Mustafa Turan (Bilecikli)

Tarih Araştırmacısı, Kişisel Gelişimci, Yazar, Şair

Doğum
06 Aralık, 1957
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Burç

Eğitimci, kişisel gelişim uzmanı, tarihçi, şair ve yazar. 6 Aralık 1957, Gölpazarı / Bilecik doğumlu. İlköğrenimini Baltalı köyünde, ortaöğrenimini Bursa’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini 1981’de bitirdi. 1984’ten itibaren İstanbul, Artvin, Bolu ve Sakarya’da değişik okullarda tarih öğretmenliği, okul müdürlüğü ve Millî Eğitim Bakanlığında şube müdürlüğü görevlerinde bulundu. İLESAM üyesidir.

Şiir ve yazıları 1987’den itibaren Millî Eğitim, Diyanet, Ozan, Erciyes, Ana, Seviye, Avrupa, Sur, Türk Edebiyatı, Ergenekon, Yeni Defne, Güneysu, Meşale Künbet, Çınar dergileri ile Bolu Gündem, Tarih gazetelerinde yayımlandı. Irmak kültür sanat dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Katıldığı şiir yarışmalarında ödüller aldı.

2004 yılında, yılın Edebiyat Sanatçısı ödülünü alan Mustafa Turan, yazarlığının yanı sıra Kişisel Gelişim Uzmanı olarak, “Kültürümüzde Kitap”, “Başarıda Motivasyon”, “Aile İçi İletişim-Mutlu Aile Başarılı Çocuk”, “Değerler Eğitimi”, “Kutsal Topraklarda Osmanlı İzleri ve Mekke-Medine Sunumu” ile “Destanlaşan Çanakkale” konularında yurt içinde ve yurt dışında seminer ve konferanslar vermeye devam etmektedir.

ESERLERİ:

DENEME-İNCELEME: Temel Sorunların Analizi (1995), Cihan Hakimiyetine Giden Yol (1997), Tarih Boyunca Babaların Çocuklarına Öğütleri, Tarih Anekdotları, Güldüren ve Düşündüren Tarih, Destanlaşan Çanakkale Kitapların Sırrı, Mutlu Aile Başarılı Çocuk, Değerler Eğitimi, Söğütten Viyana’ya, Kitap ve Atatürk, Sultan II. Abdülhamit Han, Peygamber’e Hürmet Harameyn’e Hizmet, Aile ve Çocuk Eğitimi.

ŞİİR: Şafak Sökerken (1995), Serzeniş (1997).

KAYNAKÇA: Yusuf Yazıcı / Mustafa Turan (Bolu Gündem, 1995), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009), Kişisel Gelişim Uzmanı-Tarihçi Yazar Mustafa Turan Mengen’e geliyor (mengen.gen.tr, 13 May 2015).

SONRA

Toz pembe görür gözlerim. 
Aşkınla yandıktan sonra 
Bir an görmesem Özlerim, 
Seni kazandıktan sonra.

Meyvem yetişti güz oldu, 
Yokuşlar bana düz oldu, 
Gecelerim gündüz oldu. 
Seni tanıdıktan sonra.

Bir sevgi ki benim armam,
İstenmeyen yere varmam,
Aşk libasını çıkarmam, 
Giyip kuşandıktan sonra.

Sevgin süzülüp elendi, 
Aşkım aşkına belendi, 
Hislerim hep tazelendi. 
Sana inandıktan sonra.

Sahte sevda gelip geçer, 
Er daim olanı seçer, 
Gönlüm aşk şarabın içer. 
Mest olur kandıktan sonra.

Her nefesim seni solur, 
Mutluluğu sende bulur, 
İçim kıpır kıpır olur, 
Adını andıktan sonra.

TEMEL SORUNLARIN ANALİZİ

Çevremize baktığımız zaman, insanın yaratılışında hep iyi ile güzelin nüve­lerinin mevcut olduğunu, her şeyin sevgi üzerine yaratıldığını, sevgi dü­şünüp, sevgi konuştuğunu görür, bu âlemin adeta büyük bir sevgi senfonizması olduğunu müşahede ederiz.

            Suların şırıltısı, rüzgârın uğultusu, böceklerin, kuşların sarkıları ile bül­bülün nağmeleri, öyle bir ritim içinde akar ki; hepsinden sevgi esintileri işi­tiriz. Sevgi; ruh ve gönül hayatımıza Öyle bir hakimiyet sağlamalıdır ki, öğretmenin dersinde, askerin tekmi­linde, doktorun dermanında, hakimin fermanında, beşik sallayan annenin ninnisinde, çobanın kaval sesinde, şairin güftesinde ve sanatçının bestesin­de hep sevgi terennüm edilsin.

            Türkçemiz'de sevgi felsefesini, de­rin duygu ve geniş mânâlar halinde söyleyip yaşamış pek çok insan mevcuttur. Bu örnek insanların gönül ve dillerinden estirdikleri sevgi kokula-rıyla iç dünyamız doldurulmalıdır. Mevlana bir sözünde; “Aslolan sev­mektir, insanın mayasındaki bu duy­guyu antmalı, ayıklamalıdır...” der. Başka bir sözünde de: “Yetmişiki millet sırrını bizden işitir...” demekle herkesle dost olduğunu ilan ederek barış içinde bir sevgi dünyası düşü­nür. Dostluk ve barışın temeli; insan­ların menfaat gözetmeden, karşılıklı birbirini sevmesiyle kurulur. Kötü duygulardan arınmanın ve iyi insan olmanın yolu da sevgiden geçmekte­dir. Herşeye sevgi ve hoşgörü ile ba­kan Yunus Emre de bir beytinde:

            “Ben gelmedim davi için, benim işim sevi için

            Dostun evi gönüllerdir. Gönüller yapmaya geldim” diyerek dünyaya kavga ve iddia ama­cıyla gelmeyip, sevgi ve hoşgörüyle barış yapmak için gel­diğini ifade eder ve            -dostluk üzerine kurul­muş bir sevgi dünyası özlemini çeker.

            Türk-İslâm kültürü­nün etkisiyle; sevgi, müsamaha ve adalet gibi değerler, halk içinde öylesine zirvele­re erişip meyve ver­miştir ki; tesiri asırlar­ca görülmüştür. Türk milletinin bağrından çıkardığı manevi gönül sultanları, insanın dü­şünme ve duygulanma melekelerini topyekün harekete geçirmişler­dir. Bu sayededir ki, insanlarımızın hiç bir fark gözetmeksizin, birbirleri­ni sevip sayma ilkesi; tüm insanlığı kapsayacak şekilde bir atmosfer mey­dana getirme yolunda gelişmiştir.

            Avrupa insanının, “hümanizm” adı altında asırlarca düşünüp bugün dahi bir türlü gerçekleştiremediği insanî değerler idealini, Türk insanı tarih boyunca düşünmüş, yaşamış ve ger­çekleştirmiştir. Kültür ve medeniyeti­mizin ulaştığı her yerde, inançlara saygı, insan sevgisi, adalet ve hoşgö­rü gibi kavramlar, en yüksek derece­de tezahür etmiştir. Fethettiğimiz yer­lerde bıraktığımız tarihî izler, düşün­celerimizin hem şahidi hem de tercü­manıdır.

            Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)'e Mekkeli müşrikler her türlü eza ve cefayı reva gördükleri halde, O Mek­ke'yi fethedince, halka hoşgörünün ve affın en güzel numunesini göster­miştir. Hz. Ömer Kudüs'ü, Fatih Sul­tan Mehmet de İstanbul'u fethedince, Allah Rasülü'nün bu ömek davranışı­nı sergileyerek derin bir hoşgörüyle halkı dillerinde, dinlerinde ve mülklerinde serbest bırakmışlardır.

            Acaba böylesi bir müsamaha, af ve hoşgörü İslâm'dan başka hangi sis­temde mevcuttur? Tarihin hangi dev­resinde ve dünyanın neresinde görül­müştür?

            Bu arada şu hususu da belirtelim; Türk milleti; asırlarca hüküm sürdü­ğü topraklarda yaşayan milletlere, in­sanî açıdan yaklaşarak her sahada tam bir hoşgörü ve serbestlik sağ­lamasına rağmen, dün olduğu gibi bugün de, millet­lerarası platform­larda dünyanın kin ve husumetine maruz kalmakta­dır. Yüzyıllar bo­yunca gerek mil­letimize, gerekse millî değerlerimi­ze karşı, kin ve nefret tohumları ekilmesi sonucu; her fırsatta, her­kesten ve her şey­den ihanet görebi­leceğimiz gerçeği gözlerden uzak tu­tulmamalıdır. Siyasî, askerî ve ideo­lojik bakımdan, bütün dünya oluşumlarının değişmeye başladığı şu sıra­larda, her zamankinden daha çok, millî birlik ve bütünlük içinde olma­ya, birbirimizi sevgi, saygı ve hoşgö­rü ile kucaklamaya ihtiyaç bulun­maktadır. Engin tarihî tecrübe ve kültürümüzdeki insanî değerleri içbenliğimizde asırlarca bayraklaştırıp, başı­mızda taşıdıktan sonra, bütün bu has­letlerimizi, kumara verircesine saçıp savurmayı ve özünden kopmayı, akl-ı selim sahibi hiç bir kimse düşünebilir mi? Dini, dili, rengi ve düşüncesi ne olursa olsun, insan; sırf insan olduğu için sevilmelidir. Kendimiz gibi düşünmese dahi, karşımızdaki insana hoşgörüyle bakıp saygı duyulmalıdır.

            Fazilet bahçesinde, insanî değerler­le olgunlaşan sevgi güllerini, itina ile derleyip, susamış gönüllere dostluk pınarlarından kana kana sunduğumuz gün, topyekün insanlığın bayramı olacaktır.

            Ahlak duygusunun çiçekler gibi açtığı, hoşgörünün bayraklaştığı, ada­letin tuğlaştığı, sevgi güftesinin bestelenip şarkılaştığı ve yediden yetmişe bütün insanların dostluk içinde ku­caklaştığı ortamı hazırladığımız gün, hepimizin bayramı olacaktır.

            Böylece; hem özlediğimiz sevgi dünyası kurulacak, hem de bütün insanlık huzur bulacaktır.

            Ne mutlu yalan, haset, öfke, kin, nefret ve kavga gibi duyguları lügatından silip kötü düşünceleri aşabi­lenlere.

            Ne mutlu ahlak, fazilet, iyilik ve güzellik iklimlerine ulaşabilenlere.

            Ne mutlu saygı, hoşgörü ve adalet gibi insanî değerlerle dolup taşabilenlere. Ve ne mutlu ki, sevgiyi bayraklaştınp gönüller fethi için koşabilenlere.

 

(Temel Sorunların Analizi, 1995)

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör