Osman Yüksel Serdengeçti

Gazeteci, Yazar, Şair

Doğum
15 Mayıs, 1917
Ölüm
10 Kasım, 1983
Eğitim
Ankara Atatürk Lisesi
Burç
Diğer İsimler
Osman Zeki Yüksel

Gazeteci-yazar, şair (D. 15 Mayıs 1917, Akseki / Antalya - Ö. 10 Kasım 1983, İstanbul). Asıl adı Osman Zeki Yüksel’dir. Serdengeçti dergisinde bu imzayla çıkan yazılarından dolayı bu soyadıyla tanındı. Aralarında Ahmet Hamdi Akseki, il eski müftülerden Hacı Salih Efendi’nin de bulunduğu âlimler yetiştirmiş bir aileye mensuptur. İlkokulu Akseki’de, ortaokulu yatılı öğrenci olarak Antalya’da okudu, Ankara’da Atatürk Lisesini bitirdi. Girdiği Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde ikinci sınıf öğrencisi iken Mayıs 1944’teki olaylara karıştığı için yükseköğrenimini tamamlayamadı. Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş’le birlikte bir süre tutuklu kaldı. Bir süre de Malatya’da, Ahmet Emin Yalman davasından tutuklu, “üstad” olarak benimsemiş olduğu Necip Fazıl’a hapishane arkadaşı oldu. Bu hapishane arkadaşlığıyla ilgili fıkralar üretilmiştir. Serbest bırakılınca öğrenimine devam etmek istediyse de okumasına izin verilmedi. Bunun üzerine dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e hitaben “Yüksek makamın alçak vekiline” sözleriyle başlayan bir dilekçe yazdı. Dilekçeyi bakana veremeden yeniden hapishaneye gönderildi.

Serbest kalınca yeniden Serdengeçti dergisini çıkarmaya başladı. Pek çok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazıları nedeniyle hakkında çok sayıda dava açıldı ve sık sık tutuklanıp serbest bırakıldı. Başlığının altında “Allah, Vatan, Millet Yolunda” cümlesinin sürekli yer aldığı bu dergiyi otuz üç sayı (1947 - Şubat 1962) çıkardı. 1952 yılında Bağrıyanık adlı bir mizah gazetesi de çıkarmıştı. Başlığının altında “Hak yolunda bağrı yanık yolcular” sözü yer alan bu yayınında da inancının mücadelesini zengin esprilerle dolu yergileriyle sürdürdü. Bir ara politikaya atıldı. Adalet Partisi (AP) listesinden Antalya Milletvekili seçilerek parlamentoya (1965-69) girdi. Batılılaşmayı protesto için meclise kravatsız gelip gittiği için “Kravatsız Milletvekili” olarak da ün kazandı. Partisinin politikası ve parti ileri gelenlerine yönelttiği eleştiriler yüzünden AP’den ihraç edildi. Sonraki yıllarda mücadelesine yine yayımladığı yazı ve kitaplarla devam etti. Tek parti yönetiminin dindarlar üzerindeki baskılarını protesto etti. Son olarak Yeni İstanbul gazetesinde Selam başlığı altında günlük fıkralar yazdı.

 İslam inancına samimiyetle bağlı bir fikir ve dava adamı, politikacı, gazeteci, mizah ustası ve iyi bir hatip olan Serdengeçti, hamasî ve lirik şiirlere imza attı. Ağıtlar ve sosyal konulu şiirler yazdı. Yer yer mistik, yer yer idealist eğilimleri vardır. Düzyazılarında da belagati ve şiirselliği ön planda tutmuştur.

Eserleri Türk Edebiyatı Vakfınca yeniden basıldı: Mabetsiz Şehir, Gülünç Hakikatler, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Bu Millet Neden Ağlar, Akdeniz Hilalindir. Gazete ve dergilerde, kitaplarına girmemiş çok sayıda makalesi vardır.

 

 

Serdengeçti İçin Ne Dediler?

 

 

“Kalemini Hak yolunda bir kılıç gibi kullandı, bu nedenle de Anadolu’da efsanevi bir kahraman gibi tanındı.” (Mehmet Ateşoğlu).

 

***

 

“Serdengeçti’nin şiirlerine bir bütün olarak baktığımızda kimi zaman bir Yunus söyleyişi ve tevekkülü, kimi zaman Mehmet Emin Yurdakul haykırışını buluruz. Bazen derviş Rıza Tevfik’in nefeslerini andırır şiirleri, bazen de Arif Nihat Asya’nın millî ve hamasi edasını hissederiz.

Nitekim ‘Kanlı Bahar’ adlı şiirinde bunu kendisi de açıkça seslendirir:

‘Akif’in gür sesinden,

Yunus’un nefesinden,

Gökalp’in hevesinden,

Birşeyler var içimde...’

“Meselâ ‘Kara Toprak Kapmış Kara Gözlümü’ şiirinde sanki Âşık Veysel’le karşı karşıyayız. Âşık edebiyatının hoş ve hisli söyleyişi var bu tür şiirlerde. Ancak genelde şiirlerde Nâmık Ke­mal - Mehmet Emin Yurdakul - Ziya Gökalp - Arif Nihat Asya çiz­gisinin bir devamı diyebileceğimiz ve daha çok vatan, bayrak millet ve Türk insanına duyulan sevgi ve hasret mısralaşır.” (Mehmet Nuri Yardım)

 

***

 

“Aramızda gönül birliği olmasından başka kader bizi demir kapıların, kalın yapıların arasında birleştirmişti. Serdengeçti, otuz yılı aşkın beraberliğimizde, Türk onurumu, İslâmî şuurumu bilemişti. O, bazılarının şurada burada anlattığı gibi sadece espritüel, güldüren adam değil, aynı zamanda düşündüren bir beyindi.

“O, Türk-İslâm düşmanları karşısında lafını dudaktan, gözünü budaktan sakınmayan, onlarla kıyasıya ve ölesiye mücadele eden büyük bir dava ve fikir adamıydı. Serdengeçti, bu milletin bağrından çıkmış, bu millet yolunda bayraklaşmış olan bir millî kahramandı. İnsan gövdesinde aslan yüreği taşıyan, gelecek nesillerin nabzında atacak olan bir yiğit adamdı.” (Abdurrahim Balcıoğlu)

 

ESERLERİ:

 

Mabetsiz Şehir, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Bu Millet Neden Ağlar, Gülünç Hakikatler, Ayasofya Davası, Türklüğün Perişan Hali, Mevlâna ve Mehmet Akif, Kara Kitap, Radyo Konuşmaları, Müslüman Çocuğunun Şiir Kitabı (antoloji), Kanlı Balkanlar (yay., haz., Zakir Avşar, 1992), Aklıselîm - Yavuz Selim (Yeni İstanbul gazetesindeki maka­lelerden seçmeler), Olur Böyle Olur mu? Kardeş Kardeşi Vurur mu? (Zafer gazetesindeki makalelerden seçmeler), Millî Görüş (Millî Gazete ve diğer gazetelerde çıkan yazıla­rından seçmeler), Nasreddin Hoca- Güldüren Düşündüren Adam, Mahallenin Yedi Delisi (hikâye).

 

KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Feyzi Halıcı / Parlamenter Şairler (1990), Bozkurt Zakir Avşar / Serdengeçti’den Serdengeçtilere (1992), Bozkurt Zakir Avşar / Said-i Nursi ve Serdengeçti (1992), Abdurrahim Balcıoğlu / Osman Yüksel Serdengeçti (1992), Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü 1920-91 (1994), Osman Yüksel Serdengeçti (Gökkubbe dergisi, Haziran 2001), Mehmet Nuri Yardım / Türk Şiirinden Portreler (Abdurrahim Balcıoğlu ile söyleşi, 2001) - Edebiyatımızın Güleryüzü (2002), Mehmet Atilla Maraş / Şair Milletvekilleri 1 - 22. Dönem 1920-2005 (2005), Mustafa Uçurum / Her devre bir Serdengeçti gerek (dunyabizim.com. 15.01.2013).

BULAMAZSIN

Bir defa inkâra düştün mü yavrum,

Kendini aşmaya yol bulamazsın!

Vehimler şüpheler bozar ruhunu,

Seni kaldıracak el bulamazsın!

 

Elbet dünya döner, biz de döneriz,

Bir müddet parıldar sonra söneriz.

Yükseklerden enginlere ineriz.

Halinden anlayan dil bulamazsın!

 

Ömür akar gider yokluk gölüne

İnsanoğlu düşmüş serap çölüne

Hayat benzer bir gecelik geline

Kendin gibi akan sel bulamazsın!

 

Ektiğin tohumlar bir türlü bitmez.

Müşkülü yenmeye bir ömür yetmez.

Kuş olsan uçsan da gene kâr etmez.

Arasan konacak dal bulamazsın!

 

s. 231.

DAĞ GİBİ

Baştanbaşa heyecanım,

Yanar alev alev kanım.

Semalarda var vatanım,

Dağlar gibi, dağlar gibi!...

Gerçek çıkar rüyalarım,

Hudutsuzdur hülyalarım,

Var koskoca dünyalarım,

Dağlar gibi, dağlar gibi!...

 

Hâmisiyim ben ayların,

Bozkurduyum Altayların.

Vardır altın saraylarım,

Dağlar gibi, dağlar gibi!...

 

Şahlanan at gibi ülküm,

Gönül zenginliği mülküm.

Viyana’yı saran Türküm,

Dağlar gibi, dağlar gibi!..

 

Karaosman der, yerim Hisar,

Bana dönen toplar susar.

Bağrım volkan, lâvlar kusar,

Dağlar gibi, dağlar gibi!...

 

s. 230.

DESTAN

Bin yıl oldu toprağına basalı,

Hayli oldu kılıçları asalı,

Bülbüllerin onun için tasalı,

 

Sazlar kırık, ayar tutmaz telleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?

 

Yol görünür, başbuğ emir verirdi,

Dalga dalga ordularım yürürdü,

Hamlemizden dağlar, taşlar erirdi.

 

Arkamızda bırakırdık selleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?

 

Gölgemizden bütün cihan sakınır,

Ferman çıkar, dal-kılıçlar takınır,

Meydanlarda Rabbe dua okunur,

 

Dolu-dizgin aştık nice belleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?

 

Sabah olur ulufeler dağılır,

Yıldız doğar talihimiz belirir,

Bir seferde dört krallık serilir,

 

Dolduruyor heybetimiz yılları,

Biz neyledik o koskoca elleri?

 

Plevneler, Manastırlar bizsizdir,

Yosun tutmuş camilerin ıssızdır,

Boynu bükük minareler sessizdir,

 

Açmaz olmuş Kızanlık’ın gülleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?

 

Hali görür geleceği sezerdik,

Viyana tâ Vistülde gezerdik,

Haritayı biz kendimiz çizerdik,

 

Mâmureler yaptık ıssız çölleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?

 

s. 233-234.

GELSEN DE BİR GELMESEN DE

Artık olan oldu bize,

Gelsen de bir gelmesen de,

Gelemeyiz biz yüz-yüze,

Gelsen de bir, gelmesen de,

 

Hep kendini çektin naza,

Yok bahara, yahut yaza.

Bıktım gayrı yaza yaza,

Gelsen de bir, gelmesen de.

 

Demir tavında dövülür,

Ağaç yaş iken eğilir,

Çocuk küçükken sevilir,

Gelsen de bir, gelmesen de.

 

Bir candır bu, bir andır bu,

Giden gelmez bir handır bu.

Dağ-taş değil, insandır bu,

Gelsen de bir, gelmesen de.

 

Göreceğin bir boş kafes,

Ceset kalmış, çıkmış nefes.

Nerde o can, nerde o ses?

Gelsen de bir, gelmesen de.

 

Serdengeçti artık bitti,

Bu ayrılık cana yetti.

O bir kuştu uçtu gitti,

Gelsen de bir gelmesen de.

 

s. 232.

SAİD NUR ve TALEBELERİ

SAİD NUR ve TALEBELERİ

 

OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ

 

Bahtiyar bir ihtiyar var. Etrafı, sekiz yaşından seksen yaşına kadar bütün nesiller tarafından sarılmış. Yaşlar ayrı, başlar ayrı, işler ayrı… Fakat bu ayrılıkta gayrılık yok! Hepsi bir şeye inanmış… Allah’a!.. Âlemlerin Rabbı olan Allah’a… Onun ulu Peygamberine.. Onun büyük kitabına.. Kur’an henüz yeni nâzil olmuş gibi, herkes aradığını bulmuş gibi bir hal var onlarda. Said Nur ve talebelerini seyrederken, insan kendini âdeta Asr-ı Saadet’te hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur… Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz bir şeye bağlanmak; her yerde hazır, nâzır olana, âlemlerin yaratıcısına bağlanmak, o yolda yürümek, o yolun kara sevdalısı olmak… Evet!.. Ne büyük saadet!

Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar. Gün görmüş bir ihtiyar. Üç devir: Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet. Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış! Yalnız bir adam var. O ayakta… Şark yaylalarından, Güneş’in doğduğu yerden İstanbul’a kadar gelen bir adam. İmanı, sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı imanlı bağrını siper etmiş. Allah demiş, Peygamber demiş, başka bir şey dememiş. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş… Kayalar gibi çetin, müdhiş bir irade… Şimşekler gibi bir zekâ… İşte Said Nur!.. Divan-ı Harbler, mahkemeler, ihtilaller, inkılablar… Onun için kurulan i’dam sehpaları… Sürgünler… Bu müdhiş adamı, bu maneviyat adamını yolundan çevirememiş! O, bunlara imanından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş. Kur’an-ı Kerim’de “İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz” (Âl-i İmran suresi âyet 139) buyuruluyor. Bu Allah kelâmı, sanki Said Nur’da tecelli etmiş!

Mahkemelerdeki müdafaalarını okuduk. Bu müdafaalar bir nefs müdafaası değildir; büyük bir davanın müdafaasıdır. Celadet, cesaret, zekâ eseri, şaheseri…

Niçin Sokrat bu kadar büyüktür? Bir fikir uğruna hayatı hakir gördüğü için değil mi? Said Nur en az bir Sokrat’tır; fakat İslâm düşmanları tarafından bir mürteci, bir softa diye takdim olundu. Onlara göre büyük olabilmek için ecnebi olmak gerek. O, mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Mahkûmken bile hükmediyordu.

O hapishanelerden hapishanelere atıldı. Hapishaneler, zindanlar onun sayesinde Medrese-i Yusufiye oldu. Said Nur zindanları nur, gönülleri nur eyledi. Nice azılı katiller, nice nizam ve ırz düşmanları, bu iman abidesinin karşısında eridiler; sanki yeniden yaratıldılar. Hepsi halîm selim mü’minler haline, hayırlı vatandaşlar haline geldiler… Sizin hangi mektepleriniz, hangi terbiye sistemleriniz bunu yapabildi, yapabilir?

Onu diyar diyar sürdüler. Her sürgün yeri, onun öz vatanı oldu. Nereye gitse, nereye sürülse, etrafı saf, temiz mü’minler tarafından sarılıyordu. Kanunlar, yasaklar, polisler, jandarmalar, kalın hapishane duvarları, onu mü’min kardeşlerinden bir an bile ayıramadı. Büyük mürşidin, talebeleriyle arasına yığılan bu maddî kesafetler; din, aşk, iman sayesinde letafetler haline geldiler. Kör kuvvetin, ölü maddenin bu tahdid ve tehdidleri, ruh âleminin ummanlarında büyük dalgalar meydana getirdi. Bu dalgalar, köy odalarından başlayarak, yer yer her tarafı sardı; üniversitelerin kapılarına kadar dayandı.

Yıllardır mukaddesatları çiğnenmiş vatan çocukları, mahvedilen nesiller, imana susayanlar; onun yoluna, onun nuruna koştular. Üstad’ın Nur risaleleri elden ele, dilden dile, ilden ile ulaştı, dolaştı. Genç-ihtiyar, cahil-münevver, sekizinden seksenine kadar herkes ondan bir şey aldı, onun nuruyla nurlandı. Her talebe, bir makine, bir matbaa oldu. İman, tekniğe meydan okudu. Nur risaleleri binlerce defa yazıldı, teksir edildi.

Gözlerinin nuru sönmüş, iç âlemlerinin ışığı sönmüş, harabeye dönmüş olan körler; bu nurdan, bu ışıktan korktular. Bu aziz adamı, dillerden hiç eksik etmedikleri “İnkılaba-lâikliğe aykırı hareket ediyor” diye, tekrar tekrar mahkemeye verdiler; tekrar tekrar hapishanelere attılar. Kaç kerre zehirlemek istediler. Ona zehirler, panzehir oldu. Zindanlar dershane… Onun nuru, Kur’anın nuru, Allah’ın nuru vatan sınırlarını da aştı. Bütün Âlem-i İslâmı dolaştı. Şimdi Türkiye’de, her teşekkülün, vatanını seven herkesin, önünde hürmetle durması lâzım gelen bir kuvvet vardır: Said Nur ve Talebeleri. Bunların derneği yoktur, lokali yoktur, yeri yoktur, yurdu yoktur, partisi, patırtısı, nutku, alayişi, nümayişi yoktur. Bu, bilinmezlerin, ermişlerin, kendini büyük bir davaya vermişlerin şuurlu, imanlı, inanlı kalabalığıdır.

SERDENGEÇTİ FIKRALARI

Osman Yüksel Serdengeçti, bu güzel insan, Üstad Necip Fazıl’ın en yakın dostlarındandır. Müşterek fıkraları da çoktur, ayrı olanları da. Üstadın fıkralarıyla birlikte, Serdengeçti’den de bir demet toplayıp, üstadla birlikte rahmetle anıyoruz.

 

Hayatının her ânında ve her türlü zorlu koşulda bile hadiseleri nükte süzgecinden geçirebilen Serdengeçti, yaşlılık ve hastalık döneminde de şahsiyetine sinmiş olan bu yönünü sergilemiş ve ortaya hüzünlü nükteler çıkmıştır.

Onlardan biri:

Osman Yüksel Serdengeçti felç olmuş, titriyordu. Yanındaki masada oturan Maliyeci İbrahim Bey, her zamanki zarafeti ve sıcaklığıyla Osman Yüksel Serdengeçti’ye:

-            Sizi iyi gördüm Osman Bey, dedi.

-            Teşkilat Refik de, İbrahim beyin moral vermek istediğini sezdiğinden desteklemek gereğini duydu:

-            Son gördüğümden daha iyisiniz Osman Bey.

Hemşehrisi Abdullah Özcan da onları doğruladı:

- Osman Ağabey, gerçekten iyi.
Bastonundaki sağ eli devamlı titreyen Osman Yüksel Serdengeçti durumunu belirtmek ihtiyacı duydu:

- Geçen gün Akseki’deydim. Annemin arkadaşı ve aynı zamanda komşumuz olan bir teyze bize gelmişti. O da bana “Oğlum Osman, çok iyi görünüyorsun; orucunu tutabiliyor musun?” diye sordu. Ben de ona şöyle cevap verdim:
“İyiyim teyze, görmüyor musun, kendimi tutamıyorum.”

(Mehmed Niyazi – Dâhiler ve Deliler)

 

*

 

Serdengeçti'ye sorarlar:

- Konuşmalarınızda neden bu kadar çok Allah kelimesi kullanıyorsunuz?
Serdengeçti:

- Allah Allah, hiç farkında değilim yahu!

 

*

Serdengecti parkinsona yakalandığında bir kaç kişi ziyaretine gelir. Çay demlenip getirilir. Serdengeçti, şekerlerden birini tutar baya bir uğraştıktan sonra bardağa atmayı başarır. Sıra ikincisine gelir, uğraşır uğraşır atamaz.

Sonunda:

 "Hey koca Osman hey, bir zamanlar Türkiye’yi karıştırırdın, şimdi çayını bile karıştıramıyorsun" der.

 

*

 

Yazar Akkan Suver, Sarı Yapraklar Mevsimi adlı eserinde Serdengeçti"nin sevimli dünyasında bizi gezdirir. Büyük dava adamının, bu eserde aktarılan nüktelerinden biri şöyledir:

"1944 Turancılık olaylarından tabutluğa düşmez ama, daha sonra yazdığı yazılardan dolayı Ankara Cezaevi’ne düşer. Arkadaşı Sait Bilgiç ise onun hapishaneye düştüğü sıralarda Isparta’dan milletvekili olur.

Kendisini hapishanede ziyarete gelen Said Bilgiç"e,

-            Yahu Sait, bu ne biçim iş! Sen mebus, ben mahpus, der.

Aradan yıllar geçer. 1960 ihtilalinin ardından Said Bilgiç, Demokrat Parti milletvekili olarak mahkûm olur ve Yas (Sansürlü Kelime) sı (Sansürlü Kelime) a (Sansürlü Kelime) da’dan sonra Kayseri Cezaevi’ne nakledilir. Talihin cilvesi, bu defa Serdengeçti Adalet Partisi’nden milletvekilidir.

Kalkar Said Bilgiç’e ziyarete gider. Kapıdan girer girmez şöyle der:

- Yahu Said, bu defa sen mahpus, ben mebus! Biz seninle dışarıda hiç mi buluşamayacağız?

 

*

Osman Yüksel Serdengeçti parkinson olup eli titremeye başlamıştı.

Hastalandığı zaman kendini ziyarete gelen Alparslan Türkeş’e

“Bak Türkeş, senin en sadık müridin benim, sen “Ey Türk titre ve kendine dön.” dedin. Ben de titremeye başladım. Hala kendime gelemedim” demiş.

 

*

 

Osman Yüksel milletvekili olduğu dönemlerde, bir mesele ile alakalı olarak Meclis kürsüsünde konuşurken, CHP milletvekilleri sıra kapaklarına vurarak protesto ederler.

Bunun üzerine Osman Yüksel Serdengeçti, sinirlenerek;

-            “Bu meclisin yarısı hıyar.” deyip kürsüden iner.

Bunun üzerine CHP’li vekiller;

-            “Meclisin şahs-ı manevisine hakaret söz konusudur, sözünü geri al!” diye itirazda bulunurlar.

Bunun üzerine Serdengeçti yeniden kürsüye gelip şöyle der:
- “Tamam, sözümü geri alıyorum. Bu meclisin yarısı hıyar değil!”.

(Mustafa Çolak’a teşekkür)

 

*

 

Atatürk'ün anıtkabir yapımında gençler çalışırken, Osman Yüksel'e sorarlar:

-            Sen genç değil misin, niye Anıtkabir'de çalışmıyorsun?

Serdengeçti, fikirlerinden dolayı kendisini hapishanelerde süründüren ve sevmediğini her zaman açıkça söylediği İsmet İnönü'yü kastederek cevap verir:
- Vallahi hapishanelerden bana zaman yok. İnşallah ikinci Anıtkabirde canla başla çalışırım.

*

Serdengeçti aniden hastalanır. Parkinson olmuştur. O aldırmaz, zaman zaman hastalığını da alaya alır:

-            Parkinson öyle hoş bir isim ki araba markasına benziyor. İnsanın keşke benimde bir parkinsonum olsun diyesi geliyor. Mao’da bu hastalık varmış yahu. Eh yine de büyük adam hastalığı. Ne de olsa serde fukaralık var, bu da proleter hastalığıymış, bize de böylesi yakışır. Siroz olup ta burjuva hastalığına tutulacak değildik ya, der.



*

 

Osman Yüksel Serdengeçti'nin, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e yazdığı dilekçesi şöyleymiş:

'Yüksek Vekaletin Alçak Vekiline /ANKARA

Ben, 3 Mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla, Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin felsefe şubesinin son sınıfının son noktasında, bir telefon emrinizle okuldan atılan ben Osman Yüksel, İstanbul'a sürülüp, örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten, tabutlara tıkılıp zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır. Kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir

Hakkımı istiyorum efendi hakkımı ...!

Senden bahşiş istemiyorum ...!

İmtihan hakkımı ya verirsin ya zorla alırım ...

Beni tuttuğum yoldan yücel değil ecel gelse döndüremez ..!

ON KURUŞLUK PUL ve imza OSMAN YÜKSEL''

(Sevilay Özpirinçci Çet’ teşekkür ile)

 

*

 

Osman Yüksel milletvekili seçilince, kravat meselesi başına bela olur. Demirel'in ısrarlarına dayanamaz ve Meclise gelirken kravat takacağına söz verir. Herkes o’nun kravatlı halini merakla bekler. Serdengeçti meclise gelir fakat, boynunda kravat yoktur.

Demirel'in:

-                           “Osman bey, hani söz vermiştin?” sitemine karşı, ceketinin eteklerini hafifçe aralayarak kemerini gösterir:

-                           “İşte taktım ya …” der. Kravatı kemerine takmıştır..

(Sevilay Özpirinçci’ye teşekkür)

 

*

 

Osman Yüksel milletvekili seçilir. Meclisin kapısına gelir. Dönerli kapıya bakar. Herkes kapının içinden dönerek içeri giriyor. Oracıkta ünlü sözünü söyler:

- “Demek ki döneklik bu kapıda başlıyor..”

(Ömer Faruk Oğuz’a teşekkür)

 

 

*

 

Necip Fazıl, Serdengeçti ve Nazım aynı koğuşta. Necip Fazıl dertlidir, bir o tarafa bir bu tarafa volta atar, sigara üstüne sigara yakar durur. Serdengeçti ise gayet neşeli.

Nazım yine yakaladığına komünizmi anlatırken, Serdengeçti yanına yaklaşır der ki:

-            Üstad, bu komünizm nedir?

-            Nazım kendinden gayet emin der ki;

-            - Elini sol cebime at.

-            Bizimkisi hemen atar.

Nazım sorar:

- Ne buldun?

- İki 25 kuruş, der.

Nazım,  “Birni al”der, Serdengeçti alır.

Nazım, gururla:

- İşte komünizm bu! der.

Bizimkisi alışır. Her gün elini Nazım’ın cebine atar, ne çıkarsa yarısını alır. Bir gün Nazım’a 50 lira gelir. Bizimki sormadan hemen elini Nazım’ın cebine atar ve yarısını almak ister.

Nazım, hafifçe eline vurup hemen müdahale eder:

- Hop hop, ne oluyor? der.

Serdengeçti:

- Üstad, yarısı benim değil miydi, deyince, Nazım:

- O kadar da uzun boylu değil, diyerek hızla uzaklaşmaya çalışır.

Fırsatı yakalamış olan Serdengeçti orada taşı gediğine kor:

-            “İşte! Komünizm dedikleri 25 kuruşluk bir şeymiş…”

 

*

 

Osman Yüksel Serdengeçti’ye takılmaktan zevk alan bir arkadaşı, onun damarına basar:

- Sen dedi, sağ mısın, sol musun?

Serdengeçti’nin cevabı hazırdır:

- Yaşadıkça sağım!

*

 

Birtakım gazetecilerin, "Osman Bey, komünistlerle aranızda ne fark var?" ithamına karşı verdiği cevap da tek kelimeyle müthiştir;

-            "Aramızda Allah var."

(Sevilay Özpirinçci’ye teşekkür)

 

*

 

Serdengeçti hastalanmış ve Parkinson olmuştur ama aldırmaz; zaman zaman hastalığını da alaya alır;

-            "Parkinson öyle hoş bir isim ki araba markasına benziyor. İnsanın 'keşke benim de bir Parkinson'um olsa' diyesi geliyor. Mao'da da bu hastalık varmış yahu! Eh, yine de büyük adam hastalığı. Ne de olsa serde fukaralık var. Bu da proleter hastalığıymış. Bize de böylesi yakışır." der.

(Sevilay Özpirinçci’ye teşekkür)

 

*

 

Hastalandığı zaman kendini ziyarete gelen Alparslan Türkeş’e;

- “Bak Türkeş, senin en sadık müridin meğer benmişim, sen ‘Ey Türk titre ve kendine dön.”’ demiştin ya,  ben her gün titriyorum.” der.

(Mustafa Çolak’a teşekkür)

 

*

 

Osman Yüksel anlatıyor.

Yaşlıca biri bana sordu:

-            "Oğlum bu civarda camii şerif var mı?"

-            "Babam, dedim burada nâşerifler var".

Anlamaz gibi yüzüme bakınca;

-            "Bu şehirde mâbut yok! Mâbet yok!..."

-            "Ne var ya?" dedi.

-            "Burada oturan insanların ekserisinin mâbutları cebinde, mâbudeleri de yataklarında... iki yüzlü mâbutlar, bir gecelik mâbudeler..." dedim.

(Mabetsiz Şehir’den. Mustafa Çolak’a teşekkür)

ŞİİR

Serdengecti Yeni istanbul 12 Aralik 1967

Örnek 9

OSMAN YÜKSEL

Bir kaç gün sonra, bir öğlen vakti beni görüşmeğe çağırdı­lar. Osman Yüksel Serdengeçti gelmişti. Aşağıya inerken yine olağan sahnelerden biriyle karşılaşmıştım. İki gardiyan bir    .. mahkûmun kollarından tutmuşlar, zindana doğru sürükleye rükleye götürüyorlardı. Mahkûm baygındı. Ayağında prangalar vardı. Ağzından, burnundan, kafasından kanlar akıyordu. Ve bu kan izi kapı altından zindana kadar kıvrıla kıvrıla uzayıp gidi­yordu. Beni götüren gardiyana kim olduğunu sordum. "Rize'li Kemal... Dedi. Başgardiyan muavini Mehmet Demir'e karşı gel­miş..."

Müdür Osman Yüksel'i kendi odasına almış da. Güya bize hususî muamele yapıyordu. Halbuki asıl maksadı dışarıya bir sızıltı çıkmasını önlemekti. Osman Ağabeyle kucaklaştık, ko­nuştuk, dertleştik... Rahatımı sordu. Hapishaneyi o kadar öve­rek anlattım ki neredeyse bize imrendi.

—Bütün Türkiye bir hapishane... Dedi. Başı boş bir gidiş... insafsız muhalefet, basiretsiz iktidar... Soygunculuk, vurguncu­luk, yağmacılık, yağcılık... Sonumuz çok karanlık... Ne hak, ne adalet var memlekette... Şu size yaptıkları nedir? Bir dönmenin iki fincan kanı aktı diye 200 sene ceza... Hapishanelerde kan kusarak ölenler... Karakollarda sabahlara kadar dövülen insan­lar... Kollarına kelepçeler vurulan, diyar diyar sürülen sizler.... Bu ne zulümdür?... Bu ne alçaklıktır?... Yeryüzünde böylesi gö­rülmüş müdür?...

Ağlıyordu. Kendisini teselli etmek maksadıyla:

—Ne yapalım? dedim. Kaderimiz böyleymiş.... Boyun eğ­mekten başka çare yok... Sabretmek gerek...

—Ankara Cezaevi'nden yataklarını aldım, getirdim. Sana Dostoyevski'nin bütün kitaplarını da getirdim. Müdür Beyin söylediğine göre bayramın ikinci günü hücreye girecekmişsin. Tam bir sene küçücük bir hücrede kalacaksın ha?... Benim arslan Hüseyin'im... Türkiye'ye sığmayan kardeşim... Sen o daracık yerde insan yüzü görmeden bir seneyi nasıl geçireceksin?...

Kucaklaştık, helâllaştık, ayrıldık.... O arkamdan hıçkırıyor­du. Bense sanki taş kesilmiştim.             

                                                                                   (Çilenin Böylesi, 2003)

Yazar: HÜSEYİN ÜZMEZ

HER DEVRE BİR SERDENGEÇTİ GEREK

HER DEVRE BİR SERDENGEÇTİ GEREK

 

MUSTAFA UÇURUM

 

Geçmişe dönüp baktığımızda sürekli zulme uğrayan, her türlü işkenceye maruz kalan, mekânsız bir şekilde oradan oraya savrulup duran kişiler doğru zamanda doğru kişilerle karşılaşınca hayatlarında da önemli değişimler yaşıyorlar. Rahat yüzü görmeden geçen ömürde idrak sınırları da sonuna kadar açık oluyor. Olaylara bakış açısı, ülke gündemini yorumlama, gençlik üzerinde tesirli olma gibi önemli adımlarda da hayatın yükünü çeken kişiler daha bilinçli ve temkinli hareket ediyorlar.

Osman Yüksel Serdengeçti, bu topraklarda yaşamış ve gençlik yıllarından başlayıp öldüğü güne kadar dava adamı olarak anılmış bir aksiyon insanı. Ülkenin en zor şartları yaşadığı 1940 ile 1980 yılları arasında durup dinlenmeden din için, vatan için, millet ve özellikle gençler için gözünü kırpmadan zulmün karşısında durmuş bir kişi Osman Yüksel. Yaşantısını, ülke şartlarını çok iyi bildiğinden evlilik gibi bir müesseseye pek de sıcak bakmamasına rağmen biraz da ailesinin zorlamasıyla evlenmiş fakat bu evlilik bile onun hızını kesmemiş. Antalya, İstanbul, Ankara, Konya başta olmak üzere ülkenin dört bir yanında dava için mekik dokumaya devam etmiş.Osman Yüksel Serdengeçti

Osman Yüksel, mahkûmiyeti en sık yaşayan düşünce adamlarından biri aynı zamanda. Yazdıklarından dolayı sayısız kez hapis yatmış, bu mahkûmiyetler onun ruhunu onaran en önemli tecrübe olmuştur. Zahmeti rahmete çevirebilen ender kişilerden biri de Osman Yüksel’dir. Hapishanede tanıştığı nur talebeleri, onun geri kalan yaşantısında hayata bakışı açısından çok etkili olmuş, birçok olayda nur talebeleriyle beraber hareket etmiştir. Hatta Serdengeçti dergisinin 32. sayısı Said Nursi’nin fotoğrafıyla çıkmıştır.

 

Serdengeçti’nin yetiştiği dönemde “Allah” demek bile yasaktı

 

Manevi dinamik dediğimiz kişiler vardır. Onlar, gözünü budaktan sakınmadan davaları uğruna her şeyden vazgeçmeyi göze alan, makamda, parada gözü olmayan kişilerdir. Tek arzuları gençliği kurtarmak, tek davaları din, vatan, millet davasıdır. Osman Yüksel Serdengeçti’nin yaşamı aslında kendine ait bir yaşam değildir. Kendini hep arka plana atmış, doğrunun ardına düşerek hak bildiği yolda yürümüş ender şahsiyetlerdendir.

Bizlerin büyük imtihanı 28 Şubat’tı. Bu süreçte yolunu, tavrını makam için, çıkar için değiştirenlere çok şahit olmuştuk. Sular durulunca herkes mağduru oynamaya başlamıştı ama elbette kimin doğru kimin eğri olduğunu bilen şükür ki vardı.

Serdengeçti’nin yetiştiği dönemde “Allah” demek bile yasaktı. Zulüm dört bir yanda kol geziyordu. Böyle bir dönemde o, çıkardığı derginin logosunun altına çekinmeden “Allah- Millet- Vatan Yolunda” yazacak kadar yürekliydi.

Milletvekilliğine aday olduğu dönemde seçim sürecinde yıllar önce yazdığı bir yazıdan dolayı ceza alır. Soruşturma, mahkeme, savunma derken seçim yapılır ve Serdengeçti seçime giremez. Zaman, zulmün işlemesinde pek de önemli değildir. Yıllar önce yazdığı bir yazı yüzünden ceza alan bir düşünce adamı, yazıyı yeni okuduğunu iddia eden hâkimler ve Türkiye. Bütün bunların karşısında yılmayan Osman Yüksel. Dergisini çıkarırken de, yayınevinin başındayken de, meclisteyken de aynı Serdengeçti. Hatta kılık kıyafetini bile değiştirmeyen bir dava adamı. Milletvekili olup meclise girerken de kravatsız, sade bildik haliyle, her zamanki gibi.

 

Serdengeçti’yi her fırsatla hatırlamak ve hatırlatmak için birçok sebep var

 

Osman Yüksel Serdengeçti, Mabetsiz Şehirler’i yazan, Akdeniz Hilalindir diyen, “Elleri kurusun, dilleri kurusun… Ayasofya, Ayasofya seni bu hale koyan kim? Seni çırçıplak soyan kim?” diyerek haykıran, Bu Millet Neden Ağlar’ın kahrını çeken büyük dava adamı. Bir Nesli Nasıl Mahvettiler? diyerek bununla dertlenen bu gönül insanını sık sık hatırlamak gerek.

O, her ne kadar kendisi için “şair değilim” dese de onun şiirlerinde büyük bir hüzün, acı bir coğrafyanın kederi vardır. Yurdundan ayrı kalmış, sevdiğinden ayrılmış, göğsünü siper yapmış bir yüreğin şiiri vardır onun dizelerinde. Birçok şiiri de Uğur Işılak, Mustafa Yıldızdoğan, Selçuk Küpçük gibi sanatçılar tarafından bestelenmiştir.

Serdengeçti’yi her fırsatla hatırlamak ve hatırlatmak için birçok sebep var.  Bu sebeplerden birine bile tutunmak onun anlaşılması için büyük bir adım olacaktır. Çünkü karşımızda “Binlerce şehidin canı devretti kanımda / Ecdâd kokan toprağı öptüm ben vatanımda” diyen bir gönül insanı, dava adamı var.

KAYNAK: Mustafa Uçurum / Her devre bir Serdengeçti gerek (dunyabizim.com. 15.01.2013).

 

Yazar: MUSTAFA UÇURUM

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör