Romancı,
öykücü, hiciv ve oyun yazarı. 12 Nisan 1960, Gümüşhane doğumlu. Dokuz yaşında
ailesi ile birlikte İstanbul'a yerleşti. Selimiye İlkokulu, Haydarpaşa Lisesi
(1977), İTÜ Mimarlık Fakültesi (1982) mezunu. Bir süre mimarlık, serbest
ticaret, 1994’ten itibaren sadece yazarlık yaptı.
Mimarlık
mesleğinin düşünsel tarafında yer almayı tercih etti ve yaşam düşü olan
yazarlığa kendini adadı. Roman, öykü, deneme, makale, eleştiri, oyun ve senaryo
yazarlığı da dâhil olmak üzere edebiyatın hemen tüm alanlarında ürün verdi.
Sadece seri romanları değil, hiciv ve eleştiri yazıları da toplumda yankı
buldu.
Ülkemizin
zor yıllarını anlattığı romanları belleklerde hüzünlü tatlar bıraktı. Kayıp
Kuşak, İstanbul Dörtlüsü ve Ölümsüz Antikite gibi roman serileri saygın
yayınevlerince kitaplaştırıldı. Yazıları Varlık, Gösteri, Notos, Radikal Kitap,
Cumhuriyet Kitap, Birgün Kitap, Yasak Meyve, Sıcak Nal, Roman Kahramanları gibi
dergilerce yayımlandı. Bir dönem köşe yazarlığı yaptı.
Öyküleri
“Babalar ve Kızları” adıyla 2005 yılında İnkılap Yayınları, Dekadans Geceleri
adıyla 2008 yılında Varlık Yayınları, Şairlerin Barbar Sofraları adıyla 2014
yılında Doğan Kitap tarafından yayımlandı.
İlk
gençlik kitabı Can Yayınları’nca 2006 yılında
"Güzelçamlı'nın Kayıp Panteri" adıyla yayınlandı. “Taşhan”
adlı radyo oyunu 2006 Temmuz ayında, Yurtdışı Sevdası adlı radyo oyunu ise 2008
Mart ayında sekizer bölüm halinde TRT Radyo 1’de tefrika edildi. Ömer
Seyfettin'in Asilzadeler adlı öyküsünden uyarladığı oyun 2008-2009 sezonunda
Antalya Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelendi.
Özgürlerin
Kaderi adlı tarihi romanı 2008’de Nefti Yayıncılık’tan, Nihilist (2010) ve Konstantinopolis
Kapılarında (2012) adlı romanları ise Doğan Kitap’tan çıktı. Bir dönem Roman
Kahramanları Dergisi’nin yayın koordinatörlüğünü yürüttü. Pen Club, Türkiye
Yazarlar Sendikası ve Mimarlar Odası üyesidir.
“İstanbul’un Marki’si’ manasına gelen Marquis
D’Istambulin rumuzuyla çeşitli gazetelerde yazılar yazmıştır. Ama, kuşkusuz,
bugünkü noktaya gelmesi ilk olarak ‘İstanbul Dörtlüsü’ ismindeki rock ‘n’ roman
serisiyle başlamıştır. Serideki dört roman, dünya edebiyatındaki en uzun
soluklu rock romanları olmalarının yanında, edebi ve kurgusal açıdan da oldukça
güçlü eserler olma niteliği taşırlar. Rock müziğinin ezgilerinin ötesine geçip,
onun mayasındaki ideoloijiyi, hayata bakış açısını çok iyi özümsemiş
olduğundan, Akarsu, bunları kitaplarında çok iyi harmanlar. Bir hayal
dünyasını, gerçek dışı karakterleri anlatmaz: anlattığı dünya üç boyutlu olup,
bütün olaylar, yaşananlar rock müziğinin tınılarında hayat bulan sertlik,
dürüstlük ve açıksözlülükle sayfalardan okuyucunun kucağına dökülür.” (Emre Karacaoğlu)
“Kayıp
Kuşak isimli bu dörtlüde, toplumun her kesimini sarsıcı bir şekilde etkileyen
80’ler anlatılıyordu. ‘Kayıp
Kuşak’ta, dönemin toplumsal baskılarını, değişen ahlaki değerleri ve insan
ilişkilerini keskin ve gerçekçi üslubuyla irdeler Akarsu.” (Yavuz Angınbaş)
“İstanbul
Dörtlüsü aynı izlekler etrafında dolaşan, kendini tekrar eden romanlar arasında
farklı bir kanal daha olabileceğini göstermesi açısından önemli. Edebiyatın
kendi içine kapandığı, hayatın dinamikleri yerine yazılı metinler üzerine yeni
metinler kurgulandığı bir dönemde, son hızıyla akıp giden yaşamı avuçlarında
tutabilmesi açısından önemli.” (Altay Öktem)
ESERLERİ:
Roman: Aleladelik Çağı (Kayıp Kuşak 1,
1989), Yeniklerin Aşkı (Kayıp
Kuşak 2, 1991), Çaresiz Zamanlar (Kayıp Kuşak 3,
1992), Sevgili Superi (Kayıp
Kuşak 4, 1998), Kaybedenlerin Öyküsü (İstanbul Dörtlüsü 1, 1998), İngiliz -
İstanbul Dörtlüsü 2, 1999), Küçük Şeytan (İstanbul Dörtlüsü 3, 1999), Media (İstanbul Dörtlüsü 4, 2000),
Aseksüel Koloni ya da Antiope (Ölümsüz
Antikite 1, 2002), Siber Tragedya ya da İphigeneia (Ölümsüz
Antikite 2, 2003), Casus Belli ya da Helena (Ölümsüz
Antikite 3, 2003), Özgürlerin Kaderi (2008), Nihilist (Reddedilenlerin Risaleleri, 2010),
Konstantinopolis Kapılarında (2012), Symi’de Aşk (2017), Sozopol’de Sonyaz (2018).
Öykü: Babalar ve Kızları (2005), Dekadans
Geceleri (2008), Şairlerin Barbar
Sofraları (2013).
Deneme-İnceleme-Anı: Bağdat
Caddesi (Deneme, 2010), Selanik ve Kavala Bölgesindeki Osmanlı Türk
Mimari Mirası (Kültür Köprüleri 1, Nevnihal
Erdoğan-Seda Kaplan-Meltem Ezel Çırpı ile birlikte, 2016), Üsküp ve Ohri Bölgesindeki Osmanlı Türk Mimari Mirası – (Kültür
Köprüleri 2, Nevnihal Erdoğan-Belma Alik ile birlikte, 2016), Edebiyatta Mimarlık (Nevnihal Erdoğan’la birlikte, 2016).
Çocuk Öyküsü: Güzelçamlı’nın
Kayıp Panteri (2005), Şapşal Şirinler
Olimpiyat Yolunda (2014), Birleşmiş
Melekler (2016).
Masal: Çevreci Peri (2010), İlham
Perisi (2011), Uzaylı Peri (2011), Sultan Peri (2013).
Çocuk Romanı: Çevreci Dede: 1
Yaklaşan Tehlike (2013), Çevreci Dede: 2 Kış Oyunları (2014), Çevreci Dede: 3 Çocuklar Dünyayı
Kurtarabilir (2016).
Repertuara Alınmış Radyo Oyunları: Çalınan Tez – Radyo Oyunu (TRT, Yayımlandı – TRT Radyo 1 – Radyo
Tiyatrosu), Taşhan – Arkası Yarın (TRT,
Sekiz Bölüm Halinde Tefrika Edildi – TRT Radyo 1- Arkası Yarın), Yurtdışı Sevdası- Arkası Yarın (TRT)
(Sekiz Bölüm H. Tefrika Edildi – TRT Radyo 1- Arkası Yarın).
Repertuara Alınmış Oyunları (Devlet Tiyatroları): Yazar
Ajanı – Oyun (3 Perde), Asilzadeler – Oyun (3 Perde) (Ömer Seyfettin’den
Uyr. Sahnelendi -Antalya DT), Ekodekalog
– Oyun (3 Perde), Osmanlı Sefiri –
Oyun (3 Perde), Çevreci Dede – Çocuk
Oyunu (3 Perde), Çariçenin Fendi – Oyun (3 Perde), Malazgirt: Özgürlerin Kaderi
– Oyun (4 Perde), Yurtdışı Sevdası – Oyun (4 Perde), Taşhan – Oyun (4 Perde), Tarihçiler
(Telolojik Dörtlü 1) – Tragedya (3 Perde), Vandallar (Teolojik Dörtlü 2) -
Tragedya(3 Perde), Ruhbanlar (Teolojik Dörtlü 3) - Tragedya(3 Perde), – (Devlet
Tiyatroları), Müridler (Teolojik Dörtlü 4) -Tragedya(3 Perde), Yanarım Aşkın
Oduna Düşüben – Müzikal Oyun(4 Perde), Özgürlük Başka Yerde – Oyun (2 perde).
Kitaplaşmış Oyunları: Osmanlı Sefiri – Müzikal Komedi 3 Perde (2017), Çariçenin Fendi – Tarihsel Komedi 3 Perde (2017), Yunus Emre – Yanarım Aşkın Oduna Düşüben – Müzikal Oyun / 4 Perde (2018), Malazgirt: Özgürlerin Kaderi – Tarihsel Oyun / 4 Perde (2018), Teolojik Dörtlü – Tarihçiler / Vandallar / Ruhbanlar / Müridler – Tragedyalar (2018).
Bütün gün yağmur yağmıştı. Hava hala kar sonrasının soğuğunu taşıyordu. İstanbul sokakları, bir kutup ülkesinin beyaz geceleri gibi donuk, kurşuni renge bürünmüştü. Bakımsız sokaklarda korsan derecikler oluşmuş; artık gri gözüken denize akmaya çalışıyorlardı. Arjantin’de halk marketleri yağmalıyordu, Afganistan’da Amerikalılar papatyabiçen kullanmışlardı, Türkiye’de yapay dölleme ile üretilmiş kuzular ödeneksizlikten mezbahaya gönderilmişlerdi...
Kadıköy’ün sapa bir meyhanesinde gün boyu içki içemeden, edebiyatta “kontenjans” kavramı üzerine bir dostunun verdiği söylevleri dinlemişti. Zaman zaman dalıp gidiyor, gündüz sunucularının beyaz camda halka yedirmeye çalıştığı sahtelikler arasında “bandoneon” sesi algılıyordu. Bu sesi duyduğunda kendinden kuşku ediyor ve hafifmeşrep mankenlerle yılışık sunucuların yarattığı yapay curcunadan kurtulamamasının sonucunda midesinin bulandığına, o yüzden kendini iyi hissetmediğine inanmaya çalışıyordu. Acı gerçek Güz Gülü’nün tartışmaya mahal bırakmaksızın birinci geldiği yarışın sonunda ortaya çıkıyordu. Ganyan yine sıkı para verecekti, garsonlar dahil herkesin kuponları yatmıştı. Tüm meyhane talihsiz ve küçük bir ayrıntı yüzünden ganyanı kaybetmiş durumdaydı. Alçaklar yine herkese oyun oynamayı başarmışlardı.
Öfke seli jokey kulübünü lanetlemeye doğru büyürken sokağa atıyor kendini. Sokaklar ıslak. Terkedilmeye hazırlanıyorlar. Yorgun erkekler serin adımlarla evlerine yürüyorlar. Marketlerde hüzünlü bir telaş. Biraz zaman geçirmeye çalışıyor. Hep olduğu gibi, yapamıyor... Partilere geç gitmeyi her seferinde başaran, ilgi odağı olma meraklısı yeni çağ “tiki”lerinin yaptıklarını yaşamı boyunca hiç yapamadığını farkediyor. Yine erkenden bara giriyor. Henüz liseliler bile evlerinin yolunu tutmamışken barda yerini alıyor. Oysa partinin ilan edilmiş başlama saatine bile en az bir buçuk saat var...
“Ben hep böyle yaşadım! Ben hep bunu yaptım hayatımda,” diye mırıldanıyor. Hiçbir zaman davranışlarına gerekli imajı ve ağırlığı verecek gecikme, ilgisiz takılma, yukarıdan bakma, dudak bükme numaralarını yeterince iyi ve ciddi organize edemediğini düşünüyor. Bunun kendisine ne denli masraflar çıkardığının koca bir bilançosunu çıkarmak üzere yaşamını geriye dönük bir incelemeye almaya kalkışıyor. Hemen pişman olup vazgeçiyor. Listenin çok uzun olacağı o denli belli ki....
Taras Bulba da erken gelmişti partiye. Barda tam karşısına oturmuştu. Yanında yine peri masalları anlattığı bir taş bebek vardı. Hiç değilse bunu yapabiliyordu Bulba... Bulba hayatla başedebiliyordu. Bunun için gerekli faşizan bıyıkları bile kadınların hoşuna gidecek şekilde yüzüne kondurmayı ihmal etmiyordu. Onu her gördüğünde “Neden olmasın?” diye soruyordu kendi kendine; “Neden ben de başaramayayım?” Havalı bir cv, pervasızca atıp tutulan iş görüşmeleri, cüret, küstahlık ve salak işverenlere hiçbir zaman yerine getirmeyeceğin vaadler verme... Bunu neden yapamıyor ve neden hala sürünüyordu?.. Bulba acaba ona bu konuda ders verir miydi?.. Sonuçta her erkek bir orospunun koynuna doğru itelenerek hayata başlatılmaz mıydı?..
Ama Bulba bu düşüncelerini bilmiyor. O yüzden bambaşka bir şey yapıyor. Bir viski gönderiyor. Başka bir gün olsa bu bonkörlüğe bir jestle yanıt vermek zorunda hissederdi kendini. O gün yapamıyor. Bir de sigara istiyor. Chesterfield elden ele geçerek geliyor. Bulba’nın bir iyi yanı da “light” olan hiçbir şey bulundurmamasıdır. Bu çok iyi geliyor. Sigaradan derin bir soluk alıyor. Bulba’nın yalnız olmadığını yeni ayrımsıyormuşçasına doğruluyor. Bulba’nın yanındaki kadına gözlerini dikiyor. Bulba hiçbir partiye yalnız gelmiyor. Yalnız da gitmiyor. O ise, yalnız geliyor ve hep yalnız gidiyor. Bu yalnızlık onu hiç terketmiyor. Onu kimse istemiyor. Çünkü o insanlara ağırlık yapıyor. Hep gerçeği hatıra getiriyor. Ve bunun günümüzde, çirkin bir davranış olduğunu hala kabul etmek istemiyor.
Bunu bir kez daha farkettiğinde gitmek istiyor. Parti neredeyse başlamak üzere. Gariptir; erkekler bile çift çift geliyorlar. Bardaki son Mohikan’a hesabını soruyor. Mohikan onu anlıyor. “Ben ödedim dostum,” diyor. “Ben de bir gün ona armağan getirmeliyim,” diye düşünüyor. “Pek fazla jeste uğratıldım Mohikan tarafından” diye düşünüyor. Mohikan gülümsüyor. Kapıya doğru yürüyor. İlk basamağa adımını atıyor. Bulba ayağa kalkıp yanına geliyor ve omuzuna dokunuyor. Gülümsüyorlar birbirlerine. Dışarı doğru adımını atıyor. O sırada yirmi üçüncü yağmacı Buenos Aires İlkyardım Hastanesi’nde başına saplanan bir polis mermisi yüzünden can veriyor. Üzerinden çıkarılmış giysilerin ceplerinden sosisler sarkıyor. Papatyabiçen’in ardında kaç ceset bıraktığını saymaya kimsenin niyeti yok. Yapay dölleme ürünü kuzunun bembeyaz postu artık kanlar içinde. Sokakta hala yağmur yağıyor. Ve orta yaşlı adam hala yalnız.
Islak kaldırımlarda adımlarını
sıralamaya başlıyor. Kendi ayak seslerine kulak veriyor. Buruk bir bandoneon
sesinden başka bir şey duymuyor...