Yazar. 1926, Çardak köyü / Mihalıççık /
Eskişehir doğumlu. İlkokulu köyünde okudu. Çobanlık ve ırgatlık yaptı. Milli
Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in yardımıyla Çifteler Köy Enstitüsüne
girdi ve 1948’de mezun oldu. Mihalıççık, İkizzafer, Çardak ve Mamure köylerinde
öğretmenlik yaptı. 1969 yılında Bursa Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümünü
bitirdi. 1973 yılında Eskişehir Devrim Ortaokulundan emekliye ayrıldı.
Denemeleri Eğitim Hareketleri ve Demet
dergilerinde yayımlandı. Çocuk kitapları üzerine çalışmalar yaptı.
Eskişehir’de Öğretmenin Sesi dergisini yayımladı. Sakarya ve
Milli İrade gazetelerinde eğitim ağırlıklı yazılar yazdı.
ESERLERİ:
ANI: Işığa Doğru - Çifteler Köy Enstitüsü (2003),
Köye Doğru - Bir Öğretmenin
Anıları (2003).
DENEME: Cehalet Vadisi (2004).
ÇOCUK ROMANI: Garip Ali (2004), Annemin
Dili (2004), Çürük Ayşe (2004).
ROMAN: Türk Kurtuluş Savaşında Mehmet
Onbaşı (2004), Güllü Ana (2005), Osman Ağa (2006), Aliye Ananın
Çilesi (2006).
KAYNAK: İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
Güllü Ana merdiveni yavaş yavaş
çıktı. Bu gün her nedense tahta
basamaklar gıcırdamadı. Elinde süt “helkesi mutfağa doğru yürüdü. Gözleri ışıl
ışıl etrafı süzdü. Kendi kendine:
“İlkbahar
yaklaşıyor, odalar badana ister. İki sene oldu badana edileli. İyi bir temizlik
yapmalıyım.
O
ara eşi Hasan'a seslendi;
“Ula
Hasan neredesin?”
Cevap
alamadı. Tüm odaları dolaştı. Hasan yoktu. Arka pencereye geçti. Camı açtı.
İçeriye iğde çiçeği kokulu bir hava girdi, iğdeler yeni çiçek açmıştı.
“Aman
Allahım ne güzel kokuyor” dedi. Aşağıya eğildi. Güller daha gonca halindeydi.
Bahçede çeşit çeşit güller vardı. Evvelâ sarı güller açardı. Onlara baktı daha
açmamışlardı. İşte Hasan orada, az ilerde domates fidelerini suluyordu.
Hasan
orta boylu Güllü Ana'dan biraz kısaydı. Yan yana geldiklerinde Güllü Anaya
göstermeden ayaklarının ucuna basar, Güllü Ananın boyuna yetişmeye çalışırdı.
Güler
yüzlü, sarışın bir adamdı. Gözleri kestane renkçi, iri kaşlı, koca kulaklı,
gövdesinin üstünde başı bir heybetli görünürdü. Kimi görse gülücükler saçardı.
Köyde
kadınlar ve erkekler, hatta çocuklar bile onu gördüklerinde takılmadan
geçmezlerdi.
“Güzel
bıyıkların var, Hasan amca nereden aldın onları?”
“Bit
pazarıntan oğlum” derdi. Gerçektende köyde bitpazarı var mıydı? Hayır o lafı
İstanbul'da askerlik yaparken ara sıra “Bit pazarına” gider orada
arkadaşlarıyla dolaşırdı. Orada iğrenmişti. Pala bıyıkları da ağzının iki yanında
aşağıya doğru sarkardı. Bunlar Tarkanvari bıyıklardı. Güllü Ana kocasının bu
iri bıyıklan ile gurur duyardı.
Bir
benzetme oldu mu : “Bakınız kocamın bıyıkları gibi” derdi.
Köyde
düğünde, bayramda Hasan en önde olurdu. Toplumcu bir yapıya sahipti. İş görür,
herkesin yardımına koşardı. Onun için köyde çok sevilirdi.
Güllü
Ana ile evleneli on altı sene olmuştu ama çocukları olmamıştı. İmamlara gitmiş
okutmuş, üfletmiş, adaklar yapmış, tekkelere çıkmış yine de olmamıştı. Ne muskalar
takmış, yatırlardan yardım dilemiş. Yine olmamıştı.
“Allah
belki ilerde verir” diye ümitlerini ileriye saklamışlar.
Güllü
Ana seslendi: “Ula Hasan çorban ısındı gel de içiver”.
Su
tenekesini avarın başına bırakıverdi. Çorba akşamdan kalmaydı. Güllü Ana
ocakta bir solukta ısıtıverdi. Hasan acı biberi çok severdi. Geçen yıldan kalma
kuru biberi avucunda ufaladı ve çorbanın
üstüne döktü. Sonra içine bazlama doğradı. Birlikte içtiler.
Hasan
:
“Güllü
Ana, biliyorsun bu gün Cıbır Osman evleniyor. Düğününde bulunmamız gerekir. Ne
de olsa komşumuz. O sırada aşağı mahalleden davul sesleri gelmeye başlamıştı.
Birlikte düğün evine gittiler. Güllü Ana gelinin bulunduğu eve çıktı. Erkekler
avluda davulun sesine uyum sağlayan kavalın sesi ile ortada “Şeker oğlanı” oynuyorlardı.
Hasan'ın geldiğini görenler bir alkış tuttular.
“İsteriz,
isteriz. Hasan amcadan bir Konya çiftetellisi” isteriz”.
Hasan
amca durur mu hemen meydana atıldı.
Başladı
oynamaya. Eline Konya ağaç kaşıklarını verdiler. Gabenin Tevfik de kaval
çalardı ha. Bastı bir “Konyalı”. Hasan amca coştu da coştu. “Şakıdık, şakıdık”.
oynayan sanki Hasan amca değil de Konya'nın kaşıklarıydı. Erkekler tekrar
tempo tuttular.
“Şıkıdım,
şıkıdım, şıkıdım, şıkıdım”. . Hasan amca kan ter içersinde kaldı. O günden
sonra Hasan amcanın adı “Şıkıdım Hasan” oldu.
İlk
zamanlarda biraz yadırgadı ise de sonra kendisi de alıştı. Ve bu “Şıkıdım Hasan”
lafından zevk almaya başladı. Bir ara köye bekçi oldu. Ama hiç kimse kendisine
“köy bekçisi” demedi, hep “Şıkıdım Hasan” dediler. Güllü Ana önceleri pek
benimseyemedi. Daha sonra o da alıştı. “Benim şıkıdım”demeye başladı.
Güllü
Ana, “bu köyün diline düşmeye gör. Hiç yoktan adım “Şıkıdım Hasana” çıktı. Sen
biraz üzüldün ya, belli etmedin öyle mi?”
“Yok
neden üzüleyim. Bu köyde her Allah'ın kulunun bir takma adı var. Örneğin, Kel
Ali, Çolak Osman, Cırık Ali, Kel Fatma, Kuskus Ayşe, Topal Aliye gibi. Bak bana
da Güllü Ana derler. Biliyorsun benim adım yalnız Güllü. Anayı onlar eklediler.
Benim daha çocuğum bile olmadı. Ana demek kötü bir şey değil ki. Bizim köylü
milleti böyledir işte. Tembel insanlarız, iki kişi bir araya geldiğimizde
dedikodu yaparız. Şunu bunu çekiştiririz. Atadan gelenek bu. Herkesin işi gücü
olsa, çalışacağız diye aklına bir şey gelmez. İşimiz yok. Üretken değiliz.
Nasıl kazanılır, nasıl harcanır köylü tam olarak bilemiyor. “
“Öyle
deme Güllü Ana. O senin dediğin eskidendi. Şimdi Cumhuriyet dönemindeyiz. Büyük
Atamız çok şey yapacak. Ben Kasabaya çıktıkça güzel haberler alıyorum.
Osmanlıdan kalma biz köylüleri okullar açarak okutacaklarmış. Her köye okul
açıp Öğretmen vereceklermiş. Sağlığımız için Her köyde “Köy doktoru”
olacakmış. Tarımcılar gelecekmiş. Artık köylerde cahil insan kalmayacakmış.
Kitap, gazete vereceklermiş. Eğer “bizim Taşlıköy'de de okul açılır, Öğretmen
verirlerse ilk öğrencisi ben olacağım.
Büyük
Atatürk köylülere “Yurdun gerçek efendisi” diyormuş. Osmanlı bizi adam
hesabına koymamıştı. Hiç olmazsa Cumhuriyet döneminde adam hesabına koysunlar.
İlçede Kaymakamlık tahriratçısının söylediğine göre nüfusumuz on beş milyonmuş.
On milyonu bizim gibi köylerde yaşarmış. Onun söylediğine göre Atatürk bu işi
ele almış.
Öyle
ya; vergi veririz, Askere gideriz, Halkın yediği ekmeği üretiriz. Sebze,
meyveyi yetiştiririz. Hayvancılıkta bizim işimiz. Demek ki yurt insanlarını
biz besliyoruz. Kanunları sayarız. Yap dediğini yapar, yapma dediğini yapmayız.
Artık bizi yönetenleri de biz seçiyoruz. Ama Güllü sen beni dinlemiyorsun?
Aklın, fikrin nerede?”.
“Nerede
olacak şıkıdım Hasan? Elbette sende”.
“Öyleyse
ben anlatırken, beni iyi dinle. Bu güne, bugün Taşlıköy bekçisiyim. İlçeden
bunları öğrenip gelen tek benim, Köy muhtarına bunları ben anlatıyorum. Şu an
dava vekili mertebesinde bir adamım. Küçümseme beni”. “Öyle şey olur mu Şıkıdım
Hasan. Bu güne bugün Kocamsın. Sana büyük bir sevgim, saygım var. Kocasını
saymayan bir kadın Allah'ını da sevemez, sayamaz. Atadan öyle gördük. Bunu
böyle bilesin, oldu mu?”.
“Oldu”.
Sağ
eliyle sarı bıyıklarını sıvazlayarak kıs kıs güldü. Güllü Ana'nın bu güzel
sözleri hoşuna gitmişti.
Yerinden
kalktı dama indi. Öküzleri samanladı. Eşeğe arpasını taktı. İnek daha
yiyeceğini bitirmemişti. Ona da bir miktar arpa ezmesi verdi. Bahçe tarafında
kümese geçti. Tavukları yemledi. Birkaç kez ala horozun hamlesine karşı koydu.
Güllü Ana geldiğinde sesini çıkartmaz, ama Şıkıdım Hasan geldiğinde adeta
haremindeki tavukları kıskanırdı.
(Güllü Ana, 2005)