Nedim

Divan Şairi

Doğum
Ölüm
Diğer İsimler
Ahmed (asıl adı)

Divan şairi (D. 1681?, İstanbul - Ö. 1730, İstanbul). Asıl adı Ahmed. Soyunun Mevlâna’ya kadar uzandığı söylenir. Sultan III. Ahmed döneminde iyi bir öğrenim görerek yetişti, dönemin klasik ilimleri yanında Arapça ve Farsça öğrendi. Gençliğini âlimlerin arasında geçirdi. Sadrazam Şehid Ali Paşa ve sonra Nevşehirli Damad İbrahim Paşa tarafından korundu. Padişah III. Ahmed’in huzurunda yapılan tefsir (Kur’an-ı Kerim’i anlama ve açıklama) derslerine katıldı, şiirleriyle de Sultan’ın takdirini kazandı. Mahmud Paşa’nın mahkemesinde kadılık (1725); Molla Kırimî, Sadi Efendi, Sahn-ı Seman medreselerinde müderrislik (1721-30) yaptı. Damat İbrahim Paşa’nın özel kütüphanesinin memurluğunu da yapan şair, Müneccimbaşı Ahmet Efendi’nin Sahaifü’l Ahbar (çev. bas. 3 cilt, 1868) ve Bedreddin Aynî’nin İkdü’l Cüman fi Tarihi Ehli’z-Zaman adlı tarihlerini çeviren kurullarda çalıştı (1719-25). Genç yaşta tarikata girdiği de bilinen şairin bunu, yaşadığı devre uyum sağlama niyetiyle yaptığı düşünülmektedir. Kimi şiirlerinde, geride bıraktığı “manevî sohbet” meclisleri ile içki âlemleri arasında bocaladığına dair beyitleri de vardır. Nedim’in ölümüyle ilgili değişik kaynaklarda birçok rivayet vardır. Bunlardan en yaygın olanı, son yıllarında cinnet belirtileri gösterdiği, Patrona Halil İsyanı (1730) sırasında korkarak çıktığı Beşiktaş’taki evinin damından düşerek öldüğü söylenir.

Lâle Devri diye anılan zevk ve eğlence dönemini şiirlerinde büyük bir başarıyla yansıtan Nedim, döneminin İstanbul’unu; eğlence anlayışı, eğlence yerleri, gelenek ve giyiniş biçimlerini tanıtması bakımından tarihî bir önem taşır. Lâle Devri’nin; lâle adlarına, sürülen kokulara, kürklere, kumaşlara, sarayların, çeşmelerin mimarî üslûplarına varıncaya kadar bütün özellikleri Nedim’in şiirlerinde vardır. Nedim, genellikle Divan şiiri formlarına sadık kalırken yenilikler denemekten de çekinmedi. Klâsik kalıplardan ayrılmadığı ve sadece geleneksel mazmunları kullandığı halde çağdaşlarından farklı olarak rahat, açık, yalın ve samimi bir İstanbul Türkçesi kullanmış olduğu için divan şiirinin ufuklarını genişlettiği söylenmektedir. Kaside türüne de yenilikler katan şair, gazel ve şarkılarda görülen kolay ve coşkulu söyleyişi kasidelere de yerleştirdi. Şiirlerinde halk dilinden ve deyimlerinden de yararlandı.

Nedim’in şiirlerinde sergilediği yüksek lirizm, mistik bir görünüm arz etmez. O, tasavvuf ve din konularına yönelmeden insanî duyarlıkları dile getirdiği şiirlerinde aşk, şarap, sevgilinin güzelliğinin övgüsü gibi temaları işledi. Şiirlerinde gerçekçi doğa tasvirleri de önemli bir yer tutar. Yaşamış olduğu eğlenceli hayat dolayısıyla trajediye yaklaşmamış, münacat ve mersiye de yazmamıştır. Hece ölçüsüyle yazılmış bir türküsü bulunan Nedim, Arap ve Fars şairlerini de okumuş olduğunu, yeri geldikçe onların adlarını zikrederek anlatır. İran şairi Enverî’nin bir beytini de tazmin (kendi şiirine alma) etmiştir. Kendisinden önceki Türk şairlerinden beğendiklerine nazireler (aynı konuda ve aynı vezinle yazılan şiir) yazan şair, onlardan bazılarını da eleştirmekten geri kalmadı. Kendisinden sonra etkilediği yüzlerce şair arasında Yahya Kemal, en başarılı izleyicisi sayılır. Ahmet Haşim ve hatta Şeyh Galib’in bile onun şiirlerindeki bakış ve görüşten etkilendikleri değerlendirmesi yapılmıştır.

Nedim’in Divan’ında Farsça ve Arapça şiirleri, rubai ve gazelleri de vardır. Bir gazelini de Çağatayca yazmıştır. Divan’ı, önce Halil Nihat (1922), sonra Abdülbaki Gölpınarlı (1951) tarafından düzenlendi. Hayatı, Halit Fahri Ozansoy’un Nedim (1932), Faik Ali Ozansoy’un Nedim ve Lâle Devri (1950) adlı oyunlarına konu oldu.

“Nedim, çevresini gören ve anlatan ilk şairdir. Yaşadığı şehri, İstanbul’u şiire sokmuştur. Kâğıthane, Göksu, Çubuklu, Hisar, Haliç, Boğaziçi gibi o devrin gezinti ve eğlence yerleriyle, sarayları, köşkleri, çeşmeleri, köprüleriyle, ramazanı ve bayramı, baharı, yazı ve kışıyla ve pürüzsüz diliyle şiirlerinde İstanbul’u yaşatmıştır. İstanbul halkının konuştuğu dili, mahallî kelimeleri, atasözleri ve deyimleriyle en iyi kullanan Nedim’dir.” (Haluk İpekten)

ESERLERİ:

Divân, Sahâifü’l-Ahbâr’ın ve Ayni Tarihi’nin Bazı Kısımlarının Tercümeleri, Şehit Ali Paşa’ya Yazdığı Dilekçe (Kemâl Edib Kürkçüoğlu, Fuat Köprülü Armağanı içinde, İstanbul, 1953), Safâi Tezkiresi İçin Yazdığı Takriz, İzzet Paşa’nın Nigârnamesine Verdiği Cevap.

KAYNAKÇA: Ahmet Hamdi Tanpınar / 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (1942), Necmettin Halil Onan / İzahlı Divan Şiiri Antolojisi (1946), Faik Ali Ozansoy / Nedim ve Lale Devri (1950), Abdülbaki Gölpınarlı / Nedim Divanı (1951), Hasibe Mazıoğlu / Ne­dim'in Divan Şiirine Getirdiği Yenilik (s. 32-64, 1957), Ahmet Hamdi Tanpınar / Edebiyat Üzerine Makaleler (1969), Bursalı Mehmed Tahir / Osmanlı Müellifleri I (1972), Atilla Özkırımlı / Nedim (1974), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Ahmet Kabaklı / Şair-i Cihan Nedim (1996), Mehmet Nuri Yardım / Edebiyatımızın Güleryüzü (2002), TDV İslam Ansiklopedisi (C. 32, s. 510-513).

GAZEL 1

Hadden geçmiş nezaket yâl ü bâl olmuş sana

Mey süzülmüş şişeden ruhsâr-ı âl olmuş sana

 

Bûy-i gül taktir olunmuş nâzın işlenmiş ucu

Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana

 

Sihr ü efsûn ile dolmuştur derûnun ey kalem

Zülfü Hârut’un demek mümkin ki nâl olmuş sana

 

Şöyle gird olmuş Fireng-istân birikmiş bir yere

Sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana

 

Leblerin mecrûh olur dendân-ı sin-i bûseden

Lâ’lin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana

 

Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim

Bir peri-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana

ŞARKI

Bir safâ bahşedelim gel şu dil-i nâ-şâde

Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâd’e

İşte üç çifte kayık iskelede âmâde

Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâd’e

 

Gülelim oynayalım kâm alalım dünyâdan

Mâ’-i Tesnîm içelim Çeşme-i Nev-peydâdan

Görelim âb-ı hayât akdığın ejderhâdan

Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâd’e

 

Geh varub havz kenârında hırâmân olalım

Geh gelüb Kasr-ı Cinân seyrine hayrân olalım

Gah şarkî okuyub gâh gazel-hân olalım

Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâd’e

 

İzn alub Cum’a namâzına deyu mâderden

Bir gün uğrulayalım çerh-i sitem-perverden

Dolaşub iskeleye doğru nihân yollardan

Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâd’e

 

Bir sen ü bir ben ü bir murib-i pâkîze-edâ

İznin olursa eğer bir de Nedîm-i şeydâ

Gayrı yârânı bugünlük edib ey şûh fedâ

Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâd’e

MÜSTEZÂD

Ey şûh-i kerem-pîşe dil-i zâr senindir

                        Yok minnetin aslâ

Ey kân-ı güher anda ne kim var senindir

                        Pinhân ü hüveydâ

 

Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz

                        Baş üzre yerin var

Gül goncesisin gûşe-i destar senindir

                        Gel ey gül-i ra’nâ

                       

Neylersin edip bir iki gün bâr-ı cefâya

                        Sabreyle de sonra

Peymâne senin hâne senin yâr senindir

                        Ey dil tek ü tenha

                       

Bir bûse-i can bahşına ver nakd-i hayâtı

                        Gel kaail olursa

Senden yanadır söz yine bâzâr senindir

                        Ey âşık-ı şeydâ

                       

Çeşmânı siyeh-mest-i sitem kâkülü pür-ham

                        Ebrûları pür-çîn

Benzer ki bu dil-dâr-ı cefâ-kâr senindir

                        Bî-çâre Nedîmâ

GAZEL 2

GAZEL 2

 

NEDİM

 

 

Muradın anlarız ol gamzenin iz'ânımız vardır

Belî söz bilmeziz amma biraz irfanımız vardır

 

O şuhun sunduğu peymâneyi reddetmeyiz elbet

Anınla böylece ahdetmişiz peymânımız vardır

 

Münasibdir sana ey tıf l-nâzım hüccetin al gel

Beşiktaş'a yakın bir hâne-i viranımız vardır

 

Güzel sevmekte zâhid müşkilin var ise bizden sor

Bizim ol fende çok tahkîkımız itkaanımız vardır

 

Koçub her şey miyânın canına can katmada ağyar

Behey zâlim sen insaf et bizim de canımız vardır

 

Sıkılma bezme gel bîgâne yok davetlimiz ancak

Nedîmâ bendeniz var bir dahi sultânımız vardır

 

 

Günümüz Türkçesiyle:

 

O yan bakışın muradını anlarız, anlayışımız vardır; evet, söz bilmeyiz ama biraz irfanımız vardır.

O şuhun sunduğu kadehi elbet reddetmeyiz, onunla öyle sözleşmişiz, sözleşmemiz vardır.

Ey nazlı yavrum! Beşiktaş'a yakın viran bir evimiz vardır; sana münasiptir, gel hüccetini (senedini, belgesini, tapusunu) al.

Zahit! güzel sevmekte müşkülün varsa bizden sor, o fende bizim çok araştırmamız, tam bilgimiz vardır.

Başkaları (rakipler) her gece senin beline sarılıp canına can katıyor; behey zalim! İnsaf et, bizim de canımız vardır.

Sıkılma, mey meclisine gel, yabancı yok, davetlimiz ancak Nedim kulun var, bir de sultanımız vardır.

NEDİM'E DAİR BAZI DÜŞÜNCELER

Nedim'de bir bakıma göre her şey an'aneden gelir. Neş'esi, humour'u, hayat karşısındaki rindâne durumu kendinden evvelki şâirlerde, Bâkî'de, Yahya Efendi'de, mizaç ayrılığına rağmen o kadar çok sevdiği ve eserini yakından takip ettiği Nef’î'de ve diğer XVII nci asır şâirlerimizde bol örnekleri bulunan vasıflardır. İstihzası, yine onlar gibi fikir hayatımızın belli başlı hareket kaynağı olan medrese-tekke mücadelesinden doğmuştur. Gündelik hayat ve mahallî renkler aşkı ise şiirimizin birkaç asırlık bir an'anesiydi. Kısaca sıkı tahlilin bulabileceği her şey an'anede Nedim'den önce vardır. Bununla beraber böyle umumî bir tahlilden vazgeçip de bu şâiri kendi içinde ele alacak olursak, onda kendisinden önce gelenlerden hattâ çağdaşlarından ayrılan, realite ile hepsinden başka ve çok daha sıcak bir şekilde kaynaşmış bir tarafın da bulunduğu görülür.

Nedim alelâde pitoreskte kalmadan yüksek resme erişmiş, lirizmine o zamana kadar tatmadığımız hususîlikler katmış ve zaman zaman eski sanatlarımıza has olan o çok bilgili ve hesaplı safderunluktan (ki bütün orta zaman sanatlarında ilk bakışta göze çarpan müşterek bir vasıftır) ayrılmanın yolunu bulmuş, hattâ daha ileriye giderek bazı rönesans adamları gibi bu örtülü safderunluğun bir köşesini açarak ona hususî bir cazibe vermiştir. Nedim ile iç âlemini ve duygularının verimlerini kitaptan gelen modaya göre nizamlayan şâirlerin arasından, hiç olmazsa bir def’a çıkarız. Bu büyük duygucu, duyduklarını olduğunu gibi vermeği tercih eder. Gözün, kulağın, derinin verimlerini mücerretleşmiş bir süsleme motifi olarak kullanmaz. Onları yaşar, görür, işitir, duyar. Bize bir nevi modern ruh gibi görünmesi bu yüzdendir.

Eski hayatın şiirimize giren akislerini, ki tahminimizden çok fazladır, Nedim'den evvelki şâirlerde bazen bir minyatürde ve çok defa bir halı deseninde seyreder gibi beğeniriz. Nedim'de ise geniş tabiata bir pencere açılmış gibi, kısa bir an için olsa da, yer yer büyük resmin hususiliğini veren şeylere, mesafeye, genişlik hissine, üç buut vehmine çıkarız. Onun bahsettiği güzeller, bir derinliğin ortasında ve bir zemin üzerinde, güneş ışığında kımıldanırlar. Gölgenin yerini, gölgesini beraberinde taşıyan yaratık alır. O kadar ki, bazı mısra ve beyitler, zihnimize resim veya heykeltraşlıktaki kardeşleriyle beraber gelirler. Nedim :

Ayağın sakınarak basma aman sultânım

Dökülen mey kırılan şişe-i rindân olsun

 

derken Watteau'nun L'indifférent’nını düşünmemek,

 

Mest kendi güler altındaki rahş oynardı

Gördüm ol âfeti dün bir düğün alayında

 

beytiyle karşılaşınca, Pantéon'un firizlerindeki süvarileri hatırlamamak kabil midir? Meğer ki, hâfızamız bize resmi tercih ettirsin ve biz ihtiyarsız Vélasquez'in Genç prens'ini düşünelim.

 

Mest kendi güler altındaki rahş oynardı

 

atla süvarisi, mısraın imkânsız cümbüşünde âdeta bir tek vücut olmuştu.

Bu cinsten mısraları Nedim'de istediğimiz kadar bulabiliriz. Bana çok defa Eflâtun'un Lysis'inin baş taraflarını hatırlatan İbrahim Paşa vasfındaki kasidede Nedim, şiirinin harikalarından birini verir :

 

Gümüşten âyineler gibi sâf iken sînen

 

sade bir "ler" edatının ilâvesiyle mısra, ilk önce nasıl bin donuk inci parıltısıyle doludur ve sonra birdenbire, tıpkı bir perde sıyrılmış gibi bu donuk parıltının yerini taze ve plâstikten ve onun formu alıyor. Halbuki her şeyin yepyeni göründüğü bu mısradaki hayal ne kadar eskidir; bizim şâirlerimize geçmeden önce kaç medeniyetin zevki, kaç kültür ondan bıkmıştır? Nedim, mısraının bütün sihrini iki edattan alıyor : Gümüş âyine demiyor, gümüşten âyineler diyor ve sadece bu buluşuyle birdenbire mısraına güneşte yaldızlı akisler saçan, salâbeti bir meyve nescine doğru yumuşayan bir mermer parıltısı ve cazibesi veriyor.

Nedim'in sırrı hayatın, tabiatın, arzu ve heveslerin karşısında kendisini serbest bırakmaktan hoşlanmasında, "an" ın ifritine her şeyi terkedebilmesindedir. Zaman zaman duygularını "mazmun" a tercih etti. Eski gazelin hendesî arabeskinde birdenbire bir bahar uyanır gibi, kısa bir an için her türlü moda ve an'anenin dışında kalmış bir canlılıkla fışkırışı buradan gelir.

Gazellerinde, şarkılarında, kasidelerinde hep bu kendi teni ve sinir cihazı ile yaşamak arzusu vardır. Onun eski "mısra" ı, Neşatî'nin, Nâilî'nin bazen o kadar çok benzediği Nedim-i Kadîm'in âdeta kendisi için hazırlamış oldukları diyeceğimiz "mısra" ı girift mazmunların yükünden nasıl hafiflettiğine bakın. Bazen mısra onda, sadece ses taşıyan sihirli bir mahfaza olur :

 

Eyvah o üç çifte kayık aldı karârım

Şarkı okuyup geçti bir âfet var içinde

 

derken ilk def’a olarak Türk şiirinde, mahiyetinde "kaçıp kaybolmak" bulunan şeyleri yakalamağa cehdeden bir sanatı görürüz.      

                                                                      (Edebiyat Üzerine Makaleler, 1969)

Yazar: AHMET HAMDİ TANPINAR
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör