Yazar, siyaset adamı (D. 1903, Bingazi / Libya - Ö. 13 Eylül 1970,
Ankara). Şefik Ragıp imzasını da kullandı. Özel öğrenim görerek yetişti.
İstanbul’daki yabancı okullarda öğretmenlik, Darulbedayi (İstanbul Şehir
Tiyatrosu) Edebî Heyet (1927, 28) ve Şehir Meclisi (1938) üyeliği yaptı. 1943
yılında Tokat’tan milletvekili seçilen Refik Ahmed, daha sonra Basın Yayın
Genel Müdürlüğü, TRT Yönetim Kurulu üyeliği (1964-68) görevlerinde bulundu.
Çeşitli gazetelerde tiyatro ve kitap eleştirileri yayımlandı. Tiyatro tarihi
araştırmalarıyla tanındı. Radyoda edebiyat söyleşileri yaptı.
ESERLERİ:
ROMAN: Çıplaklar (1936), Açlık (1937), Perdenin
Arkası (1941).
HİKÂYE: Köyün Yolu (1937).
İNCELEME: İstanbul Nasıl Eğleniyordu (1927, yeni basımı
1985), Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu (2 cilt, 1943), Hüseyin Rahmi
Gürpınar (1944), Türk Tiyatrosu Tarihi (5 cilt: Eski Türklerde Dram
Sanatı, 1959; Opera Sanatı ve İlk Temaslarımız, 1959; Fatih Devrinde Alimler
Sanatkarlar ve Kültür Hayatı (1961); Tanzimat Tiyatrosu, 1961; Saray
Tiyatrosu, 1962; Meşrutiyet Tiyatrosu, 1968), Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul (2001).
SOHBET (Radyo Konuşmaları): Bizim İstediğimiz Edebiyat (1933),
Eski Şiirimizin Ustaları (1964), Yüzyıllar Boyunca Halk Şairleri (1965),
Ça-ğımızın Halk Şairleri (1967).
KAYNAK: Afşin Oktay - Kemal Bağlum /
Biyografiler Ansiklopedisi (1959), TDE Ansiklopedisi (c. 7, 1976-98), Atilla
Özkırımlı / Türk Edebiyatı Ansiklopedisi (1982), Behçet Necatigil /
Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Mehmet Behçet Yazar /
Edebiyatçılar Alemi - Edebiyatımızın Unutulan Simaları (yay. haz. Mustafa
Everdi, 1999), Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul / Ahmet Refik (Cumhuriyet
Kitap, 14.12.2001), TBE Ansiklopedisi (2001), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
Eski İstanbul'u yıllarca eğlendiren eğlencelerden biri
de ortaoyunudur. Bugün artık tarihin tozlu ciltleri arasında sonsuz bir uykuya
terkedilmiş olan ortaoyunu, gerçekte perdeden inmiş Karagöz'dür.
Ortaoyunu hiç kuşkusuz ülkemizde seyirlik oyunlar için
Karagöz'den sonra bir gelişme aşaması sayılır. Birincisi hayal idi? İkincisinde
hiç olmazsa kişiler canlıdır...
Ortaoyunu, Karagöz oyunundan yüzyıllarca daha yenidir.
Eski yaşayış biçimimize ait bilgilerin eksikliği,
tarihsel belgelerin noksanlığı ortaoyununun ülkemizde ne zaman ve nasıl
başladığını saptama olanağı vermiyor. Ancak, kesin olan yön onaltıncı yüzyıldan
önce bu oyunun var olmadığı ve bilinmediğidir.
Onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda İstanbul'da
tanınmış eğlence topluluklarından söz etmiştik. Bu topluluklara katılan
şu'bedebazlann çok çeşitli, gösterdikleri becerilerin de değişik olduğunu
söylemiştik. Daha sonra bu toplulukların ortaoyunu koluna dönüştüğü, daha doğru
bir anlatımla ortaoyuncuların da bu koldan yetişip topluluk halinde oyun
gösterdikleri anlaşılmaktadır...
Eski yöntem ve biçime göre ortaoyunu şöyle
başlardı: Oyun alanına seyirciler için çadırlar kurulur, seyirciler buralarda
yer alıp güneşten korunurlar, ortaoyunu da seyircilerin önünde oynanırdı. Bir
yanda zurna çifte nağra ve davuldan oluşan bir saz topluluğu bulunurdu. Alanda
henüz oyunculardan kimsenin bulunmadığı bir sırada saz köçek havaları çalmaya
başlar, on iki kişilik tam takım bir raks topluluğu hoplayıp sıçrayarak alana
girer. Rakkaslar bir süre müziğe uyarak oynar, göbek atar, boyun kırar, cilve
yaparlardı.
Bunların arkasından yüzü kahve telvesiyle
boyalı, üzerinde şaldan yapılan boy entarisi, ayağında kırmızı yemeni, belinde
şal kuşak, başında eğri bir külah bulunan Tiryaki, elinde lülesi kısa, sapı
iple beline bağlı bir çubukla alana gelir, köçeklerle birlikte dolanır, raks
sırasında tuhaflıklar yapıp seyircileri güldürürdü. Daha sonra kol takımının
tümü acayip giysiler, türlü türlü külahlarla alana gelir, müziğe uyarak
hoplayıp sıçrar, rakseder, hep bir ağızdan şarkı söylerlerdi.
Dağda bir keçi,
Sivridir kıçı
Kahpenin piçi
Bunda bir iş var!
Bunlar raks sırasında türlü maskaralık da
yaparlar, köçeklerden sonra gelen bu genel fasla curcuna denilirdi. Bu
kalabalık çekildikten, alan tenhalaşıp saz sustuktan sonra Pişekâr başında
dilimli kavuğu, elinde şakşakla ağır ve onurlu bir edâ ile alana gelir, yerlere
kadar eğilir, halkı selâmlar, oynanacak oyunun adını söyleyerek; "Oyunun
taklidini aldım çalsın çalgılar, usul ve ahenkle efendilerime
seyrettireyim" derdi. Bir yandan saz başlar, bir yandan oyun kişileri
birer birer alana gelirler, ancak bu zaman oyuna başlanılmış olurdu.
Daha sonra ortaoyunu çeşitlendirilip
değiştirilirken ilk fasılada köçeklerle birlikte çıkan Tiryaki de Kavuklu ve
Nekre adlarıyla anılan tiple değiştirilmiştir. Nekre başında sivri bir külâh,
elinde şakşakla alana gelir, rakkasları izler, güldürü sanatçıları ile birlikte
seyircileri güldürürdü. Sonraları curcunaya çıkmak alışkanlığı da
kaldırılmıştır.
(İstanbul Nasıl Eğleniyordu, haz. Sami
Önal, 1985)