Necmettin Erişen

Eğitimci

Doğum
Ölüm
03 Haziran, 2011
Eğitim
Konya Yüksek İslam Enstitüsü (Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi)

Eğitimci, sivil toplum önderi (D. 1938, Adana - Ö. 3 Haziran 2011, Adana). 1970'li yılların etkin ve popüler milliyetçi - mukaddesatçı gençlik örgütlerinden Mücadele Birliği’nin ilk genel başkanı. Adana İmam-Hatip Lisesi ile Konya Yüksek İslam Enstitüsünden mezun olduktan sonra bir süre imam-hatiplik, orta dereceli okullarda din dersleri öğretmenliği yaptı. Mücadele Birliği’nin kurucuları arasında yer alarak, birliğin ilk genel başkanı oldu. Yeni Ümit ve Yeniden Milli Mücadele dergilerinde yazıları yayımlandı. 2011’de Adana’da öldü. Gerçek Emperyalizm (1969) adlı bir eseri vardır.

1960'lı 70'li yıllarda Konya'da kurulan, daha sonra başta Afyon ve İstanbul olmak üzere bir çok il ve ilçede örgütlenen bu çalışma, ülkeyi kültürel ve ekonomik bağımlılıktan kurtarmak özlemi içinde Yeniden Milli Mücadele Hareketi adını almış ve Müslümanlar arasında inkılapçı ve örgütlü bir kimliği yaygınlaştırmıştı. Mücadele Birliği ve Yeniden Milli Mücadele Hareketi İslam dinine ve milli değerlere bağlı, anti siyonist, anti Amerikancı, anti komünist özelliği ile tanındı. Necmettin Erişen'in "Gerçek Emperyalizm" isimli eseri, o dönem gençler arasında büyük ilgi gördü. Necmettin Erişen daha sonra gördüğü lüzum üzerine Mücadele Birliği'nden 1970'li yılların ortalarında ayrıldı ve bu konuda özeleştirlerde bulundu.

KAYNAKÇA: Yıldıray Oğur / Derin sağ: Milli Mücadelecilik (timeturk.com, 26.08.2008), Hadimü’l Kur’an (hadimulkuran.blogcu.com, 2009),  Söyleşi - Necmettin Erişen: Halkın adı gerici ve yobazdı (ozgundurus.com, 22.01.2010), Necmettin Erişen Vefat Etti (Bugün gazetesi 4 Haziran 2011), Necmettin Erişen Vefat Etti (haksozhaber, 4.6.2011), Türkiye Yazarlar Birliği / Türkiye Kültür Sanat Yıllığı (2012), Yeniden Milli Mücadele (idp.org.tr/dergiler/yeniden-milli-mucadele, erişim 25.02.2017), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2017).

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE DERGİSİ

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE DERGİSİ

"Milletin İman, Ahlak, Kültür, Tarih ve Menfaatine Bağlı Haftalık Siyasi Milli Dava Mecmuası"

1964’te yılında Konya’da, İslami hassasiyetlere sahip Hukuk Fakültesi öğrencisi birkaç gencin bir araya gelmesiyle başlayan hareket, 1967 yılında Yeniden Millî Mücadele Hareketi adını almıştır ve 3 Şubat 1970 tarihinde derginin ilk sayısı yayımlanmıştır. Hareket kısaca “Mücadele Birliği” olarak bilinmekte ve mensupları “Mücadeleciler” olarak tanınmaktadır.

Yeniden Millî Mücadele dergisi, haftalık siyasi dergi olarak 18 Mart 1980’e kadar 528 sayı yayımlanmıştır. Dergi, “millet ideolojisini” tesis etmeyi amaçlayan hareketin yayın organı olarak faaliyet göstermiştir. “Milletin iman, ahlak, kültür, tarih ve maddi çıkarlarına bağlı bir siyasi millî dava dergisi” sloganıyla yayımlanmıştır. Derginin “millet” olarak adlandırdığı Türk milletinden farklı olarak daha üst bir teşekkülü yani ümmeti göstermektedir; lakin dönem şartları içerisinde dolaylı bir adlandırma seçilmiştir. Türk milleti ise “milletin yol göstericisi” olarak adlandırılmış ve ona millet ideolojisini kazandırmak hedeflenmiştir. Dergi, hareketin doktrinini dile getiren "İlmi Sağ", hareketin fikri ve siyasi kimliğini vurgulayan "İnkılap İlmi" ve hareketin metot ve stratejisine açıklık getiren "Yeniden Millî Mücadele'nin Stratejisi" başlıklı yazılarla gayelerini deklare etmiştir. Güncel siyasi olaylar, çözüm olarak öne sürülen “millet politikası” dâhilinde yorumlanmıştır.

Dergi ve hareketin önde gelen isimleri arasında Necmettin Erişen, İrfan Küçükköy, Aykut Edibali bulunmaktadır. Daha sonrasında hareket kurulacak olan Millet Partisi içerisinde de yer almıştır.

KAYNAK: Yeniden Milli Mücadele (idp.org.tr/dergiler/yeniden-milli-mucadele, erişim 25.02.2017).

Yazar: idp.org.tr

DERİN SAĞ: MİLLİ MÜCADELECİLİK

DERİN SAĞ: MİLLİ MÜCADELECİLİK

 

YILDIRAY OĞUR

 

Türkiye'nin son 40 yılı bir masanın üstünde öylece önümüzde duruyor. Karmakarışık bir sürü bilgi, belge, isim, resim yığını. Bakıyoruz, inceliyoruz, arıyoruz, tarıyoruz, hayret ediyoruz, kafamız karışıyor, bir şeylere benzetiyor ama bir benzerini daha bilmediğimiz için çıkaramıyoruz. Karanlık 40 yılın resmi biraz seçiliyor ama tüm resmi görmek için daha çok resme, bilgiye ve belgeye ihtiyaç var.

Ergenekon soruşturmasıyla Türkiye'nin son 40 yılı neredeyse önümüze fırlatıldı. 40 yıl öyle uzun bir süre değil. Tanıkların, faillerin, aktörlerin pek çoğu hâlâ içimizde, yaşıyor. Daha çok kişi konuşacak, daha çok sır ortaya çıkacak.

Artık iyi bildiğimiz bir şey var: Türkiye'nin son 40 yılı komünizmle mücadeleden, bölücülükle mücadeleye, oradan irtica ile mücadeleye devletin siyasi hayat üzerinde yaptığı türlü operasyonların tarihi aynı zamanda. Ergenekon soruşturması Türkiye'de devletin kamusal hayatın her yanına sızmış iktidarını, siyasetin her cephesine uzanmış kollarını teşhir edecek kadar kapsamlı bir hesaplaşmaya yol açabilir.

Ama bu hesaplaşmayı sadece hukuk, iddianame, polis eliyle yapmak mümkün değil. Yola gerçek siyasi dertlerle çıkmış, olan bitenden habersiz sempatizan ve aktivist kitleleri olan siyasi örgütleri, tümüyle ajan, işbirlikçi, derin devlet operasyonu merceğinden suçlayıp karalayarak bu hesaplaşmayı yapmak da mümkün değil.

Şimdilerde Ergenekon iddianamesi kapsamında soldaki bazı siyasi gruplar, partiler ve örgütler hakkında çok ciddi iddialar dillendiriliyor. Bu iddialarla ilgili sol içinde ciddi bir hesaplaşmanın başlayacağına dair güçlü işaretler de var. Tabii daha yolun çok başındayız. Henüz herkes bildiklerini anlatmadı, daha kimse kutsal sırları deşifre etmeye cesaret edemedi. Belki bu hesaplaşmadan ve temizlenmeden demokrat sol yeni bir siyasi seçenek doğacak.

Peki, Türkiye'de sağ, İslami hareketler ve milliyetçiler kendi son 40 yıllarıyla yüzleşmeye hazırlar mı?

Şimdi size bazı isimler sıralayacağım. Pek çoğunu tanıyorsunuz.

Cemil Çiçek, Taha Akyol, Aykut Edibali, Yavuz Aslan Argun, Melih Gökçek, Necmettin Erişen, Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, Halil Şıvgın, Mustafa Ruhi Şirin, Atilla Yayla, Ali Müfit Gürtuna, Ahmet Taşgetiren, Gaffar Yakın, Dr. Necmettin Turinay, Galip Demirel, Ömer Vehbi Hatipoğlu, Hüseyin Gülerce, Ahmet Taşgetiren, Kemal Yaman, Burhan Özfatura, Hamza Türkmen, Altan Tan...

Bugün siyasetin, medya dünyasının, düşünce hayatının farklı yerlerinde halen çok önemli pozisyonlarda bulunan bu isimler 1960'ların sonlarından 1980'e kadar çeşitli dönemlerde Yeniden Milli Mücadele Hareketi içinde yer almış isimler.

Yeniden Milli Mücadelecilik (ya da kısaca Mücadeleciler) 1960'ların sonlarına doğru Konya'da İslami duyarlılıkları güçlü bir grubun başlattığı daha sonra Türkiye genelinde etkili olan bir hareket. Hareketin liderliğini şimdi Millet Partisi genel başkanı olan Aykut Edibali yapıyor.

Önce geleneğe karşı modern selefi bir İslamcılıktan yola çıkıp, oradan Türkiye'de o yıllarda varlık gösteren Müslüman Kardeşler, Hizbu't Tahrir, Rabıta gibi ?milli olmayan İslamcı hareketlere karşı? milli İslamcılığa, anti- Komünizm, Siyonizm, Masonluk karşıtlığıyla da katı bir devletçi, millici bir çizgiye, son olarak devletçi merkez sağa doğru yol almış bir hareketten bahsediyoruz.

Kuruluş sürecinde Ziya Uygur gibi antisemitik seminerler vererek gençleri aydınlatan? emekli askerlerin isimlerinin geçtiği, 12 Mart darbesini "Ordu-Gençlik Elele" sloganlarıyla desteklemiş, o yıllarda DGM'lerin kurulması için kamuoyu yapmış, "DGM'ye karşı Çıkanlardan Millet Hesap Soracak" sloganlarıyla mitingler düzenlemiş, "Ortak Pazar, Millete Mezar" kampanyalarıyla Türkiye'nin Avrupa Birliği macerasına en baştan karşı çıkmış bir hareketten bahsediyoruz.

Türkiye'de muhafazakâr sağın, AKP'nin, halen pek çok radikal demokrat reformun önünde en büyük engel olan devletçi-milliyetçi kökenlerini anlamak için dönüp bakılması gereken düşünsel dönüm noktalarından biri Mücadelecilik.

Mücadelecilik, MTTB, Komünizm ile Mücadele Dernekleri'ni anlamadan bugün AKP'yi de muhafazakâr demokrasiyi de anlamak zor. Hareketin içinden gelen isimlerden birinin de Cemil Çiçek olması bile dönüp bakmak için yeterli bir neden. Çiçek 16 Haziran 2002'de o zaman Yeni Şafak'ta olan Mustafa Karaalioğlu'na verdiği röportajda eski örgütü için şöyle diyor:

"Yeniden Milli Mücadele devletin ilgisi ve bilgisi dâhilinde kurulan bir teşkilattır. Ben orada belli bir süre bulundum ve neticede bazı şeyleri de görüp en erken ayrılanlardanım... O neviden gruplar, günün soğuk savaş şartları altında kıymet-i harbiyesi olan gruplardı zaten."

"Soğuk Savaş şartları altında kıymet-i harbiyesi" olan bu derin sağ gruplara bakmaya devam edeceğiz.

 

Taraf

 

KAYNAK:  Yıldıray Oğur / Derin sağ: Milli Mücadelecilik (timeturk.com, 26.08.2008).

Yazar: YILDIRAY OĞUR

MÜCADELE BİRLİĞİ SAHİP ATA CAMİİNDE KURULDU

MÜCADELE BİRLİĞİ SAHİP ATA CAMİİNDE KURULDU

 

Ne zaman Konya’ya gitsem, Sahip Ata camiine uğrar, en az bir vakit namaz kılarım. Sahip Ata camii, tarihi mekan oluşunun yanında, babam Hadimü’l Kur’an Ziya Yürekli Hoca’nın Konya’da görev yaptığı camilerimizden, dahası Mücadele Birliği’nin kurulduğu cami oluşu bakımından önemlidir benim için. Birkaç kez Sahip Ata Camii kapısında telefonla babamı arayıp ziyaretimi haber vermiştim ve o da çok mutlu olmuştu. Onun hayatında gerçekten Sahip Ata camiinin çok özel bir yeri vardı.

Hadimü’l Kur’an Ziya Yürekli Hoca, 1964 yılında Konya Yüksek İslam Enstitüsü’ne kayıt yaptırınca, ilmi, şahsiyeti ve hizmet aşkıyla kısa sürede okul çevresince ve Konyalılarca fark edilir. Sahip Ata camii, birden hareketlenir, kültür merkezi haline gelir. Ziya Hoca, yıllarını verip öğrendiği İslam’ı yaşamakta ve halka öğretmektedir; İslam’ı yaşamadaki samimiyetini, milli hassasiyetini, engin bilgi birikimini, genç ve canlı düşüncelerini, heyecanını yansıtan vaazlarıyla ve sohbetleriyle toplumu aydınlatmaktadır. Yüksek İslam Enstitüsü’nün öğretim görevlileri ve öğrencilerinin yanı sıra, cami cemaatini oluşturan Konyalı memur, işçi, esnaf ve gençlerden oluşan büyük bir çevre kurar. Sahip Ata camii ve cemaati, Milli Mücadele’nin çekirdek kadrosunun da oluştuğu tarihi bir yerdir artık..

1994 yılında, Haksöz dergisine verdiği röportajda Necmettin Erişen, Mücadele Birliği’nin kurucularını “başlangıç itibariyle İslam'a gönül vermiş arkadaşlar tarafından kurulmuştur. Bu arkadaşlar hem ibadi, hem fikri, hem siyasi olarak İslam'a yaşamaya azmetmiş arkadaşlardı. İslam'ı anlamak ve anlatmakla kendilerini görevli sayıyorlardı.” diyerek genel ifadelerle anlatır. (Haksöz Dergisi - Sayı: 40 - Temmuz 94) Ziya Hoca, bu röportajı okumuş, değerlendirmesini yapmıştır. Bu başka bir yazının konusudur. Burada şunu söylemek isterim: Sahip Ata camii, Mücadele Birliği’nin kuruluşuna sahne olurken, tarihin de rahmidir artık..

Burada, Ziya Yürekli Hoca'nın Sahip Ata Camii anılarını hiç anlatmadığını, bu yazıda anlatacağım bilgileri Necmeddin Erişen'den dinlediğimi ve daha sonra babama anlatıp doğrulattığımı belirtmek isterim. Rahmetli Ziya Yürekli Hoca, hizmetleri anlatmayı sevmezdi. O karşılığını Allah'tan bekliyordu çünkü. Bir yıl önce yapılan hizmetleri bile anlatmazdı.. hizmetler konusundaki ketumiyeti, tamamen ihlasından, şahsi bir pay çıkarıp arkadaşlarına vefasızlık yapmış olma endişesinden kaynaklanırdı. Onun için sanki geçmiş zaman, dün yoktu. Dün sonuçlarıyla bugünün içindeydi zaten. O hep ölüm ötesini de kapsayacak şekilde geleceği düşünür, dünya hayatı planında geleceği planlardı. Hayatını, millete hizmete adamıştı ve hizmetleri ibadet zihniyeti ve ciddiyetiyle yapardı.

Sahip Ata camiinde Ziya Hoca’nın yaptığı, kitaplara çekilmiş bilgileri cemaate aktarmak yerine, milletimizi ülkenin vaziyet ve istikametinden haberdar edip inanç gücünü kurtuluş yolu olarak göstermek, halkın mukadderatına Milli Mücadele’de yaptığı gibi yeniden el koymasını, Türkiye’nin görkemli geçmişiyle karanlık geleceği arasında kurtarıcı iradesini göstermesini istemektir.

Ziya Yürekli Hoca, milletimize kurtuluş yolu olarak Hz.Peygamber’in mücadelesini örnek almayı önermektedir. Hz.Peygamber (s.a.v.) babasız dünyaya gelmiş, 8 yaşında annesini kaybetmiş, öksüz ve yetim kalıp dedesinin, amcasının yanında büyümüş bir gençken.. Kimsesiz, yalnız ve güçsüz olduğu halde.. Bir toplumun dinini değiştirmiş, kültürünü dönüştürmüş, tarihte hiç başaramadığı birlik ve beraberliğini sağlamış ve devlet kurmuştu. İnsanlık tarihinin en büyük inkılabını gerçekleştirmiş ve İslam devletini kurmuştu. İşte arkadaşlarıyla bu çapta ve ciddiyette bir çalışma yapmaya karar vermişlerdi. Bu hareketin adı, Milli Mücadele’ydi.

Kalkış noktaları şudur: Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) cahiliyenin ve küfrün göbeğinde, çok daha azgın olan bir toplumda, nasıl çalışmışsa, nasıl başarıya ulaşmışsa, günümüz Müslümanları da başarılı olup, çağdaş cahiliyeyi yenebilir.. Yapılması gereken, Hz.Peygamber’in başarısını tekrarlamak.

Önce beş altı arkadaş, uzun süre Kur'an-ı Kerim'in üzerinde çalışır. Ayetleri konularına göre tasnif eder. Hareket kabiliyetlerini geliştirecek bütün ayetleri hepsi ezberler. Önemli hadisleri derler, bu küçük ekip. Çok önemli bir şey yaparlar, Kur’an-ı Kerim çalışmasının yanı sıra siyer çalışmasını da yürütürler. Kur’an’ın inzalini (indirilişini) araştırıp incelerler. Sureleri, ayetleri siyere yerleştirirler. Böylece Kur’an’ı ve yaşanışını mercek altına alırlar. Hz.Peygamber’in mücadelesini, yıl yıl, ay ay, neredeyse gün gün tespit ederler. Necmettin Erişen, o küçük ekibi ve çalışmalarını “Konya'da birbirine çok yakın 4-5 arkadaş böyle bir çalışma içinde olduk. Sonunda o döneme göre yoğun bir bilgi birikimine sahip olduk. Etrafa etki edecek canlı bir bakışa ve hayatın içinde bir imana sahiptik.” diyerek anlatır, sözkonusu röportajında. Böylece ilk nesil Müslümanların, Hz.Peygamber’in ashabının imanlarını, ahlaklarını, düşünüş ve yaşayış biçimlerini, mücadelelerini belirleyip samimi bir şekilde aynısını gerçekleştirmeye çalışırlar..

Ziya Yürekli ve Necmeddin Erişen Adanalıdır.. Mevlut Baltacı, Mevlüt İslamoğlu ve İrfan Küçükköy, Kemal Yaman da Konyalıdır.. Dolayısıyla hareketin omurgasını, bu iki şehrin, Adana ve Konya’nın gençleri oluşturmaktadır..

Ziya Yürekli Hoca’nın da aralarında olduğu beş altı kişinin öncülüğünde Sahip Ata camiinde yapılan bu çalışmalar, Konya Yüksek İslam Enstitüsü Talebe Cemiyeti adına "Yeni Ümit" dergisini çıkarılarak topluma aktarılır. "Yeni Ümit" çevresinde yetişen gençlerin birçoğu daha sonra ülkenin fikir ve kültür hayatında önemli roller alacaklardır. "Yeni Ümit" dergisi, İslam'ı anlatmada topluma açılış kapısı olmuştur onlar için.

Sohbetlerde, karanlık iç ve dış şer odaklarına bayrak açılır. Türkiye’nin ekonomik sömürülüşünü anlatılır. Masonların loca faaliyetleri anlatılır. Komünist hareketler anlatılır. İslam'ı yozlaştırma amacını güden birçok kulüpler deşifre edilir. Gizli ve açık faaliyet gösteren gayri milli teşkilatlara ve İslam'a düşman devletlerin ajanlarının Türkiye'degösterdiği faaliyetlere dikkat çekilir. Türkiye'de Müslüman halkı İslam'dan uzaklaştırmak için oynanan oyunlar anlatılır.. Bütün bunları engelleyebilecek ve onlardan çok daha güçlü olabilecek bir faaliyetin yapılmasının gerekliliği anlatılır. Ziya Hoca ve arkadaşları, Allah'a dayananların daha güçlü olacağı inancıyla hareket etmektedirler bu aşamada.

Bu üniversite gençlerini harekete geçiren fikir çok açıktır: Ekonomik, ideolojik, sosyolojik ve siyasi bütün buhranlar İslam'dan uzak kalmanın sonuçlarıdır ve milletimizi çepeçevre kuşatmıştır. İslam'da ruhban sınıfı olmadığından herkesin İslam'ı anlaması ve anlatması gerekmektedir. Millet, ilimle bir bütün olarak aydınlanacak, problemlerini İslamla çözecektir.

Hareket hemen duyulur, ülke çapında heyecan yaratır, İstanbul’dan ve Türkiye'nin değişik illerinden ilişkiye geçenler olur. Her geçen gün ilişkiler gelişir. Aykut Edibali ve Yavuz Arslan Argun da Afyon’da bu tür çalışmalar yapmaktadırlar. Onlarla da Mevlut Baltacı, İrfan Küçükköy aracılığıyla tanışırlar..

Milli Mücadele, başlangıçta ilahiyatçıların hareketidir. Konya Yüksek İslam Enstitüsü öğrencilerinin öncülüğünde başlar. Aynı zamanda Milli Mücadele, bütün bir İslam dünyasının heyecanının odak noktasıdır. Şam'da, Bağdat'ta, Kahire'de okumuş gençler ve öğretim görevlileri harekete destek verir. Mısır'da okuyan Abdülkadir Şener, Şam'da Mustafa Sıbai'nin talebesi olarak okuyan Mustafa Kapçı, Bağdat'ta okuyan hocalardan Hüseyin Küçükkılınç, Ali Ara, Şevket Meraki de çalışmalara katılır. Çağdaş evrensel İslam düşüncesi harmanlanır, gözden geçirilir, işlenir bu arada..

Bu ilişkiler, düşünceyi netleştirir, bir kurtuluş programı haline getirir. Oluşan birikimi bir dernekle kurumsallaştırma fikri gündeme gelir. Türkiye'deki, İslam dünyasındaki ve dünyadaki bu tür teşkilatlanmaların nasıl olduğunu, başarıya ulaşmış veya ulaşmamış çalışmaları gözden geçirirler. Sonuçta çalışmada bir adım olsun diye resmi bir kuruluş olarak Mücadele Birliği 1967'de kurulur. Genel merkezini de Konya'da açarlar. Genel başkan olarak, Necmeddin Erişen seçilir..

Necmeddin Erişen, bütün bu çalışmalar sırasında, oldukça samimi davranmış, büyük fedakarlık göstermiş ve heyecan, azim ve gayretleriyle arkadaşlarının hayranlığını kazanmıştır. Konya’nın kenar mahallelerinden Keçeciler mahallesinin camiinde görev yapmaktadır. O karlı kış günlerinde, bisikletle, okulla cami arasında mekik dokurken, Sahip Ata’daki çalışmalara da vakit ayırmaktadır çünkü..

Ziya Yürekli hoca, büyük bir sevinç duyduğu Mücadele Birliği’nin kuruluşunda, genel başkan seçilen Necmeddin Erişen’e, becayiş yaparak, imam hatip olarak görev yaptığı Sahib Ata camiine geçmesini, kendisinin de Keçeciler Camii’nde görev yapabileceğini söyleyerek bir hizmet kahramanlığı gösterir. Artık Necmeddin Erişen, Sahip Ata camii imam hatibi olur. Bu kez de 2 yıl boyunca, Ziya Yürekli Keçeciler camii, Yüksek İslam ve Sahip Ata arasında karlı kış aylarında bisikletle çırpınmaya başlar..

Necmettin Erişen, Mücadele Berliği’nin kuruluşunu anlatırken Sahip Ata camiinden “Bir çok subay, hakim, savcı, bürokrat, polis Konya Sahip Ata Camii'nde verdiğim hutbeleri dinlemeye geliyorlardı. İstihbarat için mi geliyorlardı, izlemek için mi, öğrenmek için mi geliyorlardı? Ama geliyorlardı ve ben de orada ideolojiyi hangi anlamda kullandığımı ve İslam'ı bütün boyutlarıyla anlatıyordum.” diye söz eder sözkonusu röportajında.

Sahip Ata camii, tarihin rahmi olur, Mücadele Birliği’ni önce fikir, sonra eylem planında yapılandırır.

 

Ziya Yürekli hoca, şehir merkezinde, güzel bir camii olan Sahip Ata’da Mücadele Birliği’nin doğuşuna ve gelişmesine büyük katkıda bulunur. Necmeddin Erişen; Ziya Yürekli’nin yaptığı bu büyük fedakarlığı, Sahip Ata’yı kendisine gönüllü devretmesini Üsküdar’daki bir sohbetimizde minnetle bana anlatmış, kadirşinaslığını ve vefasını göstermiştir.

 

Aykut Edibali “Mücadele Birliği bir kültür hareketi, bir mektep olarak vereceğini fazlasıyla verdi. Renkleriyle, çeşitleriyle çok farklı yerlerde olan insanlarıyla bunu başardı. 20 tane adam Türkiye’yi salladı.” diyor. Ziya Hoca da Türkiye’yi sallayan o 20 kişiden biriydi.

Ziya Yürekli, hayatı boyunca, Necmeddin Erişen’i sevgiyle, özlemle ve dualarla anmıştır; İstanbul’da yaşayan Necmeddin Erişen’in Adana’daki yakınlarıyla ilişkilerini son nefesine kadar büyük bir muhabbetle sürdürerek vefasını göstermiştir. Necmeddin Erişen de son yolculuğunda onu yalnız bırakmayarak, taziyeye gelerek göstermiştir. Aykut Edibali bey, o acı günümüzde, telefonla arayarak taziyede bulunmuş, annemin, benim ve kardeşlerimin acısını paylaşmıştır.

 

Burada Mustafa Kapçı Bey'in vefasını da hayranlıkla anmak zornudayım. Adana eski İl Müftüsü Mustafa Kapçı ve öğretmen Hadimü’l Kuran Ziya Yürekli Hoca dünya ve ahireti kuşatan dev İslam kardeşliğin, dava adamı olmanın güzel örneğini verdiler. Adana'yı mücadelenin ve hizmetin markası haline getirdiler.

Mustafa Kapçı Hoca, Ziya Hoca'ya yapılacak son görevlerin eksik yapılması için büyük hassasiyet gösterdi, cenaze namazını de bizzat kendisi kıldırdı. Mustafa Kapçı Hoca ve Millet Partisi Adana İl Yönetimi, Ziya Hoca’ya büyük bir vefa gösterdi, onu ebedi istiratgahına büyük bir acı, muhabbet ve dualarla yerleştirdiler. Günlerce evinde Kur’an-ı Kerim okuyan, sayısız hatim indiren, her ölüm yıldönümünde anma gecesi düzenleyen gençler, Ziya Hoca’ya yanılmadığını, hizmetlerinin boşa gitmediğini göstermektedir.

Biz, Ziya Hoca’nın çocukları, Milli Mücadele'nin öncüleri Necmeddin Erişen Beyi de, Aykut Edibali Beyi de, Mustafa Kapçı Hoca'yı da bir aile büyüğümüz olarak görürüz.. Her üçünü de ayırt etmeden sever, saygı gösteririz. Milli Mücadele’ye önderlik edişlerinden dolayı, hizmetleri nedeniyle her üçünü de hep minnet duygusuyla anarız.

KAYNAK: Hadimü’l Kur’an (http://hadimulkuran.blogcu.com, 2009).

Yazar: Hadimü’l Kur’an (http://hadimulkuran.blogcu.com, 2009).

NECMETTİN ERİŞEN: HALKIN ADI GERİCİ VE YOBAZDI

SÖYLEŞİ  

 

NECMETTİN ERİŞEN: HALKIN ADI GERİCİ VE YOBAZDI

 

`Adana`da imamlık yapıyordum. Halk Partisi iktidardan düşmüştü. Ama halkın adı gerici ve yobazdı. Basın yolu ile halka her türlü hakaret yapmak serbestti` diyen Milli Mücadele hareketinin kurucularından Necmettin Erişen Özgün Duruş`a konuştu.

 

Söyleşi: Abdulaziz Tantik / Özgün Duruş

 

1950’li ve 60’lı yıllar biraz flu görünür. O dönemle ilgili hatıratlar hep ilgi çekici gelmiştir. Çünkü o dönemin şartları içinde insanların birbirlerinden habersiz olduğu söylenebilir. Bölgeler arasında kopukluk var, ancak sayısal azlık yüzünden birçok insanın birbirinden haberdar olduğu bir dönemdir de. O yüzden bu dönemi aktif faaliyetler içinde geçirmiş bir şahsiyeti huzurunuza getirmeye karar verdik.

Zihni tahrik eden, farklı yorumlar yapan ve o dönemin önemli ve ünlü şahsiyetleri üzerine yaptığı farklı değerlendirmeleri ile ilginç bir kişilik olan Necmettin Erişen, okuyucularımızın da birçok görüşünü derinleştirirken farklı duygulara sahip olmalarına neden olacaktır. Bu insanlar aramızda yaşıyor. Ancak bu insanların konuşmaları gerekir ki tarihi ve gelişimini doğru kavrayalım.

Milli Mücadele hareketinin kurucularından olan Necmettin Erişen, aileden şuurlu bir insan olarak Adana ve Konya özelinde neler olup bittiğini anlattığı gibi ülkemizde o gün var olan siyasi hareketler ve şahsiyetler üzerine de tespitler yaptı.

 

``

 

Önce sizi biraz tanıyalım…

 

Dedem Hacı Osman Efendi, 1800 küsurlu yıllarda yaşamış. Adana Tepe bağ’da oturuyorlardı. Çakmak caddesinin aşağı yukarı ait olduğu Ailemizin bir vakfı var. Babamın doğumu 1872dir. Dedem müteşerri bir âlim. Kamışlı medreselerine müderris olarak gönderilmiş, babam orada doğmuş. Adı Molla Mustafa, o da medrese eğitimi almış. Ölene kadar Halk partili idi. Ben 1952 yılında Adana İmam Hatip Lisesinde okumaya başladım.

 

 

‘Gerici ve Yobazları Telin Mitingleri’

 

Adana da Yeni Cami de imamlık yapıyordum. Halk partisi iktidardan düşmüştü. Ama halkın adı; gerici ve yobazdı. Basın yolu ile halka her türlü hakaret yapmak serbestti. Okuduğum hutbeleri dışarıdan namaz kılmayanlarda gelip pencereden dinleme ihtiyacı hissediyorlardı. ‘Üzülmeyin gelecek güzel günler var’ dediğimde bu hükümetin biteceğine sayarak sevinip duruyorlardı. 60 ihtilalinden hemen sonra ‘Gerici ve Yobazları Telin Mitingleri’ düzenleniyordu. Tıpkı cumhuriyet mitingleri gibi o zamanlarda da askeri cip veriliyor ve onun üzerine çıkan komünistler nümayiş yapıyorlardı. Demirtaş Ceyhun’un kardeşinin içinde bulunduğu bir grup gençti bunlar. Ayrıca hanım tarafından da bana akraba olurlardı. Ceyhunlar Salbaşılı idiler. O zamanlar Halk partililerini çocukları komünist, Adalet partililerin çocukları da ülkücü olurdu.

İşte benim imamlık yaptığım dönemde Adana’da böyle bir ‘gerici ve yobazları telin mitingi’ yapılacağını haber aldım. Hasan Özçetin, Rüstem (Bolkanlı) Kocadurmuşoğlu gibi arkadaşlara haber verdim. Eski valilikten başlayan yürüyüş bankalar caddesine giriş yaparken bizde Bekir Sapmaz yurdundan bankalar caddesine çıktık ve onlar dörderli kollarla yürüyüş yaparken bizim arkadaşlarla kolları altışara çıkardık. Yani her korteje bizden de birileri katıldı. Aziz Nesin Cumhuriyet gazetesinde ve Çetin Altan Akşam gazetesinde yazıyorlardı. Onlar halka ağır hakaretler ediyorlardı. Darendeli Emin Çevik iki yüze yakın gazete satın alarak bize getirdi. Her arkadaşın eline bir meşale gibi tutuşturduk gazeteleri. Küçük saat mevkiine geldiğimizde onlar ‘kahrolsun gericiler ve yobazlar’ diye bağırıyorlardı. Bizde o yürüyüş kortejinin içinden önce elimizdeki gazeteleri yaktık, daha sonra da ‘kahrolsun komünistler’ diye bağırmaya başladık. O zaman onlardan birileri mitingimiz sabote ediliyor diye söylenmeye başladılar. Bizde hemen o askeri cipin üzerine çıktık. Miting sabote olmuştu…

 

 

Cemal Paşa 47 Türk ve 3 Ermeni’yi idam etti

 

Peki, siz bu hareketi bilinçli olarak mı yaptınız?

 

Tabii ki bu bilinçli bir eylemdi. Bu ülke bizimdi ve her yere biz müdahil olacaktık. Biz aileden böyle bir bilince ve şuura sahiptik. Çanakkale, Rus harbi veya Medine müdafaasına ailemden fertler katılmışlar. Tepebağı örgütleyen benim amcam. Ermenilerle bu bölgede çatışan ve onları geri püskürten de bizim ailemiz. Cemal Paşa o zaman Adana valisi, o olaylar üzerine 47’si Türk ve 3’ü Ermeni olmak üzere 50 kişiyi idam etmiş. O asılanlar arasında benim amcam da var. İşte bu aile şuuru bize Adana’dan başlayarak bir hareketin varlığını ilzam etmiştir. Konya da çalışmalara başlamadan önce biz zaten Adana da bu çalışmaları yapıyorduk.

 

 

Yeni Ümit Dergisi yayın hayatına başladı

 

Konya serüveniniz nasıl başladı?

 

Öğretmenlik için ek ders sınavlarına girdim ve öğretmenlik tayinim Konya ili sınırları içine çıktı. Orada öğretmenlik yaparken ilahiyat okulu Konya da açıldı. Sınavlarına girdim ve kazandım. Yıl 1962 falan, ama evliyim ve üç çocuğum var. Öğrencilik hayatım başladı. Öğrenci derneği başkanlığına seçildim. Arkasından da Yeni Ümit diye bir dergi çıkardık. Sanat yönü güçlü bir dergi ve ayrıca öğrenci arkadaşların yazı hayatına kazandırılmasını amaçlıyorduk. Gençlerin yetişmesini arzuluyorduk. Tam bir edebiyat dergisi değil, İslami hareketin tohumlarının atıldığı bir zemindi.

 

 

O zamanlar dergide kimler yazıyordu?

 

Mesela Hasan Basri Birgün, Sevgiye Derin, Orhan Balcı, Mevlüt Faruk İslamoğlu, Abdullah Yaman gibi yazarlardı. Adana müftüsü Mustafa Kapçı benim sınıf arkadaşımdı.

 

Peki, siz 1962–66 yılları arasında Konya’da bulundunuz. O zamanlarda Seyyid Kutup ve Mevdudi’nin kitapları Türkçede var mıydı?

 

Tabii ki vardı ve biz tercümelerden onları okuyorduk. Bizim ilk neşrettiğimiz kitap Ebu’l Hasan en-Nedevi’nin ‘Müslümanların Gerilemesi İle Dünya Neler Kaybetti’ kitabıdır. Paralar topladık, kitabı bastırdık ama dağıtıma vermedik. Elden kitabı dağıtıyorduk…

 

 

 

Medrese Hocaları Muhalefetin Temsilcileriydi

 

Anlatımınızdan şuurlu bir hareket olduğu gözlemleniyor. Bu şuurun kaynakları sizce nelerdi?

 

Ailemizden aldığımız şuur bir tarafa 1960 ihtilali öncesi İmam Hatip okulunda okurken biz bunları hocalarımızla ve arkadaşlarımızla konuşuyorduk. Bir İmam Hatipli ne konuşur ki, medrese eğitim almış arkadaşlarımız vardı. Onların hocaları onlara birçok şey anlatmıştı. Ayrıca olup bitenleri anlayacak seviyemiz vardı. O tarihlerde her şey biraz daha açıktı. Size bir öykü anlatayım: Nevşehirli bir medrese hocası mersinden şikâyetler üzerine kaçmış bir yar kenarına kurulmuş elmalı köyüne sığınmış. Hoca ya birisi Kur’an’ı yanlış okuyunca hemen arkadan höst dermiş. Bunlar medrese eğitimi almış ama pedagoji dersleri almamış. Bir daha o kişi Kuran okur mu? İşte o hoca geçimini yapmak için bir şeyler alır eşeğin üstüne koyar ve köylere satışa çıkardı. Öyle bir zamanda bizim köye babama misafirliğe gelmiş. Bizim köyde köylünün çoğu kuran okuyabilirdi. Babamın köyünde babam, dayım ve Baysal hoca okumuş takımındadır. Nevşehirli hoca köyün camisinde vaaz vermeye başlamış ve yeni düzenin sahiplerini ve düzeni eleştirmiş. Dayım ve Baysal hoca, bu konuşmalardan sonra hemen dışarı çıkmışlar. Kendilerince bu yeni düzen güzel bir şey, çünkü onlar bu konuda bir sürü sıkıntı yaşamış, savaşmış ve kanlarını dökmüşler. Babam onların dışarı çıktığını görünce hemen Nevşehirli hocaya sen çıkınını al ve hemen buradan çık, normal yolu takip etme, şöyle orman içinden köyden çık demiş. Hoca çıkmış ve babamın dediğini yapmış. Yirmi dakika sonra beş jandarma silahlı olarak eve baskına gelmişler. Velhasıl hocayı bulamadan geri dönmüşler.

 

 

Müteşerri kavramanı kullanıyorsunuz? Bunu hangi anlamda kullanıyorsunuz?

 

Şer’i ilimleri bilen ve o hükümleri müdafaa eden anlamında kullanıyorum. Her âlim için kullanmıyorum. Şeriatı dert edinmiş kişiler için kullanıyorum.

 

O dönemde hangi dergiler vardı? Babanızın Akif’in çıkardığı Sebilürreşad dergisinden haberi var mıydı? Evde bu tür dergiler bulunur muydu?

 

Babam Sebilürreşad dergisini biliyordu. Birkaç tane evde olduğunu görmüştüm. Mehmet Baysal hocanın evine CHP’lilerin çıkardığı dergiler, gazeteler gelirdi. Daha sonra Baysal hoca Nakşîliğe girdi ve şeyh mertebesine çıktı.

 

Dergiyi Aşkla Çıkarıyorum

 

Konya’ya geri dönecek olursak eğer, kaç sene kaldınız orada?

 

Konya’da yaklaşık 13 sene kaldım. Öğretmenliği bırakmışım. Çocuklar Adana’da, ben Konya’dayım. Dergiyi çıkarıyorum. Kendimi öyle dergiye kaptırmışım ki yatakta hataları düşünüyor ve fark ettiğim anda hemen bisikletime atlıyor, matbaaya gidiyor ve hatayı düzeltiyorum. Böyle bir aşkla çalışıyorum.

 

 

 

Yeni Ümit dergisi şu an elinizde bulunuyor mu?

 

Evet, halen evimde var. Hataylı bir arkadaşımız vardı. Ressamdı. O dergi kapaklarına o günün siyasi olaylarını yorumlardı. Çizgileri çok güzeldi. İşte bu şekilde dergi etrafında arkadaşlarla toplanırdık. Necip Fazıl Kısakürek’i çağırırdık. Osman Yüksel Serdengeçti’yi evimizde ağırlardık. Okulun Talebe Cemiyeti başkanıyım. Panel ve konferanslar tertip ediyoruz. Ayrıca Aydınlar Ocağı var. Bazen de orada bu işleri tertip ediyoruz.

 

Milliyetçiliğin ve İslamcılığın Ayrışmadığı Yıllar…

 

O dönemde milliyetçilik ve İslamcılık iç içe görünüyor değil mi?

 

Tabii ki o gün için milliyetçilik ve İslamcılık diye bir ayrışma yok. Altmış ihtilaline kadar böyle bir ayrım yoktu. CHP vardı ve onun karşısında Demokrat parti veya küçük öbekler vardı. Cezmi Öztürk, Remzi Oğuz Arık gibi şahsiyetler vardı. Remzi Oğuz Arık, müthiş bir insan, hareketli ve aksiyoner bir bilgindi. Fransa’da okurken sabah namazı için Türklerin evlerine gider ve onları namaza kaldırırdı. Konya İlahiyatta konuşma yaptığı esnada konuşmanın tesirinden bayılan öğrenciler olmuş. Bunu bize İlahiyat öğretmenleri anlattı. Daha sonra Remzi Oğuz Arık hocayı öldürdüler. O, Türkiye Köylü Millet Partisini 1953 yılında kurmuştu. Adanalı Cengiz Öztürk, Türkiye Köylü Partisini kurmuştu, o ise millet kelimesini de ekledi. Kurulan bu yeni parti Demokrat partisi karşısında büyük bir gelişme ve büyüme sağladı. Remzi Oğuz Arık, Çok önemli bir hareketi başlattı, kulaktan kulağa hareket yayılarak büyük bir yankı uyandırıyordu. Bir uçak kazasında öldü. Bu ölüm sıradan bir ölüm sayılamaz! Biz o zaman bunun bir suikast olduğunu düşünüyorduk. Böyle ölümler Türkiye de çoktur. Mesela müteşerri bir âlim olan Yaşar Kutluay hoca da bunlardan biridir. Onun ‘Türkiye ve Siyonizm’ kitabı önemlidir. Raif Karadağ’ı bizzat tanıdım. Onun ‘Petrol Fırtınası’ kitabı yüzünden öldürüldüğü biliniyor. İlhan Egemen Darendelioğlu, ‘Toprak’ diye bir dergi çıkarıyordu. Daha çok ülkücülere ve milliyetçilere yakındı. Ailesi buralıydı. Kendisiyle tanışırdık, Adana’ya gideceğimi öğrendiğinde bazı eşyaları bana verdi, bende onu evlerine bıraktım. Onu da öldürdüler. Onlarca isim sayılabilir…

 

Demirel Müslümanların Siyaset Yapmalarını İstemiyor

 

O dönemdeki siyasal gelişmeler Müslümanların yaklaşımı nasıldı?

 

Demokrat parti kapatıldıktan sonra Adalet partisi kuruluyor. Adalet partisi o zaman bu Müslüman kişileri istemiyor, Demirel bunu pek arzu etmiyor. Hatta Serdengeçti ile bir fıkraları da var. Demirel Serdengeçtiyi çağırıyor ve ona başlıyor ağlamaya, Türkî cumhuriyetlerin hali, Rusların mezalimi falan, Serdengeçti ikna oluyor. Daha sonra Serdengeçti bu gözyaşları için ‘Demirel’in timsah gözyaşları’ güzellemesi yapıyor ve bunu da yazıyor. İşte o arada Erbakan hoca bağımsız milletvekili, Hasan Aksay, Serdengeçti, Osman Turan vb. Müslüman siyasetçiler toplanmışlar ve bir parti kurma hazırlığı yapıyorlar. Zengin bir kişi olan Tahsin Demiray ise Genel Merkez için yer kiralamış ve büyük bir olasılıkla üzerinde anlaşılmış Genel Başkan seçilecek. O toplantıya bende katıldım. Tahsin Demiray’ın kitapları elimde toplantıya girdim ve o kitaplardan bazı pasajlar okudum. Ortam birden değişti ve Tahsin Demiray’ın Genel Başkan olması böylece benim tarafımdan engellenmiş oldu. Böylece Tahsin Demiray’a engel olarak Erbakan hocanın yolunu açmış olduk.

 

 

 

Sezai Karakoç ile yollarınız hiç kesişmedi mi?

 

Sezai Karakoç’u duyuyorduk. O bütün bu işlerin dışında kalmayı başarmıştı. İyi bir düşünce ve edebiyat adamıydı.

 

Bir Kadro Hareketi Doğuyor

 

Konya’ya bir türlü gelemiyoruz. Oraya yeniden dönsek acaba!

 

Evet, bizde artık bazı konuları tartışıyoruz. Necip Fazıl geliyor, kadronuz yok diyor. Tahsin Demiray geliyor, size sırlar veririm ama sizin kadronuz olmadığı için o sırları koruyamazsınız. Yani herkes bize bir kadro olmamız gerektiği konusunda konuşmalar yapıyor. Bizde kendi aramızda bunun tartışmalarını yapıyoruz. Beş altı arkadaş karar kıldık. Bende dergiyi yeni arkadaşlara bıraktım ve başladık çalışmalara. Önce uzun bir süre başarılı olmuş yerli veya yabancı hareketleri araştırmaya koyulduk. Başarılı olma nedenleri, başarısız olma nedenleri, farklılıkları, benzerlikleri vb. birçok şeyi araştırıyorduk. Ayrıca Kuran çalışmasına başladık, ayetlerin üzerinde tek tek durarak vahiy ile bağımızı güçlendirdik. Hadisler üzerine çalışmalar yapıyorduk. Zaman olarak müsait hale gelmiş ve bu topluluk sıkı bir okuma yapıyordu. Kuran çalışmalarımızı branşlaştırdık. Zikir, teşkilat, mücadele, ibadetler vb. konuları ayrıştırarak çalışmalar yapıyorduk. Bu arada çıkan neşriyatları takip ediyoruz. Dil bilen arkadaşlarımız aracılığıyla dünya neşriyatını da takip etmeye çalışıyoruz. Dünya siyaseti ve gidişatı üzerine, ülkemizde neler olup bittiği ile ilgili neşriyatlar öncelikli ilgimizdeydi.

 

O gün hangi yayınlar var?

 

İslam dergisi var, Hilal dergisi var, Seyyit Kutup kitapları tercüme edilmiş, onları okuyoruz. İdeolojik eserleri okuyoruz. Yoğun bir okuma faaliyetimiz var. Bu okumalar dosyalaşıyor.

 

Peki, kaç kişi vardı bu kadro hareketi içinde ve eğer bir mahzuru yoksa isimlerini öğrenebilir miyiz?

 

Bu arkadaşlarımız Ömer Faruk İslamoğlu, İrfan Küçükköy, Kemal Yaman, Mustafa Alagöz, Mustafa Kapçı’dır. O zaman daha Aykut Edibali yoktur. İrfan Küçükköy ve birkaç arkadaş imamlık için Afyon’a gidiyorlar. Vaizlik alan İrfan Küçükköy Afyon’a gidip geliyor. Kendisini dinleyen Suat diye bir arkadaş, İrfan’a gelip ya sizin gibi düşünen birileri var, gelin sizi onlarla tanıştırayım diyor. Böylece İrfan gidip Aykut Edibali ve arkadaşları ile tanışmış, onlarda Haluk Nurbaki’yi okumuşlar lise dönemlerinde. Yani Haluk Nurbaki onların hocası imiş. Bizde böylece İrfan Küçükköy vasıtası ile o arkadaşlarla tanışmış olduk…

 

Adana da size katılanlar olmadı mı?

 

En çok Adana’dan katılanlar oldu. Ben yaz tatilinde en az buradan kırk kişiyi yaz kurslarına götürüyordum, eğitime tabi tutuyorduk. Ben imamlık yapıyorum. Camide yazı tahtası biçiminde onlarca tahta yaptık. Onlara kafamızda toparladığımız fikirleri yazıyorduk. Cemaatte bulunanlar bu sözleri okuduktan sonra defterlerine yazdılar. Bize katılanlar olmaya başladı. Öğrenciler için burs, iaşe ve benzeri faaliyetleri yapmaya, bir taraftan da bu öğrencilere yönelik haftalık seminerler vermeye başladık.

 

 

 

Camide bu çalışmaları yapmak serbest miydi?

 

Hayır! Yıl 1964–65, bu çalışmaları yaptığımız tarih, elbette ki bu çalışmaları haber alan istihbarat elemanları gelip beni sorguya çekiyordu. Ben de tahtadaki yazıları gösteriyordum. Onlar da benim yalan söylediğimi dile getiriyorlardı.

 

MÜCADELE BİRLİĞİNİN KURULUŞUNA DOĞRU

 

Afyon ile ilişkiler bu arada sürüyor değil mi?

 

Hayat böyle devam ederken bizimkiler Afyon’daki arkadaşlarla ilişkileri sürdürüyordu. Bizden gidenler, oradan gelenler, konuşuyor, tartışıyor ve müzakereleri sürdürüyorlardı. Anladık ki aramızda fikri bir anlaşmazlık yok. Başladık birlikte çalışmaya, onlar İstanbul’a yerleştiler, orada çalışmaya başladılar. Biz de Konya’daki çalışmalarımızı devam ettirdik.

 

İLK GENEL BAŞKANIMIZ ÖMER FARUK İSLAMOĞLU

 

Emir veya başkan olarak ilk kimi seçtiniz?

 

İlk genel başkanımız Ömer Faruk İslamoğlu oldu. Derneklerde falan çalıştık. “İmanı için yumruğunu kullanmayan Müslüman değildir” gibi sloganvari cümleler yazıyorduk. İstanbul’dakiler bu cümleden mülhem amblemi yapmışlar, çünkü onların da çok hoşuna gitmiş bu cümle. Konuşmalar devam ediyor. İstanbul, Konya ve Afyon ilinde arkadaşlarımız çoğalmaya başladı. “Ne yapalım” tartışmaları arasında Mücadele Birliği’ni dernek olarak kurduk. Mücadele Birliği Konya merkezliydi. Konya’daki arkadaşlarla İstanbul’daki arkadaşlar yönetimdeydi. Bir yıl sonra İstanbul’da şubesi açıldı.

 

Mücadele Birliği ismi nasıl tercih edildi? Bunun bir öyküsü var mıdır?

 

Hepimizin ortak kanaati idi. Okumalar yapıyoruz. Cihat, cidal ve mücadelenin gerekliliği ortada. Ancak çok dini bir terim olursa, sıkıntı yaşarız diye o günün koşullarını hesaba katmamız gerektiği ve bizim görüşlerimizi de tam olarak karşıladığı için Mücadele Birliği’nde karar kıldık. Dernek bünyesinde yılda birkaç kez bir araya geliyoruz. İstanbul’da Yılmaz Karaoğlu var. Bu arkadaş, İngiltere’de kalıyordu. Ama faaliyetlerimiz yoğunlaşınca geldiği zaman onu göndermeme kararı aldık ve İstanbul’daki işlerin başına geçti. Bu arada Ankara ve Adana’da da teşkilatlar kuruldu. Dergi daha sonra çıktı. “Yeniden Milli Mücadele” diye haftalık bir dergi çıkardık.

 

BİLEZİKLER GELİNCE PARA TOPLANDI

 

Derginin çıkış öyküsü yok mudur?

 

Ben hapishanedeydim. Dergi için para toplanacaktı. Ama ben çıktığımda baktım ki paralar toplanmamış. Hemen işe koyuldum. Baktım işler yarım kalmış, hemen arkadaşları topladık. “Nasıl yaparız, bu parayı nasıl toplarız” diye istişareler yapıyoruz. Bunu öğrenen hanımım gitti, mehir olarak verdiğimiz bileziklerini getirdi ve ortaya bıraktı. Bunu gören arkadaşlar ağlamaya başladı. Herkes elini cebine attı ve bunu duyan arkadaşlar, keçisini, koyununu, elinde ne varsa getirdi ve biz de o paraları toparlayarak İstanbul’daki arkadaşlara gönderdik. Böylece dergi ve gazeteyi çıkarabildik.

 

“AH O KARAOĞLAN BİR KOMÜNİST OLSAYDI”

 

Niçin hapishaneye girdiniz?

 

Konya’da Selçuklulardan kalma büyük bir cami vardı. Komünistler oraya “Buraya giren anırıyor” diye yazı yazmışlar. 16 Haziran 1969 yılında Kadıköy’de ilk defa komünist adıyla bir yürüyüş yaptılar. Ama daha önce imam hatibi bombaladılar. Faruk Sükan içişleri bakanıydı. Kaymakamlık işgal edildi. Bir sürü rezalet yaşandı. İşte bu içişleri bakanı komünistlerin nefes alışlarını takip ediyoruz derken kendi şoförü komünistti. Biz insanları araştırıyorduk. Kimin ne olup olmadığı birinci derecede bizi ilgilendiriyordu. O zaman Konya’da savcı olan Doğan Öz, komünistleri alıp ormana götürüyor ve onlara molotof kokteyli atmayı öğretiyordu. Hasmımızdı ve onun avukat arkadaşlar aracılığıyla bizim hakkımızda neler düşündüğünü biliyorduk. Benim için, “ah o Karaoğlan bir komünist olsaydı,” diyerek ah çektiğini biliyorum. Çünkü Konya’da komünist hareketlere engel olmak için elimizden geleni yapıyorduk. 

 

“MİLLETİ İSYANA TEŞVİK”

 

Komünistlerin yaptığı yanlışlıkları telin eden bir bildiri hazırladım. Sert bir bildiri, içeriği; “Milletin camisini ve namusunu korumakla görevli olanlar, milletin camisini ve namusunu koruyamayacaksa millet, kendi namusunu ve camisini koruyacaktır.” Bu bildiriden sonra Konya’da elektriklerin kesildiği bir zamanda kerhane, komünistlerin bulunduğu mekânlara vb. yerlere saldırıldı, cam çerçeve indirildi. Hakkımda “milleti isyana teşvik”ten dosya açıldı. O bildiriyi gazetelerinde yayınlayanlar da hapis yediler. Ben de iki sene yattım.

 

Konya’da alternatifiniz yok galiba, değil mi?

 

Konya’da 85 mahallede çalışma yapıyoruz. Köylere açılmaya başladık. Doktor arkadaşları alıyoruz, tanıdık eczanelerden ilaçları da yanımıza alarak, köylerde hastalara bakıyor ve onların tedavilerine destek oluyoruz.

 

Yani siz sadece fikir vermeye gitmiyor, aynı zamanda da yaraları sarıyorsunuz, öyle mi?

 

Tabii ki! İşi sadece fikir bağlamında ele almadık. Arkadaşlarımız hastaları tedavi ederken toplanan insanlarla sohbet etme imkânımız oluyordu. Söyleyeceklerimizi bu arada söylemeye çalışıyorduk. Çalışmalarımızda partiler üstü davranmayı ilke edinmiştik. O yüzden her partiden kişiler çalışmalarımıza katılıyordu. Halk Partilisi de Adalet Partilisi de çalışmalarımıza geliyorlardı. Ecevit, bir miting vesilesi ile Konya’ya geliyor. Arkadaşlarımız ekonomi politikalarını iyi biliyorlardı. Bir arkadaşımız, miting alanında Ecevit’e on beş dakika ekonomi politikalarından bahsediyor, ondan sonra Ecevit, ‘Konyalılar çok kültürlü insanlar’ demiş.

 

Erbakan hoca ile ilişkileriniz nasıldı ve niye o harekete katılmadınız? Fikirde öyle ciddi bir aykırılık yok görünüyor, değil mi?

 

Erbakan hocayı fikirlerinden dolayı çok seviyorum. Ama taktik farklılıklarımız yüzünden ayrı durduk. Biz Mücadele Birliği dedik. Cihat kavramını kullanmadık, taktik gereği, ama hoca cepheden “Kuran hükümlerini getireceğiz” dedi. Bu taktik farklılıklarımız yüzünden ayrı duruyorduk, ayrıca hoca bizim gibi disiplinli bir eğitimden de geçmemişti.

 

İSTANBUL’A YOLCULUK: ELİMDE BİR DİKİŞ MAKİNESİ

 

İstanbul’a ne zaman ve nasıl gidiyorsunuz?

 

Benim Konya’da yaptığım çalışmalar tepki topluyor. Konya’da yaptığımız çalışmaların düşünce derinliğini bizim İstanbul’daki arkadaşlarımız da anlayamadı. Aykut Edibali ve arkadaşları daha çok itibar peşinde oluyorlardı. İstanbul’daki arkadaşlar da benim çalışmalarımdan rahatsızdı. Beni İstanbul’a çağırdılar. “Gel, dergide kimse kalmadı, derginin başına geç” dediler. Ben de ikilik olmasın diye kabul ettim bu çağrıyı. Ama İstanbul’a sadece elimde bir dikiş makinesi alarak geldim. “İlk göç böyle olsun” dedim. Bu arada arkadaşlar, bizim partiler üstü duruşumuzu zedeleyecek işler yapmaya başlamışlar. Fehmi Yıldırım aracılığıyla Burhanettin Can, Adalet Partisi gençlik kolları çalışmalarını yürütmeye başlamış. Beni çağıran arkadaşlar, Aykut Edibali ve arkadaşları beni çağırdıkları için yanlış yaptıklarını anlasınlar istiyor ve ben geri Konya’ya dönme arzusundayım. Çünkü Konya’dan ayrıldığımda Konya hakikaten perişan olur. Çünkü Konya’da ağabey konumuna gelmişiz. Konya’da kime şunu yapma veya yanlış yapıyorsun dersem, hemen olumlu tepki alıyorum. Oraya ait olmuşum…

 

SİYONİZM, EMPERYALİZMİN BEYNİDİR…

 

Mücadele Birliğinin bu Komünizme Karşı Mücadele dernekleri ile bir ilişkisi var mı?

 

Hayır, hiçbir alakamız yok. Onlar daha çok Amerikan politikalarını destekler mahiyette işler yapıyorlardı. Biz ise yaptığımız mitinglerde veya çıkardığımız dergi ve gazetelerimizde Amerika, Rusya ve Yahudiliğin aynı potada olduğunu söylüyorduk. Türkiye’de Amerika ve Rusya’nın Yahudi etkisinde olduğu görüşünü biz yaydık. O yüzden “Siz Yahudi’den başka bir şey bilmezsiniz” diyorlar. 1969 yılında yazdığım “Gerçek Emperyalizm” kitabında aşırılığa kaçmadan Yahudilerin nasıl para ile dünyayı yönettiklerine dair bakışımızı yazmışız. Bir Yahudi Müslüman olabilir mi? Tabii ki olabilir. Bize göre siyonizm, emperyalizmin beynidir.

 

İstanbul’a gittiniz…

 

O zaman Yıldız Üniversitesi Akademi, yerleşkede bir komünist vurulmuş. Bütün deliller Afyon’lu olan Yavuz Aslan Argun diye bir arkadaşımızı gösteriyor. Yiğit bir adam… O hapishaneye girdi. Daha sonra Mehmet Çetin ile Aykut Edibali’yi de aldılar. Biraz yattılar ve daha sonra çıktılar. Çıktıktan sonra Aykut Edibali, teşkilattan ayrılmayı düşündüğünü söylemeye başladı. Mücadele Birliği mahkeme kararı ile kapatılınca yeni teşkilatın başkanı o. İçeri alındığında sanıyorum, onu korkutacak şeyler söylediler. Menderes gibi seni asarlar diye korku vermişlerdir. İşte 1975 yılında Ziya Gökalp’li yazılar ortaya çıkmaya başladı.

Hâlbuki bizler Hikmet Kıvılcımlı ile konuşmalar yapıyoruz, “İslam’da milliyetçilik, ırkçılık falan yoktur” diyoruz. Bu konuşmalar Hikmet Kıvılcımlı’nın arkadaşlarında etkili oluyor, dönüyor ve bize geliyorlardı. O arkadaşlar bu Ziya Gökalp’li yazılar yüzünden ayrıldılar, bir kısmı da bu meseleyi konuştukları için dışlandılar.

 

 

BEN ESİR KAMPINDA GİBİYİM

 

Teşkilatta o zamanlar sizin konumunuz ne?

 

Ben esir kampında gibiyim. Bütün etkinliğim yok edilmiş. Konya’dan kopartıldım, İstanbul’a ise ısınamadım. Aslında oyuna geldim. Bunlar olup biterken işte kurucu arkadaşlardan Aykut Edibali’yi eleştirenler vardı. Onlarla yaptığımız konuşmalar üzerine “Aykut Edibali başkanlığı bıraksın, biz yeniden teşkilatı toparlayalım” düşüncesi ağırlık kazandı. Bu umut doğunca bu sefer evi de İstanbul’a getirdim. Ama yine gariban yaşamaya devam ediyorum, çünkü bir adım da gariptir. Garip mahlasıyla yazılar ve şiirlerim yayınlandı. Bütün bu gelişmeler olduğunda benim adıma ambargo koymuşlar ve benim adımı hiçbir yerde görmek istemiyorlar. O yüzden mahlasımla yazdığım yazılar giriyor, ama kendi ismimle yazdığımda koymuyorlar. Aykut Edibali’den daha iyi yazanları teşkilattan atıyorlar. Ahmet Taşgetiren, Mustafa Aydın bunlardan ikisidir. Bu arkadaşları ben ikna etmişim, getirmişim, sadece aile boyu değil, Türkiye boyu insanlarla ilgilenmiş ve bu harekete taşımışım. Ama Aykut Edibali’nin kardeşi,  Yavuz Aslan Argun’un kardeşleri bu teşkilata katılmış değiller. Ama iş benim getirdiğim kişileri atmaya gelince, kolayca atıveriyorlar.

 

TEŞKİLATTA SORUNLAR BOY VERİYOR

 

Fakat teşkilatta ciddi sıkıntılar oluşuyor. Herkes yalnız kalınca Aykut Edibali hakkında olumsuz konuşuyor. Ben de artık Aykut Edibali’nin bu işi bırakması gerektiğini, yoksa işlerin kötü olacağını söylemeye başladım. Aykut Edibali’ye işi sövme derecesine getiren kişiler, Yavuz Aslan Argun ile Konyalı Kemal’e, ki hafız bir kişi, “gelin, bu adamı kovalım ve sizlerden birini başa getirelim, işleri toparlayalım” dedim. Ama bu iki arkadaş da daha sonra beni Aykut Edibali’ye şikâyet etmişler.

 

TEŞKİLATTAN KOPUŞUN İLK TOPLANTISI

 

Ömer Faruk İslamoğlu’nun evinde arkadaşlar oturmuş beni çağırdılar. Sen Aykut Edibali’nin aleyhinde konuşmuşsun, ondan özür dile dediler. Ben “özür dilemem” dedim. “Ama kendisi gelsin, özür dilesin, çünkü o hata yapıyor. Ben de hata yapmışsam özür dilerim, sorun yapmam” dedim. Döndüm odadaki arkadaşlara, “sen sövmedin mi bu adama”, öbürüne “sen eleştiri yapmıyor muydun?” diye sordum. “Hepiniz aynı kişiyi eleştiriyorsunuz. Ama sadece benimkileri mi ona taşıdınız? Benim gitmemi mi istiyorsunuz? Bakın ben giderim, ama sizi burada bir arada tutan benim, benden sonra hepiniz teker teker gidersiniz, ona göre! Gece üç buçukta siz öyle istiyorsanız ben gidiyorum” dedim. Çıktım, gittim. Daha sonra hepsi teker teker gönderildi.

 

KATLİ VACİPTİR FETVASI

 

Sizi teşkilattan nasıl attılar?

 

Ömer Faruk İslamoğlu, beni davet için eve gelmiş, Anadolu’dan bütün imamlar da çağrılmış, bütün herkesin huzurunda beni teşkilattan atacaklar. Ama ben de o gün vaizlik başvurusu için Ankara’ya gitmiştim. İyi ki Ankara’da imişim. Yoksa zorlayarak da olsa beni götürebilirlerdi. Zaten bütün dosyalarda bana kırmızı çarpı atmışlar. Yavuz Aslan Argun birkaç kez eve gitmiş ve bizim hanımı sıkıştırmış. Orada herkesin yanında bana hakaret edecekler. Aykut Edibali iki yanında iki hoca, biri Mustafa Kapçı diğeri de Bursa’da Kadiri tarikatından Musa Efendi, ikisi de benim teşkilattan atılmam için fetva vermişler, katli vaciptir diye…

 

“DOMUZ DİKENİYLE AĞIL”

 

Bu karardan sonra nasıl bir hayat bekledi sizi?

 

Bu karardan sonra, evimi gözetlediler, beni sürekli takip ettiriyorlardı. Bakkalıma gidip ekmek vermeyi yasaklıyorlardı. İstanbul’da etrafıma tam bir ‘domuz dikeniyle ağıl’ kurdular. Yiyecek yok, içecek yok. Evimizin yan tarafında pazar kuruluyor. Pazar dağıldıktan sonra, evime bir şeyler götürme umuduyla pazaryeri artıklarını topluyordum. Hal içinde hamallık yapmaya başladım. Büyük bir çaba ve özveri ile çocuklarımı geçindirmeye çalışıyorum. Farklı arkadaşların bana yardımları dokundu tabii. Ama ben resmi mesleğime dönmek istiyordum.

 

YENİ BİR HAYATIN BAŞLANGICI

 

Memurluğa geri dönebildiniz mi?

 

Maltepe’de komünistlerin ağırlıkta olduğu bir okula tayinim çıktı. Yıl 1978, aylardan Mayıs, din dersi öğretmeni olarak göreve başladım. Ama kimse derse girmiyor. Çocuklara “dersime girene on veririm” dedim. Böylece dersim dolmaya başladı. Dini, adını koymadan fıtri olarak anlatmaya başladım. Birçok olayla karşılaştım. Yardımcı olmam ve çocuklarla ilişkilerim gündemi oluşturuyordu. Böylece hayatı bıraktığım yerden bu sefer bir teşkilat adına değil, ama sırf din ve dava adına yapmaya başladım. Bugün bu yaşta da bu sorumlulukla hayatımı sürdürmeye çalışıyorum. Şu an Adana’da benzeri hizmetleri sürdürmeye gayret ediyorum.

 

BİR HAPİSHANEYE ESRARIN GİRİŞİ

 

Hapishanede koğuşa üç biçimde esrar türü şeyler giriyordu. Bir yol, gardiyanlardı. Para karşılığı onlar getiriyorlardı. İkinci yol, güvercinler aracılığı ile geliyordu. Güvercinleri uçuruyor, onlar esrarı alacağı yere gidip yüklerini aldıktan sonra geri dönüyorlardı. Üçüncü yol ise ipleri şekerli bala daldırıp onu pencere demirlerine asıyorlardı. O iplere gelip yapışan büyük eşek arılarının kuyruk sokumundaki zehri alıp kâğıda sararak içiyorlardı. Hapishanede yatan çocukların hepsi delikanlı ve zeki çocuklar ama büyük çoğunluğu annesiz olanlardı. Sevgisiz büyümenin zorluklarını yaşıyorlardı.

 

MİTİNG İÇİNDE BİLDİRİ

 

Harbiye’den atılan Doktor İbrahim, Kapalı Çarşı’daki o çeşmenin üstüne çıkmış, dergiyi elinde tutarak “siyonizme karşı, komünizme karşı, masonluğa karşı, Yahudiliğe karşı Yeniden Milli Mücadele” diyerek satış çalışması yapıyor. Derginin içeriğini de böylece aktarmış oluyor. Çetin Altan ve Aziz Nesin’lerin yaptığı mitingin içinde onlara karşı bildiri dağıtıyoruz. Arkadaşımız Doktor İbrahim’i dövmüşler.  Fikir kulüpleri federasyonunu miting devam ederken arkadaşlarla birlikte gittik bastık. Silah kullanmayı tercih etmiyorduk ama yumruğu çok kullandık. Fikir Kulübü’nde merdivenleri tuttuk. Geleni deviriyoruz. Miting ve Fikir Kulübü darmadağın oldu. Hastanelere kaldırılan yaralıları da doktor arkadaşlar sayesinde yine müdahil olabiliyorduk. O zaman her yerde arkadaşlarımız vardı, tıpkı bugün olduğu gibi… Ünlüleri Cemil Çiçek, Melih Gökçek, Ali Müfit Gürtuna, Ahmet Taşgetiren ve Necmettin Türinay’dır.

 

Bize vakit ayırıp, konuşmayı kabul ettiğiniz ve tecrübelerinizi bizlerle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz…

KAYNAK: Söyleşi - Necmettin Erişen: Halkın adı gerici ve yobazdı (ozgundurus.com, 22.01.2010). 

Yazar: Abdulaziz Tantik

AYDIN DURUŞU VE NECMETTİN ERİŞEN

AYDIN DURUŞU VE NECMETTİN ERİŞEN

 

Doç. Dr. Caner ARABACI

 

Türkiye’nin, fikir tarihi ile siyasi tarihinin, daha doğrusu yükselişleri ile düşüşlerinin, aydınlarının duruşu ile doğrudan bir ilişkisi var. Başını vermeyen şehitlerin, kafasını yüreğini, kalemini birilerine teslim etmeyen okumuşlarının olduğu dönemlerde, yükseliş var. Çünkü aydınları, bir asil duruş ortaya koymuşlar. O duruş, toplumu da yöneticileri de olması gereken yere çekmiş, yöneltmiş.. Tersinden düşünüldüğünde, yani okumuşları; asil duruş ortaya koyan aydın değil de kafasını, yüreğini, kalemini kiraya veren, devlet, medeniyet değerleri düşmanı ve milletinin hasımları ile bütünleşebilen bir derekeye düştüğü zamanlarda da hep bölünmüş, parçalanmış ve küçülmüş.. Tanzimat, Islahat, Meşrutiyetlerin; o ilerleme, Garplılaşma, Asrîleşme, yeniden güçlenme teranelerine rağmen sonuçta hep dağılma, yenilgilerin sökün ettiği devirler olması ile aydın duruşunun bir bağı bulunuyor. Bu irtibat, asla abartılı sanılmamalı. Zira yönetici zümreler karşılıklı olarak, hep devirlerinin okumuş elitlerinin ister istemez etkileri altındadır.

 Buharalı Ebu Cafer Muhammed ile Sultan Alparslan ilişkisi, müspet etkileşimin ender örneklerindendir. Daha sonra devlet büyümüş, ihtişam artmış, kurumlar yerli yerine oturmuştur. Onun için Hâkim Sandalî’nin duruşu ile Melikşah’ın azameti arasındaki bağ, devrinin bir model tavrını sergiler. Cihan hâkimi olan devlet başkanı, âlimi (Sandalî) ayağına çağırdığı zaman, vezirlerin, devlet başkanlarının eteğine yüz sürmek için fırsat gözettiği bir zamanda, ferman dinlemeyen birini görerek irkiliverir. Elinde ülkeleri, orduları olmayan piri fani, bu cesareti nerden almaktadır? Neden sorusunun cevabı, onun irkilti içindeki zihnini, hizaya çekecek cinstendir: “Sizin hükümdarların en iyisi olmanız, benim de âlimlerin en kötüsü olmamam için”. Zira çağrıldığı ayağa yüz sürerek ilmini aşağıya düşürmeyecek, bilgi isteyeni de bilgiye karşı yürüterek şereflendirmiş olacaktır. Peygamber buyruğu, “Devlet reislerinin en iyisi âlimlerin yanına giden, âlimlerin en kötüsü de devlet reislerinin yanına gidendir” ölçüsünü vermiştir.

 Aslında Nizamülmülk’ün uyarısı da Sandalî’den geri değildir. Elinden kalem ve divitinin çekilip alınacağı tehdidini devlet başkanı söyleyince, cevap müthiş olur: “Kalem ve divit, sizin taç ve tahtınızla birliktedir. Onlar gidince, diğerleri de gider”. Belki aydın rolünü, siyaset/devlet katında izah eden en çarpıcı ifadelerden biridir bu. Kalem, yani fikir, düşünce; devletin varlığı ile birliktedir. Fikrin cılızlaşması, düşüncenin yok sayılması, devletin çöküşünü getirecektir. Bu irtibat tarzı açısından Büyük Selçuklu liderleri ile Türkiye Selçuklu ulularının pek farkı yoktur. Alâeddin Keykubad; Şahabeddin Sühreverdi, Necmeddin Razi, Sultanü’l-ulema Bahaeddin Veled, Mevlânâ gibilerinden faydalanmada üşengeç davranmamıştır. Onun âlime saygısı, Bahaeddin Veled’i karşılaması sırasında efsanevi bir dersin konusu olur. “Uluğ Keykubad”, yanlışlarının bedelini ödemek üzere, el yerine baston öpen sultan konumunda resmedilmiştir.

 Osmanlı’da bu tür örneklere özellikle yükseliş devrinde çok rastlanır. Hacı Bayram Veli, Sultan II. Murat irtibatındaki destansı anlatım günümüzde ayrıca yorumlanmaya değerdir. Devrinin aydını olarak Hacı Bayram, kendisine ihsan edilen vergi muafiyeti sözünün istismarına meydan vermez. Onun koyun hikâyesi, yani talebe ve bağlılarını, vergi alınmayacaklar listesini bildirme şekli, zihinlerde bir destan tadı bırakacak tarzdadır. Önce bağlılarını, can fedaya davet ettirir. Tepedeki çadırdan sızan kanlar üzerine, dağılan halktan sonuca gider: Bağlısı sadece bir kadın ve erkektir. Bunların dışında herkesten vergi alınmalıdır. Aslında insan değil, çadıra gizlediği koyunları kestirmiştir.. Padişahın, mistik lezzet talebini de: “Senin bir günlük adaletle ülkeyi idare etmen altmış yıllık ibadete bedeldir” diyerek geri çevirivermiştir. Aydın sorumluluğu, devrinin en prestijli makamına oturmayı, menfaatleri elinin tersi ile itmesine sebep olmuştur.

 Fatih, kendisine tabi olmak istediği Akşemseddin’den yüz bulmaz. Akşemseddin’in; “Sen bizim tattığımız lezzeti tadarsan saltanatı bırakırsın. Seni dervişliğe kabul edersem devletin düzeni sarsılabilir. Bunun da vebali çok büyük olur. Adalet eylemek Padişah için keramet sayılır. Müslümanların rahat ve huzuru için devletin varlığı gereklidir’’ demesi, nasıl değerlendirilmelidir? Cihangir devlet başkanını, Rasputin misali avuçlarının içine almak varken, siyasette ve sorumlu makamda tutma çabasını, medeniyet değerlerini samimiyetle benimsemiş bir aydın asil duruşu dışında değerlendirmek mümkün müdür? Akşemseddin, Fatih’in huzurunda toparlanmadan uzanan tek adamdır. O sakalsız bilge, saygısızlık için göstermez bu davranışı. İki imparatorluğu, onlarca devleti, yüzlerce şehri egemenliği altına alan muzaffer devlet başkanına; köse yüzündeki azametle, bir had bildirmek ister. Ömer’in ak sakalı, Alparslan’ın “Gururlanma padişahım…” nidasına benzer bir kendine getirme, insanlığı, kulluğu hatırlatma çabasıdır o.. Şeyh Vefa’nın gözyaşları içinde, kederini yüreğine gömerek gösterdiği tavır da o asil duruşun yüksek örneklerindendir. Anlatılır ki, kendisiyle hemhal olmak isteyen Fatih’i, defalarca görüşmeye kabul etmeyerek kapıdan çevirmiştir. Aydın sorumluluğu Vefa’ya; cihangir bir mürit kazanma gururu yerine, devletini adalet içinde yöneten bir devlet adamı inşasını tercih ettirmiştir.O, isteseydi devlet kasasına hortum bağlamayı, kendisi ve talebelerini devletten beslemeyi beceremez miydi? Elbette o zaman Vefa olmazdı. Hacı Bayram, Akşemseddin olmazlardı. Tabi buna karşılık Fatih ve oğlu Bayezit’in, Şeyh Vefa adına İstanbul'a bir cami, bir eğitim kurumu (medrese), halvethane, türbe yaptırmaları, mürüvvetin, hayırda yarışmanın devlet katındaki asil duruşuna örnekleri sayılmalıdır.

  Devlet başkanı olarak bilge eline su döken Birinci Ahmet’in, Aziz Mahmut Hüdaî ile irtibatı da o tür ilişkinin bir başka şeklidir. Tevazu ve asalet yönüyle, iki tarafın da yüceldiği bir davranış tipi. Akçenin kulu, iane ve caiziyyelerin bendesi olunmaya başlandığı zaman, o aydın asil duruşunun yerini, ölçüsüz övgüler veya yergiler alacaktır.. “Muhteşem Süleyman”ın, “karındaşım” dediği Ebu Suud ile yakınlığı, babası Yavuz Selim’in Zenbilli Ali Cemali-Pirî Mehmet Paşa ile temasları, benzeri duruşların sergilendiği, erdem tüten ilişkilerdir. Asil duruş, makama, servete, şöhrete prestij etmez. Asil duruş; kalıcı değere, hakka, evrensel gerçeklere dikkat çeker. Yavuz’un, sen devlet işlerine mi müdahale ediyorsun, sorusuna cevap, inanmış bir yüreğin kavrayacağı azamettedir: “Sizi cehennemden korumak için”.. Emri dinlemediği ileri sürülen onlarca tüccarın hapsedilip, öldürülmesi, ticaretin darbe alması, yüzlerce çocuğun babasız büyümesinin sorumluluğu; herhalde insanı cennete götürmeyecektir. Devrimizin diktatörlerine; en yakınlarından bu kadar sert ve aklı başa getirici dozda söz, ne kadar söylenebilmektedir?

 Tanzimat sonrasında, aydın asil duruşunun yerini; devleti ile mücadele eden, kendi ülkesinde yönetim değişikliğini gerçekleştirmek için yabancı devletlerle işbirliği yapabilen okumuş kesim tavrı alır. Mevki, makam peşinde, çıkar elde etmek için kalemini hizmete veren aşağılık tiplerin ülke kaderinde etkili olduğu devirler gelmiştir. İlerleme teranesine rağmen, gerileme ve yozlaşma getirilmiştir. Ardından da parçalanma, küçülme furyası, fikrî düşüşle, fiilî düşüşü buluşturuvermiştir. Acıdır ama Genç Osmanlılarla onların devamı durumundaki Jön Türklerin duruşunu, netice itibariyle değerlendirmekte yarar bulunmaktadır. Vatanının düşmanlarından, “hizmet” karşılığı para alan Abdullah Cevdet’lerin Batıcılık ideoloji kurgularının sömürge insanı üreteceğini anlamak için kâhin olmaya gerek yoktur. İbrahim Şinasi, Ali Suavi’li neslin devamı olan Temo’lu, Sükutî’li kesimin, devletleri aleyhine karanlık ilişkiler içinde olabilmeleri, çöküşle birlikte hayretle karşılanmamalıdır. Bir yandan devletten beslenirken, diğer yandan devlete karşı savaş, darbe, gizli çeteler kurma dâhil her türlü fesat hareketinin içinde olma, anlaşılır gibi değildir. Haksızlıkları kıyasıya eleştiren Jönler, devleti ele geçirdikten sonra, soygun, adam öldürme ve haksızlığın tenkit edilemez mercileri durumuna gelmişlerdir. Onlar, koca devleti on yıla varmadan elden çıkarma başarısını gösterebilmişlerdir. Cumhuriyet devrinde, asil duruş ortaya koyan okumuş azlığı ile düşünce seviyesi arasında bir paralellik kurmak, haksızlık olmayacaktır. Güneş Dil Teorisi’ni savunma talebi karşısında, ilmî kariyerini; on dört dişini bir anda çektirip konuşamaz raporu alarak koruyan Mükrimin Halil Yinanç gibi kaç aydın bulunabilir? Nazım’ın, gece yarısından sonra polis marifetiyle davet edildiği sofraya; “Ben Deniz Kızı Eftelya değilim” diyerek gitmediği yerde, hangi sanat gelişecektir? Sekseni aşkın tarih kitabının yazarı olan bir fani, “Çık şu sandalyenin üstüne, tarih bilmiyorum, de” emrine karşı, itaat dışında bir şey yapabilmiş midir? “Tanrı” kelimesini cümle içinde kullanması istenilince; “Sen Tanrısın” deyiveren dilciyle hangi yükseliş sağlanacaktır?

 Yeni okumuşlar, kendi kültürleri ve medeniyet değerleri dışında sürekli yaban ellerden değer devşirmeciliğine soyunmuşlardır. Türkiye’de Maoist, Troçkist, Marksist, Leninist, Hocu, Titocu okumuş/kalem erbabı ve tersinden benzerleri, ülke geleceğinin hayrına olamamışlardır. Yükseltilen değerler, çatışma, buhran üreten bir ortam meydana getirmeye yaramıştır. İnsanı yücelten, mutlu etmeyi yüreğine koyan, bu doğrultuda hiçbir şey yapamıyorsa onun ıstırabını hisseden yürekler bir türlü meydana çıkartılamamıştır. Çölleşen düşünce ortamının, kuru kavganın kısırlaştırdığı gönüllerin kuruluğunda, bir rahmet ormanının yeşermesi ne kadar mümkün olabilirdi?

 İşte Necmettin Erişen, bu yönden bir farklı aydın tipi sergilemişti. O, güneşin esmerleştirdiği tunç yüzünün ifadelerinde; insanına sevgi ve merhameti taşıyan, yüreğinde ıstırabını hisseden biriydi. Yerli idi. Anadolu’yu, Anadolu insanını bir mü’min yürekle seviyordu. Akşemseddin’lerin, Vefa’ların, Hacı Bayram’ların zamanımızda yaşayan bir Türkmen bilgesiydi. 1960 başlarında Pozantı’dan Konya’ya gelip Üç Hüyük Köyü’nde öğretmenlik yaptığı günlerde ne idi ise, 73 yaşlarında “Toroslar’a çekilmiş bir münzevi kartal” addedildiği günlerde de aynı idi. İlkokul öğretmenliği yaptığı günlerde, bulunduğu köye ilk ağaç diken, diktiren o olmuştu. Minik beyinlerde, millî duyguyu mücessem hale getiren öğretmendi o. Altmışlı yaşlara gelmiş öğrencilerinden Ahmetler, Nuh Dede’lerin zihinlerine, yarım asrın bile silemeyeceği değerler, heyecanlar ekmişti. Vatan kadar, dünya kadar, davası vardı. Nerede mazlum Türk/insan varsa orada kaygısı vardı. Güce, makama eyvallah etmemişti.. Marksist tanıdıklarına, “Das Kapital yanında bir de Kur’an okuyun” diye kitap hediye eden bir sorumluluk sahibiydi.. Zaman zaman görevden alınmış, hapis yatmış, işsiz, aşsız kalmıştı. Ama eğilmemişti. Dimdik bir adamdı. Son görüşmemizde yakınlarına; “beni mezara bile dikine gömün” dediğini söylemişti. Bu dimdik adam, Hakk’ın önünde secdeye kapanıyordu. Bu dimdik adam, işsiz aşsız kaldığı günlerde, omzunu kesen hamal ipiyle yük taşıyor, kalabalık çoluk-çocuğunun rızkını kazanmayı biliyordu. Hiç kazanamadığı günlerde, pazar yerlerinden sebze toplamış ama Allah’tan gayrisine el açmamıştı.

 

Değerlerine toz kondurmayan bir gür sesti. Millî birliğin, kültürümüzün, tarihimizin sevdalısı idi. Meydanlarda insanları uyaran silkeleyici, arkadaşlığında koruyucu melek, vefalı dosttu.. Üsküdar’da öğretmenlik yaptığı sıralar, öğrencilerinin yazılarını, şiirlerini kitap haline dönüştürerek yayınlamıştı. Kitabın adında, temel özlemi vardı: Yalansız Bir Dünya.. Sadece kendi yazılarının, şiirlerinin sahibi değildi. O, daha çok yürek adamı olarak, volkanları harekete geçirmenin, kalemleri işletmenin, uyuyan devi uyandırmanın peşindeydi. Değeri, kadri bilinememiş farklı bir mürebbi.. Aydın misyonu, bizde genelde kalem erbabı arasında aranır. Onunsa, kalemi yanında, toplum adamı, meydan adamı olması, önemli bir farklılığıdır. İki yönde de doğruluk ve dürüstlüğü meczetmesi ise, ayrıca bir üstünlüktür. Loca ve mahfillerine gömülmüş bir sırlı kişilik değildi. Herkesin önünde, açık, ortada bir adam gibi adamlıktı. Kalemiyle-kâğıdıyla değil, beden diliyle de haykıran adam..

 

Onun, şiirleri de kendi gibi doğrudan mesaj içerir. Eğip-bükmeden haykırılan mesajlar bunlar. Onlarda, sanat türlerini aramaya gerek yok. “Toroslar’ın dağdan dağa vuran çağlayanının”, açık vurgularıdır. Buraya bir hatıra olsun diye, yayınlanmamış bir şiirinden, bazı satırları almak istiyorum. Hatırasına umulur ki, bütün yayınlanmamış şiirleri toplanıp, kitaplaştırılır. Daktilo ile yazılmış şiirinin başlığı, kendi el yazısıyla “Ey!. İlahi Nur” adını taşıyor. “İlahi Nur”a yakarışını, önce tespitlerle ortaya kor: “Sen gittin gideli şaşkına döndük./ Sen yoksun ya, Kur’an bizi bıraktı nezdi İlahi’ye döndü./ Sen yoksun ya, Ehli Salip kıblegâh oldu./ Sen gittin gideli gözlerimiz gerçekleri görmez oldu.” “Sen yoksun ya, her şey bir hoş her şey nahoş her şey bomboş./ Sen gittin öküzler buzağılar tengir Tengri oldu./ Sen yoksun ya, kürrei arz çirkistan şirkistan oldu/ Sen gel ki, kanlı göz yaşları dinsin burukluk bitsin/ Sen gel ki, vuslat olsun özlemler giderilsin umutlar dirilsin/ Sen gel ki Hak gelsin batıl kovulsun, kahrolsun/ Sen gel ki, aklımıza kalbimize Kur’an dolsun/ Vel ba’sü ba’del mevt olsun.”

Diriliş duası içinde, Adana’nın Kabasakal Kasabası Mezarlığı’nda vatan toprağına emanet edilen meydan adamını, rahmetle anıyoruz.

KAYNAK: Doç. Dr. Caner Arabacı / Aydın Duruşu ve Necmettin Erişen (http://www.sde.org.tr, 30.06.2011, erişim 05.04.2018).

Yazar: Doç. Dr. Caner ARABACI

TOROS KARTALI: NECMETTİN ERİŞEN

TOROS KARTALI: NECMETTİN ERİŞEN

 

Mustafa YÜREKLİ

 

Türkiye’nin sosyal ve siyasal tarihini, yükseliş ve düşüşünü, Anadolu şehirlerinden izlemek, kavramayı daha da kolaylaştırır. Her aydın, biraz da yetiştiği çevrenin eseridir çünkü. Bir İslam şehri olan Adana’nın tarih mecrasında coşkulu akışı nice kahramanın destansı hayatlarıyla gerçekleşmektedir.

Mefahiri, şehrin nabız atışlarının duyulabildiği hayatlardır. Adana’nın kalp atışlarını dinleyebileceğimiz mefahiri denilince, ilk anda aklıma üç isim, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Necmettin Erişen ve Hadimü’l Kur’an Ziya Yürekli Hoca gelir.

 

Onlar, Adana’nın yiğit çocuklarıdır; Adanalıların karakteristik özelliklerine sahip olduklarından kabına sığmayıp ülkenin vaziyet ve istikametini etkileyecek derecede büyük aksiyon ortaya koyan ve tarihe müdahale boyutuna varan hayatlarıyla örnek kişiliklerdir. Bu yazıda, Adana’nın mefahirinden Necmettin Erişen’i anlatacağım.

 

Millet Evlatları

 

İnsanın sahih kültür damarına eklemlenmesi bilinç ve irade olduğu kadar, kaderdir de. Necmettin Erişen’in ruhu, mekan ve zamanda süzülen, ölümsüzlük sırrına ermiş bir Toros kartalıydı.

Necmettin Erişen, Tepebağ’da ikamet eden ilmiye sınıfına mensup bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Adana alimlerinden Hacı Osman Efendi, dedesiydi. Kamışlı Medresesi müderrislerinden Molla Mustafa da babası. 93 (Rus) Harbi’ne, Çanakkale cephesine, Medine Müdafaası’na evlatlarını gönderen ailenin tarihi, milli tarihi de yansıtıyordu.

Cemal Paşa’nın Adana valisiyken Ermeni ayaklanması sonrasında astığı 50 kişiden birisi de Necmettin Erişen’in amcasıydı. Dolayısıyla Necmettin Erişen, İslam terbiyesini ve tarih bilincini ailesinden aldı.

Necmettin Erişen, 1952 yılında Adana İmam Hatip Okulu açılınca ilk kayıt yaptıranlardandı. Okuldan hocası, Adana’nın ünlü alimlerinden Mehmet Baysal Hoca köylüsü ve baba dostuydu. Erenköy Cemaati’nin postnişini, büyük İslam alimlerinden Adanalı Mahmut Sami Ramazanoğlu’nun  halifelerindendi, Mehmet Baysal Hoca, Tepebağ Kur’an Kursu’nda ve Adana İmam Hatip Lisesi’nde Kur’an-ı Kerim hocalığı yapıyordu.

Baysal Hoca,  hafızlardan ve medrese eğitimi almış öğrencilerden bir grupla yakından ilgilendi. Necmettin Erişen ve babam Ziya Yürekli Hoca bu öğrencilerdendi. İmam Hatip yıllarında Baysal Hoca’nın himmetiyle Necmettin Erişen, Yeni Cami’de, Ziya Hoca da Karşıyaka’da, Türkistanlılar Camii’nde imam hatiplik görevi yaptı. 

İmam Hatipli gençler, 1950’li yıllarda, dünyada olup bitenleri, İslam coğrafyasının durumunu, özellikle Kıbrıs ve Filistin’deki gelişmeleri yakından takip ettiler. Arapçayı bilen, İslami ilimlere vakıf, tarih şuuru yüksek bu Adanalı gençler, Filistin’in yeni kurulan İsrail’e karşı, Irak ve Mısır’ın İngilizlere karşı, Suriye ve Cezayir’in Fransızlara karşı verdikleri bağımsızlık mücadelelerini takip ettiler. Ziya Yürekli’nin görev yaptığı Türkistanlılar Camii ve mahallesinde, Doğu Türkistan’dan hicret eden Müslümanlar oturuyordu. Ziya Yürekli, cemaatten Çin’de ve Sovyetler Birliği’nde Müslümanlara yapılan mezalimi öğrenip arkadaşlarıyla bu bilgileri paylaşıyordu.

27 Mayıs darbesinden bir ay önce, 27 Nisan 1960’ta, darbe ortamı hazırlamak için İstanbul ve Ankara’da düzenlenen ‘Gerici ve Yobazları Telin Mitingleri’nin  bir süreği olarak Adana’daki mitingi, o zamanki Adana’nın solcu aktivist gençlerinden ünlü yazar Demirtaş Ceyhun ve arkadaşları düzenledi..  Necmettin Erişen, bir grup arkadaşıyla vatandaşın arasına karışarak mitingi bastı ve sabote etti. Sosyalizm, kapitalizm, siyonizm ve emperyalizme ilişkin belli bir birikim ve bilinç taşıyorlardı.

 

1968 Kuşağının İslamcı Kanadı

 

Bir millet, kendi medeniyetinden karga tulumba çıkarılıp can düşmanlarının etki alanına sürüklenince ve emperyalizmin elinin altına bırakılmak istenince, elbette kendini savunacaktır. İslami hareket, milletimizin iradesi ve kendini savunmasıdır.

Cumhuriyet kurulduğunda 13 milyon olan nüfus, kırk yılda dört katına çıkmış, göçlerle taşra kentlerini metropollere eklemleyen, İslam’la temellendirilmiş bir muhalefet, büyük şehirlerin varoşlarından devasa bir biçimde yükseliyordu ve üniversitelerin sayısı arttığından millet evlatları yüksek okullarda okumaya başlamıştı. Bu hızlı ve kontrol edilemeyen muhalif süreç, sosyalizm komplosuyla manipüle edildi. 1961 Anayasası’yla sol harekete yol verilip gelişmesi için gereken şartlar hazırlandı. Türkiye İşçi Partisi 1965 yılında 15 milletvekiliyle Meclis’e girdi. 1980’e kadar sürecek olan sol hareketin 15 yıllık yükselişi, Necmettin Erişen’in gençlik yıllarına denk düşüyordu.  60’ların ikinci yarısında Konya Yüksek İslam Ensitütüsü’nde öğrenciydiler ve  1968 kuşağının İslamcı kanadını oluşturuyorlardı.

Toroslardan, Aladağ’dan Konya ovalarına iki kartal süzüldü. Konya’da Keçeciler Camii imam hatibi Necmettin Erişen ile Sahip Ata Camii imam hatibi Ziya Yürekli. Evli, iki üç çocuk sahibi olmaların rağmen, arkadaşlarıyla bir takım kültür çalışmaları yürüttüler. Hz.Muhammed’in (s.a.v.) Mekke’de başardığı dirilişi, 14 asır sonra Türkiye’de tekrarlayabilirler miydi? Kur’an-ı Kerim surelerini tek tek çalıştılar, siyer-i nebi ve hadis-i şeriflerle birlikte. Hasan Basri Çantay’ın üç ciltlik meali, Zekai Konrapa’nın “Peygamberimiz” adlı siyer kitabı ve Nevevi’nin “Riyaz’üs Salihin” isimli hadis kitabı ellerinden düşmüyordu.

1930’lu yıllardan itibaren Konyalılar, çocuklarını Ezher Üniversitesi’ne, Mısır’a, Suriye’ye gönderdiler.  1960’lı yılların ikinci yarısında, Konya’da, onlarca yurt dışında eğitim almış ilahiyatçı genç vardı. Bu ilim ve irfan yüklü gençler, dine ve millete hizmet için yerlerinde duramıyorlardı. Hayatı sorguluyor, tarihi araştırıyorlardı, bu hummalı okuma ve sorgulama sürecinde. Yeni Ümit dergisini çıkardılar.

Necmettin Erişen, bir tren yolculuğunda Cemil Meriç’le yaptığı tartışmada, sorduğu sarsıcı sorularla hidayetine vesile oldu ki böylesine birikimliydiler. Cemil Meriç Jurnal’inde  o yolculuğu anlatırken Necmettin Erişen’i “Dağdan dağa vuran bir çağlayandı o.” diye tanımlıyor.  İşte Cemil Meriç’in eve dönüşü ya da kendi medeniyetimize rücû edişi, bu tren yolculuğundan sonra başlar. Yıl 1966, Necmettin Erişen o sıralarda Konya ilahiyatta ikinci sınıf öğrencisi, henüz meçhul bir isim ayrıca!..

 

Yeniden Milli Mücadele Derneği

 

Aynı kitabın sayfaları arasında yetiştiler. 1967’de Konya’da 20 genç, hazırladıkları mücadele programını, Yeniden Milli Mücadele Derneği’yle kurumsallaştırdılar.. Konyalı ve Adanalı gençler, Afyon’dan Aykut Edibali ve arkadaşlarının ortak hareketine katıldılar.

Necmettin Erişen’in liderliğini yaptığı Yeniden Milli Mücadele hareketi, ülke çapında yankı yaptı. Bir avuç sahabe imanlı genç, tarihe ve hayata müdahale ediyordu; bulundukları şehirlerin mahallelerine, varoşlarına ve köylerine dağılıp doktorlar hastaları muayene ediyor, eczacılar bedava ilaç dağıtıyor, mühendis, avukat ve ilahiyatçı olan genç aydınlar davayı anlatıyorlardı. Hısım akraba, eş dost, konu komşu, hastane ve esnaf ziyaretleri ömürleri boyunca yürütecekleri etkinlik olacaktı. Konya’da ve Adana’da binlerce gencin toplandığı salonlarda konferans veriyorlardı. Yürüyüş ve miting yapıyorlardı, yasaların izin verdiği ölçülerde. Sol ile mücadeleyi silahla değil fikirle yapmayı amaç edindiler ve Marksizmi bir solcu kadar öğrendiler. Kısa sürede çoğaldılar ve Türkiye'nin ihtiyacı olan 'milli' kadronun oluşmasında etkili oldular. Solla girişilen mücadele sonrası kazanılan bir kale olan MTTB dört yıl süreyle bu işlevini yerine getiriyor. Ancak altmışlı yılların sonuna doğru üniversitelerde sol rüzgarın karşısında MTTB'nin pasif kalması birlik içinde daha aktif olmak isteyenlerin seslerinin artmasına neden olur. Mücadele Birliği'nin özelliklerinden biri de sağdaki en disiplinli teşkilat olmasıdır. Aykut Edibali'nin imzasını taşıyan "Milli Mücadelede Kadroların Vazifeleri" isimli kitapta mücadeleci bir gencin ne yapması, nasıl davranması gerektiği anlatılıyor.

Necmettin Erişen, sosyalist hareketin yanlışlarını telin etmek için hazırladığı birdiride “Milletin camisini ve namusunu korumakla görevli olanlar, milletin camisini ve namusunu koruyamayacaksa, millet kendi namusunu ve camisini koruyacaktır.” deyince, hakkımda “milleti isyana teşvik”ten dava açıldı. O bildiriyi gazetelerinde yayınlayan mahalli gazetelerin yazı işleri müdürleri de hapis cezasına çarptırıldılar. Necmettin Erişen, iki sene cezaevinde yattı; karizmatik bir lider olarak çıktı hapishaneden.. Tutukluluk süresince, verdiği derslerle, adi suçtan hüküm giymiş mahkumlardan aydın bir kadro bile çıkardı.

Şehirleri öylesine harekete geçirmişlerdi ki Necmettin Erbakan ile Alparslan Türkeş hazır buldukları Konya ve Adana’dan kolayca siyasete atıldılar. Necmettin Erbakan, herüz bağımsız milletvekiliydi; Hasan Aksay, Serdengeçti, Osman Turan vb. Müslüman siyasetçiler toplanmışlar ve Milli Nizam Partisi’ni kurma hazırlığı yapıyorlardı. Zengin bir kişi olarak tanınan Tahsin Demiray, genel başkan seçileceğinden emin bir şekilde genel merkez için yer kiralamış, toplantılar yapılıyordu. MNP kurulurken yapılan toplantıya Necmettin Erişen de çağrıldı; o da katıldı: “Tahsin Demiray’ın kitapları elimde, toplantıya girdim ve o kitaplardan bazı pasajlar okudum. Ortam birden değişti. Ve Tahsin Demiray’ın Genel Başkan olması  böylece engellenmiş oldu. Tahsin Demiray’ın yolunu keserek, Erbakan hocanın yolunu açmış olduk.” diye anlatırdı, o toplantıyı.

Metin Toker, 'Solda ve Sağda Vuruşanlar' kitabında Mücadele Birliği ile Dev Sol'u karşılaştırarak Yeniden Milli Mücadeleciler için sağın Dev Genç'i tanımını yapmıştı. Faruk Sükan, Doğan Öz, İhsan Sabri Çağlayangil, Mücadele Birliği’ni hedefe koyan açıklamalar yaptılar.

Halk uyur, devlet uyumazdı.. 12 Mart darbesi, 1972’de Yeniden Milli Mücadele Derneği’ni kapattı.

 

Gerçek Emperyalizm

 

1969’dan itibaren haftalık olarak Yeniden Milli Mücadele dergisini, aylık olarak kültür sanat dergisi Pınar’ı ve üç ayda bir de felsefe dergisi Gerçek’i çıkarıyorlardı. Necmettin Erişen,  “Türkiye’de Altıncı Filo Hadiseleri ve Gerçek Emperyalizm” kitabını yayınladı. Harıl harıl okuyorlar, cesurca yazıyorlardı. Kültür, sanat ve edebiyatla uğraşıyorlardı.. Hikayeciler, şairler yetiştirdiler. Müzik grupları vardı, kahramanlık türküleri icra eden ve tiyatro toplulukları konferanslardan önce sahne alırlardı.

Türkiye'de emperyalizme karşı bir bilinç uyandırmak, milli politikalar geliştirip, milletimize yerli çözümler sunarak mutlu, ileri, kalkınmış bir Türkiye oluşturmak idealini gütmüşlerdir. Milletimiz başını kaldırıp onlarla çağdaş İslam düşüncesine baktı: Ebu’l Hasan en-Nedevi’nin, Mevdudi'nin, Seyyid Kutub'un kitaplarını ilk kez onlar çevirdi ve harıl harıl okudular, okuttular. Adana'dan Abdülkadir Şener, Seyyid Kutub’un "Yoldaki İşaretler" kitabını çevirdiği için yargılandı ve hapis yattı.

İslâmî çevrelerde, tevhidi uyanışın ilk tohumlarını atan ve Kur'an'ı yeniden okumak gerektiğini vurgulayan Yeniden Milli Mücadele hareketi, aynı zamanda "devlet ile milleti" aynı özde ve ülküde barıştırmak gibi, çok önemli bir misyonu da üstlendiler. Yahya Kemal’in “Ezansız Semtler”de bahsettiği, milletimizin ana kafilesini, toplumun omurgasını korumaktı amaçları.

Türkiye’de, CHP’yi iktidardan uzak tutmak için milliyetçilerin ve İslamcıların birlikte hareket ettikleri, 1945 – 1970 arası çeyrek asırlık dönemde, bu birlik anlayışını kalıcı kılmak için “İlmi Sağ” ve “İnkılap İlmi” gibi teorik çalışmalar yaptılar. İslam realizmiyle idealizmini kuramlaştırmaya çalıştılar.

Adana’nın yiğit çocuklarından, “Fransa’da okurken, sabah namazı için Türklerin evlerini dolaşıp  sabah namazına kaldıran” Remzi Oğuz Arık hocayı Konya’ya davet edip Yüksek İslam Enstitüsü’nde dinlediler, ne var ki kısa süre sonra öldürüldü.. Necip Fazıl Kısakürek, Necmettin Erbakan, Tahsin Demiray’la görüşüyorlardı. Yaşar Kutluay, Raif Karadağ, yine Adananın yiğit çocukları  İlhan Darendelioğlu ve daha sonra Alparslan Türkeş liderliğinde MHP’ye dönüşecek olan Türkiye Köylü Millet Partisi’ni 1953’te kuran Cengiz Öztürk çevrelerindeki aydınlardı..

70 sonrasında sistem, AP’yi zayıflatmak için liberaller, milliyetçiler ve İslamcıları ayrıştırma ve partiden uzaklaştırma politikasını dayatınca, ters düşen Milli Mücadele Hareketi de kapatıldı.

 

Aydın Duruşu

 

Aslan yatağından belli olur, demiş atalarımız. Siyasi tarihimiz, son çözümlemede aydın duruşudur.  Yükseliş dönemlerinde, aydının şahsiyet iddiasını görürüz. Gücün karşısında başını vermeyen şehittir, Müslüman aydın. Ruhunu, kalbini ve aklını hakikate adamıştır çünkü. Düşüş dönemlerinde de aydının sözkonusu duruşunu koruyamadığı görülür.

Toplumun ruhu olan aydın, medeniyet değerlerinden aldığı soylu duruşuyla milletinin dostunu ve düşmanını ayırt edip hakikatin sözcülüğünü yapabilirse, millet yeniden yükselişe geçilebilir. Necmettin Erişen, aydın duruşuyla, düşünsel ve siyasal tarihimizde kendine yer açmış bir Adanalı aydındır. Kurucuları arasında olduğu ve liderliğini yaptığı Yeniden Milli Mücadele Hareketi, 1970 sonrası Türkiye’sine mührünü vurmuştur. 1980 sonrasında öğretmenlik yaparken pek çok gençle ilgilendi ve onların donanımlı yetişmeleri için destek oldu. Bugün Üsküdar’da Bülbül Deresi’nde bir grup Romen İslamcı, Necmettin Hoca’yı hayırla hatırlayıp dua etmektedir.

Toros kartalı Necmettin Erişen, mekan ve zamanda süzülerek yüreğiyle bütün bir yeryüzünü kuşattı, İslam milletini uyandırmak için attığı çığlıklarla mahşeri vicdanın tercümanı oldu, semada hoş bir seda bıraktı.

Üstünde mavi gök, beyaz bulutlar, etrafında Toroslar’ın yüksek yamaçlarının gür yeşilliği ve dağdan dağa vuran acının sessiz yankılanmaları arasında kartalın kalbi duruverdi. Necmettin Erişen, o aydın Türkmen kocası, sıla-i cennet özlemini sıla-i rahim yaparak gidermeye çalışıyordu.

Münzevi kartal, 3 Haziran 2011’de, doğup büyüdüğü Karaisalı’da, Aladağ’ın yamacında, ağaçlarını tek tek elleriyle diktiği bahçede, bir zeytin ağacının dibinde hüsn-ü hatime ile son nefesini verdi. Toros kartalı, dünyaya bir zeytin dalı uzattı ölümüyle de.

Ertesi gün, dostlarının ve sevenlerinin omuzlarında geldiği Kabasakal Mezarlığı’nda, dualarla, naşı vatan toprağına, Adana’nın kucağına, kahramanlığı da milletimizin gönlüne emanet edildi. 

 

KAYNAK: Mustafa Yürekli / Toros Kartalı: Necmettin Erişen (hadimulkuran.blogspot.com.tr,  - Portakal Çiçeği Dergisi, Nisan, Mayıs, Haziran 2015, Yıl:2, Sayı: 5, erişim 05.04.2018).

Yazar: Mustafa YÜREKLİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör