Necmettin Turinay

Eleştiri Yazarı, Deneme Yazarı, Edebiyat Araştırmacısı, Yazar

Doğum
07 Şubat, 1946
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç
Diğer İsimler
Ahmet Rıdvan, Vedid Eymen, Mehmet Toprak, Ahmet Selim, Necmettin Sandıklı

Deneme ve eleştiri yazarı, edebiyat araştırmacısı. 7 Şubat 1946, Sorkun köyü / Sandıklı / Afyon doğumlu. Gazete yazılarında Ahmet Rıdvan, Vedid Eymen, Mehmet Toprak, Ahmet Selim, Necmettin Sandıklı imzalarını da kullandı. İlkokulu Sorkun köyünde ve Sandıklı’da okudu. Sandıklı Ortaokulu (1961) ve Afyonkarahisar Lisesi’ni bitirdikten (1964) sonra, “Âşık Paşa’nın ‘Garibnâme’si Üzerine” tezi ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden (1968) ve Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nde “İkinci Meşrutiyet Dönemi Dergiciliği ve ‘Resimli Kitap’” tezi ile yüksek lisansını, “Abdülhak Şinasi Hisar ve Romancılığı” tezi ile de doktorasını tamamladı.

Yükseköğreniminin ardından İstanbul Ortaköy İlköğretmen Okulu, Maçka Yüksek Tekniker Okulu,, Alaşehir Lisesi (1971-74) ile Ankara Meteoroloji Teknik Lisesi’nde öğretmenlik ve yöneticilik (1974-76) yaptı. 1977 yılında girdiği TRT’de muhabirlik, yayın planlama uzmanlığı (1980-84), Türk Halk Müziği repertuar kurulu edebiyatçı üyeliği (1983-86) ve yayın denetleme kurulu üyeliği (1984-90) görevlerinde bulundu. Bir dönem de Kültür Bakanlığı yayın kurulu üyeliği yaptı. Kurucuları arasında yer aldığı Türkiye Yazarlar Birliği’nin genel sekreterliği ile Ankara Aile Araştırma ve Kültür Vakfı’nın Ankara Şubesi başkanlığını yürüttü.

Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’nun kuruluş çalışmalarında görevlendirildi (1990) ve üç yıl süreyle kurumun genel müdürlüğünü üstlendi. Bu görevi sırasında 1. Türkiye Aile Şurası ile basılı ve görsel çok sayıda bilimsel yayın başta olmak üzere, birçok etkinliğe öncülük etti. Kurum bu çalışmalarıyla Türkiye Yazarlar Birliği’nin 1991 yılı Kamu Yayıncılığı Ödülüne layık görüldü. Kurum adına çekimini sağlayıp yapımcılığını üstlendiği aileye yönelik eğitici dizi ve belgeselleri TRT kanallarında defalarca gösterildi. 1992 yılında Aile Araştırma Kurumu başkanlığından ayrılarak Başbakanlık müşavirliğine atandı. 2000 yılında bu görevinde iken kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Emekli olduktan sonra bir süre İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan danışmanlığı görevinde bulundu. 2002 yılından itibaren çalışmalarını Ankara’da sürdürdü.

Turinay’ın ilk yazısı Pınar dergisinde çıkmıştı (1968). Daha sonra deneme, eleştiri, araştırma ve inceleme yazıları Yeniden Millî Mücadele (yayın kurulu üyesi, 1969-71), Hisar (1974-79), Türk Edebiyatı (1973), Hisar (1974-80), Muştu (1977), Mavera (1980-82), Töre (1979-82), Sözcü (sanat-edebiyat yönetmeni), Millî Kültür (1980-86), Mili Eğitim ve Kültür (1981-83), Doğuş Edebiyat (1983), Radyo-Televizyon (1987), Suffe Edebiyat, Yazarlar Birliği yıllıkları, Kadın ve Aile (1990-93), Panel (1989-94), Yeni Dergi (1994), Edebiyat Ortamı (1997), Umran (2000), Özgür ve Bilge (2002), Hece (2002) dergileri ile Ortadoğu (1975-76), Hergün (1977), Zaman (1986), Belde (Ankara, 1988), Yeni Asya (1993-94) ve Yeni Şafak (1996-2000) gazetelerinde yayımladı. Geleneğin Dünyası / Yeniliğin Ufukları kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği Deneme / Eleştiri Ödülünü aldı (1983).

ESERLERİ:

Müşâhedat (Ahmet Midhat Efendi’den sad., yay. haz., 1979), Geleneğin Dünyası / Yeniliğin Ufukları (deneme-eleştiri, 1983), Abdülhak Şinasi Hisar (doktora tezi, 1988), Hüsn-ü Aşk: Klasik Hikâyenin Son Merhalesi (Şeyh Galip Kitabı’ndan ayrı basım, 1995), Klasik Romana ve Leyla vü Mecnûn’a Dair (Fuzûli Kitabı’ndan ayrı basım, 1996), Değişen Toplum ve Aile (1996), Kültür, Dil ve Sanata Dair (1997), Bilge Tarihçi Ziya Nur Aksun (Ömer Ziya Belviranlı ve M. Nuri Yardım ile, 2004), Dua ve Yakarış (2005), Bir Yusuf Bin Züleyha (2006), Şehrin Büyük Rüyası (2006).

KAYNAKÇA: Yahya Akengin / Yeniliğin Ufukları (Doğuş Edebiyat, 23.12.1983), Sadık Yalsızuçanlar / Necmettin Turinay’la Dünden Bugüne Türk Ailesi (Yeni Asya, 14-25.6.1993), Mustafa Everdi / Aydınlar Muhalefet ve Uzlaşma (Yeni şafak, 30.6.1995), Mustafa Miyasoğlu / Necmettin Turinay / (Millî Gazete, 26.11.1995), Selim Çoraklı / Kitabî Kritik (Zaman, 17.5.1995), Metin Alper / Geleneğin Dünyası - Yeniliğin Ufukları (Edebiyat Ortamı, Haziran 1997), Türkiye’de Kim Kimdir (2000), TDE Ansiklopedisi (c.8, 1998), TBE Ansiklopedisi (c.2, 2001), Türk Sağı Sözlüğü (2001), İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).

NECMETTİN TURİNAY

Bu yıl Ahmet Rıdvan takma adıyla  İslamcı Aydınlar ve Toplumsal Sorumluluk Şuru adlı kitap, onun pek çok konuda olduğu gibi siyaset konularında da ne kadar şuurlu ve vukuflu olduğunu ortaya koyuyor. Müslüman aydınların son yıllarda içinde bulunduğu keşmekeşten kurtularak zihnî bir arınma içine girmesi ve 1980 sonrası şartların gerektirdiği uzlaşmaları yeniden gözden geçirmesi gerektiği hususunu net bir tarzda vurguluyor. Bu kitaptaki yazıların, 25 yıllık memur, TRT elemanı, Aile Araştırma Kurumu Başkanı ve iyi yetişmiş bir aydının dünyaya bakışındaki sorumluluk duygusunu tam olarak yansıttığını belirtmek gerekir.

Kimi insanlar vardır, yıllarca görüşmeseniz de onun neler yaptığını, ne tür konularla uğraştığını az çok tahmin edersiniz. Eğer bu insanlara sempatiniz var da seviyorsanız, bakış açısını kavramışsanız, onu kendiniz gibi bilir ve ne yaptığına, yapacağına ait tahminler yürütür ve çoğu kere de haklı çıkarsınız. Bu insanın her şeyine kefil olabilir, onun her yaptığını peşinen tasvip edebilirsiniz, işte bu dostluktur. Dost insanlar birbirlerini sık sık  görmeseler de aralarında sanki üveysî bir bağ vardır ve birbirlerinin her yaptığını hoş karşılarlar. Bir de tersi olur ki, o zaman bütün iletişim köprüleri yıkılır, düşmanlık oluşur ve insanlar antipatik bulduklarının hiçbir şeyini anlamaya yanaşmazlar. Yapılan iyi şeyleri bile hüsnüzanla karşılayamadıkları için de güzellikleri göremezler.

Ben dostluktan yanayım. Sevmediklerimle uğraşmayı pek doğru bulmuyor, onlar -eğer topluma zarar vermiyorlarsa- beni ilgilendirmiyorlar. Dönüp bakmaya gerek görmüyorum. Romanlarım dışında bunlarla ilgili şeylerle vakit kaybetmemeye dikkat ediyorum. Dünyamı güzelliklerle doldurmaya çalışıyorum. Necmettin Turinay dostumu hep bu perspektif içinde gördüm ve ondan da böyle bir karşılık görmekten mutlu oldum. Çünkü kalp kalbe karşıdır ve hayat birtakım tavır alışlarla sürüp gider. Bunlar olumlu ise, mesele yoktur.

 

Dost bir insan

Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu, “Dostluk üzerine” yaptığı konuşmasında, kültüre, coğrafyaya, tarihe ve insana dost olmaktan bahseder ve adetâ dostluğun en geniş çerçevede metafiziğini ortaya koymaya çalışır, ben bu tür dostça tavrı Necmettin Turinay'da gördüğüm kadar çok az insanda gördüm, onun kimseyle kavgalı olduğunu duymadım. Hep anlayan, anlamaya çalışan tavrı olduğunu duydum, gördüm. Bundan tepkisizlik anlamı çıkmamalı.O, bu toprağa bağlı, tarihin kimliğine sahip çıkan herkese yakın olmuş, herkesle diyalog içinde olmuştur. Bir entellektüele de bu yaraşır.

Biz onunla ilk kez 1970 yılında karşılaştık sanıyorum. Mücâdele Birliği'nin yayınladığı  Yeniden Millî Mücâdele adlı dergide yazı yazmamızı istemek için bulunduğumuz yurda gelmişti. Bir odada yarım saate yakın konuştuk. Bu dergi o günlerde benimsemediğim bir söylemi, din ve sosyal bir ifade ile ortaya koyuyordu.

Bunu ifade ettim ve saf edebiyat tavrına yabancı bulduğumu söyledim. Saygıyla karşıladığı ve eğer yazmak istersek hiç bir satırına dokunmadan yayınlayacaklarını söyledi. Bir süre sonra kendisi okulunu bitirerek bu topluluktan ayrılmış oldu. Hisar ve Türk Edebiyatı dergilerinde aynı perspektiften bakan yazılarımız yayınlandı. Bu arada Türkiye Yazarlar Birliği içindeki çalışmaları ve temaslarımızla birbirimizi daha iyi tanıdık. Zaman zaman karşılaştık, buluştuk, konuştuk ve bazan da yazıştık. Onun mektupları. kadar ciddiyetle yazılmış çok az mektup aldığımı ifade etmek isterim. Ne yaparsa büyük bir ciddiyetle ve vukufla yapan insanlardandı.                     

Bu arada mektup deyip de onun Kaybolmuş Günler'deki eleştiriye tavır gösterdiği mesafeli, ama uyarıcı karşı çıkışı hatırlatmadan geçemiyeceğim. Bilindiği üzre, o romanda menfî şartların karamsarlığa ittiği bir genç vardır. Bütün sıkıntılarını, başarısızlıklarını ortamın elverişsizliğine, dolayısıyla bütün olumsuzlukları kendi dışına iten huzursuz bir roman kahramanı, hayata daha iyimser yanlarından yaklaşan Necmettin Turinay’a ters gelmiştir. Bunu da açık açık yazmaktan, gerekçelerini de mektupla bana bildirmekten kendini alamaz. Çünkü içinde bulunduğu sosyal şuur ona böyle bir sorumluluk duygusu vermiştir ve yazdığı deneme ve eleştirilerde bunu dile getirmeden edemez. Bense bunu bir roman siparişi olarak gördüm ve bana teklif ettiği şeyleri bizzat kendisinin daha iyi yazabileceğini söyledim mektupta. Bir zaman bana mektup yazmadı, ikimiz de alınmıştık, ama bakış açılarımızla mazurduk, Sonra Dönemeç ve Güzel Ölüm romanlarından yeni yetişen nesillere karşı duyarlı tavrımı görünce, bunlardaki farklı yanları ve romancı tasarruflarını da ayrı bir yazı olarak ele alıp incelemekten kendini alamadı. Dostluğumuz bu kez aynı bakış açısıyla ve birbirine daha yakın düşüncelerle gelişmiş, kökleşmiş oldu.

Bu arada Necmettin Turinay denemelerini geleneğin Dünyası Geleceğin Ufukları adıyla kitaplaştırdı. Bakış açısının genişliğini ve bu toprağın insanını anlatmaya çalışan divan şairlerinden günümüz yazarlarına kadar çok çeşitli örneklerini tek tek ele alıp inceleme konusu yaptı. Daha sonra da Abdülhak Şinaşi Hisar'ı konu edinen bir doktora tezi hazırladı, edebiyat doktoru oldu ve kitabı da MEB Yayınları arasında basıldı. Bu kadar vukufla ve detaylı bir tarzda hazırlanmış, yazılırken de kendine üslûbu korunmuş doktora metni çok azdır.

Tez çalışmasından sonra Said-i Nursi ve Necip Fazıl üzerinde kafa yorduğunu, geçen yıl yapılan Şeyh Galip Günlerinde de bu şaire ait en geniş incelemelerden birini onun ortaya koyduğunu biliyoruz.

 

"İslamcı aydınların sorumluluk şuuru”

Bu yıl Ahmet Rıdvan takma adıyla yayınladığı İslamcı Aydınlar ve Toplumsal Sorumluluk Şuru adlı kitap, onun pek çok konuda olduğu gibi siyaset konularında da ne kadar şuurlu ve vukuflu olduğunu ortaya koyuyor.  Müslüman aydınların son yıllarda içinde bulunduğu keşmekeşten kurtularak zihnî bir arınma içine girmesi ve 1980 sonrası şartların gerektirdiği uzlaşmaları yeniden gözden geçirmesi gerektiği hususunu net bir tarzda vurguluyor. Bu kitaptaki yazıların, 25 yıllık memur, TRT elemanı, Aile Araştırma Kurumu Başkanı ve iyi yetişmiş bir aydının dünyaya bakışındaki sorumluluk duygusunu tam olarak yansıttığını belirtmek gerekir. Böylesine sorumlu ve ciddî bir insanin parlamentoya aday olması, memleketimiz adına gerçekten büyük bir kazanç olacaktır. Çünkü o yalnız yazı hayatında değil, dernek ve kurumlar içindeki faaliyetlerinde de hep bir öğretmen okulu talebesi, bu milletin meselelerini omuzlamış bir "Mehmetçik" tavrının sahibi olmuştur. Bunu, onun 25 yıllık dostu, yazılarının okuyucusu ve hizmetlerinin takdirkârı olarak söylüyorum ve başarılar diliyorum.

                                                              (Millî Gazete, 26 Kasım 1995)

Yazar: MUSTAFA MİYASOĞLU

NECMETTİN TURİNAY

Çeşitli iş güç arasında içimin karardığı bir gün rüyalarım beni bir beşik gibi sallayıp savurduğu da, Bolu’da Aladağ’ın eteklerindeki bir gölün kenarına bırakıverdi.

Kendi hatırasından yorgun düşmüş eski bir grubun emektarlarıyla bir arada, Gölcük etrafında amaçsız dolaşıyoruz. Yüksek sedir ağaçlarıyla kaplı dağların ortasında yemyeşil bir göl! Onlarca ağacın gövdesinden boşalan sular! Hepsi göle bir yol bularak ulaşıyor. Yani tam bir tabiat harikası ile karşı karşıyayım. Tabiatın bu rahmet deryasında, Ankara'nın kendi toplum ve tarihîyle teşkil etliği tezadı acı acı düşünüyorum.

 

Konuş Bu Kadınla!..

Şekerci Teyze'yi, rüya bu ya, işte orada tanıdım. Önündeki sepette sekiz-on kırmızı elma şekeri; kenarlarına bağlanmış kırmızı, yeşil, sarı, mavi renkli balonlar!. Elma şekerlerini ve balonları satmak yolunda, bağırıp çağırmıyor, belki önünden geçen bu kalabalıklara itimadını yitirmiş bir nazarla dargın bakıyor.

Rüya, rüya içinde sanki!..

İçimden bir ses dedi ki:

"Bu tabiata, yeşilliğe, bu ağaçların gövdelerinden boşanan sulara, önünden gelip geçen ve tabiatın ruhlarını hafiflettiği bu insanlara 'muğber' duran bu kadınla konuş!." Katıldığım kafilenin ruhlarındaki hafiflikle, bu kadının tabiata bile dargın düşen konumu, içimdeki mızrabı oynatıyor muydu neydi?

Adımlarımı yavaşlattım. Kafilenin gerisinde kaldım. Tarihî bir ağacın kütüğüne yaslanmış bu kadın, yani Şekerci Teyze işte karşımda!. Konuşuyorum, konuşturuyorum! içinde yaşadığı bakir tabiatla ilişkisini yitirmiş, insana olan itimadı bütünüyle tarumar olmuş bir kalbe ulaşan yollar arıyorum. Onunla paylaşacak bir şeyler bulmak, o anda ne kadar zordu Allahım!.. İçinde yüzdüğü fukaralık, ağzından çıkan her sözü bir acıya dönüştürüyor; sanki kendi bireyselliğini de aşarak, maşeri bir ıztırap destanı dokuyor.

 

Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı

O anda, ruhumdaki ezginlik de durmaksızın kabarıyor, içim içime sığmaz oluyor. Milli gelir hesaplamalarında defterden düşülmüş, siyasette adı okunmayan, Fak-Fuk-Fon'un tanımadığı, önünden gelip geçen kafilelerin şenşakrak kahkahaları arasında dikkati dahi çekmeyen binlerce, belki milyonlarca isimsiz adresler gelip geçiyor gözümün önünden. Zira hiç bir sosyal politika bu sınıfları hedeflemiyor artık. Siyaset, yatırımını onların üzerine bina etmiyor. Arabesk bir münazarayı andıran söylemler de, şeytan taşlamaktan insana uzanmayı, kalplere uzanan bir yol bulmayı neredeyse unutmuş gözüküyor. Toplumun içtimâi yardım refleksleri, cemaat hükmî şahsiyetlerine sermaye oluşturmaya şartlandırılmış. Cami dikmek, kurs binası yaptırmak, cemaat şirketlerini yükseltmek güzel!. Fakat bu bize; asıl insanı, birey olarak insanı unutturuyor ve ihmale yöneltiyorsa, herhalde burada bir yanlışlık olmalı diyorum. Bir kalbi onarmak hazzı!.. Daralmış ruhların istikbale, yani insanlığın geleceğine olan itimadını yeniden ihya etmek ihtiyacı!.. Her şeyin önüne geçiyor, acı duyuyorum.

O anda, içinde bulunduğum bu bakir tabiattan mı, karşımda duran acının mücessem heykeli Şekerci Kadın'ın ruhundan yansıyan bir şeyler mi, bilmiyorum. Her şey kaskatı ve simsiyah!.. Adeta gözüm kararmış, ayaklarım uyuşmuştu. Aramızda bir ara, şöyle bir diyalog gelişti:

- Gölün kenarındaki şu binayı görüyor musun? Burası hükümete ait. Buraya hafta sonlarında, zaman zaman başbakanlar gelir. Ailesi ile birlikte gelirler, gezer dolaşırlar. Burada gecelerler.

- Ablacığım! Mesela kira gelirdi? Hiç onlarla konuştuğun oldu mu? Veya onlar, yakınları, gelip geçerken sana birşey söyler, hal hatır sorarlar mıydı?

- Hey herif sen gazeteci misin?

- Hayır, demek durumunda kaldım.

 

Paslı Kilidin Gıcırtıları

O an öyle hissettim ki, vereceğim bir cevap, bu kadını tekrar kendi inzivasına mahkum etmekten başka bir anlam taşımayacaktı. Lafı geveledim onun için. O da kendi hikâyesine devamı tercih elti.

- Bir akşam üzeri idi. Aile halinde, iste buradan (oturduğu yeri, yolu, on beş metre ilerideki konuk evini gösteriyor), önümden geçti gitti. Hiç bir şey sormadı, söylemedi. Onların ilk geçişleri de değildi zaten. Kaç kere gördüm, o beni kaç kere gördü, konuşmadı.

- E, sonra?

- Son bir keresinde, içeriden aşçı mı, bekçi mi ne, birisiyle haber gönderdi. "O kadın oradan gitsin, ya da uzaklaştırın" gibisinden birşey söylemiş.

 O anda çeşitli ihtimaller, bir biri peşi sıra sökün ediyor kafamdan. Güvenlik görevlilerinin işgüzarlığı, vs. Bunları ona aktarmak, içinde oluşan uçurumları bertaraf etmek istiyorum. Adeta çırpmıyorum. Fakat o, söylediğim sözlerin hemen hiçbirisine itibar etmiyor:

- Hayır, diyor. Ben gözlerimle gördüm. Bana gönderdiği adama söylerken gördüm. Şuncak yerden gördüğüm şeyi, nasıl farketmeyeyim? Allah da bilmiyor mu, sanki!..

-  Acayip!.. Peki, sizin buradan uzaklaşmanızı niçin istemiş olabilir O başbakan?

-  O beni tanımaz ki, düşmanlığı olsun! Benim halim, onun huzurunu kaçırdı. Bana kızdığından, bir nefreti olduğundan değil! Camdan beni gördükçe, halime baktıkça, vicdanı rahatsız oldu da ondan. Ben anlarım kardeş! Bir insan bana doğru yaklaşırken, ne niyet taşıdığını anlarım. Ne bileyim, içime doğuyor. Ben de halimden memnun değilim emme, böyle işte!..

                                                                                             (4 Ağustos 1997)

                                                                                   (Bir Yususf Bin Züleyha, 2006)

Yazar: ŞEKERCİ TEYZE

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör