Şair. 1979,
Rukiye
Aydın, sanatçı
bir aileye mensup olmanın getirisiyle şiir ve edebiyat çalışmalarına başladı.
2013 yılında “Ümraniye Belediyesi
Geleneksel Resim, Hikâye, Şiir Yarışması”nda “Sultanım” başlıklı münacat türündeki şiiriyle hece dalında
birincilik ödülünü aldı. “Feth-i Kübra”
(Mekke’nin Fethi) başlıklı şiiri Hicret Takvimi’nin 1 Ocak 2014 sayfasında
yayımlandı. Şiirleri genel olarak Dil ve Edebiyat, Herfene, Seyyide,
Ortanca dergileri ile çeşitli gazeteler ve Şairtürk Yıldızları, Ümraniye
Belediyesi, Her Aynada İstanbul gibi antolojilerde yer aldı.
KAYNAK:
Kendisinden alınan bilgiler (2014).
Ey âdemin umudu, Muhammed’in
süruru!
İsmail’in onuru, İbrahim’imin göz nuru;
Sen ezelden ebede insanlığın mabedi
Allah’a yönelenler huzurunda ebedî
Hicri sekizinci yıl; Ramazan ayı gelir
On bin kişilik ordu birden sana yönelir
Geliyorlar ey şehir! Kurtarmaya şanını
Bir nefeste tazeler müminler imanını
Melekler eşliğinde kuşatırlar dört yandan
Hicretin mihmandarı başta büyük kumandan
Bakma öyle ey şehir vakit
vuslat vaktidir,
O Nebi’nin giderken sana olan “aktidir”
“Kalk ey şehir ayağa! Kalk
ki gelen o yârdır
Yârin ayak izinden yürüyen bahtiyardır”
Âdeme bak ey şehir, yine
baba yürekli
İsmail’in dilinde, “kurbanınım” sürekli!
İbrahim mi? Toplamış bütün oğullarını
Aşk ile geliyorlar açarak kollarını
Bak bu duyulan sesler, yârin ayak sesleri
Hakka yönelenlerin bir olmuş nefesleri
Sağ kol; Hâlid bin Velid, sol kol; Zübeyr bin Avvam
Haber gelir ileri! Herkes Mekke’ye devam
Es-Sa'd İbni Ubâde Seniyye'den girecek
Ebu Ubeyde gelir, küfre göğüs gerecek
Cihan kalkmış ayağa
dilinde tek bir duâ
Sanki arştan sızıyor gökleri saran şua
Emir gelir Nebi’den “Kanınız akmadıkça
Düşman size saldırıp canları yakmadıkça;
Sakın sizde yakmayın masumların canını
İnsanları öldürüp akıtmayın kanını”
Küffar alır nasibi
istisna kılınırlar
Kâbe’nin eşiğinden sökülüp alınırlar
Gönüller incinmeden gerçekleşir bir Fetih
Özlem ile kucaklar
Kâbe’yi kutlu Fatih
Kuşatılır kâfir un putlar
yere yıkılır
“Zafernâme” diyerek TEK/BİR bayrak dikilir
“Kalk ey şehir ayağa! Kalk ki gelen o yardır
Yârin nazar kıldığı taş bile bahtiyardır”
Şehir kalkar ayağa işte
âleme rahmet
Bakışından damlıyor göğsündeki merhamet
Gelmiş geçmiş Nebi’ler ardı sıra yürüyor
Muhacirler hasretle toprağa yüz sürüyor
Cebrail’in kanadı kuşatmış Nur Dağı'nı
Unutulmaz kılıyor Feth-i Kebir çağını
Akın akın insanlar, sanki membaa akıyor
Âlemlere rahmetin gözlerine bakıyor
Hâmd ü senâlar ile çıkar Nebi hutbeye
Kaldırarak başını selam verir ukbâya
Tutularak nefesler O Kibriyâ dinlenir
Biât edip hem cihan imân ile demlenir
Bir an mübarek yüzü çevrilir gökyüzüne
Bakışlar şimşek gibi döner o an yüzüne
Arşa müjde ulaşır, Beytullah’ın diliyle,
Gök kubbeye yazılır O Resulün eliyle.
“Semayı ve güneşi yarattığı gün; Halik
Dokunulmaz kılmıştır bu
diyarı O Malik!
Söz’ü gerçekleştirdin.
Rabbim; Elhamdülillah
Bundan büyük gün yoktur ”Lâilâheillallah”
“Kal ey şehir ayakta! Kal
ki gelen o yardır
Yârin bastığı toprak ezelden
bahtiyardır”
Kaç bin asır şahittir
haklı asaletine
Seni görmeyen göze gökten
asalet ine
Hangi yöne gidilse sana
eğilir başlar
Evham biter yürekte senle
muhabbet başlar
Muhabbetin şevkiyle
gönüller gelir vecde
Vecde eren gönüller aşk
ile eder secde
Ey göklerin alnına nuru
çizilen hâle
Işığından iniyor
gönüllere şelâle
Sun bize de ey Kâbe! Nurundan;
bir damla sun
Uzağı yakın eden, benim
gözyaşım olsun
gönüller senin ile handan olur
sultanım
nurundan uzak sîne zindan olur
sultanım
havf ve recâ arası semâya ellerimi
açarken gözyaşımla yudum
hayallerimi
su taşırken ateşe saf tutar karıncalar
hâlâ benim beynimde çifte nekkâre çalar
tövbe ettim gün/âha içtim nedamet meyi
dilime vacip kıldım gökten inen nağmeyi
aşkın şem’ine yanıp sana âşık olanlar
hallac-ı mansur gibi candan olur sultanım
emaneti gökyüzü yüklenseydi çökerdi
ağlardı yıldız yıldız gözyaşları dökerdi
şimdi senin yolunda günahkârın
biriyim
kendimde ölmüş iken; şimdi sende diriyim
ruhumun devletinde ne kalem kaldı ne sur
yedi derya tükense bitmez
bendeki kusur
Ne şeytan vesvesesi, ne iblis’in
laneti
ne olursa nefsime benden olur sultanım
kovma ki, dergâhından; ben meczup bir köleyim
eşiğinde can verip, eşiğinde
öleyim
bir gönül sevdasına gönül tutuldu kandı
mamur olan yüreğim aşk
odunda yıkandı
yerlerde çok süründüm iki
cihan arası
kapanmadı kalbimde bu
sevdanın yarası
bir kızıl şafak atar âşıkların gönlünde
uşşağın gözyaşları kandan olur
sultanım
yer-gök ağladığında gözüm sana kanacak
değdiğin de nazarın,
gözlerim yıkanacak
kendimi izliyorum; aynasında
cihanın
gölgesinde bulurum hikmetini
nihanın
her zerrede kemalin ahenk ile
belirir
akıl tefekkür etse kudretinden, delirir
âsar-ı kemâlinden zâhirde füsun olan
meczupların yüreği
rindan olur sultanım
kulluğunu intizar eder iken bu yetim
senin merhametinde artar
mahcubiyetim
şâkiler defterine kayıt etme adımı
ya rab senden başkası duymaz ki feryadımı?
Mağfiret etmez isen nasıl dayanır bu can
kurtaramaz ne korku ne duyulan
heyecan
gün/âhın gölgesinde ah etmeyen nefsine
ruhunu da kaybeder tenden olur
sultanım
ne mutlu oldu gönlüm, ne muradına erdi
ne ektiğim sancılar
umut olup yeşerdi
o gün gelince arşın altına
varacağım
titreyen ellerimle sana yalvaracağım
her gün senin kapında
bir dilenci misali
bekleyeceğim ya rab!
İştiyakla visali
Şem’e pervaz ederken âmâl-i
efkârımız
derdi de devası da senden olur sultanım
ey gönlüme “hu” olan! Duada yanar sabrım
nurundan bir nur düşür nura
gark olsun kabrim
elem kabristanına gömer iken cismimi
sil ebedî şakiler defterinden
ismimi
dem öyle bir demdir ki, “hu” dilimde ah ü zar
gözyaşlarım hun oldu güle döndü intizar
bağbanın gülzârında güller dahi kan ağlar
çiçeklerin yaprağı
hundan olur sultanım
Senin ile gönüller handan olur
sultanım
nurundan uzak sîne zindan olur
sultanım
aşkın şem’ine yanıp sana âşık
olanlar
hallac-ı mansur gibi candan olur sultanım
ne şeytan vesvesesi, ne
iblis’in laneti
ne olursa nefsime benden olur sultanım
bir kızıl şafak atar
âşıkların gönlünde
uşşağın gözyaşları kandan olur
sultanım
âsar-ı kemâlinden, zâhirde füsun olan
meczupların yüreği
rindan olur sultanım
gün/âhın gölgesinde ah
etmeyen nefsine
ruhunu kaybeder hem tenden
olur sultanım?
Şem’e pervaz ederken âmâl-i
efkârımız
derdi de devası da senden olur sultanım
bağbanın gülzârında
güller dahi kan ağlar
çiçeklerin yaprağı
hundan olur sultanım
nefsi emmâresine köle kılan
nefsini
akibeti perişan dünden olur
sultanım