Rahmetullah Karakaya

Gazeteci, Yazar

Doğum
01 Şubat, 1950
Eğitim
İstanbul Ferit İnal Lisesi
Burç

Gazeteci-yazar.  Nüfus kaydına göre 1 Şubat 1950, Bulanık / Muş doğumlu. Annesine göre, kar erimeye başladığında  (yani nisan sonunda), Ağrı'nın Patnos ilçesine bağlı Kızılkaya (simdi Yalçınkaya) köyünde doğdu. İlkokulu Çatak’ta (Van), ortaokulu Şanlıurfa’da, liseyi İstanbul Ferit İnal Lisesinde (1975) okudu.

Gazeteciliğe Mavi Kırlangıç (1971) dergisinde başlayarak Millî Gazete, Yeni İstanbul, Güneş, Milliyet, Tercüman, Hürriyet (1989-94, 97), Akşam (1994), Yeni Şafak (1995-96), Son Çağrı (1996), Yeni Ufuk (1997) gazetelerinde haber müdürlüğü, sayfa sekreteri, düzeltmen ve redaktör olarak çalıştı.

Emekli olduktan sonra da hayatını ve çalışmalarını İstanbul ve Bodrum’da sürdürdü.

 Necip Fazıl’dan tebrik alan haberi

 

Rahmetullah Karakaya’nın, Necip Fazıl ile ilgili haberi 12 Aralık 1974 günü Milli Gazete’nin ana sayfasında yer aldı. Haberin çekimini TRT haber yaptı. Necip Fazıl, bu haberden dolayı Milli Gazete Genel Yayın Müdürünü arayıp Rahmetullah Karakaya’yı kutladı. 

ESERLERİ:

 

Şevket Kazan Dosyası (Bekir Kopar ile, 1975), Sübhan Dağı (anlatı, 1996), İkitelli’de Biten Babıali (1998), Ğezalamın Min Delala Min (Kürtçe, 2000).

 

KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007), İstanbul B.Şehir Belediyesi Kültür Etkinlikleri (Atatürk Kitapları, “Mürekkepli”, 20.12.1996), Haluk Dursun / Ayamama’dan Fırata Bakış (Son Çağrı, 7.2.1997), Nail Güreli / Bir Kitap (Milliyet, 18.3.1997), İskender Özsoy / Babıali’yi Solumak Bir Ayrıcalıktır (Bizim Gazete, 1.10.1998), Turkısh Daily News / Röportaj (5.11.2000), Rasih Yılmaz / Röportaj (STV, 27.11.2000), Türker Alkan / Hem Türk Hem de Kürt Olamaz mı İnsan (Radikal, 28.11.2000), Mucip Deniz / Hazalım Nazlım (Yeni Şafak, 12.1.2001), Ceylanım Nazlım - Rahmetullah Karakaya: Kürtçe Düşünüp Kürtçe Yazdım (Yeni Şafak, 12.1.2001), Hürriyet’ten Erdoğan’a “anket çalımı” (2) (ilkehaber.com, 21.01.2011).

ERDOĞAN’IN ARKADAŞINI MOSSAD MI ÖLDÜRDÜ?

ERDOĞAN’IN ARKADAŞINI MOSSAD MI ÖLDÜRDÜ?

 

Rahmetullah Karakaya / Gazeteci - Yazar

 

TRT’de, 2017’de yayınlanan “Büyük Doğu’nun Atlıları” adlı programda, 1969’da bir müessif olayda hayatını kaybeden MTTB Orta Öğrenim Komitesi Başkanı Mustafa Bilgi olayı, “Erdoğan’nın arkadaşını MOSSAD öldürdü” şeklinde sunuldu.

Haberi gazetede okuyunca, olayın birinci derece tanıklarından sayılabilecek bir kişi olarak, şaşırdım.

Devletin televizyonunda, bir imam-hatipli öğrencinin adli vaka niteliğindeki ölümü, hangi belge ve bilgiye göre uluslararası bir istihbarat savaşına malzeme yapılıyor!

Dikkat çekmek için makyaj yapılmış ama ölçü, kontrol edilemeyecek hale getirilmiş.

Mübalağanın zirvesine tüy dikilmiş adeta…

En iyisi sözü fazla uzatmadan, o yıllara dönük olaylara bir göz atmak.

 

Sancılı 68 Kuşağı

 

1968’de Sarıyer Lisesi ikinci sınıfta okuyordum.

Üniversite gençliği arasında başgösteren sağ-sol ayrımı ve ona dayanan eylemler, liselere de yayılmaya başlamıştı,

Dev- Genç’in (Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu) liselerde Dev- Lis (Devrimci Lisesiler), MTTB’nin (Milli Türk Talebe Birliği) de MTTB Orta Öğrenim Komitesi adlı oluşumları faaliyetteydi.

Dev-Genç’te Marksist Leninist, MTTB’de ise Milliyetçi-Mukadesatcı görüş hakimdi.

Dev-Genç’in Başkanı eski HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, MTTB’nin Başkanı ise eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman’dı…

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Osman Yumak ve Hüseyin Coşkun da, MTTB’nin diğer üst yöneticileriydiler.

Osman Yumak, sonradan Refah Partisi ve çizgisindeki partilerde milletvekilliği yaptı.

MTTB’nin bir diğer faal yetkilisi de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı olan Prof. Dr. Erman Tuncer’di.

 

MTTB Orta Öğrenim Komitesi

 

Mensubu olduğum MTTB Orta Öğrenim Komitesi’nin Başkanlığı’nı, İstanbul İmam-Hatip Lisesi öğrencisi Mustafa Bilgi yürütüyordu.

Yönetim Kurulu’nda bulunanları da şöyle hatırlıyorum:

Sami Şener: Sultanahmet Ticaret Lisesi. Sonra sosyoloji profesörü.

Ömer Göktuğ: Kabataş Erkek Lisesi. Halen Flash TV’nin sahibi.

Aziz Torun: İstanbul İmam Hatip Lisesi. Günümüzde Torunlar Halding’in Yönetim Kurulu Başkanı, Türkiye’nin ilk l00 zengini arasında,

Mahmut Aksoy: Pertevniyal Lisesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Genç yaşta vefat etti.

Ahmet Şişman: İstanbul İmam- Hatip Lisesi. Ensar Vakfı Başkanlığı yaptı. Genç yaşta vefat etti.

Ali İhsan Kamberoğlu: Haydarpaşa Motor Sanat Okulu. Şair. Malazgirt Zaferi’nin 900. Yıldönümü nedeniyle yapılan şiir yarışmasında ikinci oldu. Öğretmenlik yaptı, İletişim kuramadım.

Rahmetullah Karakaya: Sarıyer Lisesi. Gazeteci.

 

Zeytinburnu İhsan Mermerci Lisesi’nden de bir arkadaş vardı. Şu anda adını hatırlayamıyorum…

Yine o dönemde unutamadığım, günümüzde iki değerli öğretim üyesi olan Prof. Dr. Muhammed Nur Doğan ve Mecit Eş’tir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, güzel şiir okuması ve hitabeti ile dikkati çeken bir üyemizdi… İmam-Hatip Lisesi Orta Kısım ikinci veya üçüncü sınıf öğrencisiydi.

Karşılıklı tanışma hukukumuzun kökeni de, bu döneme dayanmaktadır.

 

Sedat Yenigün

 

MTTB Orta Öğrenim Komitesi’nin koordinatörlüğünü, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Sedat Yenigün yapıyordu.

Yaptığımız etkinliklerde, seminerlerde Sedat Yenigün, bilge kişiliğiyle, tecrübesiyle, örnek insanlığı ile baş danışmanımızdı.

Yazar Mehmet Ali Tekin ile Sarıyer Lisesi’ndan arkadaşım Hamza Türkmen’e ait iki makalede, Sedat Yenigün’ün MTTB Orta Öğrenim Komitesi Başkanı olarak yazıldığını okudum.

Ben, sürecin birinci derecede bir tanığı olarak, bu durumu hatırlamıyorum.

Çünkü Mustafa Bilgi’nin talihsiz bir kaza sonucu hayatını kaybetmesi üzerine, yerine yine İstanbul İmam-Hatip Lisesi’nden Şefik Aşıkoğlu, başkanlığa getirildi.

Hele Hamza Türkmen’in yazısında, Şefik Aşıkoğlu’nun adını, sanki yüz kızartıcı suç işlemiş gibi sadece baş harflerini yazarak vermesine de, bir anlam veremedim.

İkinci başkanın da imam hatipli olmasının nedeni, Orta Öğrenim Komitesi’nin ana gövdesini imam-hatiplilerin oluşturmasıydı.

Normal liselerden gelenler, istisna teşkil edecek kadar azdı o dönemde…

 

Erbakan Politikada

 

14 Ekim 1969’da, genel seçim vardı.

TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) Başkanlığı’ndan, Süleyman Demirel hükümeti tarafından zorla alınan Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve arkadaşları da, seçime bağımsız olarak katılıyordu.

Prof. Dr. Erbakan, Konya’dan, arkadaşları başta İstanbul olmak üzere değişik illerden hummalı bir faaliyet sürdürüyordu.

Erbakancıların İstanbul’daki seçim karargahı, Unkapanı Manifaturacılar Çarşısı’ndaydı.

Muhafazakar kesim Prof. Dr. Erbakan’a Adalet Partili hükümet tarafından yapılan yasadışı uygulamadan dolayı, son derece öfkeliydi.

Bu nedenle seçim karargahı MTTB’li kaynıyordu.

Ben de sonradan MNP (Milli Nizam Partisi), MSP (Milli Selamet Partisi) ve RP (Refah Partisi) kurucusu olan eniştem Av. Ali Oğuz ile birkaç kez burayı ziyaret ettim.

Mustafa Bilgi’yi de, menfur olayın günü mü veya bir gün öncesi mi orada görmüştüm.

Mustafa Bilgi, Orta Öğrenim Komitesi’ndeki heyecanı ve atılganlığı ile burada da göze çarpıyordu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasete başlama tarihi de, bu dönemdir. Yani tabandan, tırnaklarıyla kazıyarak zirveye uzanan bu sürecin de yakın bir tanığıyım.

 

Türkeş Aleyhine Broşür

 

27 Mayıs Darbesi’nin radyolardaki bildirisini okuyan tok sesli figürü Alparslan Türkeş de, seçime lideri olduğu CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, daha sonra Milliyetçi Hareket Partisi adını aldı) listesinden giriyordu.

İstanbul’da haftalık yayınlanan Nurculara ait “İttihad” gazetesi, Adalet Partisi’ni destekliyordu. Başazarlığını, Erzurumlu Mustafa Nezihi Polat yapıyordu.

Gazete, Adalet Partisi’ne destek için Türkeş aleyhine, ırkçı ve darbeci olduğu iddialarıyla yüklü bir broşür yayınladı.

Buna kızan CKMP’li gençler (o zaman daha Ülkücü ismi kullanılmıyordu), Cağaloğlu’ndaki gazete bürosunu basarak, tahrip ettiler.

1969 yılı, “Mukaddesatçılar” ile “Milliyetçiler”in MTTB bünyesinde ayrıştığı tarihtir aynı zamanda.

49 yıl sonra, 12 Mart 2018’de, iki zıt görüş arasındaki bu ayrışmanın, AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) ve MHP’nin (Milliyetçi Hareket Partisi) Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimde “İttifak” kararıyla, yenidan aynı mecrada yol almaya dönüştüğüne de tanık olduk.

Rizeli İsmail Kahraman’ın, genel başkanlığı Samsunlu Çerkez kökenli Burhanettin Kayhan’a devrettiği olağan genel kurulda sopaların, sandalyelerin havada uçuştuğu şiddetli bir kavga çıkmıştı.

Salonda seyirci olarak bulunduğum için, kavgaya katılmadım. Ama bazılarında tabanca olduğunu görünce, kafama dank etti.

Kendi kendime uyarıda bulundum:

“İşler sarpa sarıyor. Bir kurşun kazasına kurban gitmek işten değil. Aman dikkat…”

Sonuçta milliyetçilerin adayı Alaatin Koçak kaybetti, Nurcuların etkin olduğu mukaddesatçılar, MTTB’ye hakim oldu.

Mukaddesatçılar, “Mücahitler” lakabını kendilerine yakıştırırkın, milliyetçiler artık “Komandolar” olarak anılmaya başlanıyordu.

1969’da, MTTB’nin bugünkü Beylikdüzü’nün çekirdeğini oluşturan Gürpınar köyünde, 1970’te de Uludağ Kirazlıyayla’da düzenlediği kamplarda, bir hafta-l0 gün kadar ben de kalmıştım. Burada, dini ve genel kültür ağırlıklı eğitim veriliyordu.

 

Baskın ve Misilleme

 

İşte bu seçim propagandası amaçlı broşür yüzünden, Mücahitler ile Komandolar, ikinci kez karşı karşıya gelme tehlikesiyle başbaşa kalıyorlar.

Komandoların “İttihad”a yaptığı baskına cevap için, MTTB’li Mücahitler, hazırlık yapıyor. O dönem yeni yeni kullanılmaya başlayan molotof kokteyller hazırlanıyor. Bunlar Cağaloğlu’ndaki MTTB binasının Şerefefendi Sokak’a bakan zemindeki Spor Müdürlüğü Odası’na konuyor. Buranın komşu odası da bizin Orta Öğrenim Komitesi’ne aitti.

20 Eylül Cumartesi gününü pazara bağlayan gece, Mustafa Bilgi, yatmak için kaldığı yurda değil, MTTB’e gidiyor. Yatmadan önce silahını temizlemeye çalışıyor. İddiaya gore, silahı kazayla ateş alıyor. Komandolara baskında kullanılacak molotof kokteylleri de, bu nedenle patlıyor. Mustafa Bilgi, feci şekilde parçalanarak hayatını kaybediyor.

21 Eylül pazar sabahı radyodan haberi öğrenince, oturduğumuz Beykoz’dan hemen Cağaloğlu’na gittim.

Şerefefendi Sokak, MTTB Spor Odası’nın masa, sandalye, pencere pervazları ve kapı parçaları ile kaplanmıştı. Bu parçalar arasında Mustafa Bilgi’ye ait olduğu belli olanlar da göze çarpıyordu.

Kanımız donmuştu.

Liderlik vasfı olan, girişken, atılgan, babayiğit Mustafa Bilgi, artık yoktu…

Ertesi gün gazeteler, kendi meşreplerine göre haberi geniş şekilde verdi. MTTB’ye yakın gazeteler, imalı da olsa Komandaları suçlayan ifadeler kullandı.

Ama Mustafa Bilgi’nin en yakınında bulunanlar olarak, aramızdaki konuşmalarda, olayın talihsiz bir kaza olduğu kanaatı kabul görüyordu.

 

Ailesini Ziyaret Ettik

 

Mustafa Bilgi’nin cenazesi, muhteşem bir törenle Eyüp Sultan Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Bolu’nun Göynük ilçesi Ekinciler köyünde oturan aile fertleri de törene katıldı.

Olaydan kısa bir süre sonra, MTTB’den bir heyetle köyüne gittik. Mütevazi bir Anadolu köyünde, mütevekkil bir anne ve babanın ellerini öptük.

Heyette rahmetli Sedat Yenigün, Sami Şener ve Ali İhsan Kamberoğlu’nun bulunduğunu hatırlıyorum.

Ateş düştüğü yeri yakar.

Binbir umut bağladıkları yiğit oğullarının yerine, kendimizi koyduk. Hiçbirimiz onun yerini dolduramazdık, onun yıktığı kalp sarayını onaramazdık.

Ekinciler köyünde kalbimizi bırakarak, ertesi gün İstanbul’a döndük.

Mustafa Bilgi için, kendisi de 5 Temmuz 1980’de şehit olan Sedat Yenigün, bir kitap yazdı. Adına şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenlendi.

 

“MOSSAD Öldürdü” İddiası

 

20l7’de TRT’de yayınlanan, MTTB’nin anlatıldığı “Büyük Doğu’nun Atlıları” dizisinde, Mustafa Bilgi’nin MOSSAD tarafından öldürüldüğünün iddia edildiğini 13 Mayıs 2016 tarihli Milliyet ‘te okudum.

Dayanak olarak da, MTTB’den tanıdığım Adalet Partisi Gençlik Kolları Başkanı Tuncer Arabul’un açıklamaları gösteriliyordu.

Arabul’a güya bir büyükelçi dostu, Mustafa Bilgi’nin MOSSAD tarafından öldürüldüğünü, İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’a dayanarak söylemiş.

68 yaşıma geldim. Onlarca anı okudum. Hiçbirinde bir büyükelçinin, bir ülkedeki cinayeti bu kadar sorumsuzca yüklendiğine tanık olmadım.

Yakın irtibatta olduğum dönemde, MTTB’de kan üzerine kurulu bir politikanın kabul gördüğüne de şahit olmadım.

Başkonsolos Elrom, THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi- Cephe) militanları tarafından, 17 Mayıs 1971’de kaçırıldı...

Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir, Mahir Çayan, Necmi Demir, Oktay Etiman ve Ziya Yılmaz’dan oluşan THKP-C’liler, başta Deniz Gezmiş olmak üzere tutuklu THKO (Türk Halk Kurtuluş Ordusu) mensuplarının serbest bırakılmasını istedi.

İstekleri yerine getirilmeyince de, Başkonsolos Efraim Elrom’u, 22 Mayıs 1971’de öldürdüler.

 

MTTB’linin İntikamını THKP-C mi Aldı?

 

O zaman, Tuncer Arabul’un iddiasını doğru sayarsak, şöyle bir sonuç çıkmaz mı:

“MOSSAD, MTTB’li bir lise öğrencisini öldürüyor.

Bunun intikamını ise Marksist-Leninist görüşteki THKP-C alıyor…”

El insaf…

48 yıl önceki üzüntüm, bu kez ikiye katlandı. İnsanları, mezarlarında bile rahat bırakmıyoruz.

Haberin başlığı da tam günün gündemine uydurulmuş:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arkadaşını MOSSAD öldürdü.”

Yukarıda değindim. Tekrar edeyim:

Mustafa Bilgi de, ondan sonra başkan olan Şefik Aşıkoğu da, İstanbul İmam-Hatip Lisesi’nen Sayın Erdoğan’ın ağabeyleri…

Ancak bu talihsiz ölümle günümüzün popüler bir siyasetçisi arasında bağ kurmanın izahatını, kendime yapamadım.

TRT Belgesel’i aradım. Çıkan görevlilere, olayın gerçeğini anlatmaya çalıştım. Baktım kimsenin umurunda değil. En sonunda yapımcı firmanın telefonunu verdiler. Çıkan yetkili, senaryonun Gazeteci Fehmi Çalmuk’a ait olduğunu söyledi. Telefonumu bıraktım… Arayan olmadı.

Nisan 20l8’de Soner Yalçın’ın “Kayıp Sicil. Erdoğan’ın Çalınan Dosyası” adlı kitabında konuyla yeniden karşılaştım.

Bu arada Fehmi Çalmuk’un “Büyük Doğu’nun Atlıları” kitabının da yayınlandığını öğrendim.

Bu kez, Türkiye’de en geniş yazarlar ansiklopedisini hazırlayan arkadaşım, İhsan Işık vasıtasıyla genç meslektaşım Fehmi Çalmuk’a ulaştım.

Kitabını henüz alıp okuyamadığımı, ancak olayın birinci derecede bir tanığı olarak, gerçeğin ortaya çıkarılması gerektiğini hatırlattım.

Bu makaleyi de bu amaçla yazdım.

Çalmuk, gayet anlayışlı davrandı.

İkinci baskıda, görüşlerime de yer vereceğine söz verdi.

Çünkü olayları, tarihe gerçek haliyle yansıtmak, gazetecinin de baş görevidir…

 

KAYNAK: Rahmetullah Karakaya / Erdoğanın arkadaşını Mossad mı öldürdü? (ilkehaber.com, 27.03.2019).

 

İSLAMCI SOSYOLOGDAN KÜRTLERE SANSÜR

 Sosyolog Prof. Dr. Sami Şener’le dostluğumuz, 1968’de MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) Orta Öğrenim Komitesi’ndeki birlikteliğimize dayanıyor.

Sakarya Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde uzun yıllar görev yapan Şener, halen değişik üniversitelerde görevine devam etmektedir.

Prof. Dr. Sami Şener’in “Sosyoloji” ve “Türkiye’de Sosyal Değişme” adlı iki eserini okudum.

Sosyal bilimlere alternatif bir yaklaşımı ele alan “Sosyoloji”de, “Türkiye’de Sosyolojik Düşünce” bölümü, 40 sayfanın üzerinde.

Genel kültür, alt kültür konusu işlenirken ülkemizde asırlardır yaşayan Arap, Süryani, Musevi, Hiristiyan, Ermeni ve Rum gibi farklı unsurlar sayılıyor ama Kürtler es geçiliyor.

Satır aralarına “Medine Vesikası” ve İslami referanslar sık sık serpiştirilirken, Türkiye’nın yakıcı sorunu, değişmeyen gündemi “halının altına süpürülüyor”…

Oysa 1984’ten beri, PKK ile düşük yoğunluklu bir çatışma sürüyor.

Bu çatışmalarda 40 binin üzerinde insanımız canını kaybederken, birkaç misli de yaralandı, sakat kaldı.

Bu satırları yazdığımda ise Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye’nin Afrin kentindeki operasyonları sürüyordu.

“Kürt Sorunu” veya resmi söylemle “Terör Sorunu”, yıllardır gündemde hep ilk sıralarda iken, bir sosyologun -hem de “İslamcı”- konuyu görmezden gelmesi, kabul edilmez bir eksikliktir.

Bir yanda silahlı çatışma sürerken, diğer yanda TRT’nin 2009’da 24 saat Kürtçe yayın yapan “TRT Şeş”in -sonra TRT Kurdî oldu- kurulması, Külür Bakanlığı’nın Kürt Edebiyatının başyapıtı iki klasiği yayınlaması, AKP iktidarının gözardı edilemeyecek, Cumhuriyet Tarihi’ne geçecek “devrim” niteliğindeki hizmetleridir.

Yaşar Kemal’in “Ağrı Dağı Efsanesi” romanında işlediği “Mem û Zîn” efsanesi, gerçek kimliğiyle, Ehmedê Xanî (Hani) imzasıyla yayınlandı.

Latin harfleriyle ilk kez 1970’li yıllarda eski müftü Mehmet Emin Bozarslan tarafından kültür hayatımıza kazandırılan “Mem û Zîn”in, günümüzde değişik yayınevlerine ait baskıları vardır.

Ardından, Melayê Cizîrî’nin (Cizreli Molla Ahmed) “Divan”ı, değerli yazar Osman Tunç’un Kürtçeden çevirisiyle 2012’de kültür dünyamıza kazandırıldı.

Yine bu süreçte memleketim Muş’ta, Alparslan Üniversitesi’ne bağlı Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Mardin Artuklu Üniversitesi’ne bağlı Yaşayan Diller Enstitüsü’nün hizmete girmesi, “Altın Değerinde” adımlardır.

Benim, 2000 yılında yayınlanan ve Başbakan Bülent Ecevit’e ithaf ettiğim Kürtçe hikaye kitabım “Xezala min, Delala min”in, memleketimin üniversitesinde, zaman zaman derslerde örnek olarak okutulması ise gururumdur.

Ne yazık ki, aralarında Mardin Artuklu Üniversitesi’nde görevli, çok değerli eserlere imza atmış olan Yard. Doç. Selim Temo’nun da olduğu bir çok kişinin Kanun Hükmünde Kararname ile meslekten mennedilmesi ise kuruluş amacına uymayan trajik bir eylemdir.

Kültür hayatımızdaki bu önemli kırılmanın görülmemesi, hele bir sosyolog tarafından değerlendirilmemesi, ancak inkar politikasının bilinçaltımıza yerleşmiş tezahürü sayılabilir.

Büyük üstad Ehmedê Xanî’nin Kürtçe, Türkçe, Farsça ve Arapça yazdığı orijinal kaside ise Ortadoğu halklarının, birlik ve beraberliğinin, huzurunun “amentüsü” niteliğindedir.

Bu toprakları konu edinen bir sosyolog için, emsali bulunmayan çarpıcı materyaldir tüm bu örnekler.

Dilerim, 8. Baskı’da bu konu, hakkettiği şekilde işlenir. Böylece mazeret kabul etmeyen bir ihmal de giderilmiş olur.

İnancım, farklı kültürlere yasakçı zihniyetle değil, toplumun değerli zenginliği, rengi olarak yaklaştığımızda, ülkemizin birlik ve beraberliği konusunda daha hayırlı adım atmış oluruz.

Tıpkı yukarıda verdiğim beş örnekte olduğu gibi.

AKP iktidarının bu hizmeti, Cumhuriyet Tarihi’nde sitayişle hatırlanacak, takdir edilecek bir başarıdır…

 

İkinci Kitapta da İnkar

 

“Türkiye’da Sosyal Değişme” kitabında ise konu, bilgi, kültür ve siyasi yönüyle geniş bir perspektiften ele alınarak detaylarıyla gözönüne seriliyor.

300 sayfalık bu değerli incelemede de, “Kürt Sorunu” veya “Var” ile “Yok” arasında gidip gelen, ama hiçbir zaman gündemden düşmeyen önemli sosyal sorunumuzdan tek kelime bahis yok.

Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin bir değerli sosyoloğu, 600 sayfalık eserinde, “Kürt kelimesini sanki elini yakacakmış gibi kullanmayarak, “bilimsel duruşa” aykırı bir tutum sergilemekten taviz vermemiştir…

Gel de burada, sırf “Kürt Sorunu”nu inceleyen eserleri nedeniyle 20 yılını hapishanelerde geçiren değerli sosyolog İsmail Beşikçi’yi saygıyla, sevgiyle anma….

Ama hakkını vermek lazım… “Kültürel Aidiyet” bölümünde, çok kültürlülüğün, ulusal devlet ve onun milliyetçi kültürü karşısında, bir mücadele içinde olduğuna işaret edilerek, kültürlerin birbirlerine ihtiyaç duyup geliştiği vurgulanıyor.

Kültürün, yeniden tarifinin gerektiği belirtilerek şu görüşler savunuluyor:

-Kültürel aidiyet, ırkçı ve hakimiyet kurucu mantık içinde değil, kendi değerlerini muhafaza ederken, başkalarının zenginliğinden de faydalanma çabası üzerine kurulmaya çalışılmalıdır.

-Birlikte yaşama kültürü, öncelikle bir politika olarak değil, bir yaşama felsefesi olarak benimsenebilirse, gerçekleşebilir.

Bu iddiayı, başkalarını siyaseten ekisiz hale getirmek için değil, başkalarıyla hayatın zorluklarını ve problemlerini paylaşmak için ortaya koymak, son derece önemlidir.

-Osmanlı Devleti, sadece farklı değişik etnik toplumlardan gelen farklı Müslüman grupları değil, aynı zamanda Musevi ve Hiristiyan kesimlerden gelenleri de bir arada tutabilen, “Çok kültürlü bir toplum” kurmak suretiyle, bugün bile henüz geliştirilemeyen bir sosyal organizasyonu sağlamıştır.

-Arap, Süryani, Musevi, Hristiyan, Ermeni, Rum ve diğer farklı unsurlar - yine ülkenin yakıcı sorunu Kürtler es geçilmiş-, Osmanlıya yönelik mücadelelerde, başka ülkeler tarafından kandırılıp imkanlar vaat edilmediği müddetçe, sisteme karşı hiçbir fiili hareket içine girmemişlerdir.

-Bu durum, günümüzde sık sık sözü edilen farklı din ve kültürdeki insanların yaşayabilecekleri bir toplumsal proje olarak dikkatleri çekmeli ve kendisinden örnek alınabilecek kaynak diye görülebilmelidir.

 

Bir De Düzeltme Hataları

 

“Strateji Yayınları” arasında yer alan iki kitapta, rahatsız edecek derecede imla hataları ve cümle düşüklükleri var.

Bunların, yeni baskılarda mutlaka giderilmesi lazım.

Mesela, “Türkiye’de Sosyal Değişme” kitabının l0. Bölümü olan “Gençliğin Kimlik Kazanması ve Toplumsal Rolü” sanki hiç gözden geçirilmeden yayınlanmış gibi.

Başı ve sonu tutmayan cümleler, dikkatli bir okuru rahatsiz edecek yoğunlukta.

600 sayfalık iki kitapta, uzman bir gözün yeni bir okuma yapması hem Türkçeye saygı hem de eserlerin ilmi değerine verilen önem bakımından, zorunludur.

KAYNAK: Rahmetullah Karakaya / İslamcı sosyologdan Kürtlere sansür (06.04.2018).

 

 

 

 

 

UFKU, AYAMAMA DERESİ’NE KİTLİ KÜLTÜR BAKANI

Kültür Bakanı Yardımcısı Prof. Dr. Haluk Dursun, 19 Ağustos’ta, Van’ın Erciş ilçesinde, trafik kazasında hayatını kaybetti.

Prof. Dr. Haluk Dursun ile Son Çağrı gazetesinde birlikte çalıştık.

Aralık 1996-19 Mayıs 1997 tarihlerinde yayınlanan Son Çağrı gazetesi, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi (Refahyol) koalisyon hükümetini destekliyordu.

Aydın Doğan’a ait Doğan Medya Grubu çatısı altında yayınlanan Son Çağrı’da, ben Haber Müdürü’ydüm.

Haluk Dursun da, “Kültür-Sanat Sayfası” yöneticisiydi.

Eylül 1996’da, Yeni Şafak’ta pazar günleri yayınlanan anı-hikaye türü denemelerim, “Süphan Dağı” (doğrusu Sübhan’dır. Üç bin kapağı yanlış basılınca isim böyle kaldı) adıyla Denge Yayınları’nda çıktı.

Şunu gururla ifade edebilirim ki, genellikle Doğu ve Güneydoğu’da geçen anılarımı içeren bu yazılar, gazete okurları tarafından ilgiyle karşılandı.

Timaş ve Denge Yayınları, ayrı ayrı yazıları dosyalayarak, kitap yapma teklifinde bulundu.

 

Timaş, randevusuna gelmeyince, Denge Yayınları ile anlaştık…

Kitabı, basındaki birçok dost köşelerinde tanıttı,

Ahmet Hakan Coşkun’un Haber Dairesi Başkanı olduğu Kanal 7 de, çok çarpıcı bir program yaptı.

 

Ayamama’yı, Dicle Ve Fırat’a Tercih

 

 “Süphan Dağı”nı, Haluk Dursun’a da hediye ettim.

Sağolsun, kültür sayfasında, geniş ufkunu (!) ortaya koyarak değerlendirdi.

300-019.jpg“Fırat’a Sevdalıyım” başlıklı yazımdan fazla hazzetmemiş olacak ki, son cümleyi şöyle noktaladı:

“Ayamama Deresi bize yeter, Firat ve Dicle, Rahmetullah Karakaya’nın olsun…”

Yani günümüzde, Başakşehir, Küçükçekmece, Bağcılar ve Bakırköy sınırları içinde kalan kurumuş Ayamama Deresi, kutsal kitaplarda bile adı geçen Mezopotamya’nın can damarı iki nehre tercih edildi…

Biyografisinde tarihçi olduğu da yazılan Haluk Dursun’un bu geniş ufuklu jestine, sadece gülümsedim.

 

Diyarbakırlı Kızdan Bomba Cevap

 

Haluk Dursun’a, bu unutulmaz “takdir”ine hakettiği cevap ise 18-19 yıl sonra Diyarbakır’da, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde konuşurken, bir öğrenci kızımız tarafından verildi.

21 Ağustos 2019 tarihli Karar gazetesinde yer alan “Haluk Dursun’un vasiyeti” başlıklı yazıda, bu tarihi diyalog şöyle anlatılıyor:

“….Genç bir kız söz istedi. Muhalefet dozu yüksek, heyecanlı bir şekilde, ‘Sizin burada ne işiniz var? Ben, sizin yaptığınız çalışmalara baktım. Siz, Tuna tarihçisisiniz. Sizin hayatınız Tuna’yla geçmiş.

İkinci kitabınızda da Nil… Nil’le ilgili çalışmışsınız.

Sizin hayatınızda Dicle yok. Siz, Dicle’siz bir tarihçisiniz. O yüzden sizin burada bulunmaya hakkınız yok…

Konuşmaya hiç hakkınız yok’ dedi.

 

Kurt İle Kuzu Dost Olur mu?

 

Siz, Dicle’nin kuzularısınız ve siz, Dicle’nin kuzuları bize emanetsiniz. (Kim, kimi kime emanet etmiş. Anlamak mümkün değil. R.K.) Haklısınız. Geç kaldık bu emanete sahip olmakta. Ama bundan sonra sizinle hep beraber olacağız ve bu bölgede Dicle’nin, Murat’ın, Karasu’nun, Zap Suyu’nun, Aras’ın kuzularını, çakallara kaptırmayacağız’ cevabını verdim.

Çakallara kaptırmamak için, onlarla hemhal olmak, hemdert olmak ve beraber olmak lazım.”

Acı ölümü haberiyle Kültür Bakanı Yardımcısı olduğunu öğrendiğim Haluk Dursun’un, “Ayamama tercihi!..”nden “hemhal olma” noktasına gelmesi, samimiyse takdire değer…

Ancak bir “Bozkurt” olan Haluk Dursun’un bu itirafına Koca Aşık Veysel’in şu dörtlüğü, kadim bir cevaptır:

 

Kim okurdu, kim yazardı

Kim, gördüğünü çizerdi

Kuzu, kurt ilen gezerdi

Fikir başka başk olmazsa…

 

GAP Turunda Ruhsuz Bir Yazı

 

Taksim-Hacıosman Metrosu’nda, adı rahmetli Çelik Gülersoy’la bütünleşen TURİNG’in şimdilerde başkanı olan Bülent Katkak’a rastladım.

Elinde bir tomar dergi vardı. İki tanesini bana verdi. İnceleyip fikrimi bildirmemi istedi.

Özellikle sanatçı Bülent Ersoy’u hacca götürme haberiyle gündem olan şirketi adına çıkarttığı dergide, Haluk Dursun’la GAP’a ve Balkanlara yaptıkları iki gezinin röportajı dikkatimi çekti.

Balkanlar’dan, Diyarbakır’dan, Urfa’dan, Mardin’den çarpıcı fotoğraflar vardı. İmza, Bülent Katkak’a aitti.

Ama Haluk Dursun’un kaleme aldığı Balkan izlenimleri abartılı hamasetle süslüyken, GAP metni, çok ruhsuz geldi bana.

Bölgenin çocuğu olmam, Yaşar Kemal’in “Bu Diyar Baştan Başa” adlı seri röportajları ile Fikret Otyam’ın “Gide Gide”lerini defalarca hazmederek okumamın, belki bu duygumda payı var ama gerçekten heyecan duymadım.

Bu duygularımı, bir mektupla derginin adresine de gönderdim…

Geriye dönüş olmadığı için de rahmetli Dursun’un haberdar olup olmadığını öğrenemedim.

 

“Süphan Dağı” Sakıncalı

 

Prof, Dr. Haluk Dursun’un benimsemediği ikinci kitabım “Süphan Dağı”, 1997’de 28 Şubatçıların gazabına uğradı.

Onların kurduğu Batı Çalışma Grubu, listenin başında “Süphan Dağı” olmak üzere bazı kitaplarını sakıncalı bularak, Denge Yayınları’nı, Sultan Ahmet Camii avlusunda Ramazan ayında açılan “Dini Yayınlar Fuarı”na sokmadı.

Bu yasak, ancak 2 Kasım 2002 seçimlerinde birinci parti olan AKP iktidarı tarafından kaldırıldı.

Bana göre kitabımın sakıncalı görünmesinin esas nedeni, yazılarımda “Kürt”, “Kürt halk hikayesi”, “Kürt destanı” gibi deyimlerin geçmesi, bir iki hikayede Kürtçe diyaloglara yer vermem…

“Süphan Dağı”nı sakıncalı bulan, Son Çağrı gazetesini kapattırarak beni işsiz bırakan 28 Şubatçıların kudretli komutanı, emekli orgeneral Çevik Bir, 13 Nisan 2018’de müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Ben, kızım Hazal’ı tekerlekli sandalyesiyle gezdirirken, o da günlük yürüyüşünü yaparken, Beşiktaş Sporcular Parkı’nda zaman zaman karşılaşıyoruz.

Her defasında, selamlaşıp şimdi tatlı birer anıya dönüşen iki mağduriyetimi hatırlatmak istiyorum, ama o, bakışlarını kaçırarak yanımdan geçmeyi tercih ediyor.

Ancak Haluk Dursun’un acı ölümünün medyada yer aldığı gün, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş-Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı, Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş-Başkanı Ahmet Türk ve Van Büyükşehir Belediyesi Eş-Başkanı Bedia Özgökçe Ertan’ın görevden alınmaları kötü bir tesadüf oldu.

“Ayamama tercihi” mi, “Vasiyet”teki gecikmiş ihmal ve pişmanlık mı rehberimiz olacak?..

Çünkü bir hukuk devletinde, hakkında mahkeme karar bulunmayan seçilmiş belediye başkanını görevden almak demokrasiye darbedir.

 

KAYNAK: Rahmetullah Karakaya / Ufku, Ayamama Deresi’ne kitli Kültür Bakanı (ilkehaber.com, 30.08.2019).

 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör