Hüseyin Avni Cinozoğlu

Hukukçu, Şair

Doğum
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Diğer İsimler
Hüseyin Akıncı

 Şair, hukukçu. 1955, Mehterler köyü / Karabük doğumlu. Asıl adı: Hüseyin Akıncı. Safranbolu Bağlar İlkokulu, Safranbolu Lisesi (1972) ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1977) mezunu. İktisat Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Enstitüsünde yüksek lisans ve doktora programlarına katıldı. Karabük Demir Çelik İşletmelerinde avukat olarak görev yapıp bu kuruluştan emekli oldu. Safranbolu’da serbest avukatlık yaparak çalışmalarını sürdürdü. Edebiyatçılar Derneği ile Dil Derneğinin üyesidir.

İlk şiirlerini Hakimiyet Sanat (Kayseri, 1979) dergisinde, diğer ürünlerini Mavera (1982-83), Varlık, Türk Dili, Sanat Olayı, Bakış, Çağdaş Türk Dili, Oluşum, Yazko Edebiyat, Damar, Saçak, Sesimiz, Hakimiyet Sanat, İnsancıl, Pota, Ekin, Dönemeç, Yeni Biçem, Sombahar, Karşı Edebiyat, Somut, Aykırı Sanat, Şiir Ülkesi dergilerinde yayımlandı. Albatroslar Yüksekten Uçar adlı kitabıyla 1996 yılında İbrahim Yıldız Şiir Ödülünü, “Pafalagonaya’da Eski Bir Güneş Saati” adlı belgeseliyle 3. Altın Safran Belgeseli Film Festivali’nde üçüncülük ödülünü, “Arasta’da Son Seda” belgeseliyle de 4. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali’nde ikincilik ödülünü aldı. Şiirlerinin bir bölümü bestelenmiştir.

Cinozoğlu özgün bir sestir şiirimizde. Victor Hugo’nun altını çizerek belirttiği “başka olma”yı başarmış bir şair. Onun şiirleriyle ilk karşılaştığımda tarihle bugünü birleştiren bir ışık tayfının yüreğimi kamaştırdığını hissettim. Dahası, ‘puhu kuşunun kanatları gölgesinde’ sayrı düşlerle geçen bir çocukluğun ‘patetik’ duyarlılıkla başlayıp reel dünyadan teğet bir olgunluğa uzanan, zaman ve mekân kavramının kaybolduğu özgül ve bir o kadar da zengin iç dünya vahasıydı bize yansıttığı. Cinozoğlu, tıpkı bir ‘kılavuz’ gibi okurun elinden tutarak ‘geçmişin’ ve ‘bugünün’ sahnesinde olup bitenleri kalbinin gelgitlerinde işleyerek geleceğe dair yeni bir bilinç alanı açar, dünden aldıklarını bugünle ve yaşanmışlıklarla birleştirip kimi zaman gri, kimi zaman renkli bir pencereden bize iletmeye çalışır.” (Osman Günay)

ESERLERİ (Şiir):

Her Şafakta Büyüdüler (1977), Güller Öksüz Kalabilir (1979), Masallar Sebiller Güvercinler (1980), Kerem Denizi Zuhal Yıldızı (1980), Hamel Burcuna Akan Nehir (1981), Murat Dağının Askerleri (1981), Göçebe Bir Çocuğun Düşler Defteri (1984), Safranbolu’da Tek Deniz Feneri (1991), İstanbul’da Son Sedefkâr (1994), İstanbul Unutkan Yosma (1994), Doruktaki Süreya Yıldızı (1994), Albatroslar Yüksekten Uçar (1995), Serçe Umudu (1996), Kalbimi Çalan Şehir (1998), Gölgesiz Kandil (2001), Bir Albatrosun Düşler Defteri (şiirlerinden seçmeler, 2006).

KAYNAKÇA: Cemal Süreya / En Gençler (Milliyet Sanat, Şubat 1981), Necati Cumalı / Etiler Mektubu (1983), Talat Sait Halman / Göçebe Bir Çocuğun Düşler Defteri Kitabına Önsöz (1984), Mehmet Yaşar Bilen / Edebiyat İzinde (1986), Halim Şafak / Yakası Karanfilli İstanbul Şiirleri (1995), Tuncer Uçarol / İki Kentin ve Yaşlıların Gözyaşları (Cumhuriyet Kitap, sayı: 688), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), O. Günay / Hüseyin Avni Cinozoğlu ve Şiiri - Safranbolu’daki Tek Deniz Feneri (Cumhuriyet Kitap, 14.9.2000), Osman Nuri Poyrazoğlu / Kitap Kitap Şiir Gelir Bizlere (2000), TBE Ansiklopedisi (2001), Veysel Gültaş / Kadı Burhaneddin’den Günümüze Hukukçu Şairler Antolojisi (2003), Berran Sarıtunç / Hüseyin Avni Cinozoğlu ile “Gölgesiz Kandil” Üzerine (Cumhuriyet Kitap, 21.4.2003). H. Avni Cinozoğlu / Bir Albatrosun Düşler Defteri (2006), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2007).

MASUM ÜLKE

                    "Hasta kadınımsın benim

                     Ürkek ve yenilmiş"

 

gelir masum ülkeme ırmaklar coştuğunda

gözetir gecenin gözyaşlarını mağlup mahzun anneleri

şehrin zemherisi daha çetin köyün zemherisinden

 

uzakken daha çok sevilir

bir kadın bir gurbet bir çocuk                    

ne gurbetim işgal edilsin ne masum ülkem

 

sonunda sevinç varsa

geceyi aşmalıdır insan

dünya ağlamalıdır bir çocuk ağladığında

 

acıdan sevinçten ördüm

yüreğimdeki kaleyi

bir deli ağaca bakıp söyledim türkülerimi

 

dilek tuttum

kavuşmanın büyük sevinci için

niyet kuşları intihar etmesin

 

MEKTEP MEDRESE ÜNİVERSİTE KALİTE KANTİTE

 

MEKTEP  MEDRESE  ÜNİVERSİTE  KALİTE  KANTİTE

 

Hüseyin Avni CİNOZOĞLU

 

Sanki Üniversite Benim için, hayalimde muhteşem bir ilim mabediydi. Oğuz Atay’ın bir romanındaki kahramanın, üniversiteyi hayal edişiyle tıpatıp aynısı:

 “ Ne güzeldir kim bilir, bu dersleri dinlemek, bu bilgilerle yetişen insanlarla aynı yerde bulunmak, insanın nefesini kesen nazariyeler dinlemek. İnsan sarhoş olur’

             ‘Ona açıklardım: bütün bu bilgilerle yetişen insanlar, bu heyecanlı düşünceleri sadece sıkıcı bir ders olarak değerlendirir; profesörde sanıldığı gibi, coşkunlukla anlatmaz bunları, yıllardır aynı sözleri tekrarlamaktan usanmıştır, öğrenciler de kültürlü değildir, Selim kadar kitap okumazlar, derslerden bir şey anlamazlar, nefes kesen nazariyeler onlar için ezberlenmesi gereken satırlardan ibarettir, bütün gün kantinde bu konuları konuşmazlar, nefret ederler onlardan, üniversite biter bitmez kitapları yakmaya kararlıdır,’

            ‘ Olamaz. Orası üniversite. Kutsal bir yer. Oradaki hocalar bizim lisedeki gibi mıymıntı değildir. Orada her şey başkadır. Profesörler, ders sırasında öyle sözler bulup söylerler ki insan altüst olur. Ne diyeceğini, nasıl düşüneceğini bilemez: İnsanın o güne kadar aklına gelmeyen öyle bir noktaya parmak basarlar ki önünüzde ufuklar açılır; o zamana kadar bunu bilmeden yaşamış olduğunuzda utanırsınız. Onlar, Lord Henry’nin Dorian Gray’e yaptığı gibi sarsar akıllarını karıştırırlar öğrencilerin: Tatlı bir şaşkınlıktır bu yeni bir dünyaya girmenin şaşkınlığı “

            Aşağı yukarı üniversite hakkında düşüncelerim,  Oğuz Atay’ın roman kahramanı Selim’in düşünceleri gibiydi. Bir de bir arkadaşımın “ İstanbul Üniversitesi enternasyonal bir üniversitedir” sözleriyle bu durumu takviyesi mutluluğumu artırdı. Aslında üniversiteyi biraz sevmem, tatlı bir istikbal vaat etmesi, bir de Safranbolu’daki renksiz, gri günlerin yanında sinema, tiyatro, kız arkadaş, gezmek, deniz, eğlence, içki gibi ilave cazibe ve yaşantı alanlarıyla desteklendiği için, yanılsamalı bir güzellik halinde şimdiye aksediyor olması.

            Hakikaten ilk ders olan Hukuk Başlangıcı’na, Kıbrıslı bir Türk öğrencinin, “Rum EOKA lideri Grivas’a ne kadar benziyor” dediği Ordinaryüs Profesör Orhan Münir’in cübbeyle derse girmesi heyecanlandırdı. “İşte üniversite bu” dedim içimden heyecanla. Cübbeyle sadece Orhan Münir bir kez ilk dersi verdi, ondan sonra ilk derste dahi profesörler cübbeyle ders anlatmadı. Yıllar sonra büyük bir yazarımızın, ilk derse cübbeyle giren bu hocamız hakkında “Bir Orhan Münir, tımarhane gardiyanı kadar psikiyatri bilen her izan sahibinin deliliğine yemin edeceği, o perişan, o hasta dimağ hukuk felsefesi okutur. Hukuk Başlangıcı, adlı kitabın hiçbir itirazla karşılaşmadan tedris edildiği fakülte mahalle mektebinden çok daha haysiyetsizdir.   Oraya giren büsbütün kopuyor toplumdan. Firavunlaşıyor. Sulhi ( Prof. Dr. Sulhi Dönmezer ), Kuran-ı Kerimde suç unsuru arayacak kadar tefekküre düşman.  Selçuk( Prof. Dr. Selçuk, soyadını hatırlayamadım ) dişlerini idrakin boğazına geçirmek için pusuda. Yalan ve şer’  cümlelerini okuduğum da kavrayışım da rasyonelleşti.

         Hukuk Fakültesi’ni, gerçi bu kadar olumsuz sıfatlarla nitelemek doğru değil. Esasta 1960 ihtilalini yapan asli unsur Hukuk Fakültesi’ydi. Bu yüzden 1961 Anayasası’na profesör ve hocalar tam iman etmişlerdi. Anayasa Hukuku ( Esas Teşkilât Hukuku”) dersi, garip bir şekilde 1960 İhtilali’nin haklılığını ve 1961 Anayasası’nın yeryüzünün en iyi, üstün anayasası olduğunun ispatı noktai nazarına müstenitti. Gerçi 1961 Anayasası iyi bir anayasaydı. Ama bir “İncil” de değildi

        Şimdi düşünüyorum da; sınavları, dersleri umursamayan, bayramdan bayrama fakülteyi ziyaret eden arkadaşlar, gerçi benim gibi dört yılda, “iyi “ dereceyle mezun olmadılar, sekiz ya da on senede “orta“ dereceyle mezun oldular, ama çok iyi avukat olup, mesleklerini başarıyla icra ederek zengin olmasını bildiler. Yani düşünüyorum da devam mecburiyeti olmayan hukuk fakültesi o zaman ve şimdi; fakülteye gitmeden, İstanbul’a yerleşmeden, masraf etmeden, memlekette çalışıp, sınavdan sınava İstanbul’ a gelmek suretiyle, yine dört senede iyi derece ile başarılabilirdi. Kitapları edin ve oku. Bu kadar basit.

          Fakülte’nin bir kantini bile yoktu. Siyasi eylemlerin merkeziydi zaten.

          Bu kadar basit değil belki de, Marksist eserler olmak üzere pek çok eserle tanışmam hukuk fakültesinde ki öğrenciliğim sayesinde mümkün oldu.

         Safranbolu da yaşadığım çocukluk ilk gençlik maziden güzel gibi bugüne aksetse de aslında bir psikologun dediği gibi “ çok kötü bir çocukluk ve ilk gençlik yaşamıştım” İstanbul da dört yıl bu Araf’tan geçici olarak kurtulduğumdan olacak, İstanbul bilincime ve hatıralarıma olağanüstü bir güzellik ve yaşantı zenginliği halinde aksetti.

         Medrese’den övgülerini esirgemiyor Cemil Meriç.

         Cemil Meriç’e göre Üniversite değersiz, itibar bahşedilmeyecek bir kurum.

         Kemal Tahir, “ Köyün Kamburu” romanında medreseleri özellikle kasaba medreselerini, kötü insanların, üçkâğıtçıların, esrar içenlerin, dolandırıcıların, kadın tellâlları’nın, oğlancıların, bulunduğu yerler olarak, çok olumsuz nitelendiriyor.

         Cemil Meriç haklı mı?

         Kemal Tahir medreseye haksızlık ediyor. Çünkü bütün roman boyunca medrese ve medresede okuyanlar kötüleniyor, tek bir iyi talebeye ve medreseye rastlayamıyorsunuz.  Reşat Nuri’nin “ “Yeşil Gece” romanında da benzer bakış açısı mevcuttur. Oysa olaylar, meseleler siyah beyaz tezadında bir kesinlemeye tabi tutulamaz. Bir yazarımız Kemal Tahir için “ sevgisizliğin romancısı” nitelemesini kullanmıştı. Sanıyorum doğru, Kemal Tahir’in kalbi katı. Safranbolu’daki medreseden yetişen insanların, zaman yansıyan akislerini bizzat gözlemledim.

           Medrese’yi bitiren sanırım şiirden anlayacak bir kemale eriyor. Müziğe aşinalık kazanıyor. Sanırım Arapça, Farsça lisanına da vakıf hale geliyor. Bugün en iyi üniversite Türkçenin yanında bir yabancı dil veremiyor öğrenciye.    

           O zaman şiir yazmaya mâni işaret levhaları mevcuttu. Şimdi olduğu gibi eli kalem tutan herkes şiire heveslenmiyordu.

           Kemale erenler şiir yazmaya cesaret edebiliyordu.

           Medrese bunun için yeterliydi sanırım.

           Devlet eski, harap bir kamu binası gördü mü; üniversite, hukuk fakültesi açıyor. Bina buldun mu; iş bir iki masa, sandalye bulmaya kalıyor. Bizim zamanımızda iki hukuk fakültesi vardı şimdi sayı elli. Bu inanılmaz bir şey. ABD ve Avrupa devletlerinde hukuk fakültesi beş, altıyı geçmez. Barolar bu konuda bir deklarasyon bile yayınlama ihtiyacı duymuyor.

          İyi ki devlet, şiir yüksek okulları açmadı!

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör