Hâmî

Divan Şairi, Şair

Doğum
Ölüm
-

Divan şairi (D. 1679, Diyarbekir - Ö. 1747). Dönemin ünlü düşünürleri İbrahim Âmidî ve Derviş Agâh’tan dersler aldı. Hocalarından icazet (diploma) alarak 1709’da İstanbul’a gitti. Saray çevresinde çeşitli görevlerde bulundu. 1716’da Köprülüzâde Hacı Abdullah Paşa’nın Diyarbakır valiliği sırasında divan kâtibi olarak memleketine döndü. 1724’te Abdullah Paşa’yla birlikte Tebriz seferine katıldı. Burada gösterdiği başarıdan dolayı rütbesi yüzbaşılığa yükseltildi. Bu savaşları anlatan 375 beyitlik bir kaside yazdı. 1730’da İstanbul’a gitti. Kentteki veba salgını dolayısıyla yeniden Diyarbekır’e döndü. Bu dönemi 268 beyitlik bir manzumeyle anlattı. Latin harfleriyle yayınlanan Hâmî Divanı 1937 beyittir.

"On sekizinci asır başlarında tanınmış şairlerimizdendir. Âmidli, yani Diyarbakırlıdır. Mustafa Hâmî Efendi, memleketi­nin medreselerinde okumuş, kâtip olmuş ve bazı Vezirlerin Divan Efendiliğinde bulunmuştur. Meş­hur şair Nâbî ile ayni yıllarda şöhret bulmuşlardı. Divanlarında ikisi de birbiri hakkında methiyeler yazmışlardır.

Divanı basılmıştır. îçinde o devrin diline ve şekline göre hayli güzel parçalar vardır. Bazıları onu Nâbî derecesinde .bör üstat sayarlar.

"Gâh olur gurbet vatan, gâhi vatan gurbetlenir" gibi mesel olmuş sözleri vardır." (İbrahim Alaeddin Gövsa)

"Köprülüzade Hacı Abdullah Paşa'nın Diyarbakır Valiliği sırasında Diyarbakır esnafına yaptırdığı çadırın tamamlanışı dolayısıyla yazdığı kaside çok beğenildi ve ödüllendirildi. Ayrıca kasideden kimi bölümler hattatlara yazdırılarak çadıra asıldı. 1724'te de Abdullah Pa-şa'yla birlikte Tebriz seferine katıldı, burada gösterdiği başarıdan dolayı yüzbaşılığa yükseltildi. Bu savaşları anlatan 375 beyitlik bir kaside yazdı. 1730'da İstanbul'a gitti. Kentteki veba salgını dolayısıyla yeniden Diyarbakır'a döndü." (Yurt Ansiklopedisi)

HAKKINDA: İbrahim Alaeddin Gövsa / Türk Meşhurları (1946, İstanbul), Bursalı Mehmed Tahir / Osmanlı Müellifleri I (1972), Yurt Ansiklopedisi (c. IV, 1982), İhsan Işık / TEKAA (2006) - Diyarbakır Ansiklopedisi (2013).

"HAMİ-İ ÂMİDÎ"YE DAİR BİRKAÇ SÖZ

Avrupa 17. yüzyılda, Fransa'da, Corneille, Moliere, La Fontaine, La Bruyère; İngiltere'de, Shakespeare, Defoe; İspanya'da Cervantes gibi san'at dehalarını çıkarırken; Anadolu coğrafyası tarihî platformunda Nabi; Nef'i Azmi zade Hâleti, Nev-i zade Atâyi, Şeyh-ül İslam Yahya, Neşatî, Râmi Mehmet Paşa, Faizî gibi klâsik saha san'atkarlarnı yetiştiriyordu.

İşte, "Hâmi-i Âmidî" mahlâsıyle şiirler yazan şairimiz en az yukarıda sözünü ettiğimiz san'atkârlarımız kadar kuvvetli bir kaleme sahiptir. Ancak, talihinin garip tecellisi ile belli başlı edebiyat tarihlerinde bile ismi geçmez.

Rahmetli Ali Emiri Efendi'nin tesbit ettiğine göre, asıl adı Ahmed, mahlâsı Hamî olan bu şairimiz Hicrî 1090, Milâdî 1679 tarihinde Âmid'de yani Diyarbakır'da doğmuştur. 17 ve 18 asır tezkirecilerinin bu büyük şairden yeteri kadar bahsetmemelerine rağmen, kendisinin ilk tahsilinden sonra medresede, Şâir İbrahim Hâşim'den hattatlığı ve İslâm ilimlerini öğrendiğini biliyoruz.

Devrinin san'at telâkkisini, rûhuyla birleştirerek, engin bir kültür potasında Hâmi-i Âmidi'nin san'atkar yönü - özellikle devri içerisinde - küçümsenemeyecek kadar ileri seviyededir.

Birtakım şiirleri, "Tezkire-i Şu'arâ-i Âmid" ile sayın Dr. Şevket Beysanoğlu'nun elindeki yazmalarda bulunan ve "Divân-ı Hâmî" adlı eserin sahibi olan şâirimiz ayrıca, yazdığı manzum "tarih"lerle de dikkatimizi çekiyor. Nitekim Diyarbakır'da, "Hâmi Köşkü" diye bilinen, Dicle vâdisinde, devrine göre muhteşem olan yapı hakkında şu tarih kıt'asını söylüyor:

 

"Âhmed Hâmî bu işrethâne-i dırînede

Bezl-i makdûr eyleyüb yapdırdı kasr-ı bî-menend

Hüsn-i itmânın görüp Hâmî dedim târihini

Ahmed - Âbad oldu himmetle bu kasr-ı dil pesend."

Sene: 1140

 

Bu kıt'ada "Hâmî" mahlâsı ile birlikte kullanılan "Ahmed" ismi, bize şairimizin asıl hüviyetini gösteren bir ipucu oluyor. Diğer birçok şiirlerinde sadece "Hâmî" mahlâsını kullanmakla yetinirken, kendi köşkünden söz eden bu parçada esas ismini de kullanmak isteyişini, kendisinin psikolojik realitesine bağlayabiliriz.

Şârimiz birçok duygu ve düşüncelerini dile getirdiği mektuplarını bile manzûm bir hâlde yazacak kadar kalemine güvenen bir san'atkârdır.

Klâsik şiirimizin manzum hikâyelerinin değişmez nazım şekli olan mesnevi tarzı. Hâmî'nin san'atının birçok bakımdan en büyük yardımcısı olmuştur. Çünkü her beytin kendi arasında kâfiyelenme keyfiyeti, kâfiye bulma kolaylığını da beraberinde getiriyordu.

Kâside ve gazellerinde, devrinin diğer divân şâirlerinde görülen şekil ve muhtevâ özelliklerini bulmak mümkündür.

Hâmî-i Âmîdî'nin, kendisinden yaşça çok daha büyük olan 16. yüzyılın sonlarında doğmasına rağmen, asıl şöhretini 17. yüzyılda yapan "Sihâm-ı Kaza" şâiri Nef'iyi çok iyi tanıdığını, eserlerini dikkatlice okuduğunu, incelediğini ve onların muhakkak te'siri altında da kaldığını söyleyebiliriz.

Hâmî'nin, Nef'i'den yıllarca sonra ve - özellikle şekil yönünden - O'nun yolunda, "üzre" redifli ve 370 beyit tutan bir kasîde yazdığını ve Tebriz'in fethi dolayısıyle Köprülü Hacı Abdullah Paşa'ya sunduğunu görüyoruz.

Hîcri 1272 Mîladı 1854 yılında İstanbul'da "Ceride-i Havâdis Matbaası'nda basılan "Divan-ı Hâmî", içindeki birçok yanlışlardan ve şâirimize ait olmayan manzûmelerden arınsa idi, herhalde geç de olsa Türk Edebiyatı Tarihi Hâmî'yi himâyesine almış ve yabancı maddelerinden temizlenmiş bir cevher gibi san'atına gerçek çehresiyle görünme imkânı vermiş olacaktı.

Arûz'un;

"Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün" şeklinde; "Bahr-ı remel" gibi çok oynak vezniyle yazdığı şu gazeli bile uyandırdığı musiki ritmi içinde, şairinin; dünyâ-âhiret, hayat-ölüm çalgılarını çok ustalıkla çaldığını gösteriyor.

"Arızın arz it güle gülşende zibâlanmasun

Serve göster kaddini nâz ile ra'nalanmasun

 

Kıl mukavves kaşlarun tarf-ı külahından uyân

Gurra-i meh şekl-i ebrusuna garrâlanmasun

 

Zülf-i çevganundadur ey dil-rübâ divâneler

Dağıdur bâd-ı sabâ kâkül de şeydâlanmasun

 

Sür rakibi ravza-i kuyundan ey hûrî-likaa

Bağ-ı cennet'dir anı kâfi temâşlanmasun

 

Ref'kıl cânâ cemâlünden nikaab olsun ıyân

Ay yüzün âyînesin görsün mücellânmasun

 

Bülbül-i gûyâ gibi medh itme Hâmî kaddini

Lâleler nâza gelüp güller mutarrâlanmasun"

 

San'atı bu kadar kuvvetli olan "Hâmî-i Âmidi'nin Diyarbakır Halk Kütüphanesi'nde Türkçe el - yazması bir divânını bulduk.

Divânındaki genel hava bizi, şâirimizin değerli ve seçkin şahsiyetinin altında, esaslı bir san'atkâr tarafı bulunduğu düşüncesine götürdü. O kadar ki, çağdaş ve - Urfalı olması dolayısiyle, bir bakıma hemşehrisi diyebileceğimiz - üstâd şâir Nâbî dayanamayarak Hâmî'ye yazdığı bir gazelle kendisini överken. O'nu yetiştiren Âmid'i de yüceltmekten geri kalmıyor:

"NÂBİ'ya Âmîd'e şayandır ezelden denmek

Tuhfe-i nâdire-zay-i çemenistân-ı kadîm

 

Taze HÂMÎ'si zuhûr eyledügin gûş itdük

Eylemiş hüsn-i himâyetle harabın termîm

 

Böyle HÂMÎ'sini Âmîd ne acep şimdiye dek

Çalmadı gayrı bilâd üstüne küs-ı takdim

 

Ben dahi gam mı çekerdim nazar-ı  a'dâdan

Bâzû-yı vaside ta'vizim olaydı HÂMÎ'm”

 

KAYNAK: Prof. Dr. Önder Göçgün / "Hami-i Âmidî" (Diyarbakırlı Hâmîj'ye Dair Birkaç Söz, Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı, 1. Bütün Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu, s. 188-193, Ankara, 27-28 Ekim 2000). (Madde, bu yazıdan özetlenmiştir)

Yazar: Prof. Dr. Önder GÖÇGÜN

HAMİ KÖŞKÜ

Hevsel bahçelerine ve Dicle nehrine hâkim bir tepe üzerinde yer alan köşk, iki katlı ve dikdörtgen planlı olarak bazalt taştan inşa edilmiştir. Mimari özellikleri göz önüne alındığında, Osmanlının son döneminde, 19. yy sonu 20. yy başında yapılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Geçmişte içinde bir hamamın planlandığı bu yapı, şu anda üstü yıkılmış bir teras ve eyvandan oluşmaktadır.

Alt katında bir bodrumu da bulunan bu yapının önünde bir havuz, eyvan içinde selsebil gibi su öğelerini içeren bir düzeni mevcuttur. Üst kata zemin kattan çıkılan bir aralıktan ulaşılır. Bu katta yer alan oda dikdörtgen planlı ve bol pencerelidir. Yapının üst örtü sistemi ahşap kirişli düz dam örtülü olup, toprak ile örtülmüştür. Yapı özel bir şirketin mülkiyetindedir. Günümüzde birçok bölümü yıkılmış olan bu köşk, şu anda özel zamanlarda eğlence alanı olarak kullanılmaktadır.

KAYNAKÇA: Doğan Erginbaş / Diyarbakır Evleri (İTÜ Mimarlık Fakültesi, 1953), Metin Sözen / Diyarbakır’da Türk Mimarisi (1971), Şevket Beysanoğlu / Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi I (1996), Adil Tekin /  Diyarbakır - Anadolu Tarihi’nin Taşlara Yazıldığı Kent, 1997), Diyarbakır İl Turizm Envanteri (Anonim, 1997, s. 50),İlhan Akbulut / Diyarbakır (1998, s. 104), Rıfkı Arslan / “Diyarbakır Kentinin Tarihi ve Bugünkü Konumu” (Müze Şehir Diyarbakır, 1999, s.81), Zülküf Güneli - Ayhan Bekleyen - Mücahit Yıldırım /  “Diyarbakır’da Vernaküler Mimari: Köşkler” (Diyarbakır Müze Şehir, 1999, s. 227-231).

Yrd. Doç. Dr. MİNE BARAN - Öğr. Gör. AYSEL YILMAZ

Yazar: Yrd. Doç. Dr. MİNE BARAN - Öğr. Gör. AYSEL YILMAZ
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör