya başladı. Bay PaÇo da kendinden geçerek, “Biz katiliz! Biz katiliz!” diye ötmeye koyuldu.

Üstü yazılı renkli balonlar gökyüzünde dolaştı.

Bu mutluluk çok sürmedi. Tilki, Domuz, hatta bir kısım beyaz Kaz’ın bu işe keh keh güldüğünü, Ayaklı ve Kanatlılar arasında Hır çıkarıp Rant! elde edeceklerini görüp aldatıldığını anlayan Bay PaÇo, doğup büyüdüğü Çıralı’yı, mahalle arkadaşlarını, baba’sının da bir Ayaklı olduğunu anımsadı. Belleği gidip gidip geldi. Sıla hasreti içini kavurdu. Yalnız kaldığında kendi dilinde yırlamaya başladı. Yırladıkça gözünden boncuk boncuk yaşlar döküldü. Ödünç olarak alıp törende giydiği giysisi kirlenecek diye korktu.

O da ne, damlalar birer inci tanesi olarak yere düşüyordu. Hem de kocaman kocaman!...  Saman yeyip sap sıçan öküz hikayesini anımsadı.

“Oh Tanrım, zengin oldum, zengin!”oldum diyerek ellerini yukarıya kaldırdı. İncileri yastığının altına saklayıp rahat bir uyku çekmek istedi. Ne var ki, gözüne uyku girmiyor, incikler, boncuklar başını ağrıtıyordu. Gözlerinin altı çöktü, saçları beyazlaştı. Babam babam türküsünün dışında aklına bir şey gelmedi. Kendince acıklı bulduğu bu bildik öyküyü Kazlara yutturdu. Daha doğrusu Kazlar da yutmuş göründü. Hatta “Babamın çantasını da çaldılar, kitaplarını yakıp şiirlerini duvarlara astılar!” diye çok acıklı öyküler anlattı.

Zamansız Zamanlarda; Bay PaÇo ve Beyaz Kazlar Ben’i Adem’den sayıldı. Yanlarında yörelerinde dolaşan Tilkilerin gözünü açtırmadılar. Böylece Kaz’ların kuyruğu ile Tilkilerinki birbirini okşayarak geçiş töreninde buluştular.

Zamansız Zamanlarda yaşayanlar, öykülerden öykü, masallardan masal yaratmaya ve bu gibi  BAY NOBELLA Kuş söylencelerini dinlemeye alıştılar.

Bay PaÇo’nun sızıları dinmeyince Yaban Kazı onun sırtını sıvazladı. “Gel yanıma VAK VAK ÇO, çok üşümüşsün, gir koynuma!” dedi. Bay PaÇo Beyaz Kaz Biraderin yumuşak tüylerinin içine çekilip derin uykuya daldı. Rüyasında; BELLABON ÖDÜLÜ’nü alıp ülkesine geri döneceğini gördü…

O sırada olup biteni gözden geçiren Tanrı söze karıştı; “Beşer şaşar, Efendiler” dedi. “Vak Vak Ço heyecanlı, ille de armağan istiyor” Yeryüzü elçisine işaret etti; “Vak Vak Ço’ya  armağanını ver! Lakin karşılığını almayı da unutma! Unutma ki, onun geldiği yerde ışık insanın gözünü alır. İyi göremediklerinden olup biteni anlayamazlar. Hava, su, yiyeceklerden kafaları karışık, sürekli sarhoş, melankolik gerzeklerdir. Güzel havalar onları mahveder. Ünlü bir ozanları da böyle der.

Ayrıca bu yaratıkların bellekleri çok zayıftır. Olanı biteni çabucak unuturlar. Göreceksin Bay PaÇo’nun gaflarını akıllarına bile getirmeyecekler. Onu devleştirip yüceltecek, hatta ölümünde arkasından ağıt yakıp, mezarını da yatır yapacaklar.

“İyi ki bize küfrettin Bay PaÇo!, yoksa seni nereden anımsayacaktık,” diyecekler. Bunlarda zaman kavramı olmadığından Zamansız Zamanlarda yaşar, fal bakar, geleceğe niyet tutarlar.

Bay  PaÇo da Yaban Kazları ile yaşamayı, uçmayı çoktan öğrendi zaten!...” 

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

13

14

16

17

18

19

20

21

22

23

24

FARKLI BİR GÖZ(LÜK), FARKLI ÖYKÜLER: RÜYA GÖZLÜĞÜ

FARKLI BİR GÖZ(LÜK), FARKLI ÖYKÜLER: RÜYA GÖZLÜĞÜ

 

ALİ GÜNAY

 

Sultan Su Esen’in “Rüya Gözlüğü”(*) kitabını oluşturan 20 öykünün ortak metaforu, kitaba da adını veren bir gözlük. Öyle büyülü bir gözlük ki, hem uyutuyor, rüya gördürüyor, hem de uyanıkken görülmeyen gerçekleri gösterip uyku kaçırıyor.

Yazarın bir önceki öykü toplamı KejeMaria(**) adıyla yayımlanmıştı. Kitabın birinci bölümü dokuz, “Fantastik Öyküler” başlığı ile ayrılmış ikinci bölümü ise, sonuncusu iki parçalı olan üç öyküden oluşuyor. Yazarın konumuz olan “Rüya Gözlüğü kitabındaki öykülerin kökleri birinci kitaptan; özellikle fantastik öyküler bölümünden besleniyor.

İki kitap arasındaki dil ve biçem benzerlikleri, metinler arası bağlantılar, göndermeler, ironi, dönemin kişi ve olaylarına dokundurmalar ve ortak bakış açısını, hem bilinçli bir seçim, hem de aynı kalemden çıkmış olmanın doğal sonucu diye değerlendirmek yanlış olmaz.

KejeMaria’nın birinci bölümündeki öyküler, klasik olay öykülerine daha bir yakın duruyor.

İkinci bölümde yer alan fantastik öykülerin ilki çocuk öyküsü, ikincisi masal gibi dursa da ince ince sezdirmelerle suya sabuna dokunmaktan geri kalmıyor.

İki bölümlük Condi öyküsü Rüya Gözlüğü kitabının habercisi gibi. Condi’nin (Condoleezza Rice’ın?) falına bakan Cevriye’nin dilinden, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde bir dönemin olayları, açık adları veya adlarının baş harfiyle anılan aktörleriyle, ironik bir dille anlatılıyor. Böylece yazar çağının tanığı olmakla kalmıyor, tarihe de not düşüyor. Bu öyküde yazarın biçemi değişmeye başlıyor, Rüya Gözlüğü kitabındaki öykülerde değişim daha da belirginleşerek sürüyor ve iki kitap arasında köprü kurulmuş oluyor.

Bu aşamada ortaya çıkan birinci farktan söz edebiliriz: Kısalık ve yoğunluk.

KejeMaria’daki öyküler hem sayfa sayısı hem de tümce yapısı olarak daha uzuncadır. Öyküler biraz daha gevşek yapıda ve kapsamlıdır. Bunu yazarın deneyim, okuma, gezip görme ve yaşanmışlıklardan derlenmiş birikiminin büyüklüğü ile ilişkilendirmek olası. Öykülenebilecek şeylerin çokluğu, bazılarına odaklanırken ikincil düzeyde olanlara kıyamama, başka bir deyişle öykülere daha çok şey sığdırma çabasının sonucu olabilir bu durum. Bundan, öykülerde dolgu veya yığma olduğu sanılmasın. Demek istediğim eksiltme, yoğunlaştırma ve sözcük tasarrufu ile aynı, hatta daha fazla şeyi daha kısa anlatma olanağı vardır. Yazar bu beklentiyi Rüya Gözlüğü’nde gereğince karşılamış zaten.

“Less is more” (az daha çoktur) diye bir İngiliz sözü var. Çehov gibi bir dev de “kısalık ve açıklık başarının kızkardeşidir” der. Rüya Gözlüğü’nde yazar bu görüşe, yani “daha az sözle daha çok şey anlatma” düşüncesine uymuş. Kevser Abişgil, kitaba ilişkin yazısında şöyle diyor: “Çoğumuz çok sözün çok şey söylediğini düşünürüz, öyle değilmiş meğer. Yazarların da kendine göre anlatım biçimi, üslubu var. Sözcüklerin yüklendiği ağırlık, çekim gücü, rengi, kokusu, anlamı var!..”(***) Rüya Gözlüğü’nde hem daha kısa tümcelerle, hem daha kısa öykülerle çok daha fazlası anlatılıyor. Bunun temel nedeni damıtarak yoğunlaştırma ve etki derecesi daha yüksek verim elde etmedir. Bu ilk farklılık, yazarın iki kitabı ve değişen iki tarzı arasındadır ve dolayısıyla sağladığı olumlu gelişmenin de göstergelerinden biridir.

Sultan Su Esen’in KejeMaria’nın ikinci bölümünde iyice belirginleştirdiği gerçeküstücü, fantastik kurgu, dil ve anlatımı Rüya Gözlüğü’nde tüm öyküleri kapsayan temel bir biçeme dönüşüyor. Ülkedeki ve dünyadaki gelişmeleri, büyülü bir gözlük ve onunla görülen rüyalarda izleyip öyküleştirmek başlı başına fantastik ve gerçeküstüdür. Ancak, bu bağlamda ikinci ve üçüncü farklılık ortaya çıkıyor.

Bilindiği gibi fantastik ve/ya gerçeküstü yöntemle oluşturulan anlatılar, gerçeklerden yola çıksalar bile onlardan koparak ya düşsel-masalsı veya büyülü gerçekçi olarak nitelenen bir kurguya varır. Bu tür kurgular nesnel gerçeklikten kopup uzaklaşarak yeni ve sanal bir gerçeklik yaratma peşindedir. Bu türlerde yönelim somuttan soyuta doğru sayılabilir.

Rüya Gözlüğü öyküleri ise tam tersine soyuttan(rüyadan) somuta(gerçeğe) doğru bir yol alış izlemektedir. Başka bir deyişle fantastik ve/ya gerçeküstü gibi duran olay ve araçlarla ülke ve dünya sorunlarına yani somut kişi ve olaylara ve de nesnel toplumsal gerçeklere varılmaktadır. Yöntem kurgu, olaylar ve kişiler somut ve gerçektir. Bu yönden öyküleri “toplumcu gerçekçi” olarak nitelemek olasıdır. Bununla birlikte üçüncü farlılık da, klasik toplumcu gerçekçilikle olandır. Bu farklılık, yöntem, kurgu ve biçemde kendini göstermektedir. Ayrıca Sultan Su Esen’in öykülerinde, ideal kişiler yaratma, çözümler önerme, acı(ndır)ma, yüceltme veya kötüleme gibi yaklaşımlar yok. Çağrışım, anıştırma, sezdirme, dokundurma, alaysama, imleme ağırlıkta. Bu yanıyla bilinç akışı yöntemi “rüya akışı” şeklinde uygulanmış sanki. Rüya(da) görmenin sağladığı geniş özgürlük alanı, uyur-uyanık veya uyurgezer pekiştirmesiyle alabildiğine kullanılmış. Böylece yazar, okurlarını da yanına alarak bir düş gezgini gibi hem zamanda hem de mekânda dolaştırma ve bir çiçek dürbününden bakar gibi sıkça değişen görüntüleri izletme olanağı yaratıyor. Bilgi birikiminden yararlan(dır)arak ve zamandan zamana atlayarak okuru tarih içinde bir ileri bir geri gezdiriyor. Uzak geçmişten, yakın geçmişten ve günümüzden gerçek kişi ve olaylarla karşılaşmasını sağlıyor. Kendi gezip gördüğü yerleri bir gezi rehberi tarzında değil, rüyadaymışçasına ve öyküleştirerek aktarıyor, o yerlerde okuru da zevkle gezdiriyor. Bunu yaparken, iz bırakmış veya bırakacak çoğu acıtıcı, tarihi, siyasi, insani, toplumsal olaylara dokunuyor; hiçbirine uzun uzadıya takılmadan. Kimi zaman kuş bakışı, kimi zaman olayın içinden pek çok şeyi kısacık değinmelerle gözler önüne seriyor. Az sözle epey fazlasını göstermiş, sezdirmiş oluyor. Yoğun, çok anlam yüklenmiş sözcük ve sözlerden oluşan yalın bir dille okuru düşünmeye, anımsamaya ve anlamlandırmaya yöneltiyor.

Artan kadın cinayetleri ve erkek şiddeti karşısında kadınların tepkisi de büyürken, paralel olarak kadın yazar sayısı da, özellikle bu yazarların konuyu verdiği ağırlık da artmaktadır. Sultan Su Esen’in “Rüya Gözlüğü”nde “Saliha” dışında, kadın sorunlarına özgülenmiş öyküler yer almıyor. Saliha öyküsü bile birkaç öyküye taşarak tamamlanıyor. Genel öyküleme tarzına uygun olarak soruna çeşitli öykülerinde vurucu tümcelerle parmak basıp geçiyor. Öyle etkili tümceler ki parmak izi orada kalıyor. İlk örnek ilk öyküden: “Sıkıldım; eskimiş yüzlerden, saçı başı yolunmuş, dövülmüş kadınların dayanılmaz öykülerinden!..” (s. 9)

Töre baskısı altında ancak “rüya sevgilisi” olabilir kızların. “Gerçeği olmayan yerde sanal sevgili bile önemlidir.” (s. 27) Bu da, rüyada bile sayıklanmaması gereken ölümcül bir sırdır. Belki de böyle bir sırrını paylaşan Saliha okula devam edememiş, amcaoğlu tarafından öldürülmüştür. “Saliha’nın yasına da kimse gidemedi. Ailesi yasaklamıştı ona her şeyi. Taziye ziyaretini de. Ne yazık ki düştüğü töresel çukurun girdabında yok oldu gitti Salihacık.” (s. 45) “Din öğretmenimize göre, dünyaya gelen herkes günahkârmış… ‘Bu yıl kaç kadın öldürdü alınyazısı’ diye sormak geliyor içimden ama soramıyorum korkumdan.” (s. 47) Ve daha birçok çarpıcı örnek.

Öykülerde çoğumuzun bildiği, tanıdığı, belki rüyamıza giren çokça gerçek kişi ve olay var.

Farklılığına, yenilikçiliğine ve özgünlüğüne bakarak öyküleri “post modern” olarak niteleyenler de olabilir. Bence, içerik, bakış açısı, amaç ve varılan sonuç açısından, Sultan Su Esen’in öyküleri bilgi, bilinç ve duyarlılıkla yapılandırılmış, nesnel gerçekliğe çıkan, toplumcu gerçekçiliğe yenilik getiren türdendir.

Bu kitap raflar ardında yitmemeli, okunmalı, okutulmalı ve daha çok baskısı yapılmalıdır.

(*) Rüya Gözlüğü, Sultan Su Esen, Kanguru Yayınları, Nisan 2017

(**) KejeMaria, Sultan Su Esen, Kanguru Yayınları, Nisan 2009

(***) Kevser Abişgil, Ekin Sanat, Ekim 2017-141.Sayı, Sayfa: 30

Ali Günay – edebiyathaber.net (4 Ocak 2018)

 

Yazar: ALİ GÜNAY

SULTAN SU ESEN’DEN SU AKICILIĞINDA BİR YAPIT “RÜYA GÖZLÜĞÜ”

 SULTAN SU ESEN’DEN SU AKICILIĞINDA BİR YAPIT

“RÜYA GÖZLÜĞÜ”

Fehmi SALIK

Kapının zili çaldığında bilgisayardaydım. Her gün yaptığım gibi o gün de “sosyal medya”da geziniyordum. Bana göre şu “sosyal medya”, “ulusal” önadlı gazetelerden çok daha gerçekçi, çok daha adaletli, çok daha verimli bir görünüm sergilemektedir. Bu nedenledir ki söz konusu gazetelerden çok, sosyal medyanın o içtenlikli ‘hane’sine konuk oluyorum önce. Ne güzel bir ortam; eli kalem tutan herkes, içindekini/ eteğindekini döküveriyor ortaya. “Ulusal medya” dediğimiz bu gazetelerin hemen hemen tümü; “halkın dili/ gözü/ kulağı” olmaktan uzaklaşmış; tam anlamıyla birer “saray soytarısı olma yarışı”na girmişlerdir. TV ekranları da öyle. O kendini beğenmiş “akademisyen” unvanlı kalemşorlar da, bir “şarlatanlık bataklığı”nda çırpınıp duruyorlar. Onları dinlemek/ izlemek istemiyorum artık…
Zili çalan, kargoymuş. Eşim, elinde küçük bir paketle dönüyor.
“Mal bulmuş Magrıbi gibi” açıyorum paketi. Şair/ yazar/ öğretmen Sultan Su Esen’in “Rüya Gözlüğü” çıkıyor karşıma. Okuma gözlüğümü takıp dalıyorum “Rüya Gözlüğü”ne…
Elimdeki yapıtın önce dışını yokluyorum şöyle bir. Süsten uzak, sade, şirin bir yapıt. Editörü tanıdık; yayınevi tanıdık. Kanguru Yayınları’nın Ankara eliyle gün ışığına çıkmış. Yazın dünyasınca sevilen “Aydın Şimşek” imzasını taşıyor. Ön kapağın sağ alt köşesinde dikine yazılmış bir “ÖYKÜ” sözcüğü yer alıyor. Arka kapakta yazarın portresi, alnına dökülen sarı saçlarının arasından kitaptan alınan vurucu bir bölümü, gülümseyen bir bakışla okura “önce burayı oku” dercesine bir uyarıda bulunuyor gibi. Ben de, ilkin o bölümü okuyorum. İşte o bölümden kısa bir kesit:
“…Dalgalı saçlarımı mis kokulu defne sabunuyla yıkamıştım. Her telinin üstünde nağmeler, öpücükler, gülücükler vardı. Fırfırlı elbisemin içinden göğüslerim taşmıştı dışarıya, dolgun ve beyaz. Ah mahallenin piçleri… Görmemeliydiniz beni bu halimle. Taşın toprağın sarmaladığı kutsal kentimde günahkârdım…”
Şiir gibi; bir tutam alev/ kıpkızıl bir kor gibi; “Rüya Gözlüğü”nü takmaya çağırıyor bizi.
Her ne denli kapakta “ÖYKÜ” yazıyorsa da bu, öykünün ötesinde bir anlatım. Hemen hemen her tümce, felsefi bir koku sürünmüş olarak çıkıyor karşımıza; okuru girdabına kaptırıp bir pervane gibi döndürüyor yöresinde. Okura “ardını sen getir” dercesine bir tutum sergiliyor. Bencillik yapıp okurun hakkını yemiyor. Yazarın ustalığı da burada işte. “Yeknasaklıktan, sıradanlıktan, yavanlık”tan uzak duruyor.
Sözün özü: Sultan Su, o klasik öyküdeki “serim/ düğüm/ sonuç” üçlemesini silip atmış; biçimde, içerikte öyküye ulaşacak yeni yollar arayışına girmiştir.
“Rüya Gözlüğü”, bazalt taş yapılı, yirmi gözden oluşmuş sağlam bir köprü gibi. Olaylar/ konular, bu gözlerden geçen debisi güçlü bir akarsu coşkunluğunda yol alıyor.
Sultan Su’daki bu kurgulama yeteneği, bu betimleme varsıllığı, bu tarihsel donanımı biraz da onun “dil öğretmeni” oluşuna ve de “gezgin”liğine bağlı olsa gerek
“Rüya Gözlüğü”, ülkemize tutulan bir ayna gibi tıpkı. İçine düştüğümüz “çukur”u, rahat görebiliyoruz bu yapıtta. Her ne denli kurgu “rüya üstüne”yse de; ibre, daha çok gerçeği göstermektedir. Burada o ünlü şairin “Git diyorsun/ Bu gel demektir” dizeleri geliyor dilimin ucuna.
“Rüya Gözlüğü”, ilginç bir yapıt.
Okursanız, hak vereceksiniz bana.
Biraz “bencillik” olacak ama söylemesem de olmuyor:
Daha küçük yaşlarda Sultan Su’ya öğretmenlik yaptığım için; iki yönlü meslektaşım olduğu için; aynı çeşmeden su içtiğimiz/ aynı toprakta gezdiğimiz/ aynı havayı soluduğumuz için inanın çok mutluyum.
“Rüya Gözlüğü”nün sahibini kutluyor, ona sevgilerimi sunuyor, başarılar diliyorum.
Bu gözlüğü edinin/ takın; kazançlı çıkarsınız…

KANGURU YAYINLARI
Konur Sokak, N0:19/1
Kızılay/ ANKARA O312 419 77 42

 

 

2.

 

Alıcı: bana

Açıklama: https://mail.google.com/mail/u/0/images/cleardot.gif

Sevgili Kardeşim Sultan Su,

 

Senin yeni yapıt var ya aldı götürdü garibi bir kıtadan bir kıtaya. 

Geldiğim gece bitirdim. Altını üstünü çizerek soluksuz okudum.

O geceden beri bu kitaba yazılacak bir okur "mektubu"nun peşindeyim.

Yazacağım o mektubu. Ve umud'ederim adresine ulaşacaktır.

Öykü alışkanlıklarımızı, beklenti ve tanışlıklarımızı altüst eden yazı/yapısı bir yana o metinlerin, içleri/içlemleriyle bizim de içine çekildiğimiz yaşama bakış/kucaklayış önerileri/önermeleri yazın'ın diliyle. Sürükleyiciliklerini unutmadan. O kadar içten(likli) ve yakıcı...

Seni içtenlikle kutluyorum. Son yıllarda çok az öykü kitabı beni böyle sarstı. Haberin olsun. Başından sonuna sonlamasına teknik açıdan da, içerik/içlem açısından da, dil düşün örgüsü/örgülemesi ile de kutlanmaya değer bir emek. Bu soydan emeklerin ardında hakkı verilerek göğüslenmiş bir yaşam olduğu açık apaçık. Seni ve kalemini içtenlikle kutluyorum. Gönendirdin, gövertmeye durdurdun içimizde pörsüyen umudu yeniden. 

Eşine, değerli Selim Esen'e ve sana esenlik ve sağlık dileyerek kardeşçe. ÜS. 

Açıklama: https://ssl.gstatic.com/ui/v1/icons/mail/images/cleardot.gif

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

3.

 

 

Açıklama: Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

 

 

 

Formun Üstü

 

Yazar: Fehmi SALIK

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör