Bakî

Divan Şairi

Doğum
Ölüm
Diğer İsimler
Mahmud Abdülbaki

Dîvan şairi (D. 1526, İstanbul - Ö. 1600, İstanbul). Asıl adı Mahmud Abdülbaki’dir. Babası Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed Efendi’dir. Dar gelirli olan ailesi onu geçim sıkıntısı yüzünden saraç çıraklığına verince bir süre hem çalışıp hem de gizli olarak Fatih medresesine devam etti ve hocalarının çok sevdiği bir talebesi oldu. Daha sonra mesele anlaşılınca ailesi okumasına izin verdi. Çağının önemli şairlerinden Nev’î, Üsküplü Valihî ve tarihçi Hoca Sadeddin ile ders arkadaşlığı etti.

Yaşadığı dönemin ünlü müderrislerinden Karamanlı Ahmed ve Mehmed Efendilerin ilminden istifade eden Bâki, 1552’den itibaren de Süleymaniye Müderrisi Kadızâde Şemseddin Ahmed Efendi’nin derslerine başladı. Bir taraftan ilim tahsil ederken diğer taraftan da şiirle uğraşan Bâki, henüz on dokuz yaşındayken İstanbul’da genç şairler arasında şöhret kazandı. Öyle ki devrin ve edebiyatımızın meşhur şairlerinden Zatî, genç Bakî’nin bir şiirini genişleterek gazel haline getirdi ve divanına aldı. Tahsilini tamamladıktan sonra devlet hizmetinde çeşitli kademelerde vazife alan Baki, 1555’te Halep kadılığına tayin olunan hocası Şemseddin Ahmed Efendi ile birlikte Halep’e gitti. 1559’da hocasıyla birlikte tekrar İstanbul’a döndü. 1561’de danişmend oldu, daha sonra Silivri Pîri Paşa Medresesine, oradan da Murad Paşa Medresesine tayin edildi. 1569’da Mahmud Paşa, 1571’de Eyyub, 1573’te Sahn, 1575’te Süleymaniye müderrisliği yaptı. Bakî’nin müderrislikten sonra kadılık hayatı başladı. Sırasıyla Mekke, Medine, İstanbul kadılığına tayin edildi, 1585’te Anadolu, 1591’de de Rumeli Kazaskeri oldu. Zaman zaman görevlerinden azledilip tekrar iade olundu.

Bakî, henüz hayattayken “Sultan-ü’ş-Şuâra” (Şairlerin Sultanı) sıfatını aldı. II. Selim, II. Murat ve III. Mehmed dönemlerinde büyük ilgi gören şair, onlardan önceki Kanunî Sultan Süleyman döneminde ise özel iltifat gördü. Kanûnî ile sık sık sohbet etme imkânını da buldu, özel meclislerine davet edildi. “Muhibbî” mahlasıyla şiirler yazan padişahın gazel ve kasidelerine nazireler yazdı. Divanında yer alan terkib-i bend biçimindeki Kanuni Mersiyesi, Bakî’nin en çok tanınan şiirlerinden olup bu şiirde Kanunî’nin ölümünden kaynaklanan üzüntü, sanatlı bir şekilde ifade edilmiştir.

Çok istediği halde Şeyhülislam olamadan ve kadrinin bilinmediğinden yakınarak vefat eden şairin cenaze namazı Fatih’te, Şeyhülislam Sun’ullah Efendi tarafından kıldırıldı. Baki’nin, başına gelen akıbeti bilir gibi söylediği şu beyti, Şeyhülislam tarafından tabutunun başında okundu:

“Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bakî

Durup el bağlayalar karşuna yarın saf saf”

 

Kalabalık bir cemaatle kılınan cenaze namazından sonra Eyüp Sultan’a giden yol üstünde Lâli Efendi çeşmesi yakınında bulunan mezarlığa defnedildi.

Bâki, sadece 16. asrın değil bütün asırların seçkin şairlerindendir. Büyük şairin üzerinde Şeyhî, Necatî, Ahmed Paşa, Hayalî ve Zatî gibi şairlerin etkisi vardır. Ancak Bâki, üzerindeki bu etkileri atarak şiirde orijinalliği yakaladı ve geride bıraktığı eserleriyle Dîvan edebiyatının en büyük şairlerinin arasında yer aldı. Ünü, yaşadığı dönemde Osmanlı devletinin sınırlarını aşıp İran ve Hindistan’a kadar yayıldı. Dîvânı Arabistan, İran ve Hindistan saraylarında okundu. Onun ölümünden sonra sırf Bakî Dîvanı yazmak ve satmak suretiyle geçinen kimseler oldu.

Geniş bir ilme ve edebî kültüre sahip olan Bakî, hassasiyetle seçtiği kelimelerle nazmı dikkatle işledi ve nazım diline akıcılık getirdi. Aruza son derece hâkim olan şair, devrindeki diğer şairlerin düştüğü nazım kusurlarından kurtuldu. Kelimelerin müzikalite bakımından yüksek olmasına dikkat etti. Mısraların birer musiki cümlesi haline gelmesini sağlayarak şiiri musikiye yaklaştırdı. Onda kelimelerin yan yana gelmesinden doğan armoninin yanı sıra, aliterasyonlara da rastlanır. Baki, şiirin dış cephesini sağlamlaştırırken iç yapıyı da ihmal etmedi, orijinal hayal ve mazmunlarla mısralarını süsledi; felsefî ve tasavvufî düşüncelere yer vermeye de özen gösterdi. Bakî’nin şiirlerinde devrin toplum hayatına ve zenginliğine dair izler de görülmektedir. Görkemli tablolar çizen bu şiirler Kanunî devrini yansıtmaktadır. Bakî, şiiri bu yönüyle resme de yaklaştırmıştır. Renk ve ışık unsurlarına önemli yer ayırdığı bu şiirlerinde tabiat tasvirlerindeki renklerin çeşitliliği ve çokluğu dikkat çeker.

Bakî’nin şiirlerinde tabiat pek sık yer almıştır.

En sevdiği mevsim bahar olduğu için baharın neşesiyle söylediği beyitler eserinde büyük yer tuttu. Şair, şiirlerinde genellikle insanda tabiatı, bazen de tabiatta insanı görmeye çalıştı. İçinde insan olmayan tabiatı kuru bulduğundan, tabiatta bulunan güzellikleri insandaki çeşitli güzellik unsurlarına benzetti. Bu husustaki yenilik Bakî’ye aittir. Şair, ayrıca yek-âheng gazeller yazarak gazel yazma tarzına da yenilik getirdi.

Gazel şairi olan Bakî, kasidelerinde de başarılı oldu. Özellikle nesip bölümlerinde yaptığı tasvirlerle güçlü bir şair olduğunu ispat etti. Kelimelerle ustalıkla oynamasını bildiği için şiirlerinde yapmacık bir söyleyiş ve zorakilik hissedilmez.

15. yüzyılda başlatılan Türkçe kelimelerle kafiye kurma gayretine 16. yüzyılda Bakî de katıldı ve bunda başarılı oldu. Şairin bir başka başarısı da şiirlerinde temiz ve külfetsiz İstanbul Türkçesini kullanmasında görüldü. Mısralarının büyük kısmında sade bir Türkçe kullanan Bakî’nin şiirlerinde atasözlerinin, özellikle, deyimlerin çokluğu dikkati çekmektedir.  Şiire halk deyimlerini yerleştirmek, XV. yüzyılda başlatılmıştı. Bakî bu hamleyi devam ettirdi, aynı zamanda bunları sık kullanarak mısraların anlam bakımından daha zengin bir duruma gelmesini sağladı. Bakî’nin nükteleri, mecmua ve tezkirelere yazılmış olarak günümüze kadar gelmiş ve pek çoğu ölümünden sonra da dillerde dolaşmıştır. Nükteleriyle birçok devlet adamını kızdıran şairin kendini övdüğü (fahriye) beyitlere de dîvanında sık rastlanmaktadır.

Devrinde çok miktarda istinsah edilip Osmanlı topraklarına yayılmış olan divanında 4508 beyit bulunmaktadır. Müslümanları cihada teşvik eden Fezailü’l-Cihad (Cihad’ın Faziletleri) adlı eserini Ahmed b. İbrahim’den, Fazâ’il-i Mekke (Mekke Tarihi) adlı eserini 16. asır müelliflerinden Kutbettin Muhammed b. Ahmed’den, Malimü’l-Yakîn fî Siret-i Seyyidü’l-Mürselin adlı eserini ise İmam Kastalanî’den tercüme etmiştir. Şairin ayrıca kırk hadis çevirisi de vardır (Hadis-i Erbain).

Tenkîdleriyle tanınan Nef’î onun için:

 

“Haşre dek âb-ı hayat suhan-ı Bakî’dir

Andırıp zinde kalan nâm-ı Süleyman Hân’ı”

dedi. Nedim ise şu beytinde Bakî’yi gazel tarzının en büyüklerinden saydı:

 

“Nef’î, vâdi-i kasaidde sühan-perdâzdır

Olmaz amma gazelde Bâki ve Yahya gibi”

 

“Bâki Divanı baştan aşağı kıymetli madenler ve sanat eşyası ile doludur. Sanki kasidelerini sunduğu hükümdarın asıl hazinelerine sahip olan oymuş gibi durmadan ortalığı parıltıya boğar. Burada bugün için tatsız bir imajın arasından altın kabzalı ve mücevher kakmalı bir kılıç fırlar, biraz ötede bir kalkan küçük bir güneş gibi parlar, murassa çerçeveli aynalar, içlerindeki güzellerle ufkumuzu derinleştirir, murassa kadehler, ipekli kumaşlar, ham işlenmemiş madenler, taşlar birbirleriyle yarışa girerler. Bu hakiki bir renk ve ışık cümbüşü, hatta israfıdır.” (Prof. Fuad Köprülü)

 “Bağlı olduğu felsefe mesleği yaşadıkça gam ve gussadan azade ömür sürmektir. Gazelleri umumiyetle Frenkler’in lirik dedikleri tarzda yani sazla terennüm edilebilecek bir şekildedir… Bâki’ye göre güzel bir yüzün biçim düzeni hayranlık uyandıracak en muhteşem tabiî güzellikleri hatırlatır. İlhamları daima şarka mahsus hayallere münhasır kalmaz. Buna da en güzel delil meşhur mersiyesidir ki bu manzume Osmanlı edebiyatının en kıymetli bir incisi makamında kabul edilse yeridir.” (Bursalı Mehmed Tahir)

ESERLERİ:

Divan (1859, İstanbul; 1910, Prag; 1935; Saadettin Nüzhet Ergun tarafından), Fezailü’l-Cihad, Hadîs-i Erbain Tercümesi, Fazâ’il-i Mekke, Malimü’l-Yakîn fî Siret-i Seyyidü’l-Mürselin.

  KAYNAKÇA: Recâizâde Mahmud Ekrem / Kûdemadan Birkaç Şair (1888), M. Fuad Köprülü / Bâki  (Türk Dünyası Gazetesi Edebî İlave, sayı: 1-7 Eylül-Ekim 1917), Tahir Olgun / Bakî’ye Dair (1938), Ali Nihat Tarlan / Hayalî-Bakî (TDED, sayı: 1, s. 26-38, 1946), Harun Tolasa  / Bâki (TDE Ansiklopedisi, c. 1, s. 300-303, 1977), N. Sami Banarlı / Resimli Türk Edebiyatı Tarihi (c. 1, s. 582, 1979), Mehmet Çavuşoğlu / Bâki (TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 4, 1991), Mehmet Nuri Yardım / Edebiyatımızın Güleryüzü (2002), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013). 

GAZEL I

Cânâne cefâ kılsa nola câne safâdur

Agyâr elemin çekdüğümüz ya ne belâdur

 

Her tâc olımaz fakr u fena şahına ser-tâc

Terk ehlinün ey hâce biraz başı kabadur

 

İzün tozına sürdi yüzin âyine-veş dil

Maksûd benüm pâdişehüm kesb-i safâdur

 

Aşk ehline şol câmı sunar sâki-i la’lün

Kim akla cilâ kalbe safâ rûha gıdâdur

 

Hep derd ü beiâdur güzelüm aşk u muhabbet

Âlemde hemân mihr ü vefa hüsn-i edâdur

 

Sâkî mey-i Bâkî'yi getür bezme safâ ver

Çün kâr-ı cihân âkıbetü’l-emr fenâdur

 

Vallâhi gazel söylemeden çokdan usandum

Maksûd hemân hâside bir pare ezâdur

GAZEL II

Her kaçan gönlüme fikr-i ârız-ı dilber düşer

Gûyiyâ mir'âta aks-i pertev-i hâver düşer

 

Ger öiürsem hasret-i kaddine ol servün beni

Bir yere defn eyienüz kirn sâye-i ar'ar düşer

 

Tan mı gam öldürse meydân-ı melâmetde beni

Bu neberd-i aşkdur anca dilâverler düşer

 

Anun içün varımazın kûyuna giryân olup

Hâk-i râhun korkaram cânâ gözümden ter düşer

 

Arız u ruhsârunı vasf etse Bâkî her kaçan

Şi'ri ey gül-çehre anun böyle rengîn-ter düşer

GAZEL III

Sâkıyâ kalmaz imiş çünkü bu sohbet bakî

Mey-i gülgûn içelüm bâde-i cennet bâkî

 

Hâbda almış idüm bûs-ı leb-i cananı

Cân dimağında dahı şimdi o lezzet bakî

 

Beni öldürdi firâkun meded ey dôst yetiş

Hele bir pâre dahı tende harâret bâkî

 

Ağlamazdum bu kadar zâr u zebûn olduğuma

Kalsa bir pâre gamun çekmege tâkat bâkî

 

Bakî ölsün yoluna pâdişehüm sen sağ ol

Baht pâyende Hudâ yâr sa'âdet bâkî

GAZEL 4

Ezelden şâh-ı aşkın bende-i fermânıyız cânâ                                            

Muhabbet mülkünün sultân-ı âli-şânıyız cânâ

 

Sehâb-ı lûtfun âbın teşne dillerden diriğ etme

Bu deştin bağrı yânmış lâle-i nu’manıyız cânâ

 

Zamâne bizde cevher sezdiğiyçün dil-hırâş eyler

Anınçün bağrımız hûndur maârif kânıyız cânâ

 

Mükkeder kılmasın gerd-i küduret çeşme-i cânı

Bilirsin âb-ı rûy-i mülket-i Osmâniyiz cânâ

 

Cihânı câm-ı nazmım şi’r-i Bâki gibi devr eyler

Bu bezmin şimdi biz de Câmi-i devrânıyız cânâ

 

                                                                  

 

Bu günkü dille:

 

Biz ezelden beri aşk pâdişahının fermanının kuluyuz

Sevgi ülkesinin şanı yüce sultanıyız ey sevgili

 

Lûtuf bulutunun suyunu susamış gönüllerden esirgeme

Biz bu çölün bağrı yanık dağ lalesiyiz ey sevgili

 

Zamane bizde cevher sezdiği için gönlümüzü tırmalar

Onun için bağrımız kandır çünkü marifet madeniyiz ey sevgili

 

Kader tozu can pınarını kederli kılmasın

Bilirsin ki Osmanlı ülkesinin şerefiyiz ey sevgili

 

Nazmımın kadehi  dünyâyı Bâki’nin şiiri  gibi  dolaşır

Şimdi biz de bu devrin Câmi’-i devranıyız ey sevgili

BAKİ

Bir bakıma Bâkî ölümle daha çok meşguldür. Fakat çok başka şekilde. Bâki için ölüm, XIX uncu asrın o mutlakçı sanatkârları gibi, eserinin ve kendisinin tam anlaşılacağı insan hafızasının mısralarının parıltısına boğulacağı ebediyetin kendisidir. Bu noktada şüphesiz Bâkî yalnız değildir. Müslüman şark şiiri sanatın ebediyetine inanmıştır. Fakat:

Minnet Hudâya devlet-i dünyâ fenâ bulur       

Bâkî kalur sahife-i âlemde adımız

diyen kendisıni hayatın cilveleri karşısında ölümle, ebediyetle teselli eden şâir, oyuna başka türlü girer. Hattâ sadece sesine sindirdiği hüzünle Bâkî (Sebt'estber

ceride-i âlem devam-ı mâ) mısraiyle kendisinden evvel aynı şeyi söyleyen Hâfız'dan bile ayrılır, denebilir. Yahya Kemal'in bu beytin bulunduğu gazele yaptığı emsalsiz taştiri okurken, bu iki şâirin bu kadar mükemmel kaynaşması beni çok düşündürdü.Ve nihayet bunun sadece Çaldıran şehnâmecisinin şüphe götürmez ustalığından gelmediğini, Bâkî'nin gazelinde ve dünyaya bakışında çok modern bir tarafın da bulunduğunu anladım. Aşikâr ki, Bâkî insanlara ve insan hâfızasına inanıyor ve asıl hayatının hâfızalardaki hayatı olacağını biliyordu.     

Bunun dışında vazifesini yapmış insanın sakin bekleyişi vardır. Fakat Bâkî bununla da kalmaz, zaferi olacağını telâkki ettiği bu hadiseyi bazen merakla beklediği olur. Hattâ kendi cenaze merasimini kendisi hazırlar :

Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bâkî 

Gelüp el bağlayalar karşına yârân saf saf

Doğrusu istenirse beyitte, şikâyeti geçen büyük bir şey vardır. Bunu etrafıyle tam kaynaşmış, Mallarme'nin tabiriyle  tam  "kabile"nin adamı olduğuna inanmış bir insan söyleyebilirdi. Eskilerin çok sevdiği hikmet  bir şaheser olan :

   Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş 

Mısraı da az çok böyledir. Bu mısraı her tekrarlayışımda bana Bâkî, uzakta, bilmediğim bir yerde, ışıkların ve gölgelerin beraberce kaynaştığı bir mücerretinde, yüzünü dünyamıza iyice uzatmış bir aksisada tanrısı imişcesine kendi sesinin akiklerini dinliyor gibi gelir. Bâkî ölüme değil, sanata inanıyordu. Kabzalı ve mücevher kakmalı bir kılıç fırlar, biraz ötede bir kalkan küçük bir güneş gibi parlar, murassa çerçeveli aynalar, içlerindeki güzellerle ufkumuzu derinleştirir, murassa kadehler, ipekli kumaşlar, ham, işlenmiş madenler, taşlar, birbirleriyle yarışa girerler. Bu hakikî bir renk ve ışık cümbüşü, hattâ israfıdır. Mevsimler bile bu şiire eski Mısır hazinelerini getiren donanma gemileri veya ganimet kervanları gibi kıymetli şeylerle yüklü gelir. Bu sadece eski şiirin hayal dünyasında bir kelimenin tuttuğu yer dolayısıyle değildir. Bâkî, renkliyi, parıltılıyı ve kıymetli olanı sever. Onun hiç bir riyazeti yoktur. Düşünün ki, ağaçlar içinde en sevdiği, kendi başına bir sefahat olan erguvandır. Bâkî sadece bu  ağacı  sevmekle kalmaz,  sevgilisini  erguvanî elbiselerle bile giydirir.

 

 (Edebiyat Üzerine Makaleler, 1977)

Yazar: AHMET HAMDİ TANPINAR
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör