Rukiye Aydın

Şair

Doğum

 Şair. 1979, Konya / Meram doğumlu. Aslen Karslı bir ailenin kızıdır. Meram Abdussamet Fazilet Kuzucu İlkokulu’nda öğrenimine devam ederken, Meram Yenimahalle Kur’an Kursu’nda hafızlık ve Arapça eğitimine de başladı; hıfzını 1991 yılında tamamladı. Eğitim hayatını halen Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi’nde sürdürüyor. Server Vakfı Basın Danışmanlığı görevini yürütmektedir. Evli ve üç çocuk annesi olan Aydın, Farsça ve Arapça bilmektedir.    

Rukiye Aydın, sanatçı bir aileye mensup olmanın getirisiyle şiir ve edebiyat çalışmalarına başladı. 2013 yılında  “Ümraniye Belediyesi Geleneksel Resim, Hikâye, Şiir Yarışması”nda “Sultanım” başlıklı münacat türündeki şiiriyle hece dalında birincilik ödülünü aldı. “Feth-i Kübra” (Mekke’nin Fethi) başlıklı şiiri Hicret Takvimi’nin 1 Ocak 2014 sayfasında yayımlandı. Şiirleri genel olarak Dil ve Edebiyat, Herfene, Seyyide, Ortanca dergileri ile çeşitli gazeteler ve Şairtürk Yıldızları, Ümraniye Belediyesi, Her Aynada İstanbul gibi antolojilerde yer aldı. 

KAYNAK: Kendisinden alınan bilgiler (2014). 

FETH-İ KÜBRÂ

Ey âdemin umudu, Muhammed’in süruru!
İsmail’in onuru,  İbrahim’imin göz nuru;
Sen ezelden ebede insanlığın mabedi
Allah’a yönelenler huzurunda ebedî
Hicri sekizinci yıl; Ramazan ayı gelir
On bin kişilik ordu birden sana yönelir
Geliyorlar ey şehir! Kurtarmaya şanını
Bir nefeste tazeler müminler imanını
Melekler eşliğinde kuşatırlar dört yandan
Hicretin mihmandarı başta büyük kumandan

Bakma öyle ey şehir vakit vuslat vaktidir,
O Nebi’nin giderken sana olan “aktidir”

“Kalk ey şehir ayağa! Kalk ki gelen o yârdır
Yârin ayak izinden yürüyen bahtiyardır”

 

Âdeme bak ey şehir, yine baba yürekli
İsmail’in dilinde, “kurbanınım” sürekli!
İbrahim mi?  Toplamış bütün oğullarını
Aşk ile geliyorlar açarak kollarını
Bak bu duyulan sesler, yârin ayak sesleri
Hakka yönelenlerin bir olmuş nefesleri
Sağ kol; Hâlid bin Velid, sol kol; Zübeyr bin Avvam
Haber gelir ileri! Herkes Mekke’ye devam
Es-Sa'd İbni Ubâde Seniyye'den girecek
Ebu Ubeyde gelir, küfre göğüs gerecek

Cihan kalkmış ayağa dilinde tek bir duâ
Sanki arştan sızıyor gökleri saran şua
Emir gelir Nebi’den “Kanınız akmadıkça
Düşman size saldırıp canları yakmadıkça;
Sakın sizde yakmayın masumların canını
İnsanları öldürüp akıtmayın kanını”

Küffar alır nasibi istisna kılınırlar
Kâbe’nin eşiğinden sökülüp alınırlar
Gönüller incinmeden gerçekleşir bir Fetih

Özlem ile kucaklar Kâbe’yi kutlu Fatih

Kuşatılır kâfir un putlar yere yıkılır
“Zafernâme” diyerek TEK/BİR bayrak dikilir

“Kalk ey şehir ayağa! Kalk ki gelen o yardır
Yârin nazar kıldığı taş bile bahtiyardır”

 

Şehir kalkar ayağa işte âleme rahmet
Bakışından damlıyor göğsündeki merhamet
Gelmiş geçmiş Nebi’ler ardı sıra yürüyor
Muhacirler hasretle toprağa yüz sürüyor
Cebrail’in kanadı kuşatmış Nur Dağı'nı
Unutulmaz kılıyor Feth-i Kebir çağını
Akın akın insanlar, sanki membaa akıyor
Âlemlere rahmetin gözlerine bakıyor
Hâmd ü senâlar ile çıkar Nebi hutbeye
Kaldırarak başını selam verir ukbâya
Tutularak nefesler O Kibriyâ dinlenir
Biât edip hem cihan imân ile demlenir
Bir an mübarek yüzü çevrilir gökyüzüne
Bakışlar şimşek gibi döner o an yüzüne
Arşa müjde ulaşır, Beytullah’ın diliyle,
Gök kubbeye yazılır O Resulün eliyle.
“Semayı ve güneşi yarattığı gün; Halik

Dokunulmaz kılmıştır bu diyarı O Malik!

Söz’ü gerçekleştirdin. Rabbim; Elhamdülillah

Bundan büyük gün yoktur ”Lâilâheillallah”

 

“Kal ey şehir ayakta! Kal ki gelen o yardır

Yârin bastığı toprak ezelden bahtiyardır”

 

Kaç bin asır şahittir haklı asaletine

Seni görmeyen göze gökten asalet ine

Hangi yöne gidilse sana eğilir başlar

Evham biter yürekte senle muhabbet başlar

Muhabbetin şevkiyle gönüller gelir vecde

Vecde eren gönüller aşk ile eder secde

Ey göklerin alnına nuru çizilen hâle

Işığından iniyor gönüllere şelâle

Sun bize de ey Kâbe! Nurundan; bir damla sun

Uzağı yakın eden, benim gözyaşım olsun

 

 

SULTANIM (Münacaat)

gönüller senin ile handan olur sultanım 
nurundan uzak sîne zindan olur sultanım 

havf ve recâ aras
ı semâya ellerimi 
açarken gözyaşımla yudum hayallerimi 
su taşırken ateşe saf tutar karıncalar
hâlâ benim beynimde çifte nekkâre çalar 
tövbe ettim gün/âha içtim nedamet meyi 
dilime vacip k
ıldım gökten inen nağmeyi 

aşkın şem’ine yanıp sana âşık olanlar 
hallac-
ı mansur gibi candan olur sultanım 

emaneti gökyüzü yüklenseydi çökerdi 
a
ğlardı yıldız yıldız gözyaşları dökerdi 
şimdi senin yolunda günahkârın biriyim 
kendimde ölmüş iken; şimdi sende diriyim 
ruhumun devletinde ne kalem kald
ı ne sur 
yedi derya tükense bitmez bendeki kusur 

 

Ne şeytan vesvesesi, ne iblis’in laneti 
ne olursa nefsime benden olur sultan
ım 

kovma ki, dergâh
ından; ben meczup bir köleyim 
eşiğinde can verip, eşiğinde öleyim 
bir gönül sevdas
ına gönül tutuldu kandı 
mamur olan yüreğim aşk odunda yıkandı 
yerlerde çok süründüm iki cihan arası 
kapanmadı kalbimde bu sevdanın yarası 

bir k
ızıl şafak atar âşıkların gönlünde 
uşşağın gözyaşları kandan olur sultanım 

yer-gök a
ğladığında gözüm sana kanacak 
değdiğin de nazarın, gözlerim yıkanacak 
kendimi izliyorum; aynasında cihanın 
gölgesinde bulurum hikmetini nihanın 
her zerrede kemalin ahenk ile belirir 
ak
ıl tefekkür etse kudretinden, delirir 

âsar-
ı kemâlinden zâhirde füsun olan 
meczupların yüreği rindan olur sultanım 

 


kullu
ğunu intizar eder iken bu yetim 
senin merhametinde artar mahcubiyetim 
şâkiler defterine kayıt etme adımı 
ya rab senden başkası duymaz ki feryadımı? 
Ma
ğfiret etmez isen nasıl dayanır bu can 
kurtaramaz ne korku ne duyulan heyecan 

gün/âh
ın gölgesinde ah etmeyen nefsine 
ruhunu da kaybeder tenden olur sultanım 

ne mutlu oldu gönlüm, ne murad
ına erdi 
ne ektiğim sancılar umut olup yeşerdi 
o gün gelince arşın altına varacağım 
titreyen ellerimle sana yalvaraca
ğım 
her gün senin kapında bir dilenci misali 
bekleyeceğim ya rab! İştiyakla visali 

 

 

Şem’e pervaz ederken âmâl-i efkârımız
derdi de devas
ı da senden olur sultanım 

ey gönlüme “hu” olan! Duada yanar sabr
ım 
nurundan bir nur düşür nura gark olsun kabrim 
elem kabristan
ına gömer iken cismimi 
sil ebedî şakiler defterinden ismimi 
dem öyle bir demdir ki, “hu” dilimde ah ü zar 
gözyaşlarım hun oldu güle döndü intizar 

ba
ğbanın gülzârında güller dahi kan ağlar 
çiçeklerin yaprağı hundan olur sultanım 

 

Senin ile gönüller handan olur sultanım 
nurundan uzak sîne zindan olur sultanım 
aşkın şem’ine yanıp sana âşık olanlar 
hallac-
ı mansur gibi candan olur sultanım 
ne şeytan vesvesesi, ne iblis’in laneti 
ne olursa nefsime benden olur sultan
ım 
bir kızıl şafak atar âşıkların gönlünde 
uşşağın gözyaşları kandan olur sultanım 
âsar-
ı kemâlinden, zâhirde füsun olan 
meczupların yüreği rindan olur sultanım
gün/âhın gölgesinde ah etmeyen nefsine 
ruhunu kaybeder hem tenden olur sultanım? 
Şem’e pervaz ederken âmâl-i efkârımız
derdi de devas
ı da senden olur sultanım 
bağbanın gülzârında güller dahi kan ağlar 
çiçeklerin yaprağı hundan olur sultanım 
nefsi emmâresine köle kılan nefsini
akibeti perişan dünden olur sultanım

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör